• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/halilakpinar
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=05056611119
  • https://www.twitter.com/halilakpinar
  • https://www.instagram.com/halilakpinar1453
  • https://www.youtube.com/channel/UCz-evvQhDvbJLw5bg_A8P1Q
Üyelik Girişi
MUHTEVA
Site Haritası

Custom Search

ÜDS SÖZLÜĞÜ

Afşin AYGÜN
Ayşe POLUMAN
Cüneyt BADEMCİOĞLU
ÜDS
SÖZLÜĞÜ
ÜDS SÖZLÜĞÜ
Kullanım Kılavuzu:
• Sözlükteki kelimelerin tanımlaması için üç farklı renk kullanılmıştır:
kırmızı, siyah ve mavi.
a. Kırmızı kelimeler, fen, sağlık ya da sosyal ayrımı gözetmeksizin
her adayın hazinesinde bulunması gereken türdendir.
b. Siyah kelimelerin büyük çoğunluğu bilim dallarının özel terminolojisine
aittir. Bu renk kelimelerin ezberlenmesine gerek yoktur.
c. Eşanlamlı kelimeler mavi renge boyanmıştır. Birçok kelimenin zıt
anlamları da verilmiştir.
• Aradığınız kelime, belli bir bilim dalına ait (ezberlenmesi gereksiz)
özel bir terim ise ya da ÜDS’ye hazırlanan bir adayın çekirdek kelime
hazinesi içinde mutlaka yer alması gereken türden ise (örn: give up:
vazgeçmek; call: aramak, çağırmak; define: tanımlamak), ÜDS
SÖZLÜĞÜ’nde bu kelimeye yer verilmemiş olabilir.
• ÜDS SÖZLÜĞÜ’nde aradığınız bir kelimeyi Ctrl+F komutu ile
bulabilirsiniz.
• ÜDS SÖZLÜĞÜ’nde bazı kelimelerin tanımları iki kez verilmiştir. Bu
tanımlardan biri fiil, diğeri ise isim ya da sıfattır. Bazı kelimelerin ise
birden fazla tanımları vardır.
• Bu sözlükte kullanılan bazı kısaltmalar:
smt: something
smo / smb: someone / something
Lat.: Latince
www.bademci.com
a broad range = geniş bir alan / yelpaze
a case in point = iyi bir örnek
a change of air = hava değişimi
a couple of = birkaç, iki üç, a few
a day out in the country = dışarıda kırlarda
geçirilen bir gün
a desperate situation = vahim bir durum
a far from pleasant place to live = yaşamak için
iyi / hoş bir yer olmaktan uzak
a full recovery = tam bir iyileşme / düzelme
a good many = birçok, hayli, a large number of
a great deal (of) = oldukça fazla, çok, a lot, much,
zıt anl.= a little, a bit
a large number (of) = birçok, hayli, a good many,
a lot (of)
a major step forward = ileriye doğru büyük bir adım
a matter of time = an meselesi
a number of = çok sayıda, (belli) bir miktar, a lot of,
plenty of
a painful cut in pay = maaşlarda büyük bir kesinti
a range of = 1) çeşitli, various; 2) bir dizi, a series of
a series of = bir dizi, a range of
a series of measures = bir dizi önlem / tedbir
a sociallyminded urban style = sosyal kaygılar
güden bir kentleşme biçimi
a sure sign (of) = (bir şey)’in kesin bir işareti /
göstergesi
a variety of = bir dizi, a range of
a whole range of = her çeşit, her tür, çok çeşitli
a wide range of reasons = çok çeşitli sebepler
A. D. = Milattan / İsa’dan sonra, anno Domini, zıt
anl.= B. C. , before Christ
abandon = bırakmak, terk etmek, vazgeçmek,
discontinue, stop, zıt anl.= pursue, carry on
abandoned = terk edilmiş, boş, (bina için) viran
halde, desolate, zıt anl.= occupied
abandonment = terk etme / edilme, bırak(ıl)ma,
desertion
abate = azal(t)mak, hızını kesmek, die away,
diminish, zıt anl.= amplify, intensify
abbreviation = kısaltma
abdominal fat = karın bölgesindeki yağ
aberrant = sapkın, anormal, abnormal
aberration = anormallik, sapma
ability = yetenek, kabiliyet, capability, capacity,
zıt anl.= inadequacy, limitation
ablution = abdest
abnormal brain scan = beyin taramasında (ortaya
çıkan) anormallik
abnormally = anormal şekilde, alışılmışın dışında,
unusually
aboard = (gemi, uçak, tren gibi taşıtlar için) içine,
içinde
abolish = kaldırmak, feshetmek, cancel
abolition = (ortadan) kaldırma, ilga, fesih,
cancellation, repulsion
abominably = rahatsız edici bir şekilde, dreadfully
abort = çocuk düşürmek, gebeliği sonlandırmak
abortion = kürtaj
abound in / with = (bir şey)’i bolca / çokça
bulundurmak / içermek, be abundant with,
zıt anl.= be lacking, be short of
above all = hepsinden ziyade, en başta, mostly
abrasion = sıyrık, soyulma veya kazınma, aşınma
abroad = yurt dışına, yurt dışında
abrupt = 1) ani, beklenmedik, ani ve kaba, sudden;
2) dik, sarp
abruptly = aniden, birdenbire, ani ve kaba bir şekilde,
suddenly, (The talks ended abruptly when one
of the delegations walked out in protest. =
Delegelerden biri protesto amacıyla salonu
terk edince görüşmeler aniden kesildi.)
