• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/halilakpinar
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=05056611119
  • https://www.twitter.com/halilakpinar
  • https://www.instagram.com/halilakpinar1453
  • https://www.youtube.com/channel/UCz-evvQhDvbJLw5bg_A8P1Q
Üyelik Girişi
MUHTEVA
Site Haritası

Custom Search

KPDS SINAVINDA ÇOK ÇIKAN KELİMELER LİSTESİ

KPDS SINAVINDA
ÇOK ÇIKAN KELİMELER LİSTESİ

HARF SIRASINA GÖRE

 

A



aback -- (be taken aback) şaşalamak, şaşırakalmak
abandon -- terk etmek, bırakmak
abate -- 1. azalmak, dinmek; 2. azaltmak, dindirmek
abbreviate -- kısaltmak
abdicate -- feragat etmek, tahtı bırakmak
abduct -- bir kimseyi zorla kaçırmak (veya, uzaylılar tarafından)
aberration -- sapma, anormallik, sapkınlık, yanlışa düşme
abhor -- nefret duymak ve iğrenmek; fikrinden bile dehşete düşmek
abide (by) -- uymak, riayet etmek
abject -- sefil, düşkün
ablaze -- tutuşmuş, alevler içinde
abolish -- yürürlükten kaldırmak
abominable -- iğrenç, nefret uyandırıcı
aboriginal (=native) -- bir yerin yerlisi (özellikle Avustralya yerlileri için)
abridge -- kısaltmak, özetini çıkarmak (isim: abridgement)
abrogate -- sona erdirmek, feshetmek (bir yasa veya anlaşmayı, gibi)
abruptly -- ani, beklenmedik, sert veya kaba bir tarzda
absent -- şu anda burada yok
absence -- şu anda burada olmayış/bulunmayış
absolute -- mutlak, kesin; tamamen
abstain (from) -- kaçınmak, uzak durmak, yapmamak
abstract -- 1. soyut; 2. özet
abstract (from) -- özümleyerek çıkarmak, ayırarak çıkarmak
absurd -- saçma ve gülünç
abundant -- bol miktarda (abundance 1. bol olma; 2. bolluk, refah)
abuse -- 1. kötüye kullanmak; 2. fiziki şiddet uygulamak; 3. cinsel tacizde bulunmak
accelerate -- hızlandırmak
access -- giriş, girme, ulaşma
acclimatize -- iklimine alıştırmak
accommodate -- 1. içine uydurmak veya yerleştirmek; 2. içine alabilmek, mesken olmak
accomplice -- suç ortağı
accomplish -- başarmak, başarıyla tamamlamak
accord -- uyum, anlaşma, uzlaşma
accost -- yoluna çıkmak, rahatsız etmek, sözel tacizde bulunmak
account for -- 1. hesabını vermek; 2. nedenini anlatmak veya açıklayabilmek
accountant -- muhasebeci
accumulate -- birikmek, biriktirmek
accurate -- doğru, yanlışsız (isim: accuracy)
accusation -- suçlama (the accused = sanık)
accustomed (be accustomed to) -- alışkın, alışmış
acknowledge -- varlığını onaylamak, kabul veya itiraf etmek (olumsuz nüans değil)
acquaint (be acquainted with) -- daha önceden tanışmış olmak, aşina olmak
acquit (be acquited) -- beraat etmek
acumen -- zeka keskinliği, çabuk kavrama
adamant -- ısrarlı ve inatçı, direngen, kararlı, geri adım atmaz (olumsuz nüanslar)
adapt -- uyarlamak veya uyarlanmak
addict -- bağımlı, tiryakisi (sıfat: addicted, be addicted to; isim: addiction)
address -- hitap etmek
adequate -- yeterli (isim: adequacy)
adjacent -- bitişik, kapı komşusu niteliğinde
adjourn -- geçici olarak ara vermek veya ileri bir tarihe ertelemek
adjustable -- ayarlanabilir, ayarlı
administer -- 1. yönetmek; 2. (tıp) ilaç vb. vermek, uygulamak
admirable -- takdire değer, hayranlık uyandırıcı
admonish -- uyarmak, ihtar etmek, azarlamak
adopt -- 1. benimsemek, kabul etmek; 2. evlat edinmek
advent -- geliş, gelme
adversary -- düşman, hasım
advertise -- genele duyurmak veya reklamını yapmak
advocate -- savunmasını yapmak, lehine öneride bulunmak
affect -- etkilemek
affection -- sevgi, bağlılık
affectionate -- sevecen, şefkatli
affidavit -- yazılı ve yeminli ifade
affinity -- yakınlık, benzerlik
affirm -- onaylamak
affluent (rich, wealthy) -- varlıklı, zengin, refahlı
aggravate -- kötüleştirmek, azdırmak
agreeable -- hoş, latif, dost
akin -- yakın benzer
alabaster -- bir cins mermer
alacrity -- çeviklik, canlılık
alarming -- endişe verici
alert -- uyanık, teyakkuz halinde
alibi -- suç işlendiği sırada başka bir yerde olma kanıtı
align -- hizalamak
alimony -- nafaka
allegation -- suçlayıcı iddia (fiil: to allege)
allegiance -- bağlılık, biat
alleviate -- hafifletmek, dindirmek
alliance -- ittifak
ally -- müttefik
allocate -- tahsis etmek, herbirine bölüştürmek
alter (change) değiştirmek, değişmek
altruism -- sencillik, yardımseverlik (tersi: egotism = bencillik)
amaze = hayrette bırakmak (isim: amazement = hayret, şaşkınlık)
ambassador -- büyükelçi
ambiguous -- anlamca belirsizlik taşıyan, müphem, birden fazla anlama gelebilen (isim: ambiguity)
ambush -- 1. pusu; 2. pusuya düşürmek
ameliorate -- iyileştirmek
amend -- değiştirme (düzeltme ve ekleme nüansları ile) (isim: amendment)
ammunition -- cephane
amnesty -- genel af
ample (abundant, profuse) -- bol bol, bolca yetecek düzeyde
amputate (bir organı) kesmek (isim: amputation)
anachronism -- ait olmadığı bir çağa ilişkilendirme veya o durumda olma, çağdışılık
analogous = benzer
ancestor -- ata, ced (sıfat: ancestral; isim: ancestry = soy, ailede kendinden öncekiler)
anchor -- 1. gemi demiri; 2. demirlemek (= demir atmak)
anew -- yeniden, tekrar, en baştan
anguish -- tedirginlik, acı çekme ve keder
animosity -- düşmanlık, kin ve nefret duyguları
annex -- ilhak etmek, kendi bölgesine veya topraklarına katmak
annihilate -- imha etmek, hepsini tümüyle yeryüzünden silmek
anniversary -- yıldönümü
annotate -- yazılı bir metne açıklayıcı notlar eklemek
annoy -- kızdırmak, canını sıkmak, rahatsız etmek (annoyance = rahatsız edilmişlik ve canı sıkılmışlık duygusu)
annual -- yıllık
annul -- feshetmek, yürürlükten kaldırmak
antagonism -- düşmanlık (antagonize = kendine düşman etmek, düşman olmasına yol açmak)
anticipate -- öngörü ile beklemek (ve ona göre davranmak)
antiquated -- modası geçmiş
anxiety -- tedirginlik, endişe (sıfat: anxious)
apathetic -- ilgisiz, kayıtsız
apologetic -- özür dileyen bir tavırla
apparel (clothing) -- giysiler, kılık kıyafet, giyim kuşam görünümü
apparent -- 1. apaçık görülen; 2. zahiren (görünüşte)
apparently -- "Öyle anlaşılıyor ki" -- "göründüğü kadarıyla".
appetite -- iştah, istek (appetizer = aperatif, meze)
applaud -- alkışlamak (isim: applause = alkış)
appraise -- değer biçmek (isim: appraisal)
appreciate -- 1. takdir etmek (teşekkür); 2. anlamak, anlayışla karşılamak
appreciable -- farkedilebilir derecede
apprehend -- 1. yakalamak, tutuklamak; 2. anlamak, kavramak apprehension -- 1. (fear) korku, endişe; 2. anlama, kavrama; 3. yakalama, tutuklama
apprentice -- çırak
approach -- yaklaşım, tarz
approval -- 1. onay (=beğenme); 2. onayını verme (=tasdik)
approximately -- yaklaşık olarak, ortalama değerlerle
apt -- 1. uygun, yerinde; 2. eğilimli, eğiliminde; 3. zeki (aptitude tests = yetenek testleri)
arable -- tarıma elverişli
arbitrary -- keyfi olarak, racon keserek (arbitration = aralarını bulma, racon)
arbitrate -- hakem sıfatıyla karar vermek (=racon kesmek)
arboreal -- ağaçlara ilişkin
archipelago -- takımada
ardent -- içtenlikli ve coşkulu, hevesli ve gayretli
arduous -- zahmetli, çok gayret isteyen
argument -- 1. tartışma; 2. sav, savunulan tez
armament -- silahlar, silahlanma
armistice -- silah bırakışma, mütareke
armour -- zırh (armoured = zırhlı)
arrogance -- kibir, kendini beğenmişlik, küstahça gurur (sıfat: arrogant)
arsenal -- silah fabrikası, cephanelik
arson -- kundakçılık
articulate -- anlaşılır şekilde dile getirmek
artillery = topçuluk, topçu kuvvetleri (askeriye)
artisan -- zenaatkar, esnaf
ascend -- yukarıya çıkmak (tersi: descend... isim: ascent X descent; sıfat ascending X descending)
ascertain -- araştırıp soruşturarak bulgulamak, bu yoldan kesinlemek
assassinate -- süikast yapmak (assassin = süikastçı... isim: assassination)
assault -- 1. saldırı; 2. saldırıda bulunmak
assemble -- 1. toplamak; 2. monte etmek, kurmak (assembly = meclis)
assert -- (kanıta gerek duymaksızın) kuvvetle ileri sürmek, iddia etmek
assess -- değerlendirmek (=değerini ölçmek biçmek)
assets -- değerli varlıklar, bilançodaki pozitifler (tersi: liabilities)
assign -- tayin veya tahsis etmek, veya ödev/görev olarak vermek
assimilate -- özümlemek ("asimile" etmek)
assume -- 1. varsaymak; 2. üzerine almak (hak ve sorumluluğunu)
assure -- karşısındakine bir konuda teminat etmek (="emin olunuz ki" demek)
astonishment -- hayret, şaşkınlık (fiil: astonish... sıfat: astonished)
astound -- hayret ve şaşkınlığa düşürmek (sıfat: astounding, astounded)
astray -- yoldan çıkmış, sapmış (to go astray)
astute -- keskin zekalı
asylum -- sığınılacak yer (lunatic asylum = tımarhane; to seek political asylum = siyasi sığınma istemek)
atavism -- atalara çekme (sıfat: atavistic)
atonement -- kefaret
atrocious -- canavarca gaddar ve vahşice (atrocity, atrocities = kan dökme, kıyım, büyük mezalim)
attain -- (amacına) ulaşmak, erişmek
attainment -- amaca ulaşma/erişme, başarı, elde etme
attentive -- dikkatli, dikkatini veren
attitude -- tutum, tavır
attribute -- 1. atfetmek, nedenini ona bağlamak; 2. özellik, nitelik, sıfat
auction -- açık arttırma ile satış, müzayede
audacious -- cüretli, çılgınca cesurane
audit -- denetleme, murakabe, hesapları teftiş
augment -- destek vererek arttırmak veya çoğaltmak
auspice -- under the auspices of = ----'ın himayeleri altında (davetiye vb)
auspicious -- uğurlu, uygun, hayırlı, talihi güler durumda
austere -- 1. sert, hoşgörüsüz; 2. süssüz, sade (austerity measures = kemer sıkma önlemleri)
authentic -- otantik (isim: authenticity)
autonomous -- otonom
auxiliary -- yardımcı, destek, ikinci dereceden
available -- elde mevcut, piyasada var, istenirse alınabilir
avalanche -- çığ
avarice -- para hırsı, açgözlülük, tamah
avenge -- öc almak
avert -- kaçınmak ve atlatmak
aviary -- kuşhane
aviation -- havacılık
avidity -- açgözlülük
awe -- saygı ve hayranlıkla karışık korku, huşu ve korku
awkward -- 1. beceriksiz, hantal; 2. sıkıntılı (durum vb)

B



bachelor -- bekar (erkek) (single = erkek veya kadın)
backfire -- geri tepmek
background -- 1. arka zemin, arka plan; 2. geçmişi, deneyimi (kişi, kurum, olay)
backpay -- ödemesi gecikmiş ücret(ler)
backyard -- arka avlu, arka bahçe
backbencher -- siyasi partide ön planda olmayan milletvekili
backward -- 1. geriye doğru, gerisin geri; 2. geri kalmış, ilkel
bad-tempered -- huysuz, aksi, tersliği üstünde
baffle -- şaşırtmak, aklını karıştırmak
bait -- yem (yakalamak için aldatıcı/cezbedici tuzak yem)
banal -- çok sıradan ve sıkıcı, hiçbir incelik taşımayan
banish -- sürmek, kovmak, o yerden veya bölgeden yasaklamak (isim: banishment)
barbed wire -- dikenli tel
bard -- saz ozanı
bargain -- 1. pazarlık etmek; 2. kelepir şey, pek ucuz şey. (It was a bargain.)
barge -- mavna
barracks -- kışla veya kışla tipi yapı
barter -- 1. trampa, değiştokuş; 2. trampa etmek
battalion -- tabur
bayonet -- süngü
beacon -- işaret amaçlı ışık kaynağı
beast -- hayvan, canavar, kaba ve iğrenç adam
beggar -- dilenci
belittle -- küçümsemek, hakir görmek
bellicose -- kavgacı, kavgasever
belligerent -- kavgacı, saldırgan
bellows -- körük
beneficial -- yararlı, faydalı, iyi gelen
bequeath -- miras olarak bırakmak
bereavement -- büyük kayıp (bir ölüm dolayısıyla), matem
beseech -- yalvarmak, istirham etmek
besiege -- kuşatmak (bir kenti, kaleyi, vb)
best man -- sağdıç
bestial -- hayvani, hayvanca, aşağılık
bestow -- ihsan etmek, vermek (dilenciye vermeyi kapsamaz)
betray -- ihanet etmek, ele vermek (isim: betrayal)
beverage -- meşrubat
bewilder -- çok şaşırtmak, aklını karıştırmak (sıfat, bewildering, bewildered)
bewitch -- 1. büyülemek; 2. hayran bırakarak cezbetmek
bid -- fiat teklif etmek, pey sürmek
bidding -- bir müzayedede teklif verme / arttırma işlemleri
biennial -- iki yılda bir olan
bigot -- dar / geri kafalı kimse
bigamy -- iki eşle evlilik, kuma getirme (kadın veya erkek) (isim: bigamist)
binocular -- dürbün
bizarre -- garip, acaip
blackmail -- 1. şantaj; 2. şantaj yapmak
blame -- 1. kabahat, sorumlu olma; 2. suçlamak, kabahati ondan bilmek
bland -- yumuşak huylu,
blaspheme -- kutsal şeylere yönelik alay veya küfür (sıfat: blasphemous)
blast -- şiddetli patlama
blast furnace -- yüksek fırın
blatant -- apaçık; görülmemesi / anlaşılmaması olanaksız; küstahça
bleak -- çıplak (bitki zor yetişir), soğuk, kasvetli, umutsuz, rüzgarlara açık
bleach -- ağartmak, beyazlatmak, rengini yok etmek
bleed -- kanamak / kanatmak (bleeding = kanama veya kanatma)
blemish -- kusur, leke
blend -- 1. karışım, harman (=karışım); 2. (with) içine karışıp gözden kaybolmak; uyum sağlamak
bless -- kutsamak. (blessings = tanrının / kaderin verdiği şanslılık ve mutluluklar)
blight -- bitki hastalığı, bitkilerin mahfı
blindfold -- 1. gözleri bağlanarak kapatılmış; 2. gözlerini bağlamak
blink --1. aralıklarla yanıp sönmek (ışık için); 2. gözlerini kırpmak
bliss -- saadet; huzur ve mutluluk
blizzard -- tipi
blockade -- 1. abluka; 2. ablukaya almak
blood curdling -- tüyler ürpertici
blood pressure -- kan basıncı, tansiyon
bloodshed -- kan dökme, kan dökülmesi
bloom -- çiçek açmak
blossom -- 1. çiçek açmak; 2. bahar dalı
blow -- darbe (=vuruş) (yönetim darbesi = coup, coup d'etat)
bludgeon -- cop
blueprint -- temel proje veya esaslar
bluff -- 1. blöf; 2. blöf yapmak
blunder -- pot kırmak, çam devirmek
blunt -- 1. kör ağızlı (bıçak, vb.); 2. sözünü esirgemez
blurring -- bulanıklaşma, bulanıklık (iyi görememe, hatların birbirine karışması)
blurt (out) düşünmeden uluorta söyleyivermek / ağzından çıkıvermek
blush -- mahçubiyetle kızarmak
board of directors -- yönetim kurulu
boarding-house -- pansiyon
boarding-school -- yatılı okul
bohemian -- kalender meşrep, kaygısız ve biraz da derbeder hayat felsefesi olan
boisterous -- gürültülü patırtılı ve taşkınca neş'eli
bold -- cesur (= courageous)
bolt -- 1 sürgü (kapı); 2. sürgülemek
bolt -- hızla fırlamak, hızla fırlayıp gitmek veya kaçmak
bombard -- bombardıman yapmak
bombastic -- yüksekten savurarak (konuşma ve yazı tavrı)
bona fide -- hakiki, sahte değil
bonanza -- zengin maden damarı vb gibi yüksek kazanç kaynağı
bond -- 1. bağ, yapışma; 2. senet, tahvil
bondage -- kölelik, serflik
bonfire -- şenlik ateşi
booby trap -- bubi tuzağı
book-keeping -- muhasebe
book-maker -- at yarışlarında bahis düzenleyicisi
boost -- hızla arttırmak
booty -- ganimet
booze -- 1. kafayı çekmek; 2. içki
border -- 1. sınır; 2. devlet sınırı; 3. kenar, bordür
bore -- 1. delmek, delik açmak; 2. sıkıcı olmak, can sıkmak
boring -- sıkıcı (isim: boredom = can sıkıntısı
born and bred -- doğma büyüme
bosom -- sine, kucak (bosom friend = can dost)
bottommost -- en alttaki, en aşağıdaki
boulder -- büyük kaya parçası
bounce -- sıçramak, zıplamak, birden üstüne atlamak
bouncer -- bar fedaisi
boundary -- sınır
bountiful -- cömert, bol, verici
box-office -- tiyatro vb gişesi
boxing day -- Noel yortusunun ikinci günü ("Noel kutularının" verildiği gün)
brag -- yüksekten atmak, böbürlenerek konuşmak (sıfat: braggart
brake(s) -- 1. arabanın fireni; 2. firen yapmak
breadth -- en, genişlik
breakthrough -- 1.yarıp geçmek; 2. büyük buluş (büyük uğraş sonucu)
breakwater -- dalgakıran
breed -- yetiştirmek, beslemek, çoğaltmak (well-bred = iyi yetiştirilmiş, terbiyeli; tersi: ill-bred)
breeze = hafif rüzgar, esinti
brevity -- kısalık (süre olarak; "brief" ten geliyor)
bribe -- rüşvet (bribery = rüşvet alma verme; briber = rüşvetçi)
bridal -- gelin olmaya ilişkin (bridegroom = damat -- bir günlüktür, bir akrabalık terimi değildir)
brigade -- tugay
brigand -- haydut, eşkiya
brilliant - parlak (isim: brilliance)
brimful -- ağzına kadar dolu (brim: bir cismin ağzı, kenar)
briskly -- canlı ve enerjik tarzda
brittle -- kolay kırılır
broad-minded -- geniş görüşlü, hoşgörülü
brood -- kara kara, arpacı kumrusu gibi düşünmek
brook -- dere, çay
broom -- süpürge
brothel -- genelev
bruise -- yara bere, morartı, çürük
brutality -- vahşet, acımasızlık (sıfat: brutal)
budget -- bütçe
buccaneer -- 1. korsan; 2. korsanlık etmek
bucolic -- kır yaşamına ilişkin
budding -- tomurcuk verme
budget -- bütçe
buffer -- tampon (araya konulan koruyucu)
bulb -- lale soğanı, elektrik ampulü, veya benzeri şekilde olan herhangi bir şey
bulky -- hacimli, kocaman
bullet -- mermi
bullion -- altın veya gümüş külçesi
bully -- zorba, kabadayı
bulwark -- siper, istihkam, karşı duracak tahkimat
bundle, demet, deste, çıkın, bohça, tostoparlak sarılmış şey
bump -- 1. çarpmak, toslamak; 2. toslama; şişlik; tümsek
buoy -- şamandıra (buoyancy = su yüzeyinde kalabilirlik, yüzezebilirlik)
burglar -- gizlice giren hırsız
burial -- gömme, defnetme (to bury fiilinden)
burlesque -- komik şekilde taklit etme veya abartarak alaya alma
burly -- iriyarı ve kuvvetli, babayani
bury -- 1. gömmek (=defnetmek; üstünü kapatmak)
buttres -- payanda vurmak, desteklemek
by-election (veya, bye-election) -- ara seçim
by-law (veya, bye-law) -- yerel yönetim tarafından konulan kural ve yasaklar
bygone -- geçmişte kalmış, mazi olmuş
by-product -- yan ürün
bystander -- kenarda durup olayı seyreden ve karışmayan kimse

