• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/halilakpinar
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=05056611119
  • https://www.twitter.com/halilakpinar
  • https://www.instagram.com/halilakpinar1453
  • https://www.youtube.com/channel/UCz-evvQhDvbJLw5bg_A8P1Q
Üyelik Girişi
MUHTEVA
Site Haritası

Custom Search

Sosyal bilim öğrencileri için bir yazarın hastane günlüğü-FATMA KARABIYIK BARBAROSOĞLU

Sosyal bilim öğrencileri için bir yazarın hastane günlüğü-FATMA KARABIYIK BARBAROSOĞLU

Aşağıda okuyacağınız satırları Nisan ayında yazdım. Yayınlamak maksadıyla değil, çocuklarıma hatıra olsun diye yazdım. Lakin Pazartesi günü yayın yönetmenimiz Yusuf Ziya Cömert'in yazısını okuyunca, hastalık ve geçmiş olsun temennilerinin istikbal için sosyolojik bir değeri olduğuna karar verdim. Yusuf Ziya Cömert Allah kimseyi kimsesiz bırakmasın diye bitiriyordu yazısını. Ben hastalıklarımı "kimsesiz" yaşadım daima. İnsanın ailesinin dışında "kimsesi" olamayacağını epey zaman önce öğrendim. Buyurun yazıyı okuyun neden sosyal bilim öğrencileri için yayınladığımı Cuma günü izah edeceğim.

Cumartesi

Aniden başlayan mide rahatsızlığı. Gün boyu hasta mısın diye soranlara verilen yorgunum cevabı. Evet evet yorgunum. Dinlenmem gerekiyor. Ne zaman dinleneceksem! Çamaşır asılacak. Kuruyanlar toplanacak. Bir dergi için söyleşi yazılacak. İki güne yetecek kadar yemek yapılacak. Alış veriş için markete gidilecek. Gazete yazıları...

Sabah başlayan rahatsızlık gece tam bir eyleme dönüştü. Bütün organlarım sırayla tekmil verdi. Ben buradayım. Ben de buradayım. Ne mutlu bana. Bir kuru kafadan ibaret olmadığımı anlıyorum böylece.

Pazar

Gecelerin bir yıl kadar uzun olduğu tecrübe edildi. Kendi ağrılarımla baş etmeye çalışırken en çok kanser hastalarını düşündüm. Hastalar için dua ederken nihayet uykuya dalmışım.

Saatin sesi. Oysa dinlenmem lazım. Dinlenirsin, yazını yaz sonra dinlenirsin. Kendime komut vermeye çalışıyorum. Yazıyı yaz. Sonra dinleneceksin. Yaz yazıyı. Sonra dinleneceksin. Hadi başla. Yaz. Yaz.

Yazı için masaya oturuluyor. Yıllar var bu kadar uzun yazı yazmayalı. Gazeteye göndereceğim yazıyı, tam sekiz seansta yazıyorum. Tam oturuyorum iki cümle yazıyorum ki şiddetli bir ağrı. Ara veriyorum. Ağrı geçer gibi olduğunda tekrar iki cümle daha yazıyorum. Yine dayanılmaz bir ağrı.

Sonunda yazı bitiyor. Her zaman tıkır tıkır yazdığımı görüp yazmanın çok kolay bir şey olduğunu sanan ev ahalisi bu defa şaşırıyor. Yazmasan olmaz mı diyorlar. Olmaz.

Yazıyı gönderiyorum nihayet.

Pazartesi

Ağrılarımla nasıl başa çıkacağımı buldum. Hiçbir şey yemezsem su bile içmezsem bulantı ve ağrının şiddeti azalıyor.

Susuzluktan halsiz kaldım. Baş ağrım iyice arttı. Tam bir değiş tokuş oldu bu durumda. Mide ağrısı ile baş ağrısını takas etmiş oldum.