absence = yokluk, bulunmama, zıt anl.= presence,
existence
absence of empathy = empati eksikliği (kendini
karşısındakinin yerine koyabilme yetisinin
eksikliği)
absent = namevcut, yok, unavailable,
zıt anl.= present, available
absolute = 1) tam, halis, saf, mutlak, pure,
zıt anl.= imperfect; 2) (bir şey)’in hepsi,
tamamı, complete, zıt anl.= limited
absolute temperature = mutlak sıcaklık (Kelvin
biriminde ölçülen sıcaklık)
absolute zero = mutlak sıfır (0°K’ye ve -273°C’ye
eşit, olası en düşük sıcaklık)
absolutely = tamamen, kesinlikle, totally, definitely
A A A A A
4 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
absorb = emmek, soğurmak, suck in, zıt anl.=
discharge, emit
absorption = em(il)me, soğur(ul)ma, bütünleşme,
kaynaşma
abstract = soyut, conceptual, intangible, zıt anl.=
concrete, actual
abundance = bolluk, çokluk, zenginlik, copiousness,
wealth, zıt anl.= scarcity
abundant = bol, bereketli, ample, zıt anl.= scarce,
inadequate
abundantly = bolca, büyük miktarda, copiously,
profusely, zıt anl.= rarely, scarcely
abuse = kötüye kullanmak, suiistimal etmek, misuse,
mistreat, spoil, zıt anl.= defend, respect
abuser = suiistimal / istismar eden kimse, (bir şey)’i
aşırı miktarda / yüksek dozda kullanan kimse
academia = akademisyenler camiası
accelerate = hızlan(dır)mak, ivme kazan(dır)mak,
speed up, zıt anl.= decelerate, retard
acceleration = hız arttırma, ivme kazanma,
(giderek) hızlanma, zıt anl.= deceleration
accentuate = vurgulamak, emphasise, underline
accept as = (bir şey)’i öyle kabul etmek, kabullenmek
accepting = hoşgörülü
access (fiil) = girmek, nüfuz etmek, enter
access to (isim) = (bir şey)’e giriş / geçiş / erişim,
(birisi) ile görüşme imkanı, (bir şey)’den
faydalanma hakkı / imkanı, entry, contact
accessible = ulaşılabilir, yararlanılabilir, available,
approachable, usable, zıt anl.= inaccessible,
restricted
accessory = tamamlayıcı, tali, supplementary,
secondary
accident = kaza
accidentally = kazara, yanlışlıkla, tesadüfen
accident-prone = kaza yapmaya yatkın
acclaim = bağırarak beğendiğini göstermek,
alkışlamak, hail, applaud
acclimatisation = yeni bir ortama / iklime alıştırma
accommodate = 1) yer / yaşam alanı sağlamak, be
home to; 2) (ihtiyaçlarına) cevap vermek,
hizmet etmek, serve
accompaniment = eşlik etme, (bir şey)’in
beraberinde gelme, attachment, supplement
accompany = eşlik etmek, (bir şey)’in beraberinde
gelmek, come / go with, be associated with
accomplishment = başarı, üstesinden gelme,
success, achievement, zıt anl.= failure, defeat
accord = mutabakat, anlaşma, uyuşma, agreement,
zıt anl.= discord, disagreement
according to = (bir kişi ya da şey)’e göre
accordingly = dolayısıyla, bu nedenle, so,
consequently
account (fiil) = saymak, addetmek, consider, deem
account (isim) = 1) anlatım, narrative; 2) hesap
account for = 1) hesap vermek, (bir şey)’den sorumlu
olmak / tutulmak, be (held) responsible for;
2) (nedenlerini) anlatmak, açıklamak, izah
etmek, clarify, explain, justify; 3) (bir şey)’in
sebebi olmak, be the reason for
accumulate = topla(n)mak, yığ(ıl)mak, birik(tir)mek,
gather, collect, zıt anl.= disperse, scatter
accumulation = birikme, birikinti
accumulative = toplanmış, birikmiş
accuracy = doğruluk, kesinlik, precision, exactness,
zıt anl.= inaccuracy
accurate = doğru, titiz, eksiksiz, precise, zıt anl.=
erroneous, inaccurate
accurately = doğru, tam (olarak), correctly, exactly,
zıt anl.= inaccurately, erroneously
accuse of = (bir şey) ile suçlamak / itham etmek,
blame with, zıt anl.= acquit
accused = sanık
acetonitrile = asetonitril (renksiz, zehirli, solvent
olarak kullanılan bir sıvı), methyl cyanide
achieve = başarmak, (zorlu bir uğraştan sonra) elde
etmek, kazanmak, accomplish, zıt anl.= fail,
lose, quit
achievement = başarı, elde etme, kazanma,
accomplishment, success, zıt anl.= failure,
defeat
acid rain = asit yağmuru (aşırı miktarda asidik özellik
göstermesi sebebiyle çevre için zararlı olan
yağış)
acidic = asidik (çözünmüş hidrojen iyonu oranı
yüksek, pH seviyesi düşük olan) zıt anl.= basic
acidification = asitleşme (pH seviyesinin düşmesi)
acidity = asit derecesi, asidite (bir maddenin asidik
reaksiyon gösterme özelliği)
acknowledge = (bir gerçeği) kabul etmek, bildirmek,
belirtmek, beyanda bulunmak, admit,
recognise, zıt anl.= deny, ignore
acknowledgement = 1) kabullenme, recognition;
2) (kitaplarda) teşekkür bölümü
acquire = elde etmek, kazanmak, obtain, gain, zıt
anl.= forfeit, lose
acquired = doğuştan olmayan, sonradan elde
edilmiş, earned, zıt anl.= innate
acquisition = elde etme, sahip olma, gain, earning
acquit of = (bir suç)’tan aklamak / temize çıkarmak,
prove the innocence of, zıt anl.= accuse of,
blame with
ÜDS Sözlüğü - 5
www.bademci.com
acronym = kısaltma (birkaç kelimenin baş harflerinin
veya ilk hecelerinin birleşmesiylemeydana
gelen kelime; örn. “radio detection and
ranging” ifadesinin kısaltması olarak RADAR
kelimesi)
acropolis = akropol (yukarı kent, bir antik kentin
genellikle yönetimsel / törensel merkezini
oluşturan, yüksek bir tepenin üzerine kurulu
bölümü)
across = 1) karşısına, diğer yakasına, to the other
side of; 2) boyunca, çapında, bir uçtan bir uca,
throughout
act = 1) yasa; 2) (tiyatroda) perde; 3) hareket, eylem
act as = (bir şey) gibi / (bir şey)’e benzer şekilde
davranmak, (bir şey) görevi görmek, (bir
şey)’in görevini üstlenmek
action = 1) hareket, eylem, zıt anl.= inaction; 2) etki,
efffect
activation = harekete geçirme
active metal = aktif metal (kimyasal tepkimelere
kolaylıkla girenmetal)
activity = faaliyet, etkinlik
actually = aslında, gerçekten, aslına bakılırsa, as a
matter of fact, to tell the truth, in fact
actuate = harekete geçirmek, çalıştırmak, activate
acute = 1) ağır, vahim; 2) akut, hızlı seyreden /
gelişen (hastalık)
acute viral hepatitis = akut viral hepatit (hepatit
virüslerinden herhangi birinin sebep olduğu,