C



calamity -- büyük felaket, afet (sıfat: calamitous -- Pekos Bill'in sevgilisi Jane Calamity / Afet Felaket Jane'den anımsayınız!)
calculate -- hesaplamak (sıfat: calculating = kendi çıkarları için ince hesaplar yapan veya tedbirli, ihtiyatlı)
calendar -- 1. takvim; 2. gerçekleştirilecek olayların listesi
calibrate -- ince ayar yapmak, çapını belirlemek, derecelendirmek
caliph -- halife
calling -- meslek, iş, doğuştan yeteneğinden dolayı kaderinin kişiyi çağırdığı hayat yolu
calligraphy -- güzel yazma sanatı, hattatlık
callous -- katı ve kötü, yüreği katılaşmış, acımasız
cancel -- iptal etmek (isim: cancellation)
candid -- açık, gizlisi yok, içtenlikli
candidate -- aday (isim: candidacy = adaylık)
cannibal -- yamyam (isim: cannibalism)
cannon -- askeri top (cannonade = çoklu top atışı)
canvass -- siyasi veya ticari amaçla dolaşarak birebir görüşme yapmak
capitulate -- teslim olmak / etmek (isim: capitulation... Böylece "kapitülasyonlar" ın da temel anlamını öğrenmiş oldunuz)
captivate -- cezbetmek ve büyülemek (cazibesiyle büyülemek)
captive -- esir alınmış kişi, tutsak (captor = esir alan; to capture fiilinden)
carefree -- kaygısız, keyfince
caress -- okşamak, müşfik davranmak
carnivorous -- etobur (tersi: herbivorous = otobur... omnivorous = herşeyi yiyen; örnek: insan)
cast iron -- dökme demir
caste -- kast (kast sistemi olan toplumlarda)
castrate -- hadım etmek
casual -- teklifsiz, öylesine, resmi olmayan
casualty, casualties -- zayiat [ölüler (the dead); yaralılar (the wounded) ve kayıplar (the missing)]
catastrophe -- büyük felaket (sıfat: catastrophic)
causality -- neden-sonuç ilişkisi ("cause" = neden, sözcüğünden)
cautious -- temkinliı, tedbirli (isim: caution)
cavity -- oyuk, boşluk, mağaracık
cease -- sona ermek veya erdirmek (isim: cessation)
celebrate -- kutlamak (celebrations) (fakat, celebrated = ünlü, tanınmış)
celerity -- hız, sürat
celestial -- semavi, göksel
cellular -- hücresel
cement -- çimento
cemetery -- mezarlık
censor -- 1. sansürlemek; 2. sansür memuru (censorship = sansür)
censure -- kınamak
census -- nüfus sayımı
chagrin -- üzüntü, umudun yitilmesi
challenge -- 1. meydan okumak; 2. aşılması gereken bir güçlük
charity -- 1. hayır işi; 2. hayır kurumu (charitable = hayırsever)
charm -- büyülemek, gönlünü çalmak
chase -- kovalamak, peşinden gitmek
chasm -- büyük yarık, uçurum
chaste -- iffetli (chastity = iffet)
civil -- 1. yurttaşlığa ilişkin (örnek: civil rights); 2. uygar, kibar
civil engineering -- inşaat mühendisliği
civil servant -- kamu görevlisi (civil service = devlet memurluğu)
civil war -- iç savaş
civilian -- sivil, askeri olmayan
clandestine -- gizli
clarify -- açıklığa kavuşturmak
clue -- ipucu (Fakat, "Biliyor musun?" şeklindeki bir soruya karşılık olunca, "I don't have a clue." = "En küçük bir fikrim bile yok.")
coach -- 1. antrenör; 2. antrenörlük yapmak; 3. atlı araba, wagon, otobüs
coincidence -- rastlantı
collaborate -- işbirliği yapmak, birlikte çalışmak
collar -- yaka; tasma
collide - çarpışmak, birbirine çarpmak (isim: collision)
colossal -- devasa
commemorate -- hatırasını anmak, anma töreni yapmak
commend -- övmek
commerce -- ticaret
compensation -- tazminat, telafi
compete -- 1. yarışmak; 2. rekabet etmek (isim: competition, competitor)
competitive -- rekabetçi, ucuz
competent -- "kompetan"
compile -- derlemek (isim: compilation)
compromise -- 1. uzlaşmak, yarı yolda buluşmak; 2. zor duruma düşürmek
compromised -- zor durumda veya zor durumda bırakılarak kendisinden istenilen elde edilmiş
concession -- ödün, taviz
conceptualize -- kavramsallaştırmak (concept = kavram, "konsept")
conceive -- 1. kafasında oluşturmak, kavramlaştırmak; 2. gebe kalmak (conception: 1. kavramlaştırma; 2. gebe kalma)
conciliate -- gönlünü almak, yatıştırmak (isim: concliation; sıfat: concliatory)
condescent -- tenezzülde bulunmak, lütfen seviyesine inmek
confidential -- gizli, sır (fiil: to confide in smb)
confirm -- teyid etmek, doğrulamak
confiscate -- el koymak, elinden almak
conflict -- anlaşmazlık, çatışma (armed conflict = silahlı çatışma)
confront -- karşı durmak, geçit vermemek
congenial -- dostça, canayakın
congenital -- doğuştan
congratulate -- tebrik etmek
congragate -- toplanmak
conjecture -- tahmin, zan
conscientious 1. vicdanlı; 2. sorumluluğunu bilen ve çalışkan
consequence -- sonuçta ortaya çıkan durum, sonuç
consecutive -- ardışık
consent -- rıza göstermek, onayını vermek
considerably -- oldukça, epeyce, önemlice miktarda
consistent -- uyumlu, istikrarlı, çelişki oluşturmayan
consolidate -- sağlamlaştırmak
construct -- inşa etmek
consult -- danışmak; kafakafaya verip birbirine danışmak
constitute -- "oluşturmak" sözcüğü ile çeviriniz.
constitution -- 1. bünye; 2. anayasa
contaminate -- kirletmek; mikrop bulaştırmak
contented -- halinden memnun, mutlu
context -- bağlam
contiguous -- bitişik
contradict -- aksini söylemek ve savunmak; yanlış olduğunu söyleyerek meydan okumak
contribute -- katkıda bulunmak
convene -- toplantı düzenlemek / toplanmak
convention -- 1. âdet, gelenek; 2. toplantı, meclis (conventional = geleneksel, alışılmış)
convert -- dönüştürmek
conversion -- 1. dönüşme / dönüştürme; 2. din değiştirme
convince -- inandırmak, ikna etmek
coronation -- taç giyme
correspond -- 1. karşılığı konumda olmak, eşdeğeri olmak; 2. mektuplaşmak, haberleşmek
corroborate -- doğrulamak
counsel -- danışmanlık hizmeti vermek
courteous -- nazik, kibar, saygılı
covenant -- mukavele, ahit
coward -- korkak
cradle -- beşik
craze -- çılgınlık derecesinde moda
credentials -- itimatname, güven mektubu
credible -- inanılır (tersi: incredible = inanılmaz, olanak dışı)
creditable -- şerefli
creditor -- alacaklı (tersi debtor = borçlu)
crescent -- hilal
critique -- eleştiri yazısı
crooked -- eğri, çarpık, virajlı, hilekar
crop(s) -- ürün(ler), mahsül
cross-examination -- karşı sorgu
crossroads -- dörtyol ağzı
crux -- asıl önemli nokta (crucial = yaşamsal önemi olan)
cue -- ipucu, işaret, sinyal
culminate (in) -- ile sonuçlanmak
cultivate -- yetiştirmek
cumulative -- birikimli (to accumulate = birikmek / biriktirmek)
cupidity -- (maddi şeyler için) açgözlülük
curriculum -- müfredat programı
curse -- küfretmek, bela okumak, lanet okumak
cursory -- şöylesine, yüzeysel, âdet yerini bulsun diye
curtail -- kısaltmak, kısmak, sınırlamak
custom -- âdet, gelenek, görenek (customary = âdet olmuş) (Dikkat: customer = müşteri... customs = gümrük)
cutlery -- çatal bıçak takımı

 

D



dairy... dairy farm -- süthane, süt çiftliği, mandıra
damage -- hasar, zarar, ziyan
damp -- rutubetli, ıslakça
daring -- cesaret, cüret, meydan okuma (fiil: to dare)
darkness -- 1. karanlık; 2. (renk) koyuluk
dawn -- şafak
daydream -- 1. hülyalara dalmak; 2. hülya
deadline -- son vade tarihi, izin verilen son tarih veya saat
death duty -- veraset ve intikal vergisi
debase -- alçaltmak, adileştirmek, ayarını bozmak (isim: debasement)
debate -- tartışma (genellikle bilimsel nitelikte)
debit -- muhasebe defterinde pasif, borç, verecek, zimmet (debit card = banka kartı, ATM kartı)
debris -- döküntü, çerçöp, yıkıntı artığı
debt -- borç (debtor -- borçlu)
decade -- on yıl
decapitate -- kafasını kesmek
deceased -- merhum, ölü (fiil: decease = vefat etmek)
deceive -- hile yapmak, aldatmak (deceit = hile, aldatı; deceitful = hilebaz, hilekar)
decency -- terbiyelilik, edeplilik, efendilik (decent = doğru dürüst, terbiyeliliğe yakışır şekilde; tersi indecent = yakışıksız, müstehçen)
deception -- aldatı, hile (deceptive -- aldatıcı, yanıltıcı)
decimate -- büyük bir kısmını öldürmek
decipher -- şifreyi çözmek / okumak
decisive -- kesin, kat'i
decline -- 1. azalmak, gerilemek; 2. reddetmek
decorous -- terbiyeye uygun, saygılı
decrease -- azalmak veya azaltmak (tersi: increase)
dedicate -- adamak; ithaf etmek (dedicate oneself = kendini bütünüyle o amaca vermek)
deduce -- verilere dayanarak sonuç çıkarmak (deduction, deductive = tümdengelimci; tersi: induction, inductive = tümevarımcı)
defeat -- 1. bozgun; 2. bozguna uğratmak
defer -- sonraya bırakmak
deficient -- yetersiz, defolu, bozuk
definite -- kesin
deflate -- havasını boşaltmak (tersi: inflate = şişirmek)
defy -- meydan okumak, boyun eğmemek (isim: defiance; sıfat: defiant)
dejected -- kederli, süngüsü düşmüş
delegate -- delege
deliberate -- 1. ayrıntılarıyla üzerinde durmak / titizlikle düşünmek (isim: deliberation); 2. bile bile, kasten (zarf: deliberately; tersi: unknowingly)
delicate -- narin, hassas, dikkatle korunması gereken
delicious -- pek leziz
delight -- haz, mutluluk duyma
delinquency -- yoldan çıkmışlık, yasalara ters düşen hareketler (juvenile delinquency = çocuk suçluluğu) (sıfat: delinquent)
delirious -- aklı başından uçmuş, hezeyan içinde, sayıklıyor
deliver -- 1. teslim etmek: 2. tevzi etmek, dağıtmak; 3. kurtarmak; 3. doğum yapmak (isim: delivery)
delusion -- hayal görme, kendi yarattığı hayallere inanma, aldanma (fiil: delude = hayallere sürüklemek, aldatmak)
deluge -- tufan, şiddetli yağmur ve sel
demand -- talep (tersi: supply -- arz)
demolish -- yıkmak (örneğin istimlak edilen binaları)
denial - 1. inkar etmek, reddetmek; 2. vermemek (fiil: to deny)
denounce -- herkesin içinde suçlamak ve kınamak
depict -- tasvir etmek, göstermek, işaret etmek
deplete -- tüketmek, boşaltmak (isim: depletion)
deplore -- acımak, üzülmek, esef veya teessüf duymak (deplorable: 1. acınacak, esef duyulacak; 2. nahoş, teessüfe vbe kınamaya layık
deploy -- yaymak, konuşlandırmak
deport -- ülke dışına sürmek/çıkarmak, sınırdışı etmek
depraved -- bozuk ahlaklı, ahkali değerlerini yitirmiş
deprive (of) -- elinden almak, yoksun bırakmak
deserve -- hak etmekm (deservedly = hak etmiş olarak)
design -- yapı ve düzen planını oluşturmak, planını çizmek
designate -- işaret etmek, adlandırmak
desolate -- ıssız, terkedilmiş, viran, perişan
desperate -- 1. çaresiz durumda; 2.ümitsiz, gözü dönmüş
despondent -- ümitsiz ve hüzün içinde
destination -- gidilmesi amaçlanan yer, yolculuğun hedefi
destitute -- çok yoksul, düşkün ve çaresiz durumda (destitution = büyük yoksulluk, çaresizlik)
detention -- alıkoyma, tutuklama
deteriorate -- kötüye gitmek, kötüleşmek (tersi: improve) (deterioration X improvement)
determine -- niteliğini belirlemek, karar vermek (determined -- azimli, kararlı; determination = 1. niteliğini saptama; 2. kararlılık)
detriment -- zarar (to the detriment of --- = ---'e zarar vererek, aleyhine olarak)
detect -- izini bulmak ve ortaya çıkarmak
detest -- nefret etmek, tiksinmek
devastate -- mahfetmek, yerle bir etmek, harap etmek
devise -- tasarlamak, icat etmek
device: alet, düzenek, aygıt
devote -- adamak, herşeyini ona vermek
diagnose -- tanı koymak, teşhis etmek
diffuse -- yaygın, dağınık
dilemma -- ikilem, aşağı sakal yukarı bıyık durumu
diligent -- gayretli ve çalışkan (isim: diligence)
diluted -- sulandırılmış, sıvı katılmış
dimension -- boyut
diminish -- giderek azalmak veya azaltmak (diminutive = minicik, ufacık)
discourteous -- kaba, nezaketsiz
discreet -- saygılı, dikkatli ve nazik
discrepancy -- uyumsuzluk, uymazlık, birbiriini tutmazlık, çelişki
discretion -- 1. basiret, sağduyu: 2. tedbir, ihtiyat
disgraced -- gözden düşmüş; itibarsız; yüz karası
dishonest -- sahtekar
disintegrate -- parçalamak, parçalanmak, çürüyüp unufak olmak
dismiss -- huzurundan çıkarmak, git demek, kovmak, işten çıkarmak
dispense (with) -- vazgeçebilmek, onsuz yapabilmek (kişiler için kullanılmaz)
display -- 1. sergi, sergileme, gösterim; 2. sergilemek, gösterime sunmak, gösteriyor olmak
disposition -- eğilim, mizaç
disprove -- çürütmek (=tersini kanıtlamak)
dispute -- anlaşmazlık (sürüp giden)
disregard -- aldırmamak, kulak ardı etmek
disrespect -- saygı göstermemek/duymamak
dissect -- incelemek amacıyla kesip biçmek
dissent -- aynı fikirde olmamak, fikir ayrılığından dolayı bir gruptan kopmak
dissolve -- bir sıvı içinde eriyerek veya eriterek çözmek/çözülmek
distinguish -- farkını görebilmek, ayırt edebilmek
distinguished -- seçkin, ünlü
distrust -- 1. güvensizlik, itimatsızlık; 2. güvenmemek
divert -- başka yöne çevirmek; saptırmak (diversion = aklını başka şeylere yönlendirmek için meşgul olunacak birşey veya eğlence)
diverse -- çeşitli (diversity = çeşitlilik)
docile -- uysal
donate -- bağışta bulunmak (donor, donation)
dormant -- "uykuda" (harekete geçeceği günü bekliyor)
dormitory -- yatakhane
draft -- taslak
drastic -- acil, kapsamlı ve sert (örnek: "drastic measures" = çok sert önlemler
drift -- sürüklenmek
drill -- 1. matkapla delmek; 2. talim veya egzersiz yapmak
drought -- kuraklık
dubious -- 1. şüphe duyan/eden; 2. şüphe veren/doğuran (= doubtful) (indubitably = undoubtedly = hiç şüphesiz)
duplicate -- kopyasını yapmak, aynısını yapmak
duplicity = ikiyüzlülük
durable -- dayanıklı
dwarf = cüce (fiil: to dwarf = yanında cüce bırakmak, çok çok üstün olmak)
dwindle -- giderek azalmak
dynasty -- hanedan, hükümdarlık sülalesi, hüküm sürme