Takdir-i ilahi işte. Ağrıdan öle öle yazdığım yazı fazla yankı buluyor. Televizyon kanalları, radyolar, dergiler. Her konuşma "Bugün yayınladığınız yazı kapsamında konuşmak istiyoruz" diye başlıyor. Mümkün değil

İnsana önem verenler çok geçmiş olsun diyor. Programına önem verenler bize bir saatinizi ayıramaz mısınız diye ısrar ediyor. Sabır ile susuyorum. Susarken gözümden irice bir yaş tanesi düşüyor.

Telefon kapandıktan sonra ey kudreti büyük Allah'ım ben çok kötü bir şey mi yapıyorum ki, en insani hassasiyeti bile hak etmiyorum diyorum.

Kulağına küpe olsun, hasta olduğun zaman kimsenin ilgilenmeyeceği yazılar yazmalısın.

Salı

Endoskopi'den kaçamıyorum. Ben ki aynı anda iki diş çektirmiş dört defa diş eti ameliyatı olmuşum. Adımın korkağa çıkmasına razı olmayıp hastane yolunu tutuyorum.

Midem ağrıyor diyorum doktor beye. Nereden biliyorsunuz ki diyor. Doktorlar ile ta en başından bir yanlış iletişim hikâyem var. Müsaade edin de bileyim diyorum. (Cevabımın ne berbat bir cevap olduğunu altı saat sonra fark edip yerin dibine girecektim.) Biz bile bilemiyoruz da diyor doktor bey. Safra kesesi rahatsızlığı ile mide rahatsızlığının nasıl kolayca birbirine karıştırıldığını anlatıyor gayet nazik bir üslup ile.

Esasında şikâyetlerden yola çıkarak rahatsızlığımın safrakesesi olduğundan emin. Ama bunun yanı sıra bir de mide rahatsızlığı olabileceği ihtimalini de dikkate alıyor.

Evet, doktor haklı çıkıyor. Esas sorun safra kesesinde. En büyüğü bir cm olmak üzere irili ufaklı bir sürü taş. Ameliyat diyorlar.

Benim vakte ihtiyacım var diyorum. Madem ameliyat hemen şimdi oluvereyim. Kızım ve eşim dehşete düşüyor. Ben böyleyim. Zihnimde taşımayı hiç sevmem. Madem ameliyat hemen şimdi oluvereyim. Eve gidip ihtiyacım olan şeyleri alıp gelirler. Ben bu esnada ameliyat olmuş olurum. Nasıl ısrar ediyorum. Eşim evden çıkmadan önce sıkı sıkı ameliyat derlerse sakın bu gün olayım deme diye tenbih etmesi gerektiğini düşünüyor. Bunu bakışları ile hissettiriyor. (Eşim, çocuklarım evden çıkmadan hep tenbih ederler. O kitabı çıkar çantandan. Bak bu defa yemek beklerken okumaya başlama. Benimle ilgili şu olayı sakın anlatma. Tanımadığın insanlarla nasıl o kadar uzun konuşabiliyorsun bu defa öyle yapma sakın.) Baba-kız hemen oracıkta o saat ameliyat olmama izin vermiyorlar. Neden sebep!

Ben ya hemen ya da vakti saati gelince şıklarından birini tercih ediyorum. Tamam öyleyse hemen şimdi şıkkını eledik. Geriye vakti saatin gelince şıkkı kaldı.

Eşim ben ameliyat olmadan rahat edemeyecek. Bir yere giderken bütün doktor arkadaşlarının telefon numarasını tekrar tekrar yazdırıyor. Ben konuştum alo demen yeterli diyor.

Bir hafta sonra

Safra kesesi çamurlaşmış ve içinde bol miktarda küçük taş var dedikleri günden beri içimde çamur dolu bir torba varmış hissi ile yaşıyorum.

Bundan bir işaret çıkarıyorum. İçine dön. İçine dön. İçindeki çamur dolu torbayı temizle.

Bekliyorum.

On beş gün sonra

Tuhaf bir şey biraz sonra uçağa bineceğim. Ama korkuyorum. İlk defa uçağa binecekmişim gibi korkuyorum.

Çamur dolu safra kesesi mi bu korkuyu besliyor?

Bilmiyorum.