hızlı seyreden hepatit)
adapt to = (bir şey)’e adapte etmek, uyarlamak,
intibak etmek, adjust, accommodate, zıt anl.=
dislocate
adapt oneself to = kendini (bir şey)’e adapte etmek /
uyarlamak, get used to
adaptation = adaptasyon, uyum
adaptive = uyum gösterme ile ilgili, uyumsal
add to = (bir şey)’e katkı sağlamak
add up to = toplam olarak (bir değer) etmek
added bonus = bir başka avantaj
addendum = (çoğul: addenda) ek, ilave
addicted to = (bir şey)’e bağımlı
addictive = bağımlılık yapan
additional = ek, fazladan, extra
additionally = ek olarak, in addition, also
additive = katkı maddesi
address = (bir şey)’e değinmek, (bir şey) ile
uğraşmak, point (to), deal with, handle
adenosine triphosphate = adenosin trifosfat (kas
dokusunda bulunan ve hücresel reaksiyonlar
için temel enerji kaynağı sağlayan nükleotid),
ATP
adequate = yeterli, enough, sufficient, zıt anl.=
inadequate, insufficient
adequately = yeterince, yeterli bir biçimde / oranda,
enough, sufficiently, zıt anl.= inadequately,
insufficiently
adhere to = (bir şey)’e bağlanmak, yapışmak, bağlı
kalmak
adherence = bağlılık, yapışma, dedication
adherent = taraftar, yandaş, fan, follower
adhesive = yapıştırıcı
adjacent = yan yana, bitişik
adjoin = bitişik olmak, link, border, attach, zıt anl.=
detach, disconnect
adjoining = bitişik, bitişikteki, neighbouring
adjust = ayarlamak, arrange, tune, zıt anl.= confuse,
upset
adjustment = ayarlama, adapte olma / etme,
regulation, setting, orientation
administer = (ilaç vs.) vermek
administration = 1) idare; 2) (ilaç) verme / uygulama
administrator = yönetici, idareci
admiralty = 1) amirallik rütbesi ve pozisyonu;
2) deniz kuvvetleri komutanlığı, naval forces
command
admiration = takdir, beğeni
admire = takdir etmek, beğenmek, hayran olmak,
esteem, zıt anl.= look down (on / upon)
admission = 1) kabul etme, acceptance, zıt anl.=
denial; 2) (işe, üniversiteye vs.) girme / kabul
edilme, entrance; 3) itiraf, confession
admission to hospital = hastaneye kabul
admit = itiraf etmek, kabul etmek, (gelmesine,
girmesine vs.) izin vermek, accept, allow, zıt
anl.= deny, reject
admittedly = genel kabule göre, kuşkusuz,
confessedly
adolescence = ergenlik
adolescent = ergen
adopt = 1) benimsemek, accept, assume, zıt anl.=
reject, turn down; 2) evlat edinmek
adoptee = evlat edinilen çocuk
adoption = 1) evlat edinme; 2) (fikir, ideoloji, vs.)
edinme / benimseme, acceptance, zıt anl.=
rejection
adoptive = evlat edinilen, evlatlık olarak alınan
adrenal system = böbreküstü bezlerinin oluşturduğu
sistem
Adriatic (isim) = Adriyatik Denizi (İtalya ile Balkan
Yarımadası arasındaki deniz)
Adriatic (sıfat) = Adriyatik Denizi’ne ait
6 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
adult = yetişkin
adulthood = yetişkinlik, yetişkinlik dönemi
advance = ilerlemek, gelişmek, progress, develop, zıt
anl.= regress
advanced = gelişmiş, ileri düzeyde
advanced age = ilerlemiş yaş
advanced scanning technology = ileri / gelişmiş
tarama teknolojisi
advantage = avantaj, üstünlük sağlayan şey, yarar,
zıt anl.= disadvantage
advantaged = ayrıcalıklı, imtiyazlı, privileged,
favoured, zıt anl.= disadvantaged
advantageous = avantajlı, yararlı, beneficial, zıt anl.=
disadvantageous
advent = geliş, başlama, arrival, beginning, zıt anl.=
departure, end
adventure = macera, serüven
adventurer = maceracı, serüvenci
adversary = düşman, enemy, foe, zıt anl.= friend, ally
adverse = kötü, elverişsiz, zararlı,menfaatine aykırı,
aleyhte, ters (yönlü), harmful, contrary,
reverse, zıt anl.= beneficial, favourable
adverse drug reactions = ilacın yan etkileri
adverse effect = ters / olumsuz / yan etki
adverse reaction = ters / olumsuz tepki
adversely = kötü bir şekilde, elverişsiz şartlarda,
aleyhte, negatively, zıt anl.= positively
adversely affect = ters / kötü yönde etkilemek
advert = reklam, advertisement, ad
advertise = reklam vermek, reklam / (bir şey)’in
reklamını yapmak
advertisement = reklam, ilan, advert, ad
advertising = reklamcılık, tanıtım
advice = öğüt, tavsiye, nasihat, proposal
advisable = akıllıca, makul, doğru, appropriate,
sensible, zıt anl.= improper, unwise
advise = öğüt vermek, tavsiyede bulunmak, counsel,
suggest
adviser = danışman, advisor, consultant
advisory = tavsiye niteliğinde
advisory body = danışma organı, yetkisi tavsiye
vermek ile sınırlı kurum
advocate (fiil) = savunmak, desteklemek, promote,
support
advocate (isim) = 1) avukat, sözcü, lawyer;
2) destekçi, savunucu, taraftar, supporter
aerial = havada bulunan, havaya ait
aerial photograph = hava fotoğrafı
aerobic = serbest oksijen veya havaya bağımlı,
oxidative, aerobiotic, zıt anl.= anaerobiotic
aerobics = aerobik (oksijene olan ihtiyacı arttıran
egzersiz biçimi)
aeronautical = havacılıkla ilgili
aerospace = uzay / havacılık
affair = iş, mesele, business, matter
affect = etkilemek, have an effect on, influence,
involve
affected = etkilenmiş
affection = şefkat, sevgi, concern, love, zıt anl.=
hatred
affiliation = yakın ilişki, bağlılık, yakınlık
affinity = yatkınlık, (bir şey)’in başka (bir şey)’e
benzerliği
affirm = doğrulamak, onaylamak, confirm, ratify, zıt
anl.= deny
affliction = ağrı, acı, hastalık, rahatsızlık, pain,
suffering, distress
affluence = bolluk, refah, zenginlik, richness
affluent = zengin, refah içinde, rich, wealthy,
prosperous, zıt anl.= poor, needy
afford = (bir şey) yapmaya gücü / parası yetmek,
(maliyetini) karşılayacak durumda olmak
affordable = maliyeti karşılanabilir, satın almaya para
yetirilebilir
aficionado = birisini / bir şeyi beğeni ile takip eden,
onun hakkında birikim sahibi kişi, hayran
Afro-American = Afro-Amerikan (Afrika kökenli,
siyahiAmerikalı)
after a while = bir süre sonra
aftermath = (örn. bir felaketin) sonrası
against = (bir kişi / bir şey)’e karşı (I am against the
sale of alcohol to minors. = Küçüklere alkol
satışına karşıyım.)