E



eager -- istekli, heves ve şevk dolu (isim: eagerness)
earmark -- belli bir amaç için planlama yaparak bir kenara ayırmak (büyükbaş hayvanların kulağına vb yapılan işaret kavramından)
earshot (within earshot) -- işitilecek mesafede
ear-splitting -- kulakları sağır edecek derecede şiddetli
earnest -- ciddi, içtenlikli (isim: earnesty, earnestness; zarf: earnestly)
earthenware -- toprak çanak çömlek
earthquake -- deprem
ebb -- suların çekilmesi (gelgit olayının cezir safhası); mecazi olarak şaşaası sönmek, kaderi kötüye gitmek, azalmak, vb.
eccentric -- egzantrik (isim: eccentricity)
ecclesiastical -- kiliseye ilişkin
eclipse -- 1. güneş veya ay tutulması; 2. gölgede bırakmak
ecstasy -- coşku, coşkunluk, vecd
edge (away) -- yavaş yavaş ve "kenar kenar" uzaklaşmak
edible -- yenebilir, besin olmağa elverişli (= eatable)
edict -- irade, ferman
edify -- ahlaki bakımdan eğitmek öğretmek (isim: edification; sıfat: edifying -- ahkaken öğretici, ders verici)
edit -- 1. yayına hazırlamak; 2. gazete yönetmek (isim: editor; editorial = başyazı)
edition -- 1. yayına hazırlama; 2. sayı, nüsha ("evening edition", gibi); 3. bası ("first edition, second edition" gibi)
educative -- terbiye edici
eel -- yılan balığı
eerie -- ürpertici, cinli perili gibi
effervescent -- kabarcıklarla köpüren (gazoz vb gibi)
efficient -- etkin ve yeterli, verimli, randımanlı, usta (isim: efficiency)
effigy -- bir kimsenin heykel şeklinde timsali, temsili insan modeli, heykel, manken vb
effrontery -- yüzsüzlük, küstahlık
ejaculate -- ansızın fışkırmak veya fışkırtmak (isim. ejaculation)
eject -- dışarı atacak şekilde fırlatmak (isim: ejection)
elaborate -- özenle, titizlikle ve inceden inceye ayrıntılarıyla yapılan veya yapılmış (fiil: elaborate = üzerinde ayrıntılarıyla durmak ve titizlikle oluşturmak; zarf: elaborately)
electorate -- seçmen kitlesi, seçmenler
electrocute -- 1. (elektik tarafından) çarpmak; 2. elektrikli sandalyede idam etmek
elegance -- zariflik (isim: elegant: zarif; görgülüye yakışır)
elevation -- 1. kaldırma, yükseltme; 2. yükselti, tepecik (fiil: to elevate)
eligible -- seçkin, adaylık için tercih edilir nitelikte
eliminate -- "elimine" etmek, elemek, dışlamak, bertaraf etmek
elocution -- güzel konuşmak sanatı (eloquent = güzel ve etkili konuşan, iyi hatip; isim: eloquence)
elongate -- gererek uzatmak
elope -- birlikte gizlice kaçmak (âşıklar)
elucidate = aydınlığa (= açıklığa) kavuşturmak
elusive -- kolay ele geçirelemeyen, parmakların arasından kayıp kaçan, zor anlaşılır (örnek. "an elusive reply" = kaçamaklı cevap)
emaciate -- bir deri bir kemik kalmak
emancipate -- azad etmek, köleliğine son vermek (isim örneği:women's emancipation = kadın özgürlüğü)
embark (on) -- 1. başlamak; 2. gemiye binmek
embarrass -- utanmak, mahçup düşürmek (isim: embarrassment)
embellish -- süslemelerle (oyma, kakma, boyama) güzelleştirmek
embittered -- dünyaya küsmüş, öfke ve hatta nefret duygusu dolu
emblem -- amblem
embroidery -- nakış
emerge - ortaya çıkmak, oluşmak, "zuhur" etmek (isim: emergence)
emergency -- acil durum
emetic -- herhangi bir kusturucu madde
emigrate -- yurt dışına göç etmek (emigrant, emigration... tersi: immigrate, immigrant, immigration)
eminence -- önemli mevkide, ileri gelen ve tanınır kişi olmak (sıfat: eminent)
emit -- çıkarıp yaymak, oluşturarak dışa doğru çevreye yaymak (ışın, sinyal, vb) (isim: emission)
emphatic -- vurgulu (isim: emphasis; fiil: emphasize)
empathize -- kendini başkasının yerine koyarak durumunu anlamak (isim: empathy; sıfat: emphatetic)
employ -- 1. işe almak; 2. kullanmak (employer = işveren)
employment -- istihdam; (unemployment = işsizlik)
enable -- muktedir kılmak
enact -- yasa çıkarmak
enchant -- cezbetmek, büyülemek (enchantress = cazibesiyle büyüleyerek kendine bağlayan kadın)
encounter -- karşılaşmak, rastgelmek
encourage -- teşvik etmek, cesaretlendirmek
encouraging -- teşvik edici, cesaret verici, umut verici
encumber -- yük olmak
endeavour -- 1. çaba, gayret; 2. çaba göstermek, gayret etmek
endorse -- onaylamak, onayını vermek
endure -- dayanmak, tahammül etmek (endurance = dayanma, sineye çekme)
enforce -- zorla yaptırtmak, uyulmasını zorunlu kılmak
engage -- angaje olmak veya etmek
engagement -- 1. "angajman"; 2. nişanlanma, nişanlılık
engrave -- hakk etmek, oyarak yapmak
enhance -- arttırmak, zenginleştirmek (değerini, gücünü, görüntüsünü)
enigma -- muamma, anlaşılmaz şey
enlarge -- büyütmek, genişlemek
enlighten -- aydınlatmak (the Enlightenment = Aydınlanma Çağı)
enlist -- askere almak, kendi kadrosuna/davasına katmak
enmity -- düşmanlık, diş bileme
enormous -- kocaman, çok büyük
enslave -- köle yapmak, köleleştirmek
ensure (make sure) -- olmasını sağlamak
entail -- ardından getirmek (= neden olmak)
entangle -- karmakarışık dolaşık hale getirmek
entente -- andlaşma, itilaf
enterprise -- girişim, teşebbüs (iktisat) (entrepreneur = müteşebbis, girişimci)
entertain -- 1. eğlendirmek; 2. konuk ağırlamak
enthrone -- tahta oturtmak, taç giydirmek (tersi: dethrone)
enthusiasm -- şevk, istek, heves, fevkalade sıcak bakma
entice -- cezbetmek, tatlılıkla ayartmak
entitle -- hakve yetki vermek (entitled to do sth = bir şeyi yapmaya yetkili
entreat -- yalvarmak, ısrarla rica etmek
entrench -- siper kazarak yerleşmek
enumerate -- numaralandırmak, birer birer saymak
enunciate -- açıklıkla dile getirmek
envelop -- tamamen içinde kalacak şekilde sarmak (çevresini kuşatmak değil); kapsamak, içine almak
envisage -- geleceğe ilişkin olarak zihninde canlandırmak, tasavvur etmek
envoy -- elçi; özellikle de, belli bir iş için kısa süreyle gönderilen elçi
envy -- kıskanma (gıpta etme) (cinsel, vb kıskanma için: jealousy)
epidemic -- salgın
epilogue -- bir eserin sonuna konulan "sonsöz" bölümü
epitaph -- mezar kitabesi
epitome -- tam ve en iyi örneği, özünün özü
epoch -- çağ, devir (tarihsel)
equalize -- eşit duruma getirmek (equality = eşitlik, eşit olma durumu, yasa önünde eşitlik)
equate -- eşit kılmak veya aynı şey olarak görmek (equation = eşitlik, denklem)
equip -- donatmak (isim: equipment = teçhizat, donanım)
equitable -- adilane, insaflı (isim: equity)
equivalent = eşdeğer, eşdeğerli (isim: equivalence)
equivocal -- her iki karşıt anlama da gelebilen, ikiyüzlü
era -- dönem, çağ (tarihsel)
eradicate -- kökünden yok etmek
erase -- silmek, yoketmek
erect -- 1. dikmek, inşa etmek; 2. dikilmiş, dikine duran, ayaklarının üstünde
ergo -- (latince) bu nedenle, o sebeple, dolayısıyla
erode -- aşınmak/çürümek, aşındırmak/çürütmek (isim: erosion)
err -- yanlışa düşmek, hataya düşmek (isim: error; sıfat: erroneous)
erudite -- çok bilgili ve verimli, âlim
erupt -- patlak vermek (örmek, yanardağ, sivilce, vb) (isim: eruption)
escapade -- kaçamak, gençlik çılgınlığı; kaçış, firar
esoteric -- gizli, gizemli, batınî
espionage -- casusluk
essence -- öz, asıl, temel varlık (sıfat:essential -- vazgeçilmez, esas, temel gerekli)
establish -- kurmak, tesis etmek
estate -- malikâne, emlak, taşınmaz mal, sahip olunan varlıklar ("vâriyet") (estate agent = emlakçı)
esteem = saygı göstermek (self-esteem = özsaygı, kendine verilen değer)
estimate -- tahmin etmek (verilere dayanarak kestirmek) (isim: estimation: tahmin, takdir, hesaplama)
estrange -- soğutmak, yabancılaşmasına neden olmak
estuary -- bir nehrin denize döküldüğü yer, haliç
eternal -- sonsuz, ebedî... eternity = sonsuzluk, ebediyet
ethical -- 1. ahlakbilime ilişkin; 2. ahlakî, ahlaklı
etiquette -- görgü kuralları (= âdabı muaşeret)
eugenics -- ırk ıslahına ilişkin
eulogize -- methiye düzmek, methü senada bulunmak (birazda yağcılıkla) (isim: eulogy = metih, kaside)
eunuch -- 1. hadım; 2. haremağası
euphony = ses ahengi, kulağa hoş gelme
evacuate -- tahliye etmek (isim: evacuation)
evade -- kaçınmak, yapmamak, görünmemek (isim: evasion)
evaporate -- buharlaşmak, buharlaştırmak (isim: evaporation)
eve -- arife
Eve -- Havva (Havva anamız)
eventful -- olaylarla dolu, hadiseli, maceralı
eventually -- sonunda, bitiminde
evergreen -- kışın yapraklarını dökmeyen
everlasting -- bitmeyen, sonsuza kadar sürecek/yaşayacak
evidence -- kanıtlar
evil -- şer, kötü, kötülük, şeytani kötülük
evocation -- hatırlatma, çağrıştırma, akla getirme
evolve -- evrilmek, evrimleşmek (isim: evolution)
exaggerate -- abartmak (isim: exaggeration)
exalt -- yükseltmek/yüceltmek, göklere çıkarmak
exasperate -- sabrını taşırmak (exasperation = sabrı taşmışlık)
excavate -- kazı yapmak (excavation = kazı)
excerpt -- bir kitap vb'den alıntı yapılan küçük bölüm
excessive -- aşırı; (fiil: exceed)
exchequer -- devlet hazinesi (the Chancellor of the Excheqyer = Maliye Bakanı)
exclude -- dışında bırakmak, ekarte etmek (isim: exclusion. tersi include, inclusion)
exclusive -- 1. özel; 2. seçkin ve/ya üyelikle girilen ("etrafını câmî, ağyârını mânî") (örnek: exclusive interview = yalnız bizin gazete veya dergiye verilmiş olan bir görüşme)
excrutiating -- inanılmaz derecede acı veren
execute -- 1. yapmak, yerine getirmek, ifa etmek; 2. idam etmek
execution -- 1. ifa, icra; 2. idam
executioner -- cellat
executive -- 1. yürütmeye ilişkin, icrai; 2. yönetici
exempt -- muaf; katkıda bulunma veya yerine getirme sorumluluğu olmayan
exile -- 1. sürgüne göndermek; 2. sürgün (kişi) 3. sürgün yeri
exhaustion -- aşırı yorgunluk, tükenmişlik (sıfat: exhausted, exhausting)
exhaustive -- son derece ayrıntılı, değinmedik/araştırmadık yer bırakmayan
exhibit -- sergilemek, göstermek (isim: exhibition -- sergileme, sergi)
exhilarate -- keyif ve neş'e vermek, ruhunu açmak
exotic -- pek rastlanmayan, garip, ilginç, "Uzak Doğu'dan"
expand -- genişlemek veya genişletmek (isim: expansion)
expedition -- yolculuk; sefer, küçük ölçekli askeri sefer
expel -- kovmak (örneğin okuldan, veya düşmanı) (isim: expulsion)
expire -- süresi dolmak, müddeti dolmak
explicit -- açık, izaha gerek göstermeyen (tersi: implicit: ima edilen veya ima yoluyla)
exploration -- dolaşma ve keşif, inceleme gezisi (fiil: to explore)
explorer -- kaşif, seyyah
express -- ifade etmek
exquisite -- enfes, pek latif, fevkalade ince ve zarif
extemporaneous -- irticalen, hazırlıksız
extensive -- geniş ölçekte, kapsamlı
exterminate -- tamamen imha etmek, kökünü kazımak
extinct -- soyu tükenmiş, yaşayan örneği kalmamış
extinguish -- söndürmek (ateşi, alevleri veya mecazi)
extract -- seçerek/özümleyerek ayırıp çıkarmak
extravagant -- müsrif, şatafatlı (isim: extravagance)
extremely -- fevkalade çok, aşırı derecede
evaluate -- değer biçmek
exultance -- çok büyük sevinç ve iftihar

F



fable -- ders verici masal (genelde hayvan masalı); fabl
fabric -- kumaş
fabulous -- şahane, harikulade
façade -- önyüz, cephe (örneğin binanın ön cephesi); önyüzey görüntüsü, görünüştekiler, "zevahir"
fabricate -- 1. imal etmek; 2. uydurmak (yalan, vb) (sanayi imalatı, vb için "manufacture" uygundur.)
facilitate -- kolaylaştırmak (sıfat: facile = kolay, şüphe verecek ölçüde kolay)
facilities -- ihtiyaca cevap veren tesis, olanak veya vasıtalar (örnek: public facilities: ulaşımdan semt kütüphanesine kadar -- fakat "umumi tuvalet" için public conveniences")
facsimile -- tıpkıbasım
faction -- nifak, hizip
faculty -- 1. doğuştan meleke, duyu: 2. öğretim üyeleri
fad -- gelip geçici moda
faint -- 1. belli belirsiz, solgun, donuk; 2. bayılmak (fainted -- bayılmış, baygın)
fair -- 1. adil (=just, impartial); 2. sarışın; 3. fuar; 4. hoş, güzel (kadın, hava, iklim)
fait accompli -- emrivaki
faith -- iman, itikat, inanma ve güvenme (faithful = sadık)
fake -- taklit, sahte
fallible -- yanılabilir, yanılmaz değil, beşerdir şaşabilir (tersi: infallible: asla hataya kötülüğe düşmez)
fame -- şöhret (sıfat: famous. Dikkat: "infamous" kötü şöhretli demektir)
familial -- ailevi
familiar -- bildik, aşina (fiil: familiarize)
famine -- açlık, kıtlık
fanciful -- fantazi, abartılmış
far-fetched -- zoraki, uzak olasılıklı ve inanılması zor
far-reaching -- gelecekte önemli etki ve sonuçları olacak
far-sighted -- 1. uzak görüşlü (olumlu nüans); 2. hipermetrop
farce -- kaba komedi, âmiyane komedi, zevk yoksunu kişilerin beğenebileceği saçmalık ve güya komedi
fascinate -- hayran bırakmak (fascinating, fascination)
fashion -- biçimlendirmek (şekil vermek, oluşturmak)
fashion (vogue) -- moda
fast -- 1. hızlı; 2. oruç tutmak
fast asleep -- derin uykuda
fastidious -- titiz, müşkülpesent
fatal -- öldürücü (= lethal)
fate -- kader... fateful = akıbet bağlayan, geleceği şekillendirecek olan
fathom -- 1. kulaç; 2. içyüzünü çözüp anlayabilmek
fatigue -- aşırı yorgunluk, bitkinlik
fauna -- 1. hayvanlar âlemi; 2. bir bölgenin hayvan türleri
favouritism -- kıyak geçme, iltimasçılık
fearsome -- dehşet verici, korkunç... fearful = 1. korku içinde; 2. korkutucu, ürkütücü
feasible -- olabilir, yapılabilir, mümkün. (feasibility = "fizibilite")
feather -- kuş tüyü
feeble -- zayıf (güçsüz kuvvetsiz)
feign -- yalandan yapmak
fellow countryman -- vatandaş ("vatandaşım, vatandaşlarım")
ferocious -- kavgacı, vahşi
ferry -- git-gel yolcu ve/ya araba taşıyan deniz teknesi, feribot
fertile -- verimli, bereketli, döl veren (isim: fertility; fiil: fertilize)
fertilizer -- gübre
fervent -- ateşli, coşkun (isim: fervour)
fetch -- gidip getirmek, alıp getirmek
feud -- sürüp giden düşmanlık. (blood feud = kan davası)
feudal -- feodal, derebeyliğe ilişkin. (isim: feudalism)
fever -- ateş, humma
fiancé, fiancée -- nişanlı (birincisi erkek, ikincisi kadın)
fiction -- hayal ürünü, öykü, roman. (örnek: science fiction = kurgubilim yazın türü)
fictive, fictitious -- uydurma, gerçek olmayan (örnek: "fictitious exports" = hayali ihracat -- Tahmin edebileceğiniz gibi, Türkiye bağlamı dışında dünya literatüründe pek bilinmeyen bir kavram!)
field -- field artillery = sahra topçusu; field hospital = seyyar hastane; field - mashall = mareşal (savaş görmüş komutan)
fiendish -- şeytani (isim: fiend = zebani)
fierce -- şiddetli, azgın, saldırgan
figurative -- mecazi (figure of speech = mecaz)