Ameliyattan önce

Yedek yazılar yazıyorum. Çünkü narkozdan kolay uyanamıyorum. Hele ameliyat sonrası insanı terk ettikleri o köşe yok mu. Araf'ta kalmak. Bütün sesleri duymak ama bir cümle kuramamak. Günlerce narkozdan uyanma halini tekrar tekrar yaşıyorum. Bu defa işi sağlama almalıyım. Cümlelerimi erken erken kurmalıyım.

Ameliyat sonrası ilk cümle

Kardeşim, ayılırken Nuh Aleyhisselam diye uyandığımı söylüyor. Bu ameliyatın saati de günü de iyi oldu, o toplantıya neden gidemediğimi izah etmek zorunda kalmayacağım demişim. Pansuman yapan hemşirenin şaşkınlığını kardeşim anlattı. Sayıklıyor mu demiş. Ayıktın diyor kardeşim.

Geçmiş olsun temennileri

Geçmiş olsun temennisinde bulunan toplam beş kişi oldu. İsim isim aklımda kayıtlı kendileri. Bir kişi çiçek gönderdi. Sevgili Müşerref. Kendisi kadar zarif bir çiçek. Beş geçmiş olsun temennisi de telefon ile gerçekleşti.

Kimseler ziyaretime gelmedi bir telefon dahi etmediler diye küstüm mü? Hayır. Neden böyle olduğunu anlamaya çalıştım. Bu yazıyı sosyal bilim öğrencileri için yayınlıyorum dememin sebebi bu.

 

Hastane günlüğü / Twitter yalnızlığı

 http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=30211&y=FatmaKBarbarosoglu

Çarşamba günü sizlerle ameliyat sonrası "yalnızlığımı" paylaşmıştım. Bu "yalnızlığı" da Yusuf Ziya Cömert'in kendisini yalnız bırakmayan dostlarına yazdığı "teşekkür" üzerinden nazarınıza sunmuştum.

Benimi analizimi beklemeden bazı okuyucularım hemen görüş bildirdi. Bu görüşleri özetledikten sonra ben meseleyi nereden "okuyorum" onu söyleyeceğim.

Görüş bildirenlerin bir kolu "alınganlık biriktirme" üzerinden ilerliyor. Diğer kolu "Sizi hasta hasta yormayayım diyerek" geçmiş olsun temennilerinde bulunuyor. Arkadaşlar hangi hastalık! Okuduğunuz yazıyı Nisan ayında yazdım dediğime göre... Aylar geçmiş üzerinden. Lütfen daha az yazarı daha dikkatli bir şekilde okuyun. Yazıları siz "bakın" diye yazmıyoruz. Okuyun diye yazıyoruz.

"Alınganlık biriktirme" meselesine gelince... Ülkemiz son yıllarda fazlasıyla "alınganlık biriktiren" bir hüviyet kazandı. Etnik kimlik, cinsel kimlik, sınıfsal kimlik hepsi alınganlık biriktirmek üzerinden ortaya konuyor. Rasyonel analizler, yek dil yaklaşımlar yerine gözünün üzerinde kaşın var dedi/gözünün üzerindeki kaş çok kalın dedi küstümcülüğünde kulaklar iptal, ağızlar fazlasıyla faal. Nitekim Çarşamba günü okuduğunuz yazıyı yazan bir kadın olduğu için kadın okuyucularım "Türkiye'de kadın yazar olmak çok zor. Sizin adınıza çok üzüldük. Bunu hak etmiyorsunuz" diye yazmışlar.

Bir dakika! Ben olayları "alınganlık" üzerinden değerlendirmemeye itina gösteren bir insanım. Bunca yıllık teşriki mesaimiz üzerinden bunu anlamış olmalıydınız. Çok kırıldığım meselelerin kişisel ölçekte yaşanması gerektiğine inandığım için sizlerle paylaşmamayı tercih edeceğimi de bunca yılın yol arkadaşlığına binaen fark etmeliydiniz.

Çarşamba günü yayınlamış olduğum yazı bir "alınganlık" yazısı değil, bir tespit yazısı.

Bana yazıyı yazdıran saik, Yusuf Ziya Cömert'in hastalığını twitter yüzünden saklayamaması. Bunu neden nazara veriyorum? Açıklamaya çalışayım.