against (smo’s) will = (birisinin) arzusuna rağmen /
arzusu hilafına
age (fiil) = 1) yaşlanmak, grow old; 2) (şarap vs. için)
yıllanmak
age (isim) = 1) çağ, devir, period; 2) yaş
age-linked = yaşa bağlı
agency = acente, ajans, kurum, teşkilat
agenda = gündem
agent = 1) temsilci, aracı, acente; 2) etmen, faktör
age-related = yaşa bağlı, yaşla ilgili
ages past = geçmiş çağlar
aggravate = 1) (zaten olumsuz bir durumu daha da)
kötüleştirmek, zorlaştırmak, ağırlaştırmak,
deteriorate, worsen, zıt anl.= facilitate,
alleviate, ease; 2) canını sıkmak, irritate, make
worse
ÜDS Sözlüğü - 7
www.bademci.com
aggregate = agrega (çakıl vs. gibi dolgu maddesi)
aggression = saldırganlık, hostility, zıt anl.=
resistance, defence
aggressive = iddialı, hırslı, saldırgan, assertive,
offensive, hostile, zıt anl.= passive, peaceful
aggressively = girişken / saldırgan bir şekilde,
offensively, zıt anl.= passively
agility = çeviklik, atiklik
aging = 1) yaşlanma; 2) (şarap vs. için) yıllanma
agree to = (bir şey yapma)’ya razı olmak, (bir şey
yapma)’yı kabul etmek, zıt anl.= object to
agree with = aynı fikri paylaşmak, katılmak, zıt anl.=
disagree (with)
agreeable = 1) hoş, tatlı, pleasant, delightful, zıt anl.=
unpleasant; 2) kabul edilebilir
agreement = anlaşma, sözleşme
agricultural = tarımsal, tarım ile ilgili
agriculture = tarım
agronomist = tarım uzmanı
ahead = gelecek, yaklaş(ıl)makta / gelmekte olan,
ilerideki
ahead of = (bir şey)’in önüne / önünde
ahead of its time = zamanının çok ilerisinde,
çağdaşlarından daha ileride, far beyond its
time
aid = katkı, destek, yardım, help, relief, support
ailment = hastalık, rahatsızlık, sickness, illness,
disorder
aim (at) (fiil) = hedeflemek, amaçlamak, nişan
almak, target (to)
aim (isim) = hedef, amaç, goal, target
air photography = hava fotoğrafçılığı
air taxi = hava taksisi (ticari taksi gibi hizmet veren
küçük uçak veya helikopter)
airborne = havadan gelen, hava yoluyla taşınan,
havada olan (örn. airborne bacteria)
aircraft = (çoğul: aircraft) uçak, hava taşıtı
airframe = bir uçağı ya da uzay aracını oluşturan
mekanik aksam
airliner = yolcu uçağı
airline = havayolu şirketi
airlines = havayolları
airship = (zeplin vs. gibi) hava gemisi
air-starved = havasız kalmış
air-to-air refuelling = havada yakıt ikmali
airway = hava yolu (solunum sisteminin, akciğere
girişi sağlayan kanal şeklindeki kısımları; örn.
burun delikleri, boğaz)
akin to = (bir şey) ile ilgili, yakın, benzer, similar to
alarming = ürkütücü, korkutucu, appalling, frightening
alarmingly = endişe verici bir şekilde, shockingly,
disturbingly
albatross = albatros (geniş kanatları ve çok uzun
süre havada kalabilmesi ile tanınan iri bir tür
deniz kuşu)
alcohol-related = alkol (alımı) ile bağlantılı
alert (fiil) = uyarmak
alert (isim) = uyanık, tetikte
alertly = açıkgöz / uyanık bir şekilde, tetikte olarak
alertness = uyanıklık, tetikte olma hali
alfalfa = yoncaya benzeyen, çiçek açan bir bitki
alga = (çoğul: algae) alg (su yosunu)
algal = deniz / su yosununa ait
algal ancestors = alg kökenli atalar
Alhambra = Elhamra (13. yy‘da İspanya’daki Gırnata
şehrinde Mağribiler tarafından yapılmış olan
kale / saray)
alien = 1) yabancı, unfamiliar, unknown, zıt anl.=
familiar, known; 2) uzaylı, extraterrestrial
alienate from = (arkadaşların)’dan, (iş)’ten vs.