filth -- pislik, iğrenç pislik
finite -- sonu var, sonsuz veya sınırsız değil, bitimli
fire-brigade = itfaiye... fire-station = itfaiye merkezi.. fireman = itfaiye eri... fire-escape = yangın merdiveni... fire-proof = ateşe dayanıklı.... fire-arm = ateşli silah... fireworks = havai fişek... firewood = çıra...
fiscal -- mali (monetary = parasal)
fisherman = balıkçı... fishmonger = balık satıcısı
fishy -- üçkağıt olduğu şüphesi uyandıran
flatter -- aşırı övmek, yağlamak, yaltaklanmak
flavour -- çeşni, lezzet
flawless -- kusursuz, defosuz
flee (from) -- kaçmak, firar etmek, tüymek, tabanları yağlamak
fleet -- donanma, filo
flesh -- "insan etten kemiktendir" dediğimizde kastettiğimiz "et"
flexible -- esnek, kolay bükülebilir (mecazi de olanaklı)
flimsy -- ince, dayanıksız
flint -- çakmaktaşı
float -- yüzmek (sıvının yüzeyinde kalmak, batmamak)
flock -- 1. küçükbaş hayvan sürüsü; 2. kilise cemaati (to flock together = küme halinde bir araya gelip toplanmak)
flood, flooding -- sel, su basması
floodlight -- projektörle aydınlatmak (floolid = projektörle aydınlatılmış)
flora -- 1. bitkiler alemi; 2. bir bölgeye özgü yerel bitkiler toplamı; 3. tıpta, vücudun bir bölgesinde yerleşik mikro-organizmalar
flour-mill -- un değirmeni
fluctuate -- inip çıkmak, dalgalanma göstermek, kararsız ve değişken olmak
foliage -- bitki örtüsü, yapraklar toplamı
folly -- hata, akılsızlık, aptallık (toplum hayatı veya ahlak açısından akılsızca yapılan bir hatalı davranış)
foolishness -- aptallık, budalalık
foot-and-mouth disease -- şap hastalığı
footprint -- ayak izi
forecast -- tahmin etmek
foreground -- önplan (tersi: background)
foremost -- en önde gelen
foreshadow -- belirtisi, öngöstergesi olmak
forensic medicine -- adli tıp
foresight -- öngörü, basiret
forestall -- erken davranıp önlemek
forlorn -- 1. umutsuz; 2. uzak, unutulmuş, terkedilmiş
formidable -- ürkütücü, heybetli, yenmesi veya üstesinden gelinmesi çok zor
forsake -- terketmek, yüzüstü bırakmak
fortify -- güclendirmek, desteklendirmek (fortifications = kale, tahkimat gibi şeyler)
fortnight -- onbeş gün, iki hafta (göreli bir zaman ölçüsü -- nede olsa iki hafta 14 gün ediyor!)
fortunate -- şanslı, talihli
fortune -- 1. şans, talih, kader; 2. servet (fortune-teller = falcı; fortune-hunter = evlenmek için zengin kadın arayan erkek)
fragile -- kırılgan
fragrance -- güzel koku, rayiha, güzel kokma (sıfat: fragrant)
franchize -- seçimlerde oy hakkı vermek
frank -- açık sözlü, içten, samimi
frantic -- telaş ve heyecan dolu, çılgın gibi bir telaş içinde
fraternal -- kardeşçe, kardeşlere veya kardeşliğe ilişkin
fraud -- hile, sahtekarlık
freak -- hilkat garibesi, ucube, pek rastlanmayacak türden
freight -- navlun, yük
frigate -- fırkateyn
frivolity -- belki eğlenceli ama boş ve değersiz şeylerle vaktini harcamak
frozen -- donmuş (fiil: to freeze = donmak veya dondurmak)
frustrate -- hayal kırıklığına uğratmak
fugitive -- kaçak, mülteci
fulsome -- mide bulandırıcı, iğrenç
fund -- tahsis edilen para, fon
fundamental -- esas, temel, başlıca
funeral -- cenaze töreni (sıfat: funereal = matem dolu, kasvetli, cenaze töreni gibi)
furious -- çok öfkeli, öfkeden çılgına dönmüş (isim: fury)
furnace -- ocak, fırın
furnish -- sağlamak, donatmak, döşemek
furtive -- sinsice ve gizlice, hırsız gibi
fuss -- gereksiz telaş ve titizlenme
futile -- boşuna, beyhude

G



gadget -- (genellikle küçükçe ve becerikli) cihaz veya alet
gaiety -- 1. şen olma hali; 2. eğlenti ("gay" aslında "şen, neş'eli" demektir)
gainsay -- karşı çıkmak, karşı tezi savunmak
gait -- yürüyüş ve adım atış tarzı
gallant -- 1. yiğit ve yüce gönüllü; 2. hanımlara karşı şövalyece nazik
galore -- bol, çok ("We provide music and entertainment galore."
gambit -- ardından elde edilecek kazanım için geçici gerileme veya kayıp sunma
gamble -- kumar oynamak
gaol (jail, prison) -- hapishane
gargantuan -- devasa, dev gibi
garment -- giysi; genelde üste giyilen herhangi bir giysi türü veya parçası
garrison -- garnizon, kışlık
gastronome (gourmet) -- gurme, çeşnicibaşı
gauge -- ölçmek, ölçüm yapmak, hesaplamak
gay -- bknz. gaiety
gaze -- dikkatle ve uzunca bakmak (bir anlam çıkarmak veya öfke vb bir duygu aktarmak için)
gear -- 1. takım taklavat, levazımat; 2. vites (1st gear, reverse gear, vb)
gem -- değerli taş, mücevher (bknz. jewel)
genealogy -- 1. soy, secere; 2. şecere bilgisi (sıfat: genealogical)
G.P. (general practitioner) -- pratisyen hekim
generate -- üretmek, oluşturmak
generation -- 1. üretme, meydana getirme; 2. kuşak, nesil
generosity -- cömertlik (sıfat: generous)
genial, güleryüzlü, dost
genocide -- soykırım
gentle -- nazik, müşfik davranışlı, duyarlı ve acıtmadan
genuinely: hakikaten, gerçekten; (sıfat: genuine: gerçek, hakiki, sahte değil)
germ -- 1. tohum, ilk cevher; 2. mikrop
gestation -- gebelik süresi
ghastly -- korkunç, dehşet verici
gigantic -- çok büyük, devasa (giant = dev)
glacier -- buzdağı (sıfat: glacial)
glamour -- şöhret, güzellik vb'ın getirdiği gözkamaştırıcı çekicilik
glance -- kısa bir bakış atmak
global -- küresel
glossary -- lügatçe, sözcük dizgesi
goal -- 1. hedef; 2. futbolda kale (goalkeeper, goalie, kaleci)
godfather -- vaftiz babası
gold plated -- altın kaplama
gold rimmed -- altın çerçeveli
goodwill -- iyi niyet
gorgeous -- şahane, harika
gospel -- incil
gossip -- 1. dedikodu yapmak; 2. dedikodu; 3. dedikoducu
gourmet -- bknz. gastronome
government -- 1. yönetme, yönetim; 2. hükumet; (sıfat: governmental)
governor -- 1. vali; 2. yönetim kurulu üyesi
grace -- 1. zerafet; 2. inayet, lütuf, rahmet; 3. yemek öncesi şükran duası
graduate -- 1. mezun olmak; 2. derece derece işaret koymak; 3. mezun
graft -- aşı, aşılamak (enjeksiyon anlamında değil)
grain -- 1. tanecik, zerrecik, tahıl tanesi; 2. ağaç damarı
granary -- tahıl ambarı
grandiose -- pek bir azametli, çok büyük ölçeklerde
grateful -- minnettar
gratify -- memnun bırakmak, doyum sağlamak (isim. gratification)
gratis -- bedava
gratitude -- minnettarlık, şükran
grave -- 1. ciddi, ağır, vahim; 2. mezar
greed -- açgözlülük, hırs (sıfat: greedy; isim: greediness)
grieve -- elem ve keder çekmek (isim: grief -- elem, keder)
grudge -- hınç, diş bileme
gruesome -- ürkütücü, çirkin ve ürpertici, nahoş manzaralı
guard-rail -- korkuluk demiri
guardianship -- vesayet
gunpowder -- barut
gusto -- zevk, şevk dolu keyif

H



habitat -- 1. bir canlı türünün doğal yaşam çevresi; 2. (genel anlamda) doğal yaşam çevresi
hail -- 1. dolu (atmosfer olayı); 2. coşkulu ve yüksek sesli selamlamak veya bu tür bir selam (Örnek: "Hail, Caesar!" -- Selam sana, Sezar!
hair-rising -- tüyler ürpertici
hairy -- kıllı, tüylü
halcyon days = sakin günler (halinden memnun, mutlu nüansı ile)
half-heartedly -- gönülsüzce, isteksizce
hallmark -- marka veya resmi ayar damgası, belirgin işaret, alameti farika
hallucinate -- olmayan şeyleri kafasında kurarak "görmek", hayalinde oluşturarak hayallere dalmak (isim: hallucination)
halt (stop) -- durmak, durdurmak
hamlet -- küçük köy
hammer out -- çekiç vb ile döverek yassıltmak (veya mecazi)
hamper -- işleyişini güçleştirmek, engellemek
handle -- üstesinden gelmek, işletebilmek, sorunları çözebilmek
hanker (after, for) -- gözünde tütmek, özlemini ahu vah ile çekmek
haphazardly -- gelişigüzel ve rastgele biçimde
harass -- sürekli saldırılarla rahatsız ve taciz etmek
harbinger -- haberci, muştucu
harbour -- 1. liman; 2. sinesinde barındırmak, liman olmak
harden -- katılaşmak, sertleşmek / katılaştırmak, sertleştirmek (örnek: "a hardened criminal" = "kaşarlanmış")
hardship -- güçlük, müşkülat
hardworking -- çok çalışkan
hark -- dinlemek, kulak vermek
harmful X harmless -- zararlı X zararsız (= zarar veren/vermeyen)
harness -- 1. koşum takımı vurmak, dizginlemek; 2. koşum takımı
harp on -- sürekli aynı noktayı deşmek, yarasına tuz basmak
harsh -- sert, haşin
harvest -- hasat, ürün
hasten -- acele etmek (hasty = aceleci, yeterince düşünmeden, üstünkörü)
hatch -- yumurtanın çatlayarak civciv çıkması
hatred -- nefret
haughty -- kibirli, kendini beğenmiş, tepeden bakan
haunt -- bir yere sık gitmek (örnek: "haunted house" = "perili ev" -- iyi saatte olsunların sık uğradığı ev)
haven -- sığınılacak yer, liman
hay -- saman yığını, hasat yığını ("hay fever" = "saman nezlesi")
hazard (danger) -- tehlike (sıfat: hazardous / dangerous / perilous)
haze -- hafif sis, pus
headlong -- başaşağı, paldır küldür
headstrong -- dik kafalı, dediğim dedikçi, vazgeçmez karakterli
heal -- 1. iyileştirmek; 2. iyileşmek, yaranın kapanması
healer -- halk doktoru (kırıkçı çıkıkçı cinsinden "sağaltıcı")
health -- sağlık (healthy, healthiness
heap -- küme, yığın
hearsay -- dedikodu, kulaktan kulağa yayılan şey
heartache -- gönül yarası
heart-breaking -- acıklı, üzücü
heartless -- acımasız
hearth -- ocak
heat-stroke -- sıcaklık (güneş) çarpması
heated argument -- hararetli tartışma
heathen -- dinsiz, putperest, kâfir
heavenly -- cennet gibi, mutluluk ve huzur veren (heaven = cennet; gök, sema)
heavy-hearted -- kederli, üzüntü dolu
hectic-- telaşlı ve karmakarışık (durum)
hedge -- çit
hedonism -- yaşamın amacının zevk ve sefa olduğu öğretisi (biraz başvermişlik hiççiliği/nihilizmi de içerdiği söylenebilir) (sıfat: hedonistic)
heed -- aldırmak, kulak vermek, dikkat etmek, sözünü dinlemek
heel -- topuk (to take to one's heels = "tabanları yağlamak"; head over heels = tepetaklak)
Hegira -- Hicret
heinous -- iğrenç, arkadan vuran
helm -- (teknede) dümen (örnek: "to be at the helm" = yönetimi, yetkiyi elinde tutuyor olmak)
helmet -- miğfer
hemisphere -- yarıküre
hence -- dolayısıyla, bu nedenle, bundan dolayı
herald -- 1. habercisi veya müjdecisi olmak; geleceğin belirtisi olmak 2. haberci, müjdeci (Fakat, "heraldry" = asalet arması)
herb -- ot (özellikle de "baharat" veya "sağlıklı otlar" sınıfına girenler)
herculean -- 1. Herkül gibi heybetli, güçlü kuvvetli; 2. büyük çaba gerektiren
herd -- 1. büyükbaş hayvan sürüsü; 2. (mecazi) sürü
heredity -- (biyolojik veya sosyal/ailesel) kalıtım
hereditary -- 1. kalıtsal; 2. aile mirası olarak alınan
heritage -- kültürel miras
heresy -- dine aykırı fikirler ileri sürme, dine ters düşme
hermetic -- hava geçirmez şekilde yalıtan veya yalıtılmış olan (hermetic seal)
hermit -- inzivaya çekişmiş, münzevi
heroine -- kadın kahraman (Fakat, "heroin" = eroin)
herring -- ringa balığı
hesitate -- duraksamak, tereddüt etmek (isim: hesitancy, hesitation; sıfat: hesitant)
heterogeneous -- heterojen (tersi: homogeneous = homojen)
hibernate -- kış uykusuna yatmak, kış uykusunda olmak (isim: hibernation)
hideous -- iğrenç, çok çirkin, nefret uyandıran
highbrow -- görgü ve zevkleri ile yüksek tabakadan
highway -- anayol, şehirlerarası yol (Fakat. "highwayman" yolkesen, haydut)
hijacking -- hava korsanlığı
hike -- 1. uzun yürüyüş; veya yürüyerek yolculuk etmek 2. zam (hitch-hike = otostop yapmak)
hilarious -- 1. çok komik; 2. olumsuz nüansla da kullanılabilir: saçma veya acınacak derecede komik
hinder -- engel olmak; yapmasını/olmasını önlemek (isim: hindrance)
hinge -- 1. menteşe; 2. (hinge on) ona bağlı/bağımlı/dayanıyor olmak
hint -- 1. ima; 2. ima etmek
hinterland -- gerisindeki arazi veya bölge, iç kısımlar
hoard -- istifçilik yapmak
hoarse -- boğuk ve kısık sesli, sesi öfke, bağırma vb nedeniyle boğuklaşmış
hoax -- (genellikle şaka amaçlı) sahte alarm, oyuna getirme (olumsuz nüanslıdır)
hollow -- 1. içi boş, oyuk veya çukurluk yer; 2. kof; içtenlikli değil
holocaust -- büyük insan telefatına neden olan kıyım ve katliam
holy -- kutsal
homesick -- evini özlemiş, sılayı özlemiş
homicide -- adam öldürme (homicidal -- adam öldürme moduna girmiş)
horizon -- ufuk (horizontal = yatay --"ufkî" kavramından: tersi: vertical = dikey, dikine)
horn -- 1. boynuz; 2. boru (öttürülen)
horrify -- dehşete düşürmek (genellikle iğrenme ile birlikte) (isim: horror... sıfat: "horrible" sözcüğünde "iğrenme" önplandadır; "horrific" sözcüğünde korkutucu olması önplandadır)
horseshoe -- atnalı
horticulture -- bahçecilik sanatı veya mesleği
hosiery -- 1. çorapçılık işi; 2. çorap eşyası
hospitable -- 1. konuksever (isim: hospitality); 2. hoş, uygun (iklim, gibi)
host -- evsahibi... hostess -- evsahibesi
hostage -- rehine
hostile -- düşmance, hasmane (isim: hostility = 1. düşmanlık; 2. fiilen çatışma, düşmanca hareketler)
hot-tempered -- çabuk öfkelenen
hotchpotch -- her telden ve her türden karmakarışık ve yamalı bohça gibi
household -- hane, hane halkı
housing -- iskan
hover -- üzerinde çemberler çizerek uçmak
howl -- ulumak
hue -- renk, renk tonu
hug -- sıkıca sarılıp kucaklamak
huge -- kocaman, devasa (colossal, gigantic, gargantuan, massive, enormous
hum -- mırıldanmak, vızıldamak
human -- humanitarian... humanity (insanlık, beşeriyet)... humane = insanca, merhametli... humanities = beşeri bilimler
humid -- rutubetli (isim: humidity)
humiliate -- küçük düşürmek (isim: humiliation)
humility -- alçak gönüllülük, tevazu
humour -- huy, tabiat (good-humoured = neşesi keyfi yerinde, hoşgörülü)
humour -- mizah (humorous -- mizahi, komik, güldürücü) (humourist = mizah yazarı) (sense of humour = mizahtan, şakadan anlamak, komik tarafı görebilmek, şakayı hoşgörü ile karşılayabilmek)
hurl -- fırlatmak
husbandry -- animal husbandry = hayvan besiciliği
hush money -- birinin ağzını kapatmak için verilen rüşvet, suspayı
hybrid -- melez
hygiene -- hijyen (sıfat: hygienic)
hypercritical -- aşırı eleştirici
hypocrisy -- ikiyüzlülük, riyakârlık (hypocrit = riyakâr, ikiyüzlü; sıfat: hypocritical)
hypothesis -- hipotez, faraziye
hysteria -- isteri... hysterical = isteriye kapılmış durumda... hysterics = sinir bunalımı

 