İletişim üzerinden hayatımıza giren her teknolojik alet bizim tabii iletişimimizi engelliyor. Aletin kendisi mesajın önüne geçiyor. Sosyal medya kendini doyuracak yeni üyeler kazanırken, "yeni üyeler" bir kapatılmışlık içine girdiklerini fark etmiyorlar. Foucualt'un "büyük kapatılma" dediği şeyin yeni bir versiyonu ile karşı karşıyayız.

Eğer hayıtına belli bir mesafeden bakmayı başarabiliyorsa, bir sosyal bilimci için en önemli malzeme öncelikle kendi hayatıdır. Özellikle duygular sosyolojisi için bu olmazsa olmaz bir şarttır. Çarşamba günü yayınlamış olduğum yazıya sosyal bilim öğrencileri için bir yazarın hastane günlüğü ismini bunun için verdim. Olayları değerlendirirken -ki bu bizim başımıza gelen olay olduğu gibi kamusal bir olay bir yakınımızın başına gelmiş olan bir olay da olabilir- meseleye nereden baktığımız meseleye olan mesafemizi de doğrudan etkiler. Suizan üzerinden, kötümser bir bakış açısı ile baktığımızda vuku bulan olayı başka türlü görür, iyimser bir bakış açısı ile hüsnü zan üzere baktığımızda başka türlü yorumlarız.

Okuyucularım biliyor, son romanım "Son On Beş Dakika"nın leit motifi hüsnü zan. Dolayısıyla öncelikle hayatımda hüsnü zannı mukim kılmaya çalışıyorum.

Ameliyat sonrası beş kişinin dışında hiç kimseden ses çıkmayınca düşündüm. Arkadaşlarımı, dostlarımı eğer haberdar isem ne tebrik konusunda ne taziye konusunda ne geçmiş olsun konusunda ihmal etmem. Telefon telleri ile muhakkak dualarını almaya, bu dualar üzerinden Allah'a yakın olmaya gayret ederim. Peki, onlar vefasız oldukları için mi beni "ihmal" ettiler? Hayır. Hastalığım/ameliyatım haber değeri taşımadığı için "haberdar" olmadılar. Çünkü biz birbirimizden Cuma tebrikleri, kermes beraberlikleri, kültürel faaliyetler üzerinden haberdar olurduk. Bu beraberlikler sanal aleme taşındı. Ben sanal alem sakini olmayı benimseyemedim. Dolayısıyla da hastalığımdan haberdar olmaları söz konusu değildi.

Sosyal bilimler ile uğraşmanın en güzel tarafı, anlamaya odaklandığınız için küsmeye/kırılmaya /yargılamaya vakit bulamazsınız. Anlamaya çalışırken size daima acaba endişesi eşlik eder.

Günümüzde insanlar twitter yalnızlığı yaşıyorlar. Pek çok kadını bunalıma sokan, twitter yalnızlığı. Herkesin pek çok dostu olduğunu sanan kadınlar kendi yalnızlıkları içinde boğuluyor. Neden arkadaşım yok diye dertleniyor. Bir dostum eski arkadaşımızdan bahsederken twitter'de dokuz bin takipçisi varmış, dedi biraz da özenerek. Benim cevabım hasta olduğunda çorba pişirecek dokuz arkadaşı/komşusu var mı, oldu.

Hasta olduğumda çorba yapacak kimse yok. Okuyucular çok uzakta. Öldüğümde arkamdan Kur'an okuyacak dostlarımın olduğunu biliyorum lakin. Ve bunu çok önemsiyorum. Asıl yakınlık öldükten sonra başlayan yakınlık. Hayattayken benimle yaşamayan öyle tanıdıklarım var ki, nasıl oldu bilmiyorum onlar ahrete intikal ettikten sonra ayrılmaz olduk. Ömrü hayatımda topu topu üç defa gördüğüm Adapazarı'ndan Müşerref Teyze mesela...


Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi5
Bugün Toplam394
Toplam Ziyaret3756892
VİDEOLAR
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.088734.2253
Euro37.628037.7788
Takvim