soğu(t)mak, uzaklaş(tır)mak, part (from), turn
away (from), zıt anl.= unite, endear
alienating = yabancılaştıran, (gerçeklerden)
uzaklaştıran
alienation = yabancılaşma
alike = 1) benzer, similar, zıt anl.= different; 2) eşit /
aynı şekilde; 3) hem. . . , hem. . . , similar, in
the same way, both
alkaline = alkali (bir alkali veya toprak alkali metalin
oluşturduğu ve suda çözündüğünde pH değeri
7’den yüksek olan iyonik bileşik)
alkaloid = alkaloid (nikotin vemorfin gibi, nitrojen
içeren, genellikle katı halde bulunan ve
farmakolojik etkileri olan bitkisel kökenli
organik bileşikler grubu)
all kinds of artistic activities = her çeşit sanatsal
aktivite
all manner of = her çeşit
all things considered = her şey göz önüne
alındığında
all too often = çoğunlukla
all walks of life = hayatın her alanı (her meslek, her
sosyal grup vb.)
all-cause mortality = (sebebine göre ayrım
yapılmaksızın) bütün ölümler
allegation = suçlama, itham, iddia
alleged = iddia edilen
allelopathy = bir bitkinin, ürettiği kimyasallarla diğer
bir bitkinin gelişmesini engellemesi
8 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
allergic = alerjik, alerji ile ilgili
allergist = alerji uzmanı doktor
alleviate = yatıştırmak, dindirmek, hafifletmek,
azaltmak, rahatlatmak, ferahlatmak, relieve,
ease, comfort, zıt anl.= intensify, aggravate
alliance = ittifak, birleşme, association, accord
allied =müttefik
Allies = (theAllies şeklinde kullanılır) Müttefikler,
İttifak Devletleri (Bu kelime, İngilizce
kaynaklarda genellikle 2. Dünya Savaşı’nda
ABD, İngiltere ve bu ülkelerin yanında yer alan
diğer ülkeleri ifade eder.)
allocate = ayırmak, tahsis etmek, appropriate
allocation = tahsis, ayırma, ödenek, allotment,
allowance
allot = tahsis etmek, (pay vs.) ayırmak, dağıtmak,
apportion, allocate
allow = izin vermek, sağlamak, imkân vermek,
mümkün kılmak, yetki vermek, enable, let,
empower, permit, zıt anl.= forbid, hinder,
prohibit
allow for = (bir şey)’i dikkate almak / hesaba katmak /
göz önünde tutmak, take (smt) into account
alloy = maden alaşımı
all-time low = tüm zamanların en düşük seviyesi
allusion = ima, dolaylı atıf / alıntı, kinaye, indirect
reference
ally = müttefik, cooperator, friend, partner, zıt anl.=
enemy, foe
almond = badem
almshouse = darülaceze, yoksullar evi, imarethane
aloft = yukarıda, havada
alone = yalnız, tek başına
along with = (bir şey) ile birlikte, yanı sıra, together
with
alongside = yanında, together with
alter = (özüne dokunmadan kısmen) değiş(tir)mek,
change, modify
alternate between = (iki durum) arasında gidip
gelmek, shift, fluctuate, zıt anl.= remain
alternate with = (bir şey) ile dönüşümlü olarak
meydana gelmek
alternately = dönüşümlü olarak, in turns
alternating current = alternatif akım, AC
alternative = diğer, başka, alternatif, (farklı bir)
seçenek, option
altiplane = buzul çağında oluşmuş yüksek yayla,
altiplano
altitude = yükseklik, rakım, irtifa, height, elevation
altogether = tamamen, hepten, bütünüyle,
completely, on the whole, all in all
alveolar duct = hava keseciği / kanalı
alveolar sac = hava keseciği
alveolus = (çoğul: alveoli) hava keseciği
Alzheimer’s disease = Alzheimer hastalığı
(genellikle 40-50 yaşları arasında başlayan,
nöron kaybına bağlı atrofi ve beyin
karıncıklarında genişleme ile belirgin bunama)
amass = toplamak, biriktirmek
amazing = insanı hayrete düşüren, şaşırtıcı,
astonishing, surprising, startling, zıt anl.=
banal, dull
amber = kehribar
ambiguous = belirsiz, bulanık, muğlak, unclear,
vague, zıt anl.= explicit, lucid
ambiguously = belirsizce, muğlak bir şekilde,
unclearly, vaguely, zıt anl.= explicitly, lucidly
ambition = hırs, ihtiras, passion, zıt anl.=
contentment
ambitious = (başarmak veya elde etmek için)
tutkuyla dolu, eager, zealous, zıt anl.= humble,
indifferent, unambitious
amendment = düzeltme, değişiklik, correction,
change
amicable = arkadaşça, dostça, friendly
amino acid = amino asit (proteini oluşturan
asitlerden her biri)
ammonia = amonyak (kimyasal formülü NH3 olan,
renksiz ve kötü kokulu bir gaz)
amnesia = hafıza kaybı, memory loss
among other things = diğer etmenler / faktörler
yanında
amount = miktar, quantity
amount to = 1) (miktar olarak) karşılık gelmek, add
up to, sum up to, zıt anl.= differ from; 2) (bir
şey) ile eşanlamlı olmak, . . . anlamına
gelmek, correspond to
amphibian = amfibi (hem karada hem suda
yaşayabilen)
ample = 1) geniş, büyük; 2) çok, bol
amplification = büyütme, (örn. bir ses dalgası veya
elektronik sinyal için) yükseltme /
amplifikasyon
amplitude = dalga yüksekliği
amusing = eğlendirici, komik, funny
amyloid protein = amiloid protein (bir tür mumsu
yapıya sahip, yarı saydam, dejenere olmuş ve
nişastaya benzer protein)
an awful lot = çok fazla
anaemia = anemi (kansızlık)
ÜDS Sözlüğü - 9
www.bademci.com
anaemia of folate deficiency = folik asit eksikliği /
yetersizliğine bağlı olarak gelişen anemi