I



ice-bound -- buzların arasında hareketsiz kalmış
iconoclast -- putkırıcı, put deviren ("devrimci") (isim: iconoclasm)
identify -- kimliğini belirlemek (identity = kimlik; identical = aynısı, özdeş; identification = kimliğini saptama)
idiocy -- aptallık, alıklık (idiot = aptal, budala; idiotic = aptalca, budalaca)
ignite -- tutuşturmak, ateşlemek (isim. ignition)
ignoble -- alçak, sefil, şerefsiz
ignoramus -- kara cahil kişi
ignore -- görmezden gelmek, kulak asmamak
ignorance -- 1. bilmezlik, bilmiyor olma; 2. cahillik
illegitimate -- meşruiyet dışı, kamu vicdanına ters
illiterate -- okuma yazma bilmez, ümmi (isim: illiteracy)
illustrate -- örneklerle açıklamak, resimlemek
imaginary -- hayali, kafada uydurulmuş
imaginative -- hayal gücü yüksek; yaratıcı
immaculate -- lekesiz, tertemiz
immemorial -- zamanı bilinemeyecek kadar eski
immense -- uçsuz bucaksız, çok geniş
immigrant -- göçmen (dışardan gelen. tersi: emigrant) (immigrate, immigration X emigrate, emigration)
immobile -- hareketsiz, sabit
immoral -- ahlaksız
immortal -- ölümsüz
impartial (just) -- tarafsız, yan tutmayan, adil
implement -- yerine getirmek, uygulamak, yürürlüğe koymak
implicit -- ima olunan (explicit = açık açık söylenen)
impotence -- kudretsizlik, iktidarsızlık (sıfat: impotent; tersi: potent = güçlü; örnek "a potent poison")
imprecise -- kesin olmayan, defolu, dikkatsiz, özensiz
impression -- 1. alınan izlenim; 2. bırakılan etki veya iz (fiil: impress = etki bırakmak
impromptu -- hazırlıksız, doğaçlama
improper -- 1. yersiz, uygunsuz; 2. açık saçık (impropriety = yakışıksızlık, uygunsuz olma)
improvise -- oracıkta oluşturmak, doğaçlama
inaccurate -- yanlış (isim: inaccuracy = doğru olmama)
inadequate -- yetersiz
inadvertent -- elde olmaksızın fakat tedbirsizce ve pot kırarak
inanimate -- cansız
incidence -- 1. olma, vuku bulma; 2. oluş sıklığı (incident = olay)
incline -- eğiliminde olmak (inclination = eğilim, yapma isteği)
inconsiderate -- düşüncesiz (=bencil, başkalarını düşünmeyen)
incorrigible -- ıslah olması, huyunun düzeltmesi olanaksız
incredible -- inanılmaz, hayretler verici
incurable -- onulmaz, tedavisi olanaksız, devasız
indecent -- açık saçık, ahlaka aykırı
indecisive -- kararsız, belirsiz, kesin olmayan (indecision = kararsızlık, karar verememe)
indescribable -- tasviri/anlatılması olanaksız
indication -- belirti, gösterge (to indicate = işaret etmek)
indifferent -- kayıtsız, ilgi göstermeyen
indigenous -- bir yerin doğal yerlisi, endojen
indispensable -- vazgeçilemez, kesin gerekli
indistinct -- belirsiz, bulanık, belirgin şekilde görülemeyen
indolence -- tembellik (sıfat: indolent)
indomitable -- yılmaz, boyunduruk altına alınamaz
induce -- oluşmaya veya yapmaya yönlendirmek, oluşturtmak
industrious (hard-working) -- çalışkan, gayretli
inevitable -- kaçınılmaz, mukadder
infamous -- kötü şöhretli
infantry -- piyade askeri, piyade kuvvetleri
infertile -- kısır, verimli değil
infidel -- kâfir, imansız
inflammable -- kolay tutuşan, parlayıcı (=-tersi: nonflammable)
influenza, 'flu – grip
infuriate -- öfkesinden çıldırtmak, çok öfkelendirmek
ingenious -- becerikli, yaratıcı (isim: ingenuity)
ingenuous -- saf, masum, içtenlikli
ingratitude -- nankörlük
inherit -- miras veya kalıtım yoluyla almak (inheritance = veraset, miras)
inimical -- düşmanca
inimitable -- taklidi olanaksız, eşsiz
initial -- ilk, başlangıçtaki (fiil: to initiate = başlatmak)
injustice -- adaletsizlik, haksızlık
innate -- doğuştan, varlığının bir parçası olarak
innovate = 1. yenilikçi bir buluş yapmak; 2. yenilemek
insignificant -- değersiz, önemsiz
instinct -- içgüdü (sıfat: instinctive)
insure -- sigorta yapmak
inspire -- 1. esin (ilham) vermek; 2. şevk ve heves vermek (isim: inspiration)
install -- kurmak, yerleştirmek, monte etmek
instructive -- öğretici, eğitici (to instruct = 1. eğitmek; 2. talimat vermek)
insulate -- yalıtmak, izole etmek
insult -- hakaret etmek
insurrection -- ayaklanma, başkaldırı
intangible -- gözle görülmez, elle tutulmaz; belirsiz ve varlığına parmak basamadığımız, kolay anlaşılamayan
integrate -- bütünleştirmek
intensity -- yoğunluk
interact -- etkileşmek
interface -- arayüz
Interfere (in, with) müdahale etmek, işine karışmak, burnunu sokmak
interim -- geçici olarak, araya sokarak
interminable -- bitmek bilmez, can sıkacak kadar uzun
intermittent -- kesik kesik, aralıklarla
interpret -- yorum yapmak, sözlü tercümanlık yapmak
interrogate -- sorgulamak (isim: interrogation)
interrupt -- kesintiye uğratmak
interval -- ara, fasıla
intervene -- araya girerek müdahele etmek
intestine -- ince barsak
intimacy -- yakınlık, mahremiyet
intimidate -- korkutmak, korku vererek yapmasını engellemek
intoxicate -- sarhoş etmek (intoxication = sarhoşluk)
intricate -- karmaşık, girift (isim: intricacy)
intrigue -- entrika, desise (to be intrigued = merakı uyanmış ve çözmek/anlamak istiyor olmak)
introvert -- içine kapanık, içe dönük (tersi: extrovert = dost canlısı)
invalid -- 1. geçersiz, müddeti dolmuş; 2. yatalak hasta
invaluable -- paha biçilmez, çok çok değerli
inventory -- envanter
investment -- yatırım (fiil: to invest; isim: investor)
investigate -- soruşturma yapmak (isim: investigation)
invigorate -- dinçleştirmek, takat ve canlılık vermek
invincible -- yenilmez, galip gelinemez, muzaffer
invisible -- göze görünmez, görülmez
involuntary -- elinde olmaksızın, istem dışı
involve -- duruma veya olaya dahil etmek veya bulaştırmak
involvement -- dahil olma, karışmış/bulaşmış olma, işin içinde olma
invulnerable -- hertürlü saldırıya dayanıklı, yenilmez, yara açılamaz
irrational -- irrasyonel, akla ve mantığa uymaz
irreconcliable -- barıştırılamaz, aralarında uyuşma sağlanamaz
irrelevant -- konu dışı, ilgisiz, kelâlaka
irreparable -- telafisi olanaksız
irresponsible -- sorumsuz (olumsuz nüans)
irreversible -- tersine çevrilemez
irrigate -- sulamak (isim: irrigation)
issue -- 1. konu, mesele; 2. yayın, baskı
item -- bir listeyi oluşturan yazılı madde-başı veya fiziki mallardan herbiri, birim, parça, sşya
ivory – fildişi

J



jack -- 1. kriko; 2. (up ile) kriko veya bucurgat benzeri şeylerle kaldırmak
jackpot -- en büyük ikramiye, ortada biriken bütün para
jail (gaol, prison) -- hapishane (jailer, gaoler = gardiyan)
jalopy -- külüstür araba
jam -- 1. sıkış sıkış durum, kilitlenme, izdiham, tıkanma; 2. marmelat
janitor -- kapıcı
jar -- 1. kavanoz; 2. çok sarsmak, sinirine dokunacak derecede sarsıntı yapmak
jargon -- meslek dili
jaundice -- sarılık hastalığı
javelin -- cirit
jawbone -- çene kemiği
jealous -- kıskanç (isim: jealousy)
jeer -- alay etmek
jeopardy (danger) -- tehlike (fiil: to jeopardize = tehlikeye atmak, riske sokmak)
jerk -- 1. hızla sarsmak / sarsılmak; 2. (argo) budala, ahmak, görgüsüz
jest 1. şaka, latife; 2. şaka yapmak (=joke)
jewel -- değerli taş, mücevher (jewelry veya jewellery = mücevherat)
jigsaw -- parçalı bulmaca
jingo -- milliyetçilik duyguları bağnazlık derecesinde olan kimse (isim: jingoism)
jocular -- şaka kabilinden, şaka yollu
jogging -- sağlıklı yaşam koşusu, hafif tempoda koşma
joint -- 1. eklem, mafsal; 1. ortak, müşterek (zarf: jointly)
jokingly -- şaka ederek, şaka yollu
jolly -- şen, neş'eli
journal -- andıç, seyir defteri, gazete, dergi (özellikle de bilimsel dergi)

journalism -- gazetecilik (journalist = gazeteci)
journey -- yolculuk, seyahat
jovial -- şen, neş'eli, şen mizaçlı
joy -- neş'e, mutluluk, keyif (joyous, joyful)
jubilant -- 1. neşe içinde, kutlama halinde (isim: jubilance); 2. zafer sarhoşu (isim: jubilation)
jubilee -- jübile
judg(e)ment -- hüküm, karar, yargı... (good judgment = doğru düşünme, doğru kavrama ve karar verme... the Judgment Day = Kıyamet Günü)
judicial -- adliye veya mahkemelere ilişkin (judicially = hukuken)
judiciary -- yargı erki; yargıya ilişkin
judicious -- bilgece, âkil, tedbirli
juggle -- hokkabazlık yapmak, elçabukluğu ile gösteri yapmak (örneğin lobut çevirmek gibi)
juicy -- sulu, bol özlü, lezzetli, ağız sulandırıcı
juncture -- birleşme, bitişki, bağlantı, oynak yer, eklem
jungle -- "balta girmemiş" orman, "yağmur" ormanı, "tropik" orman
junk -- külüstür eşya
junkie -- (argo) uyuşturucu müptelası
junkyard -- hurdalık, hurda arabaların atıldığı veya depolandığı yer
jurisdiction -- yargılama (=kaza) yetkisi)
jury -- jüri... juror -- jüri üyesi
just -- âdil; (justice = adalet)
justify -- haklı çıkarmak, haklılığını göstermek; cevaz vermek (justifiable -- anlaşılabilir ve haklı nedenleri olan) (justification = haklılık, haklılığı gösterilebilirlik)
juvenile -- ilk gençlik dönemine ilişkin ("çocukça" nüansıyla)
juvenile delinquent -- çocuk suçlu (isim: juvenile delinquency)
juxtapose -- yanyana koymak (genelde karşılaştırmak veya bir kompozisyon yaratmak amacıyla)

K



keen -- 1. istekli, hevesli; 2. çabuk öğrenen
keepsake -- hatıra (maddi), bergüzar
kerosene -- gazyağı
keynote -- esas nota, temel düşünce, asıl tema
keystone -- kilit taşı, temel dayanak
kick-off -- başlama vuruşu
kidnap -- çocuk (veya adam) kaçırmak (cinsel amaçlar dışında)
killjoy -- oyunubozan (zaten ortama katılmayan veya katılamayan)
kiln -- tuğla veya kireç ocağı/fırını
kin -- akraba (kinship, kinsfolk, kinsman) (next of kin = en yakın akraba) (kinsfolk = hısım akrabalar)
kindergarten -- ana okulu
kindle -- tutuşmak, tutuşturmak
kindred -- benzer, akraba türden
kingdom -- ülke
kite -- uçurtma
kitsch -- sanatsal değeri çok düşük edebiyat veya diğer sanat ürünü
knack -- ustalık, beceri, yetenek
kneel -- diz çökmek (kneel before = önünde diz çökmek)
knight -- şövalye (knighthood = şövalyelik)
knit -- 1. örgü örmek; (knit one's brows-- kaşlarını çatmak: biaraya getirip birleştirmek)
knot -- düğüm (knotty question = girift veya müşkül mesele)
knowhow -- uzman bilgi
knowledgeable – bilgili

L



laborious -- meşakkatli, büyük uğraş gerektiren
lacerate -- pençe pençe yırtarak yaralar açmak
laconic -- fazla konuşmayan; az konuşan (bağlama göre, "az, fakat gizemli ve öz konuşan" nüansı taşıyabilir)
lacquer -- lake
laicism -- laiklik
lament -- yas veya pişmanlık iniltisi
lampoon -- hicvederek alaya almak, hicivle gülünç duruma düşürmek
landlocked -- denizlere çıkışı olmayan
landscape -- manzara
landslide -- heyelan
lapse -- (zaman için) geçmek (to relapse = nüksetmek)
larceny -- hırsızlık (genel bir suç kategorisi olarak)
latent -- belirti vermeksizin mevcut, açığa çıkmamış durumda (ilerde aktif duruma geçeceği nüansı var) (fakat, örneğin "faaliyetlerini şimdilik askıya almış" anlamı için "dormant" / "uykuda" sözcüğünü kullanınız)
latitude -- enlem derecesi (boylam derecesi: longitude)
latter -- (önceki - sonraki, ilki - ikincisi anlamına) the former - the latter
launch -- 1. başlatmak (plan, eylem, kampanya); 2. gemiyi suya indirmek; 3. füze vb fırlatmak
laundery -- çamaşırhane
lavish -- bol keseden, esirgemeden, şatafatlı
law-abiding -- kanunlara saygılı olan
layer -- tabaka
leading -- önde gelen, başlıca
leak -- 1. sızıntı yapmak; 2. sızıntı
leasing -- 1. kiraya verme; 2. finansal kiralama
lecture -- 1. konferans (tek kişi); 2. ders (üniversitede)
legacy -- miras olarak kalan şeyler, geçmişten kalan
legible -- okunaklı (tersi: illegible = okunaksız)
legislate -- yasa yapmak (sıfat İ legislative = yasamaya ilişkin; legislature = yasama meclisi)
legitimate -- meşru, geçerli (legal = yasal) (isim: legitimacy = meşruluk)
leisure = boş zaman, çalışma saatleri dışı zaman
lengthwise -- uzunlamasına
leniency = müsamaha, gevşek davranma (sıfat: lenient)
lethal -- öldürücü, ölümcül
lethargy -- uyuşukluk, çevresine aldırmazlık (sıfat: lethargic)
liability -- yükümlülük; (liabilities: bilançoda negatifler; tersi: assets = varlıklar)
liaison -- bağlantı, irtibat
libel -- iftira
liberate -- özgürlüğüne kavuşturmak, tutsaklıktan/kölelikten kurtarmak
light-hearted -- gamsız
lighthouse -- deniz feneri
lightning -- şimşek (thunder = gökgürültüsü; thunderbolt = yıldırım)
linger (behind) -- ayağını sürüye sürüre ardından gelmek, vakit kaybederek geride kalmak
lingua franca -- uluslararası iletişimde öne çıkan dil
lining -- astar, çeper
literacy -- okur yazarlık (literate, illiterate)
literal -- 1. harfi harfine; 2. mecazi değil (literally = tam anlamıyla, katışıksız)
literary -- edebi (isim: literature)
litigant -- davacı (fiil: to litigate = mahkemeye müracaat etmek)
livestock -- ekonomik değer olarak yetiştirilen canlı hayvanlar
livid -- son derece öfkeli, öfkeden mosmor
lizard -- sürüngen hayvanlara verilen genel ad
loan -- borç, ödünç, borç vermek, kredi olarak vermek
loathe -- kuvvetle nefret etmek
locate -- yerini saptamak
locksmith -- çilingir
locomotion -- hareket (özellikle, canlıların hareket yetenek ve tarzları kastedilir)
locution -- konuşma yeteneği/davranışı/olgusuna verilen genel ad
locust -- çekirge
lodging -- barınacak veya kalacak yer
lofty -- yüksek, azametli
logbook -- gemi jurnali
logic -- mantık (logical: 1. mantığa ilişkin; 2. mantıklı, makul, akla yatkın)
loiter -- boş gezmek, orada burada sallanıp takılmak
lonesome -- yalnızlık çeken
longevity -- uzun ömürlülük
long-lost -- uzun zamandır kaybedilmiş, görüşülmemiş
long-sighted 1. uzak görüşlü; 2. hipermetrop
longstanding -- uzun zamandır var olan
looking-glass -- ayna
loom -- 1. dokuma tezgahı; 2. uzakta veya gelecekte bir karaltı veya bir tehdit olarak görülmek
loose -- gevşek (fiil: to loosen = gevşetmek. Tersi: to tighten = sıkılaştırmak)
loot -- 1. ganimet, yağma malı; 2. yağmalamak
loquacious -- çok konuşan, ağzı kalabalık, geveze
lottery -- piyango
lovesick -- karasevdalı, mecnun olmuş
low-brow -- aşağı tabakadan
low-necked -- dekolte
low-pitched -- pes perdeden (tersi: high-pitched)
loyal -- sadık, bende (isim: loyalty -- sadakat, bağlılık)
lubricate -- yağlamak (makineyi vb)
lucid -- açık, berrak ve kolay anlaşılır konuşma, fikir, tez, vb. (isim: lucidity)
lucifer -- Şeytan, Büyük Şeytan
lucrative -- çok para kazandırıran, çok çok kârlı
ludicrous -- saçma ve gülünç (= ridiculous, absurd)
lukewarm -- 1. ılık; 2. fazla sıcak veya dostane değil
luminary -- ışık veren
lunacy -- delilik (sıfat: lunatic)
lure -- cezbetmek, yem kullanarak çekmek
lurk -- kötü niyetlerle arka planda gizlenmeğe çalışarak yarı görünür çevrede dolaşmak
luscious -- pek yeşil ve bol çiçekli veya meyveli

M



macabre -- ürpertici, tuhaf ve cinli ecinnili (biraz da inandırıcılıktan uzak, cansıkıcı ve komik)
macadam -- şose
machination -- kumpas, entrika
mackerel -- uskumru
maelstrom -- büyük girdap
magistrate -- sulh hakimi
magnanimity -- yüksek gönüllülük (sıfat: magnanimous)
magnet -- mıknatıs (magnetic, magnetism, magnetize)
magnification -- büyütme (boyutça) (magnifier = büyüteç, lup)
magnificent -- muhteşem, şahane, mükemmel, şaşaalı (isim: magnificence)
magnitude -- büyüklük, cesamet, azamet, önem
maid -- 1. genç kız; 2. oda hizmetçisi (maiden: genç kız, bakire)
maim -- sakat bırakmak
maintain -- 1. mevcut haliyle sürdürmek; 2.bakım yapmak; 3. öne sürmek, iddia etmek
maintenance -- 1. mevcut haliyle sürdürme, idame; 2.bakım
make-believe -- yalancıktan, mahsuscuktan
makeshift -- yasak savar tarzda, entipüfden, şimdilik
maladjustment -- uyumsuzluk, uyarlanamama
malnutrition -- kötü beslenme, beslenememe
malodorous -- fena kokulu, pis kokulu
malpractice -- görevini kötüye kullanma, yasalar veya ahlaka aykırı iş yapma
maltreat -- kötü muamele etmek
malady -- hastalık, illet
malcontent -- memnuniyetsiz, halinden şikayetçi
malevolent -- kötü niyetli, kötülük isteyen, kin güden
malign -- kötülük düşünen ve eden (= malignant)
malleable -- 1. çekiçle dövülerek şekil verilebilen; 2. uysal
mammal -- memeli hayvan, memeliler sınıfından
manhole -- yollarda bulunan üstü kapaklı çukurlar
manslaughter -- ölüme sebep olma veya tasarlama olmaksızın cinayet (hukuki kavramlar ülkeden ülkeye biraz değişiktir)
management -- idare, yönetim, çekip çevirme
managery -- küçük (ve genellikle belli bir temaya odaklanan, özellikli) hayvanat bahçesi
mandate -- yetki, vesayet (şu bizim ünlü "manda" idaresi)
mandatory -- zorunlu
manifest -- açıkça göstermek
manipulate -- kendi etkisi ve isteği doğrultusunda olmasını/işlemesini sağlamak
mansion -- büyük konak
manufacture -- imal etmek (manufacturer = imalatçı)
manuscript -- el yazması
marital -- evliliğe ilişkin
maritime -- deniz ve denizciliğe ilişkin
marsh, marshland -- bataklık
martial -- savaşa / askerliğe ilişkin (court martial = divanı harb; martial law = sıkı yönetim)
martyr -- din veya fikir uğruna ölen kişi, şehit (isim: martyrdom)
massacre -- katliam
match -- eşleşmek, eşleştirmek, uyumlu olmak
matrimony -- evlenme (sıfat: matrimonial)
mature -- olgun
maze -- labirent
meadow -- çayır, otlak
meagre -- kıt, pek az
meander -- kıvrıla kıvrıla yol almak
meddle (in, with) -- işine karışmak, burnunu sokmak (=interfere)
mediate -- arabuluculuk etmek (isim: mediation, mediator)
medieval -- Orta Çağ'a ilişkin
mediocre -- sıradan, vasat, pek parlak sayılmaz
meditate -- üzerinde derin düşünmek (isim: meditation)
memorable -- önemli, unutulmaz
memorize -- ezberlemek
memory -- 1. bellek; 2. anı, hatıra
mend (repair) -- onarmak
menial work -- kalifiye olmayan veya ayak işleri türünden (hakaret nüansı taşır)
mentor -- yol gösteren, akıl hocası
mercantile -- ticaret ve tüccarlığa ilişkin
mercenary -- paralı asker
merchandize -- ticari mal
merchant -- tüccar, tacir
merciful -- merhametli, bağışlayan
merge -- birleşmek (şirketler vb) (isim: merger = birleşme, bünyesine katılma)
mermaid -- deniz kızı
merryment -- neş'e, şen olma, eğlenti, cümbüş
meticulous -- titiz, fevkalade titiz ve dikkatli, kusursuz
midget -- cüce
might -- güc, kudret, haşmet
mindful -- dikkatli
minstrel -- saz ozanı
mint -- darphane
miracle -- mucize (sıfat: miraculous)
misanthrope -- insanlardan kaçan, uzak duran, nefret eden
miscarriage -- çocuk düşürme
miscellaneous -- çeşitli, türlü türlü, muhtelif
mischief -- yaramazlık (isim: mischievous)
miser -- cimri (sıfat: miserly)
miserable -- pek mutsuz
mission -- görev (fakat, missionary = misyoner)
misuse -- 1. yanlış kullanmak; 2. kötüye kullanmak, suiistimal
mitigate -- yumuşatmak, hafifletmek
mobilize -- seferber etmek (isim: mobilization = seferberlik, seferber etme veya olma)
mock -- alay etmek, alaya almak (mockery: rezil bir durum, aslının kopyası bile olamayacak şey)
moderate -- bir tartışma toplantısını yönetmek (isim: moderator)
moderate -- ılımlı
modest - alçak gönüllü, mütevazi (isim: modesty)
moist -- nemli, rutubetli
momentarily -- bir an için, geçici olarak
mongrel -- melez, soyu karışık
monster -- canavar
monument -- anıt (monumental = anıtsal, devasa)
moral -- ahlaki veya ahlaka ilişkin
morale -- morâl, direnme/dayanma gücü
morbid -- marazi, nahoş şeylere (ölüm, hastalık, gibi) aşırı kafayı takan
morose -- yüzü gülmez, somurtkan yüzlü (büyük olasılıkla da morbid)
morsel -- lokma, parça, kırıntı
mortar -- 1. harç (inşaat); 2. havan topu
mother of pearl -- sedef
motto -- ana ilke, arma simgesi sözler
mould -- 1. küf; 2. kalıba dökmek, şekil vermek, kalıp uygulamak
mound -- yığın, tepecik, höyük
morn -- yas tutmak (mourning, mourners)
muddled -- kafası karışmış
mumble -- mırıldanmak, nefesinin altından konuşmak, ne dediği anlaşılmaz şeyler söylemek
mummy -- 1. anne; 2. mumya
mumps -- kabakulak
municipal -- belediyeye ilişkin
munitions, ammunition -- cepane, mühimmat
muscular -- 1. kaslara ilişkin; 2. kaslı, güçlü kuvvetli
murmur -- mırıldanmak, mırıltı
mute -- sessiz, dilsiz
mutilate -- uzuvlarını canavarca keserek sakat bırakmak
mutiny -- askerde başkaldırı (mutinous = isyan halinde; mutineer = ayaklanmış asker)
mutter -- mırıldanmak, homurdanmak
myriad -- çok çeşitli
mystify -- esrarengiz davranışlarla kafasını karıştırmak

O



oasis -- vaha
oath -- yemin (bazen "küfür" anlamında da rastlanabilir)
obedience -- itaat (fiil: to obey; sıfat: obedient = itaatkâr, uysal ve boyun eğen)
obituary -- gazetede yayınlanan ölüm ilanı ve kısa biyografi yazısı
object (to) -- karşı olmak / çıkmak, itiraz etmek (isim: objection)
objective -- 1. nesnel, objektif; 2. hedef, amaç
obligation -- zorunluluk, mecburiyet, üstlenmişlik (sıfat: obligatory = zorunlu, mecburi)
obliterate -- varlığını silmek, tümüyle yoketmek
oblivion -- çevrenin farkında olmama, unutmuş ve/ya unutulmuş olma (sıfat: oblivious)
obnoxious -- nahoş, itici
obscene -- müstehçen
obscure -- tanınmayan/bilinmeyen, karanlıkta, anlaması zor (isim: obscurity = toplum tarafından tanınmazlık, adı sanı bilinmezlik, şöhret sahibi olmamazlık)
observant -- dikkatli, iyi gözlemleyen (fiil: to observe)
observatory -- gözlemevi, rasathane
obsessed -- takıntılı (isim: obsession = takıntı)
obsolete -- devri geçmiş, kullanımdan düşmüş (isim: obsolescence)
obstacle -- engel, mania
obstinate -- inatçı (isim: obstinacy =inatçılık, dikkafalılık)
obstruct -- tıkamak, engel olmak (isim: obstruction; sıfat: obstructive)
obtain -- sağlamak, elde etmek
obvious -- besbelli, apaçık, ortada
occasion -- 1. vesile; 2. önemli gün, özel olay
occasional -- arada bir olan, düzensiz aralıklarla ve seyrek
occidental -- tersi: oriental
occult -- gizli, gizemli
occupation -- 1. işgal; 2. iş, meslek, meşguliyet (fiil: occupy)
occur -- meydana gelmek (occurrence = ortaya çıkma, oluşma, görülme, olay... recurrence = yeniden ortaya çıkma, nüks etme; sıfat: recurrent = tekrarlayan, nüks eden)
ocular -- göze ilişkin
odd -- 1. tuhaf, acaip; 2. odd numbers = tek sayılar (even numbers = çift sayılar)
odious -- iğrenç, nefret verici, menfur
odour -- koku (örnek: maladorous = kötü kokulu)
offence -- kabahat, gücendirme, küçük suç (fiil: offend = gücendirmek; örnek: "No offence." = "Lütfen alınmayınız, sizi gücendirmek istemedim.") Sıfat: offensive (tersi: defensive -- saldırma X savunma)
offering -- sunulan şey, kurban
off-hand -- hazırlıksız, oracıkta ve öylesine, "ha deyince"
official -- 1. resmi; 2. yetkili, memur, resmi kişi
officious -- işgüzar, havalar takınarak kendine iş edinir
offspring -- bir ebeveynin dünyaya getirdiği kendinden sonraki bireyler ve kuşaklar, zürriyetinden olanlar, çoluk çocuğu
ointment -- melhem
old-fashioned -- modası geçmiş
olfactory -- koku alma duyusuna ilişkin
omen -- gelecek için kötü işaret (ominous = meş'um, tehditkâr, uğursuzluk getireceği işareti veren)
omission -- devre dışı bırakma, kullanmama, dahil etmeme (fiil: to omit)
omnipotence -- tam ve mutlak kudret (sıfat: omnipotent -- Tanrının niteliklerinden) ... Ayrıca, omniscient = "herşeyi bilen" ve omnipresent = "heryerde")
onerous -- ağır, külfetli, ağır bir yük olarak
opaque -- saydam olmayan
operating-theatre -- ameliyat odası
opinion -- fikir, görüş, bakış
opinionated -- katı fikirli, başkalarının görüşlerini dikkate almayan
opponent -- rakip, hasım (fiil: to oppose)
oppress -- baskı ve zulüm altında tutmak (oppressor, oppression) (oppressive = 1. zulmedici, ezici; 2. kasvetli, sıkıcı, insanı boğan)
opt (for) -- seçmek, o seçeneği kullanmak (option = seçenek) (optional = seçime bağlı, zorunlu değil)
oration -- nutuk, hitabe (orator = hatip)
orchestrate -- yönetmek
orphan -- öksüz, yetim (orphanage = yetimhane)
ostensible -- görünürdeki, zahiri (zarf: ostensibly)
ostentatious -- gösterişsever, şatafatlı (isim: ostentation)
ostracise -- bir kimseyi toplumdan menetmek, hertürlü ilişkiyi ve görüşmeyi kesmek
oust -- bir kimseyi yerinden etmek, mevkiinden düşürmek
outbreak -- patlak verme (savaş, salgın vb)
outclass -- sürklase etmek
outcome -- sonuç, netice
outline -- özet, ana çizgiler
outlive -- bir başkasından veya şeyden daha uzun yaşamak
outnumber -- sayıca üstün olmak
outshine -- gölgede (geride) bırakmak
outskirts -- dış mahalleler, civar
outspoken -- sözünü esirgemez
output -- ürün, verim, çıktı
outrageous -- öfke ve nefret uyandıran, akıl veya ahlak açısından küstahça rezilane
outwit -- ---den daha kurnazca davranmak, zekaca yenmek
oven -- fırın
overcharge -- aşırı fiatla satmak, fazla hesap almak
overcome -- üstesinden gelmek
overdraw -- bankadaki hesabında eksi bakiyeye düşmek
overdue -- vadesi geçmiş, mühleti geçmiş, gecikmiş
overemphatic -- aşırı vurgulu
overhear -- kulak misafiri olarak işitmek
overland -- karadan
overlook -- 1. yüksekten görmek, nâzır olmak; 2. görememek atlamak (hata vb); 3. bilerek görmezden gelmek, bağışlamak
overseas -- deniz aşırı topraklar, yabancı ülkeler
oversimplify -- aşırı basitleştirmek; gereğinden fazla basite indirgemek
overstate -- abartmak
overt -- açıkça, gizlisi saklısı yok (tersi: covert)
overtake -- yetişip geçmek
overthrow -- devirmek, alaşağı etmek (yönetimi, kralı, vb)
overtime -- mesai dışı veya üstü çalışma
overturn -- devirmek, tepe üstü getirmek
overwhelm -- eze eze yenmek, karşı koyamaz duruma getirmek
owe -- borcu olmak

P



pace -- 1. adım; 2. yürüyüş hızı; 3. (mecazi) ilerleme hızı
pagan -- putperest, kâfir
pageant -- debdebeli yürüyüş alayı
pal -- arkadaş
palate -- 1. damak; 2. kabul edebilmek, razı olabilmek (unpalatable = yenilmez yutulmaz, nahoş)
pale -- solgun, soluk
palliate -- geçici olarak dindirmek, hafifletmek (palliative = "palyatif")
palmistry -- el falı (palmist)
palpable -- elle tutulur gözle görülür, somut
pamper -- övgüleriyle şımartmak
pandemonium -- velvele, gürültü patırtılı kargaşa (pan-demon-ium: bütün şeytanlar toplanıp tepinirlerse ne olur?)
parable -- ders verici, öğretici hikaye
paramount -- üstün, üstün nitelikte veya önemde
paraphrase -- başka sözcükler kullanarak aynen ifade etmek
parity -- denklik, parite
parsimony -- cimrilik derecesinde tutumluluk
partial -- 1. kısmi; 2. taraf tutan (partiality X impartiality)
participate (in) -- katılmak, katılımda bulunmak (participant = katılımcı)
parting -- ayrılma, veda
partisan -- tarafgir, partizan
patent -- 1. patent; 2. aşikar, apaçık
pathetic -- pek acıklı, pek dokunaklı (pathos = dokunaklılık, acıklılık)
patriot -- yurtsever
patron -- 1. müşteri; 2. hâmi
pattern -- örüntü, temel çizgiler
peasant -- köylü... peasantry 1. köylülük; 2. köylüler (toplu anlamda)
peculiarity -- 1. kendine özgü özellik; 2. tuhaflık, gariplik (sıfat: peculiar)
pedestal -- heykel kaidesi (yüksekte görülme, aziz tutulma nüansı ile)
pedestrian --yaya
pedigree -- 1. şecere, soy; 2. safkan, cins
pedlar -- sokak satıcısı, seyyar satıcı
penal -- cezaya ilişkin (penal code = ceza yasası; to penalize = cezalandırmak; penalty kick = ceza vuruşu, penaltı)
penetrate -- içine işlemek, girmek, nüfuz etmek
penultimate -- sondan bir önceki
perceive -- algılamak (isim: perception = algı)
perceptive -- gözünden kaçırmayan, sezgisi/algıları kuvvetli
perennial -- daimi, yıl be yıl
perfect -- kusursuz, mükemmel (tersi: imperfect = defolu)
perfunctory -- yarım yamalak, dostlar alışverişte görsün diye
peril -- tehlike (perilous = dangerous, risky, hazardous)
perimeter -- çevre, civar, muhit
perjury -- yalan yere yemin etme, yalancı şahitlik
persecute -- zulmetmek (isim: persecution)
persevere -- sebat etmek
persuade -- ikna etmek (isim: persuasion) (sıfat: persuasive)
pertinent -- 1. konuya ilişkin; 2. uygun (davranış) (impertinent = saygısız)
perturb -- rahatsızlık ve tedirginlik vermek
perverse -- ters, aksi, huysuz (perversion = sapıklık; pervert = sapık)
pioneer -- 1. öncülük etmek, ilk olarak yolu açmak; 2. öncü, ilk araştıran
pest -- başbelası, haşere (pestilence = öldürücü bulaşıcı hastalık salgını)
plentiful -- bol; bereketli
plunge (into) -- dalarak atlamak, tereddütsüz dalmak
poll -- seçim oylaması, anket
pollute -- kirletmek (isim: pollution)
postpone -- ertelemek (oysa, cancel: iptal etmek)
poverty -- fakirlik (sıfat: poor)
praise -- övgü
pray -- dua etmek (prayer = dua)
precarious -- zorlukla ve güçlükle sürebilen veya sürdürülebilen, ucuucuna yeterli, varlığı risk altında, az, yetersiz
precaution -- önlem, tedbir
precisely -- tam olarak; kesinlikle
precocious -- vaktinden önce gelişmiş, çabuk gelişmiş
preclude -- meydan vermeyecek şekilde önceden önlemek veya yasaklamak
predecessor = selef, kendinden önce gelen (zaman boyutunda) (tersi: successor = halef, yerine geçen)
predict -- kehanette bulunmak (isim: prediction)
premium -- prim, sigorta primi
prescribe -- tavsiye etmek, reçetelemek
preside (over) -- başkanlık etmek (isim: president)
presume -- varsaymak
presumably -- galiba, herhalde, büyük olasılıkla, öyle varsaymamız gerekir ki
presumptious -- hüsnü kuruntu sahibi, herkes onun istediğini yapacak sanan
pretend -- rol yapmak, gibi yapmak (isim: pretense: sahteci tavır)
pretext -- bahane
preview -- ön-gösterim
previous -- önceki, önceden
prior to -- öncesinde (isim: priority = önem sırasında öncelik)
privilege -- ayrıcalık, imtiyaz
proclaim -- ilan etmek, genele duyurmak
procrastinate -- işi geciktirmak, bugünün işini yarına bırakmak (isim: procrastination)
prodigal -- mirasyedi, müsrif
profound -- derin, derunî
prolific -- çok eser veren, velûd
promote -- 1. terfi ettirmek; 2. arttırmak, geliştirmek 3. tanıtımını, reklamını yapmak
promotion -- 1. terfi, 2. arttırma, geliştirme; 3. tanıtım, reklam
proofread -- metni yeniden okuyarak düzelti yapmak
propensity -- eğilim, temayül
prophecy -- kehanet (prophet: 1. kâhin; 2. peygamber)
propose -- 1. teklif etmek, önermek; 2. evlenme teklif etmek (isim: proposal = 1. teklif; 2. evlenme teklifi)
prosecute -- aleyhine dava açmak (public prosecutor = savcı)
prospects -- gelecekte başarı umudu/şansı
protagonist -- hikayenin kahramanı (tersi: antagonist = hikayenin kötü adamı)
province -- il, taşra bölgesi (provincial = 1. taşralı, taşraya ilkişkin; 2. darkafalı, modalardan uzak)
provision -- 1. tedarik; 2. tedbir; 3. şart (provisions = erzak, levazım)
publicize -- halka tanıtmak, yaygın bilinirlik kazandırmak
punctual -- dakik (isim: punctuality)
purify -- arındırmak, saflaştırmak
purchase -- satın almak, mübayaa etmek
pursue -- izinden gitmek, peşini sürmek, takip etmek