anaesthesia = anestezi (cerrahi müdahele için
anestetik madde vererek kişide ağrı ve acı
hissini ortadan kaldırma)
anaesthetic = anestetik madde (uyuşturucu)
analgesic = analjezik (ağrı kesici ilaç)
analogue = benzer, karşılık
analogy = benzerlik, benzeşim, similarity
analyze = analiz etmek, çözümlemek
ancestor = ata
ancestral = atalar ile ilgili, atalara ait
ancestry = atalar, kök
anchor-bolt = çelik dübelli cıvata (nesneleri sağlam
bir şekilde betona tutturmaya yarayan cıvata /
saplama)
ancient = eski, antik (genellikle Batı Roma
İmparatorluğu’nun çöküşünden önceki
dönemlere ait), antique, archaic, zıt anl.=
modern
ancient world = antik dünya (genellikle Roma
dönemi ve öncesindeAkdeniz havzası ve
çevresindeki uygarlıkları içeren bir tanımlama)
and so forth = ve benzerleri, and so on, and the like
and the like = ve benzerleri, and so on, and so forth
anger = kızdırmak, sinirlendirmek, make angry
angina pectoris = angina pektoris (fiziksel egzersiz,
aşırı sigara, heyecanlanma sonucunda
göğüste yaşanan ağrı)
angle = açı
Anglo-Saxon = Anglo-Sakson (özellikle 5-11. yy’lar
arasında güney ve batı Britanya’ya hakim olan
vemodern İngiliz veAmerikalılar’ın bir
kısmının kökeninin dayandığı halklara verilen
genel ad)
animal husbandry = hayvancılık
annotate = dipnot koymak, açıklayıcı notlar koymak
announce = ilan etmek, duyurmak
announcement = duyuru, bildiri
annoy = can sıkmak, rahatsız etmek, sinir bozmak,
irritate, bother
annoying = sıkıntı veren, sinir bozucu, disturbing,
exasperating
annual = yıllık, yılda bir yapılan / yayınlanan, yearly
annual rate of growth = yıllık büyüme oranı
annually = yılda bir, her yıl (düzenli olarak), yearly
anomalous = anormal, olağan olmayan
anonymity = kimliklerin belirsiz oluşu, anonimlik
anorexia = anoreksi, iştah kaybı, iştahsızlık
anorexia nervosa = anoreksi nervoza (çok zayıf
olmasına rağmen hastanın kendisini çok
şişman görmesine ve yemek yememesine
neden olan psikolojik bir rahatsızlık)
antenna = 1) (çoğul: antennas) anten; 2) (çoğul:
antennae) duyarga (kimi böcek ve
eklembacaklıların başlarında bir çift halinde
bulunan ve çevrelerini kimyasal olarak
algılamalarına yarayan organ)
anthology = seçki, antoloji (şiir veya hikaye gibi belli
bir grup edebi eserin toplandığı kitap)
anthrax = şarbon (genellikle büyük ve küçükbaş
hayvanlarda görülen, insanlara da et, süt ve
diğer hayvansal ürünler aracılığı ile
bulaşabilen ve sıklıkla ölüm ile sonuçlanan bir
hastalık)
anthropological = antropolojik, insan bilimsel
anthropologist = antropolojist, insan bilimci
anthropometric survey= ırklara has özellikleri
belirlemek amacıyla, insan vücudunun çeşitli
kısımlarını karşılaştırmaya yönelik araştırma
anthropomorphism = insan biçimcilik (insan
olmayan varlıkların, insan niteliklerine sahip
olduklarının düşünülmesi)
anti- = aleyhinde, -e karşı
anti-aircraft missile battery = uçaksavar füze
bataryası (savaş uçaklarına karşı karada veya
savaş gemilerinde konuşlandırılmış füze
fırlatıcısı)
antibacterial compound = antibakteriyel bileşik
antibiotic = antibiyotik
antibody = antikor (kana dışarıdan giren yabancı
maddelere karşı koyan protein)
antibody-based therapy = antikora dayalı tedavi
antibody-drugs = antikor ilaçlar (özellikle kanser
tedavisinde kullanılan ve kanserli hücreler
üzerindeki antijenlere bağlanıp sadece bunları
yokeden ilaçların genel adı)
anticipate = (olacakları) sezinlemek / tahmin edip
ona göre davranmak, beklemek, ummak,
(başkasından) önce davranmak, foresee,
predict
anti-collision = çarpışmayı önleyici
anti-constitutional = anayasaya aykırı
antidepressant drug = antidepresan ilaç
(depresyon tedavisinde kullanılan ilaç)
antidote = panzehir
antigen = antijen (vücutta bağışıklık sisteminin
harekete geçmesine yol açan toksin ya da
enzim)
antihistamine = antihistamin (alerji ilacı grubu)
10 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
anti-missile defence = güdümlü füzeye karşı
savunma
anti-poverty = yoksulluk karşıtı, yoksulluğu ortadan
kaldırma amaçlı
antiquity = antik çağlar (Avrupa’da Orta Çağ öncesi
dönem), zıt anl.= modern ages
anti-shrink = (kumaşlarda) çekme önleyici
Antoine Lavoisier = 1743-1794 yılları arasında
yaşamış, modern kimyanın kurucusu olarak
kabul edilen Fransız araştırmacı
anxiety = endişe, kaygı, tasa, huzursuzluk hali, iç
sıkıntısı, worry, uneasiness, zıt anl.=
tranquillity
anxiety disorder = anksiyete bozukluğu (endişe,
korku ve kuruntunun yarattığı gerilimle beliren
huzursuzluk hali ve iç sıkıntısının sebep
olduğu rahatsızlık)
anxious = kaygılı, endişeli, tedirgin, worried, uneasy
any longer = artık. . . , hala, any more, (He doesn’t
come here any longer. = O artık buraya
gelmiyor.)
any more = artık (değil), any longer
anyway = hem . . . ki, zaten . . . ki, yine de, anyhow,
(How long have you been so interested in
Broadway theatre, anyway? = Hem sen ne
zamandır Broadway tiyatrosu ile bu derece
ilgileniyorsun ki?)
anywhere else = başka hiçbir yer(de)
apart from = (bir şey)’den başka, (bir şey)’in
haricinde, other than, except for
apathetic = apatik, duygularını göstermeyen, tepki
vermeyen, indifferent
apathy = ilgisizlik, kayıtsızlık, disinterest,
listlessness, zıt anl.= concern, involvement
Aphrodisias = Afrodisias (Aydın ili’ninGeyre
Köyünde bulunan bir antik kent)
Aphrodite = Afrodit (Yunanmitolojisinde aşk ve
güzellik tarıçası), Venus
apiece = parça başına
apnoea = apne (uyku vs. esnasında nefes alma
işlevinin geçici olarak durması), asphyxia
apparatus = (çoğul: apparatus ya da apparatuses)
düzen, aygıt, cihaz, aparat, system, equipment
apparent = açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze
çarpan, obvious, visible, evident, zıt anl.=
obscure, hidden
apparently = belli ki, görünüşe göre, evidently,
obviously
appeal to (fiil) = (birisi)’ne çekici gelmek, (birisi)’nin
hoşuna gitmek, attract, charm, zıt anl.= repel
appeal (isim) = 1) çekicilik, cazibe, attraction, charm;
2) başvuru, request, application
appealing = çekici, attractive, zıt anl.= repulsive
appear = 1) ortaya çıkmak, belirmek, emerge, arise,
zıt anl.= disappear, vanish, fade; 2) (gibi)
görünmek, seem, look
appearance = 1) görünüş, görünüm, image, feature;
2) ortaya çıkma, emergence
appendage = eklenti, aksesuar
appetite = iştah
appliance = alet, gereç
applicable = uygulanabilir
application = 1) uygulama, tatbikat, exercise,
practice; 2) başvuru
applied = uygulamalı (örn. applied physiology =
uygulamalı fizyoloji)
apply = 1) uygulamak, tatbik etmek, implement,
utilize, practice; 2) başvurmak
apply (cold / warm) compress = (yara vs.) üzerine
(soğuk / sıcak) kompres uygulamak
apply to = (bir şey)’i içermek / kapsamak /
ilgilendirmek
appoint = atamak, görevlendirmek, assign, zıt anl.=
discharge, dismiss
appointment = randevu
appraisal = değerlendirme, fiyat biçme, assessment,
evaluation
appreciably = fark edilir derecede, considerably, zıt
anl.= negligibly
appreciate = değerini anlamak, takdir etmek, take
account of, be fully aware of, be grateful for
appreciation = 1) takdir,minnettarlık, admiration;
2) değer artışı
apprehend = yakalamak, tutuklamak, capture,
arrest, zıt anl.= discharge, release
apprehension = 1) anlayış, kavrayış, understanding,
grasp, zıt anl.= misunderstanding; 2) endişe,
korku, kuruntu, fear, worry
apprentice (fiil) = (birisinin yanına) çırak olarak
vermek
apprentice (isim) = çırak, stajyer
approach (fiil) = 1) yaklaşmak, yanaşmak, reach,
near; 2) düşünmeye / üzerinde durmaya /
ilgilenmeye / uğraşmaya başlamak
approach (isim) = tutum, tavır, yaklaşım, attitude,
stance
appropriate (fiil) = 1) almak, kendine mal etmek, el
koymak, seize; 2) tahsis etmek, ayırmak
appropriate (sıfat) = uygun, yerinde, suitable, proper,
zıt anl.= inappropriate, unsuitable
appropriately = uygun bir şekilde, yerinde olarak,
suitably, properly, zıt anl.= inappropriately,
unsuitably
ÜDS Sözlüğü - 11
www.bademci.com
appropriateness = uygunluk
approval = onay, consent
approve of = (bir şey)’i onaylamak, ratify, zıt anl.=
disapprove of, deny, reject
approximately = yaklaşık olarak, roughly
aquatic = suyla ilgili, suda yaşayan
aquatic rodent = suda yaşayan kemirgen
aqueduct = su kemeri
Arawak Indians = Aravak Yerlileri (Karayipler bölgesi
yerli halklarından biri)
arbitrary = keyfi, despotça, gelişigüzel, random, zıt
anl.= reasonable, democratic, objective
arboriculture = ağaç ve fidan yetiştirme
arch = kemer, yay, kıvrım
arch bridge = kemerli köprü
archaeobotany = arkeobotanik (paleoetnobotanik
bilimine verilen başka bir isim),
paleoethnobotany
archaeological = arkeolojik, arkeoloji ile ilgili
archaeological context = arkeolojik olarak
araştırılmakta olan yer / eser
archaeologist = arkeolog (insanı ve insanlık tarihini,
geride bırakılan eserlere dayanarak inceleyen
bilim insanı)
archipelago = takımada, içinde çok ada bulunan
deniz
architectural =mimari, mimarlık ile ilgili
architecture = mimari
Arctic (isim) = Kuzey Kutup bölgesi
Arctic (sıfat) = Kuzey Kutbu’na ait, Kuzey Kutbu ile
ilgili
Arctic Circle = Kuzey Kutup Dairesi (66° 33' 39¨
enleminde bulunup Kuzey Kutbu’nu
çevreleyen ve 21 Aralık günü hiç güneş
görmeyen en güneydeki paralel dairesi)
arduous = güç, çetin, yorucu
area of contact = temas noktası
arguably = (tartışmaya açık olmakla birlikte)
muhtemelen, (She is arguably the best
actress. = O muhtemelen en iyi aktristir.)