R



race -- 1. ırk; 2. yarış (racial = ırksal; racism, racist = ırkçılık, ırkçı; race horse = yarış atı; racing team = yarış ekibi)
radiance -- ışıksaçarlık (radiant = parlak, ışıkveren, aydınlık) (fiil: to radiate; isim: radiation = 1. ışın yayma; 2. bir merkezden çevreye yayılım)
radical -- kökten
radius -- dairenin yarıçapı (diameter = çap)
rage -- büyük öfke (to enrage = çok öfkelendirmek) (sıfat: raging = kudurmuşçasına şiddetli; örnek "a raging storm)
raid -- 1. baskın, akın; 2. baskın yapmak veya baskın yaparak yağmalamak
rainproof -- yağmur geçirmez
raise -- 1. yukarı kaldırmak; 2. artırmak; 3. yetiştirmek (genelde hayvan; fakat çocuk için de işitilir)
ramifications -- bir olay veya davranışın dallanıp budaklanma şeklinde yol açacağı/açtığı etkileri
rancid -- ekşimiş, bozulmuş, kokmuş (örnek: "rancid butter")
random -- rastgele, gelişigüzel (random study = rastgele örneklem yoluyla yapılan araştırma çalışması)
rank -- rütbe, sıra, yatay sıra konumu, saf (saf tutmuş durumda) (DİKKAT: rankness = sıradanlık, bayağılık)
ransack -- çapulculuk amacıyla altüst ederek araştırmak
rape -- ırza tecavüz (rapist = tecavüzcü)
rapid -- çok hızlı (zarf: rapidly)
raproachment -- yakınlaşma, barışma
rarity -- ender bulunan/rastlanan şey (Dikkat: to rarefy = yoğunluğunu azaltmak)
rashness -- acele ve tebbirsizce davranma (sıfat: rash; örnek "a rash decision)
rate -- Türkçe'de "oran" veya "hız"
ratify -- onaylamak (meclis tarafından uluslararası bir anlaşmayı vb)
ratio -- oran
reactionary -- gerici, mürteci
readily -- kolayca, hemen, seve seve
realm -- ülke, devlet, krallık
reap -- ekin biçmek, hasat yapmak
rear -- arka, geri
reason -- 1. akıl, mantık; 2. neden, sebep (rational = akla mantığa uygun)
rebate -- 1. indirim, iskonto; 2. bir kısmını geri verme (örnek: tax rebate)
recession -- ekonomide durgunluk (fiil: to recede: "bizim bakış noktamız açısından giderek geride/uzakta kalmak")
recipient -- alıcı, alacak olan / alan kişi (fiil: receive)
reciprocal -- karşılıklı (reciprocity = "mütekabiliyet", karşılıklılık ilkesi)
recite -- yüksek sesle okumak, şiir okumak (recital: 1. yüksek sesle okuma; 2. müzik sunusu)
reckless -- ihtiyatsızca cesur, pervasız (olumsuz nüans)
recollect -- hatırlamak (isim: recollection)
recompense -- tazmin etmek
reconcile -- uzlaştırarak barıştırmak, razı etmek (reconcliation = barışma)
recondition -- yenilemek
reconnaissance -- keşif amaçlı harekât
reconstruct -- yeniden inşa etmek veya kurmak
recover -- 1. iyileşmek, eski haline dönmek; 2., yeniden elde etmek
recrimination -- karşılıklı şikayet / suçlama
recruit -- askere almak, taraftar toplamak
recuperate -- sağlığını yeniden kazanmak, nekahatte olmak
redundant -- fazlalık, gereksiz, mesaisi boşa geçen (isim: redundancy)
refectory -- yemekhane
refined -- rafine
reflect -- 1. düşünmek; 2. yansıtmak (reflection = 1. düşünme; 2. yansıma, yansıtma)
refrain (from) -- kaçınmak, kendini tutmak ve uzak durmak
refugee -- mülteci, sığınmacı
refund -- parayı geri vermek
refute -- yalanlamak, çürütmek
regard (as) -- olarak görmek, öyle saymak, öyle kabul etmek
regiment -- askeri alay
regression -- geriye gitme, gerileme
rehearse -- prova etmek (rehearsal = prova) (terzi provası değil = fitting)
rejection -- red (fiil: to reject)
rejuvenate -- yenilemek ("gençleştirmek" kavramından)
relapse -- 1. nüks; 2. nüksetmek
relay -- naklen yayınlamak
release -- salıvermek
relentless -- acımasız, aman vermez
reliance -- güvenme, itimat, eline bakıyor olma (sıfat: reliable; fiil to rely on)
relief -- 1. kurtarma; 2. rahatlama, sıkıntının giderilmesi
relieve -- gidermek, rahatlatmak, kurtarmak
religion -- din (religious = 1. dinî; 2. dindar, sofu)
relinquish -- bırakmak, terketmek, vazgeçmek
reluctant -- isteksiz, tereddütlü (isim: reluctance = isteksizlik, tereddüt)
remainder -- geri kalanların hepsi / tamamı
remark -- demek (söylemek), belirtmek
remarkable -- dikkate değer ölçüde, sözü edilmeye değer
remedy -- çare, deva (sıfat: remedial)
reminiscence -- hatırlama veya hatırlanan şeyler
remove -- 1. çıkarmak, temizlemek; 2. alıp götürmek, başka yere taşımak
remnants -- geride kalmış olanlar, bitmemiş olanlar, kalıntılar
remorse -- vicdan azabı
render -- kılmak (örnek: to render smb helpless = çaresiz duruma düşürmek)
renew -- yenilemek (isim: renewal)
renounce -- vazgeçmek, feragat etmek (isim: renunciation -- yazılışa dikkat)
renovation -- yenileme, eski haline kavuşturma (fiil: to renovate)
renown -- ün, şan, şöhret, tanınırlık
repeal -- (yasa vb) feshetmek, kaldırmak
repel -- itici olmak, itmek (repelling = iğrenç; repellent = 1. iğrenç; 2. kaçırıcı/kovucu madde)
replace -- 1. değiştirerek yerine bir başka şey koymak; 2. eksilen kısmı tamamlamak
represent -- temsil etmek (representation, representative = 1. temsil edici; 2. temsilci, milletvekili)
reprimand -- paylamak, azarlamak
reprisal -- misilleme
repulse -- geri püskürtmek (repulsive = iğrenç; repulsion = 1. tiksinti; 2. birbirini itme)
reputation -- ün, şan, şöhret
request -- 1. rica; 2. (kibar emir kuvvetinde) istek, talep
require 1. gerektirmek; 2. istemek (requirements; sıfat: requisite = gerekli)
rescue -- 1. kurtarma; 2. kurtarmak
resemble -- benzemek, andırmak (resemblance = benzeyiş, benzerlik)
reservation -- 1. yer ayırtma; 2. şerh, isteksizlik, ihtiyat ve kuşku
reside -- ikamet etmek (residence, resident, residency, residential)
residue -- tortu, artık, geride kalanlar
resign -- istifa etmek, ayrılmak (isim: resignation)
resilient -- dayanıklı, esnek
resolve (be resolved) -- kararlı olmak (resolute = kararlı)
resolution -- 1. kararlılık; 2. karar sureti, irade beyanı
resort -- 1. tatil mekanı; 2. (to ile) ---e başvurmak (genelde başka çare kalmadığı için; örnek: resort to violence)
resource -- kaynak, olanaklar (resourceful = yaratıcı, çare bulucu)
respect -- saygı (respected = saygın) (respectful = saygı gösteren, saygılı)
responsible -- 1. sorumluluğunu bilen, sorumlu davranan; 2. sorumlu (= neden olmuşluk, suçluluk / kabahatlilik)
restraint -- geri tutma, dizginleme, sakinleştirme (fiil: restrain)
restriction -- sınırlama, kısıtlama
resultant -- sonuçta ortaya çıkan
retire -- 1. emekliye ayrılmak; 2. (yatmak üzere veya özel işleri için) kendi odasına çıkmak, çekilmek (retirement = emeklilik)
retrieve -- geri almak
retrospect -- geriye bakmak, maziye bakış (retrospective = geçmişe dönük)
reunion -- yeniden biraraya gelme
reveal -- ifşa etmek, açığa vurmak, açıklamak
revenue -- gelir (özellikle de devlet gelirleri için)
revelation -- 1. ifşa, ifşaat; 2. vahiy
revered -- saygı gösterilen (fiil: to revere)
reversal -- aksi yöne dönme / döndürme, tersine çevirme (fiil: to reverse)
review -- !. gözden geçirme; 2. eleştiri yazısı
revise -- gözden geçirmek, revize etmek (isim: revision)
revitalize -- canlandırmak, güçlendirmek
revive -- yeniden hayata döndürmek
revolve -- kendi etrafında dönmek
riddle -- bilmece, muamma
ridicule -- alaya almak, komik duruma düşürmek (ridiculous -- gülünç derecede saçma)
rigid -- kaskatı, esnemez, bükülmez (isim: rigidity)
rigorous -- sert, şiddetli, kuvvet ve gayret uygulayarak
riot -- kargaşalık, ayaklanma, çalkantı, sokak gösterisi
ripe -- olgun, olgunlaşmış
rival -- rakip (isim: rivalry) (ticari rekabet için "competition")
roar -- kükremek, gürlemek
rudimentary -- henüz gelişmemiş, başlangıç dönemlerinde
ruin -- 1. mahfetmek, harab etmek; 2. harabe
rumour -- söylenti, kulaktan kulağa yayılan şey
runaway -- kaçak (fakat, runway = uçak pisti)
rush -- aceleyle, hücum eder gibi koşmak veya hareket etmek
rust -- pas (rusty = paslı)
rustic -- köy ve kır hayatına ilişkin
ruthless -- acımasız, zalim

S



saga -- destan
sage -- bilge kişi
saint -- aziz, veli
salient -- göze çarpan, bellibaşlı
salute -- selamlamak
salvage -- (batık gemi, şirket vb) ---'den çıkarmak/kurtarmak
salvation -- kurtuluş, selamet, ruhun kurtuluşu
sample -- örnek, numune
sanction -- yaptırım, müeyyide
sanctuary -- dini dokunulmazlığı nedeniyle sığınılacak yer
sane -- aklı başında, deli değil (tersi: insane = deli, çılgın)
sanitary -- hijyenik, sıhhî (tersi: insanitary; isim: sanitation)
sarcasm -- kaba alay, ağız eğme
sarcophagus -- lâhit
sardonic -- alaycı, müztehzi
Satan -- Şeytan
satellite -- uydu
satiate -- doyum sağlamak, doyurmak
satire -- hiciv
satisfy -- tatmin etmek, memnun bırakmak (isim: satisfaction)
savage -- vahşi, yabani, acımasız
saviour -- kurtarıcı
savour -- tad, lezzet, çeşni
scaffold -- 1. yapı iskelesi; 2. darağacı
scarce -- ender bulunur/rastlanır (scarcity = kıtlık, ender bulunurluk)
scare -- 1. korku; 2. korkutmak
scarlet -- al (renk)
scattered -- darmadağın çevreye saçılmış
scattered showers -- mevzii sağanaklar
schedule -- planlanmış program
scheme -- plan, tasarı
scholarly -- derin bilgili, bilimsel, âlimane
scrape -- ıskartaya ayırmak, kazıyıp çöpe atmak
scrutiny -- dikkatle inceleme
sculpture -- 1. heykel sanatı; 2. heykel (sculptor = heykeltraş)
seal -- 1. mühür; 2. fok balığı
seaworthy -- denize çıkmağa elverişli, sağlam
seasoning -- salata vb'e çeşni katmak
sect -- tarikat
secular = laik (secularism = laiklik)
secure -- 1. sağlamak, temin etmek, olmasını sağlamak; 2. emniyetli
sedentary -- hareketsiz, oturarak
seed -- tohum
seek -- özlemle aramak, araştırmak, bulmaya çalışmak
segregate -- birbirinden ayrı tutmak, yalıtmak
seize -- yakalamak, el koymak, zaptetmek
selfish -- bencil (tersi: altruistic, considerate, charitable, helpful, etc)
semblance -- benzeyiş
senile -- bunak (isim: senility)
sensible -- akla yatkın, makul (sense: 1. duyu; 2. akıl, mantık, sağduyu)
sensitive -- duyarlı
sentence -- 1. cümle; 2. mahkeme hükmü, ceza
separate -- 1. birbirinden ayırmak; 2. ayrılmış, ayrı durumda
sequel -- bir şeyin devamı, arkası
serene -- sakin, huzur içinde
servitude -- kölelik, hizmetkârlık
settlement -- yerleşim merkezi
severe -- sert, şiddetli (mild/moderate/severe = hafif/orta/şiddetli)
sew (sewed, sewed/sewn) -- dikiş dikmek
sewage -- lağım
shabby -- kılıksız, pejmürde
shade -- 1. gölgelik yer veya gölge veren şey; 2. renk nüansı
shame -- utanç (shameful = utanç verici; shameless = utanmaz)
shanty -- dermeçatma yapı; kulübe (shantytown = döküntü mahalle)
shareholder -- hissedar
sharpen -- kesinleştirmek, bileylemek
shattered -- kırılıp dökülmüş, mahvolmuş, bitkin düşmüş
shelter -- korunak, barınak
shepherd -- çoban
shield -- kalkan, koruma
shift -- yer değiştirme, kaydırma, vardiya
shrewd -- kurnaz, açık göz (olumsuz nüans da taşıyabilir)
shy -- utangaç (isim: shyness)
signatory -- imza sahibi
signify -- işaret etmek, anlamına gelmek (signification = 1. belirtme... significance = anlam ve önem, mana ve ehemmiyet... significant = önemli, önemli derecede)
simplify – basitleştirmek
sinful -- günahkar (isim: sinner = günah işleyen, günahkar)
sink -- batmak (bir sıvı içinde veya mecazi)
skill -- beceri (skilled = usta, kalifiye; unskilled = kalifiye olmayan)
skillful -- usta, becerikli, hünerli
slight -- pek az, hafif, önemsiz
slippery -- kaygan, kaypak
slope -- eğim, yamaç
sly -- sinsi
slumber -- uyuklamak
smart -- şık, zarif, zeki, açıkgöz
smooth -- pürüzsüz
sober -- ayık
sociable -- arkadaş canlısı, toplulukla kolay kaynaşan
soil -- toprak
soothe -- sakinleştirmek, rahatlatmak, acısını hafifletmek
sophisticated -- usta, bilgili, görgülü, yaşamış (sophisticated weapons = gelişmiş silahlar)
sore -- dokununca acıyan
sorrow -- üzüntü, keder
soul -- ruh
spark -- 1. kıvılcımını oluşturmak, başlatmak; 2. kıvılcım
specimen -- numune, örnek
spectacular -- şahane, hayranlık verici, görülmesi gerek
sphere -- 1. küre; 2. etki alanı
splendid -- mükemmel
sporadic -- düzensiz aralıklarla
sprinkle -- serpiştirmek
spurious -- sahte, taklit, düzmece
squalor -- fakirlikten kaynaklanan sefalet ve pislik
stagnant -- durgun ve kokuşmuş
stamina -- takat, dayanıklılık, direnme gücü
stampede -- panik halinde birbirini ezerek koşuşmak
stanza -- şiir kıtası
starvation -- açlık
stationary -- hareketsiz, duran
stationery -- kırtasiye, kırtasiyeci
statue -- heykel
statute -- yasa, yönetmelik
stature -- boy-pos
steady -- düzenli, istikrarlı
stem from -- ---den kaynaklanmak
stern -- sert, hoşgörüsü az
stiff -- kaskatı
stingy -- eli sıkı, cimri
stockholder -- hisse senedi sahibi
straighten -- doğrultmak
stray -- başıboş, belli bir hedefe yönelmeyen
stretch -- germek, uzatmak
strengthen -- güçlendirmek
stubborn -- inatçı, dediğim dedikçi, dik başlı
subsidize -- desteklemek, "sübvanse" etmek
substance -- madde, öz, cevher
substantial -- önemli derecede
substantiate -- kanıtlarla doğrulamak
substitute -- yedeği olarak veya esastan alternatifi olarak yerine koymak
subtle -- ince zeka işi, derine giden, yüzeysel olarak kolay anlaşılamayan
suburb -- banliyö (sıfat: suburban)
succulent -- sulu, lezzetli
succumb -- karşısında çökmek, kapılmak, boyun eğmek
sufficient -- yeterli (fiil: to suffice)
suffocate -- havasızlıktan boğmak / boğulmak
summarize -- özetlemek (summary = özet)
summon -- çağırmak, celp etmek
superficial -- yüzeysel, üstünkörü
superior -- üstün
supplementary -- destek/takviye olarak, ek olarak
surgeon -- cerrah
surmount -- üstesinden gelmek, alt etmek
surpass -- aşmak, üstün olmak, ötesine geçmek
survive -- hayatta kalmak, ölmemek, hayatını idame ettirmek (isim: survival)
susceptible -- yatkın, kolay etkilenen, dayanıksız, hassas
suspend -- asmak, askıya almak
suspicion -- kuşku, şüphe
sustain -- devam ettirmek, korumak (sustainable = sürdürülebilir)
swallow -- 1. yutmak; 2. kırlangıç kuşu
swelling -- şişme, şişkinlik
swindle -- dolandırmak (isim: swindler)
syllabus -- müfredat programı
synopsis (summary) – özet

T



tacit -- zımnî, söze dökülmemiş (örnek: tacit agreement)
taciturn -- az konuşur, sükutî
tabulate -- çizelge halinde düzenlemek
tackle -- önlemek, karşı durmak, çaresine bakmak; üstesinden gelmek
tactful -- 1. tedbirli; 2. yolunu yordamını bilir. (tactless = patavatsız)
tainted -- şerefi lekeli
talent -- yetenek (talented = yetenekli)
talisman -- tılsım, uğur getiren şey
tally -- 1. çetele tutmak; çetele tutup denkleştirmek; 2. hesabı denk gelmek
tame -- uysal, ehlileştirilmiş
tamper (with) -- kurcalamak, kurcalayıp bozmak, müdahele etmek
tan -- güneş yanığı (olumlu nüans) (sıfat: tanned = "bronzlaşmış")
tangible -- elle tutulur gözle görülür, somut (tersi: intangible)
tantalize -- kışkırtmak, veriyormuş gibi yaparak üzmek
tap-water -- musluk suyu
taper -- ucuna doğru sivrileşerek sonlanmak; gitgide azalarak bitmek
tapestry -- elişi duvar halısı
tardy -- ağır, yavaş, gecikmiş
task -- görev
taunt -- alayla yüzüne vurmak, iğnelemek
tavern -- meyhane
tax -- vergi ("tax-exempt" = vergiden muaf)
tease -- kızdırmak ve kışkırtmak (örneğin, strip tease = soyunarak kışkırtmak)
tedious -- sıkıcı, bıktırıcı
telltale -- gerçekleri açığa vuran (örnek: telltale signs)
temper -- huy, mizaç (good-tempered, bad-tempered)
temperance -- 1. ılımlılık; 2. içki içmezlik, içkiden uzak durma
temperate -- yumuşak iklimli
temporary -- geçici
tempt -- ayartmak, baştan/yoldan çıkartmak (isim: temptation = içinden gelen veya dışardan dürtü, şeytan dürtmesi)
tentative -- şimdilik kaydıyla
testimony -- tanıklık, ifade (fiil: testify = 1. ifade vermek, tanıklık etmek; 2. teyid etmek)
thaw -- buzları çözülmek, buzları erimek
theft -- hırsızlık
thicken -- kalınlaşmak / kalınlaştırmak
thorn -- diken (thorny: problemli, çözülmesi zor)
thorough -- tam, eksiksiz, titiz
threshold -- eşik (somut veya mecazi)
thrifty -- tutumlu
thrill -- zevk ve heyecan; 2. zevk ve heyecan vermek
tighten -- sıkılaştırmak
tiny -- minicik, ufacık
trace -- iz
tranquil -- sakin, huzurlu ("trankilizanlar" bu işe yarıyor)
transaction -- ticari işlem
treachery -- hainlik, hıyanet, içerden/arkadan vurma
treatment -- 1. muamele, davranış; 2. tedavi
trial -- 1. deneme, sınama; 2. duruşma (mahkemede)
triple -- üç katı
triumph -- zafer (sıfat: triumphant)
trivial -- entipüften, önemsiz
troubleshoot -- sorunu bulup gidermek
tutor -- özel öğretmen

U



ulterior motive -- gizli maksat, görülenin dışında gizli bir hesap
ultimate -- nihai, en son, en sondaki
ultimatom -- ültimatom, "bu son sözümüzdür, gereği yapıla"
umbilical -- göbek bağına ilişkin
umpire -- hakem
unaccountable -- nedenini açıklamak olanaksız, anlaşılmaz ve tuhaf
unaided -- yardım almaksızın, yardım görmeksizin
unanimous -- ittifakla, farklı görüş olmaksızın (unanimity = aynı görüşte olmak, ittifak)
unarmed -- silahsız
unassuming -- mütevazi
unavoidable -- kaçınılmaz
unbearable -- tahammül edilemez, dayanılmaz
uncalled for -- yersiz, gereksiz, hak edilmemiş (= not deserved)
unceasing -- kesintisiz
unceremoniously -- direkt ve teşrifata gerek görmeksizin, hatta oldukça kabaca
uncharted -- insan ayağı basmamış, bilinmeyen ("haritası yapılmamış")
unchecked -- denetimsiz, başıboş
uncivil -- nezaketsiz, kaba
uncommon -- ender, az görülür
uncommunicative -- az konuşur, ketum, iletişim pek kurmaz
uncomplimentary -- övücü olmayan, yerici ve oldukça kaba
uncompromising -- uzlaşmaz
unconditional -- kayıtsız şartsız, kesin
unconscionable -- vicdansız
unconscious -- baygın
unconventional -- geleneklere uymayan, alışılmış olmayan
uncouth -- görgüsüz, yontulmamış
uncover -- meydana çıkarmak, gerçeğini keşfetmek
undecided -- henüz karar verilmemiş veya kararsız
undefinable -- tanımlanamaz, tarifsiz
undeniable -- inkar edilemez
underestimate -- az/düşük olarak tahmin etmek, hafife almak (ve yanılmak nüansı ile)
undergo -- başına gelmek, geçirmek (örnek: to undergo an operation = ameliyat olmak)
undergraduate -- üniversite öğrencisi
underground -- 1. yeraltı; 2. gizli; 3. metro
underlie -- altında yatmak, temeli veya görünmeyen nedeni olmak
undermine -- baltalamak, temelini çürüterek çökertmek, gizli ayakoyunları ile zarar vermek
underrate -- hafife almak, küçümsemek
undersell -- bir başka kimseden daha ucuza satmak, fiat kırmak
undersized -- normalden küçük
undertake -- üstlenmek, sorumluluğunu almayı kabul etmek
undertone -- nüans, önplana çıkmayan anlam
undeviating -- yolundan şaşmayan, dosdoğru giden ve inatçı
undisguised -- açıkça, gizlenmekzin
undisputed -- tartışılamaz, kimsenin karşı çıkmadığı, kesin
undivided -- bölünmemiş, yekpare, yekvücut halinde
undo -- yapılmış olanı bozmak veya eski haline döndürmek
undoubtedly -- hiç kuşkusuz, kesinlikle
undreamt (of) -- akla hayale gelmez,kimsenin aklından geçmeyecek
undress -- soymak veya soyunmak, giysilerini çıkartmak
undue -- yersiz derecede, fazla veya hakkedilmemiş ölçüde
undulate -- dalgalı, inişli çıkışlı seyir izlemek
undying -- bitmeyen, sürüp giden
unearth -- 1. toprağı kazarak bulmak ve açığa çıkarmak; 2. keşfetmek, açığa çıkarmak
uneasy -- huzursuz, tedirgin
unemployed -- işsiz (unemployment = işsizlik, istihdam yokluğu)
unequivocal -- sözü dolandırmadan, apaçık, kesin bir dille, oraya buraya çekilemeyecek dille
unerring -- hatasız, hataya düşmeyen, şaşmaz isabetle
uneven -- düzgün olmayan, pürüzlü, engebeli, bir düzeyde değil
unexpected -- beklenmedik, umulmadık
unexplored, keşfedilmemiş, araştırılmamış, ayak basmamış
unfailing -- şaşmaz, istikrarlı
unfair (unjust) -- adil olmayan, adaletsiz, haksız, yantutan
unfaltering -- gözünü kırpmadan, sapmadan ve duraksamasız
unfamiliar -- alışılmadık, aşina değil, bildik veya tanıdık değil
unfashionable -- modadan düşmüş, moda olmaktan uzak
unfathomable -- anlaşılamaz, kavrayışımızın ötesinde ("dibi bulunamaz" kavramından)
unfilial -- oğula yakışmaz, oğuldan beklenmez, babaya yapılmaz
unfit -- uygun değil, uymaz, sağlıksız, çürük, elverişsiz
unflattering -- övgü sayılamayacak, yeren
unflinching -- gözünü kırpmaz, yüzünü dönmez, yiğitçe, cesur
unfold -- katlanmış veya rulo yapılmış vb birşeyi açmak, gözler önüne sermek
unfounded -- mesnetsiz, dayanaktan yoksun, yersiz, uydurma
unfulfilled -- 1. yerine getirilmemiş (söz, görev, vb); 2. gerçekleşmemiş, tatmin olmamış (istek, kader, vb)
unguarded -- tetikte değilken, gardını (tedbirini) almamış durumda
unhesitatingly -- tereddütsüz
unilateral -- tek taraflı olarak
union -- 1. birlik; 2. sendika (= trade union)
unique -- eşsiz, benzersiz, biricikliği olan, dünyada tek
unison -- uyum, uyumlu birliktelik
unjust (unfair) -- adil olmayan, adaletsiz, haksız, yantutan
unkindly -- insafsız, nazik veya dostane olmayan
unlawful -- yasalara aykırı
unlock -- kilidini açmak
unpalatable -- yenilmez yutulmaz (mecazi de olabilir)
unparalleled -- eşsiz, emsalsiz, misli görülmemiş
unpardonable -- affedilmez
unpleasant -- tatsız, nahoş
unprecedented -- şimdiye değin örneği görülmemiş, daha önce hiç olmamış, tarihte örneği yok
unpredictable -- önceden tahmin edilemez, ne yapacağı veya olacağı önceden bilinemez
unprincipled -- ilkesiz, ahlaksız
unquestionable -- su götürmez, şüphesiz, kesin
unreasonable -- akla mantığa ters, makul olmayan
unrest -- kargaşa, huzursuzluk (toplumsal)
unrestrained -- denetimsiz, başıboş
unseemly -- yakışık almaz, ileri geri, göze/kulağa hoş gelmeyen
unsettle -- dengesini ve istikrarını bozmak
unsolicited -- istenilmemiş, talep edilmemiş
unspeakable -- ağza alınmaz, iğrenç
untimely -- zamansız, yanlış zamanda veya vaktinden önce
unveil -- açığa çıkarmak, gerçeği ortaya koymak ("peçesini açmak" kavramından)
unwillingly -- gönülsüzce, istemeye istemeye (isim: unwillingness; sıfat: unwilling)
unwittingly -- bilmeden veya farkında olmadan, kasti değil
unyielding -- boyun eğmez, dediğim dedikçi
upbringing -- yetişme, yetiştirme (çocuk)
upheaval -- apansız ve büyük değişiklik veya kargaşa
upright -- başı dik, alnı açık, namuslu, dik duruşlu
uprising -- ayaklanma
uproar -- velvele, bağırtı çağırtı
uproot, 1. kökünden çıkarmak, köklerinden oynatmak; 2. yerinden yurdundan etmek
upset -- 1.konumunu bozmak, yerinden oynatmak; 2. üzmek, asabını bozmak, kızdırmak
upstart -- türedi, zıpçıktı
urban -- kentsel. (urbanization = kentleşme)
urbane -- nazik, uygar, centilmen
usurp -- başkasınıon mevkiini veya otoritesini gaspederek kendi yararına kullanmak
utensil -- kap kacak, alet, kullanışlı şey
utilitarianism -- yararcılık felsefesi
utilize -- kullanmak
utmost -- son derece, en çok, en fazla
utter -- 1. demek, söylemek, ağzından çıkmak (utterance = söz bölüğü, ifade); 2. tam, tüm, katışıksız (örnek: "utter nonsense" = tam anlamıyla saçmalık

V



vacant -- boş, içinde kimse yok, tutulmamış
vacate -- boşaltmak, tahliye etmek
vacation -- tatil, izine ayrılma
vaccinate -- aşı yapmak (tıbbî) (isim: vaccination)
vaccine -- aşı (aşının maddesi kastedilerek)
vagabond -- boştagezer, serseri
vague -- belirsizlik taşıyan, müphem, belli belirsiz
vain -- 1. kendini beğenmiş; 2. boşuna, nafile, beyhude
vainglorious -- kendini beğenmiş, mağrur
valet -- şahsi uşak, oda hizmetkârı
valiant -- cesur, yiğit, kahraman
valid -- geçerli, cari (invalid: 1. geçersiz; 2. yatalak hasta)
validate - geçerli kılmak, onaylamak (validity = geçerlik)
valuable -- değerli (DİKKAT: "invaluable" = paha biçilmez, son derece değerli demektir)
valve -- sübap
vanguard -- öncü
vanish -- ortalıktan yok olmak, sıvışmak, gözden kaybolmak
vanity -- boş kibir, kendini beğenmişlik
vantage point -- herhangi bir şeyi veya çevreyi, olayı vb incelemek/görmek için seçtiğimiz temel nokta, bu amaçla bulunduğumuz yer, gözlem için en uygun yer
vapour -- buhar, buğu (fiil: vaporize / vapourize)
vary -- 1. değişmek / farklılık ve/ya çeşitlilik göstermek; 2. değiştirmek, çeşitlendirmek veya farklılaştırmak
variable -- değişken
varnish -- vernik, cila
varsity -- üniversite
vassal -- tabi olmuş yabancı halk
vast -- çok geniş, engin
veal -- dana eti
vegetation -- bitki örtüsü
vehemence -- hiddet, şiddet (sıfat: vehement)
vehicle -- araç (genelde veya özel olarak "motorlu araç")
vein -- 1. damar (genel anlamda); 2. toplardamar, ven
velocity -- hız, sür'at
velvet -- kadife
vendetta -- kan davası
venerable -- yaşlı ve muhterem (fiil: venerate)
venereal -- zührevî (venereal diseases = cinsel ilişki ile bulaşan hastalıklar)
vengeance -- öc, intikam
venom -- zehir (=poison) (sıfat: venomous)
ventilate -- havalandırmak
venture -- girişim, cesaret işi, riskli iş
verdict -- mahkeme veya jüri kararı, verilen karar
verge -- kenar (örnek: on the verge of war = savaşa girmeğe ramak kalmış)
verify -- doğrulamak, gerçek olduğunu söylemek veya araştırarak öğrenmek
vermin -- bit, pire türünden zararlı haşerat
vernacular -- konuşma dili, halk dili
versatile -- yaratıcı, çok yönlü
verse -- şiir, nazım (well versed in = bir konuda uzman, usta, iyi biliyor)
versus -- karşı (örnek: GS versus FB)
vertebrate -- omurgalı (vertebra = omur)
vessel -- 1. tekne (denizcilik); 2. damar
vestige -- iz, yokolmuş bir şeyden kalmış iz
veteran -- emektar, kıdemli, deneyimli, eski tüfek
vexed -- canı sıkılmış, bıkkıntı ve öfke duyuyor, sabrı isyan ediyor (fiil: vex)
vibrate -- vibrasyon yapmak (isim: vibration)
vicariously -- kendisini başkasının yerine koyarak hissederek (gizlice yapılan / yapılmaması gereken bir eylem olarak olumsuz nüans taşır)
vice -- 1. günah, kötülük; 2. mengene
vice- -- ikinci, yardımcı (vice president, vice admiral)
vice versa -- "aksi de doğrudur" "öteki türlü de doğrudur" anlamına bir söz
vicinity -- yakın çevre alanlar, civar yerler
vicious -- hırçın, şiddetli ve kötülük isteyen
vicious circle -- kısır döngü
victim -- kurban (işlenen bir suçun veya haksızlığın kurbanı)
victory -- zafer (isim: victor; sıfat: victorious)
vigil -- uyanık ve hazırlıklı durma (vigilance, vigilant)
vigour -- güç kuvvet, kan can (vigorous = güçlü kuvvetli, canlı başlı, istekli ve şevkli)
vile -- adi, alçak, iğrenç ve aşağılık
vindicate -- savunmak ve karşı tarafın yanılmış olduğunu kanıtlamak
vindictive -- öc alıcı
vine -- asma kütüğü, bağ (vinyard = üzüm bağı)
vintage -- eski günlerden, geçmiş zamandan, yıllanmış şarap değerinde
violate -- çiğnemek (kural vb), ihlal etmek
violent -- şiddetli, sert (isim: violence)
virile -- erkeğe ilişkin, erkeklik gücü yüksek
virtual -- hemen hemen gerçek, hakikisi de sayılsa olur, gerçeğinin yerine geçebilecek derecede ("sanal" olarak çevrilmesi bir talihsizlik olmuştur)
virtually -- hemen hemen, neredeyse, %99.9 oranında
visage -- yüz, çehre
visible -- gözle görülür (visibility = görünürlük)
vital -- yaşamsal önemde
vivacious -- canlı, neş'eli, hayat dolu
vivid -- parlak, canlı
vivisection -- canlı üzerinde tıbbi araştırma amacıyla kesip biçme
vocation -- meslek, doğuştan yetenek, hayat yolu
vogue (=fashion) -- moda
void -- 1. boş, boşluk; 2. geçersiz
volatile -- oynak, değişken (isim: volatility)
volunteer -- gönüllü olmak, kendi rızasıyla üstlenmeğe aday olmak
voluntarily -- gönüllü olarak (tersi: involuntarily = elinde olmaksızın veya istemeye istemeye)
vomit -- kusmak
vortex -- girdap
vote -- 1. oy; 2. oy vermek
vow -- 1. yemin, söz verme; 2. yemin etmek, tövbe etmek
voyage -- deniz yolculuğu
vulgar -- adi, bayağı, galiz, ayaktakımına yaraşır, zevksiz
vulnerable:-- saldırıya hassas, kolay yaralanabilir

W



wail -- 1. feryad figan; 2. hayıflanarak ağlamak
wake (in the wake of) -- ardından, ardından izleyerek
wallet -- cüzdan
wander -- başıboş avare dolaşmak
wane -- eriyip solmak, zeval bulmak
warrant -- izin, ruhsat
warrior -- savaşçı
wary -- temkinli, tedirgin ve ihtiyatlı
wastage -- israf
wasteful -- savurgan, müsrif
weakness -- 1. güçsüzlük; 2. zaaf
wealth -- zenginlik
wealthy -- zengin
weapon -- silah (genel anlamda)
weary -- yorgun, bıkkın
weave -- (wove, woven) dokumak
weep -- ağlamak
weigh -- 1. tartmak; 2. tartıda ağırlığı o kadar gelmek
weird -- tuhaf, acaip, garip ve pek rastlanmaz türden
welfare -- esenlik ve refah
well-bred -- iyi yetiştirilmiş, terbiyeli, görgülü
werewolf -- kurtadam
wharf -- rıhtım, iskele
wheat -- buğday
wheelbarrow -- el arabası
whence (from where) -- nereden? ki oradan
whirl -- 1. olduğu yerde dönmek; 2. pek hızlı hareket
whirling dervishes -- Mevlevilik'te semazenler
whirlpool – girdap
wholesalers -- toptancı
wicked -- pek kötü, habis ruhlu, zalim
widespread -- yaygın, geniş ölçekli
wise -- akıllı, bilge
wisdom -- bilgelik
wistful -- hüzünlü bir özlem içinde
withdraw -- 1. geri çekmek; 2. geri çekilmek
withdrawal symptoms -- uyuşturucu bırakma semptomları
wither -- sararıp solmak, kuruyup ölmek
withhold -- vermemek, esirgemek, geri tutmak, kendine saklamak
withstand -- dayanmak, karşı koymak
witness -- 1. tanık olmak (olayı görmek); 2. tanık (kişi)
wizard -- sihirbaz, büyücü
woe -- keder, elem, dert
wondrous -- hayranlık verici, olağanüstü
woolen -- yünlü
works -- tesis, fabrika; public works bayındırlık işleri
worship -- tapmak, tapınmak
worthwhile -- yapamaya değer, dişe dokunur
wrap -- sarıp sarmalamak
wrath -- büyük öfke, gazap
wreath -- çelenk
wreck -- enkaz
wrestle (with) -- güreşmek, büyük çaba göstermek
wretch -- 1. biçare adam; 2. aşağılık kötü adam
wring (wrung, wrung) -- bükerek sıkmak
wrinkle -- 1. kırışık; 2. kırıştırmak (=buruşturmak)
writ -- yazı, resmi yazı, ferman
wrought -- (work fiilinden) işlenmiş
wrought iron -- dövme demir
wrinkle -- buruşmak, kırışmak / buruşturmak, kırıştırmak

X



xenophobe -- özellikle ecnebilere yönelik olmak üzere, yabancılara (kişilere veya başka şeylere de) karşı nefret ve/ya korku duyan
xenophobia -- bu şekildeki duygular, yabancı fobisi

Y



yacht -- yat (denizcilik) (isim yachting, yachtsman)
yard -- 1. avlu, binanın önünde (front yard) veya arkasında (backyard) küçük alan, kısmen kapalı da olabilir. (Bitişik ve ayrı yazıma dikkat; "backyard" ayrıca "destek temin edilen yer, oluşum tabanı" anlamıyla mecazi de kullanılır); 2. yarda (uzunluk ölçüsü: 0.914 m)
yardstick -- karşılaştırma yapmak için ana ölçüt alınan şey; belli ve/ya önemli nokta
yarn -- 1. dokuma iplik; bükülmüş pamuk veya yün ipliği; 2. yalan, uydurma
yawn -- esnemek
yearling -- 1 yaşına gelmiş hayvan
yearn (for, after) -- özlemini çekmek (yearning = özlem)
yeast -- maya (e.g. bira, ekmek)
yell -- bağırmak
yellow-bellied -- ödlek, korkak
yield (to) -- 1. boyun eğmek; 2. verim (ürün)
yoke -- 1. boyunduruk (büyükbaş hayvan için); 2. boyunduruk, kölelik, egemenliğini yitirme (örnek: to throw off the yoke of sultanate)
youngster -- genç delikanlı
youth -- 1. gençlik çağı, genç olma; 2. "gençler" karşılığı toplu ad: "O Turkish Youth!"

Z



zeal (enthusiasm) -- heyecan dolu isteklilik ve gayret, şevk, heves (sıfat: zealous)
zealot -- 1. gayretli kimse; 2. aşırı partizan kimse (zealotry = aşırı partizanlık)
zenith -- tepe noktası
zero -- to zero in on = hedefe odaklanarak bütün gayretini o noktaya yöneltmek
zest -- tad alma ve hoşlanma, haz duyma, zevk alma, isteklilik
zone -- bölge, yöre. mıntıka (sıfat: zonal)
zoom -- 1. hızla dikine yükselmek; 2. (fotoğrafçılık) mesafeyi ayarlamak (zoom in = "büyütmek"; zoom out = "küçültmek")

 

 http://www.yukseklisans.com.tr den alıntıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam82
Toplam Ziyaret3693381
VİDEOLAR
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Takvim