argue = 1) tartışmak, münakaşa etmek, müzakere
etmek, discuss, debate; 2) kavga etmek,
atışmak, çekişmek; 3) (bir fikri vs.) savunmak,
(belli bir) görüşte olmak
argue away = tartışarak çürütmek, aksini kanıtlamak
argue over = (bir konu) üzerinde tartışmak, debate
argue that = (bir fikir / bir görüş)’ü savunmak, (bir
şey)’i iddia etmek
argument = 1) sav, iddia, assertion; 2) tartışma,
debate; 3) çekişme, controversy
arid = kurak, kıraç
arise from / out of = (bir şey)’den meydana gelmek /
ortaya çıkmak, baş göstermek, appear,
emerge, come forth, come up, zıt anl.=
disappear, fade
Ark = 1) Musa Peygamber’in on emrinin bulunduğu
levhaların taşındığı sandık; 2) Nuh’un Gemisi
armament = 1) teçhizat, silah; 2) silahlanma
armed with = (bir şey) ile donanmış
armistice = ateşkes, cease-fire
armoured car = zırhlı otomobil
armpit = koltuk altı
arms race = silahlanma yarışı
around = civarında, dolayında, aşağı yukarı,
yaklaşık, approximately, roughly
arousal = uyarma, harekete geçirme, uyanış,
canlandırılma, activation, stirring, zıt anl.=
pacification
arouse = canlandırmak, harekete geçirmek,
(tartışma vs.) yaratmak, uyandırmak, activate,
stir, stimulate, provoke, zıt anl.= dampen,
pacify
arrange = düzenlemek, yerleştirmek, organise
arrange for = (bir şey)’i ayarlamak, (bir şey) için
hazırlık / plan yapmak, organise for
arrangement = düzenleme, anlaşma, dizilim,
yerleştir(il)me, plan, agreement, system,
setup, order
arrest = 1) durdurmak, kesmek, stop; 2) tutuklamak,
seize
arrival = geliş, zıt anl.= departure
arrogant = 1) kibirli, gururlu; 2) küstah
art = sanat
artefact = insan eliyle yapılan şey (özellikle ilk
insanların eserleri), artifact
artery = atardamar (kanı, kalpten vücudun diğer
kısımlarına taşıyan damar)
article = gazete / dergi makalesi, yazı, paper
article of diet = yiyecek maddesi
articulate = açıkça beyan etmek, ifade etmek,
express
artifact = insan eliyle yapılan şey (özellikle ilk
insanların eserleri), artefact
artificial = yapay, suni, sahte, man-made, imitation,
zıt anl.= real, genuine
artificial fingernail remover = yapay tırnak uçlarını
çıkarmaya yarayanmadde
artificial liver = suni / yapay karaciğer
artificially = yapay / suni olarak, zıt anl.= naturally
artificially sweetened = suni olarak tatlandırılmış
12 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
artistic term = sanat terimi
as a consequence = sonuç olarak, consequently
as a matter of fact = aslında, aslına bakılırsa,
actually, to tell the truth
as a matter of legal doctrine = yasalar bakımından,
yasal açıdan bakılırsa
as a result = sonuç olarak, sonuçta, therefore,
consequently
as a rule = kural olarak
as a whole = bir bütün olarak
as compared with = (bir şey) ile karşılaştırıldığında
as directed = talimata uygun şekilde, tarif edildiği
gibi
as ever = her zamanki gibi, as always, as usual
as far as =… kadar uzaklar(d)a, (I travelled as far as
the Arctic Circle. = Kuzey Kutup Dairesi’ne
kadar (uzaklara) seyahat ettim.)
as far as . . . is concerned = söz konusu . . .
olduğunda, . . . yı ilgilendirdiği kadarıyla, as far
as . . . goes
as far as … goes = söz konusu . . . olduğunda, . . . yı
ilgilendirdiği kadarıyla, as far as . . . is
concerned
as far as character goes = karakter söz konusu
olursa
as for = (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak
as if = güya, sanki … miş / . . . mış gibi, as though
as is the case with =…daki gibi,…ile ilgili
durumda olduğu gibi
as is true of others = başkalarında olduğu gibi
as little as = . . . kadar / gibi küçük (bir miktar), . . .
kadar / gibi kısa (bir zaman), (His wage is as
little as 300 YTL a month. = Onun maaşı 300
YTL gibi küçük bir miktar.)
as long as = sürece, müddetçe, so long as
as opposed to = (bir şey)’den farklı olarak, in contrast
to
as regards = (bir şey)’e gelince, . . . konusunda,
considering
as soon as = –er… –mez (bir şeyi yapar yapmaz)
as soon as possible = mümkün olduğu kadar çabuk,
ASAP
as such = 1) bu sıfatla, in that capacity; 2) kendi
içinde, o şekilde, in itself, (He is only a child
and must be treated as such. = O sadece bir
çocuk ve ona bir çocuk gibi / o şekilde
davranılmalı.)
as the semester wears on = sömestr ilerledikçe
as to = (bir şey)’e gelince, . . . konusunda, (bir şey)’e
uygun olarak, about, relating to
as well as = 1) (bir şey)’e ek olarak, de / da, ve;
2) (hem) …hem de…, in addition to; 3) hem
de . . . , (onu) da, and also
as with any country = her ülkede olduğu gibi
as yet = daha, henüz, şimdiye kadar, so far, until now
ascendancy = üstünlük, güç
ascent = çıkış, tırmanış, yükseliş, yokuş
ascertain = (araştırarak) tespit etmek, belirlemek,
saptamak, ensure, determine, verify
ascribe to = (bir şey)’e atfetmek, attribute to
ash = kül, cinder
ashore = karaya, kıyıya
aspect = açı, yön, bakım, görünüş, feature, facet,
perspective, view, side
aspiration = arzu, istek
aspire to = (bir şey)’i şiddetle istemek, kuvvetle arzu
etmek, seek, desire
assassinate = suikast yapmak
assassination = suikast
assault (fiil) = saldırmak, attack
assault (isim) = saldırı, attack
assemblage = bir araya getirilmiş / gelmiş kişiler
veya nesneler bütünü, karışım, topla(n)ma
assemble = 1) topla(n)mak, gather; 2) monte etmek,
kurmak, parçaları bir araya getirerek
oluşturmak, install, zıt anl.= dismantle,
disassemble
assembler = montör, takyapçı
assembly = montaj
assembly = toplantı, meclis, kongre
assert = 1) (hakkını vs.) güçlü bir şekilde savunmak /
kabul ettirmeye çalışmak, declare, insist,
press; 2) ileri sürmek, iddia etmek, put forward
assertion = 1) savunma, iddia, affirmation;
2) açıklama, bildiri, declaration
assertive = iddiacı, (agresiflik derecesinde)
kendinden emin
assess = değerlendirmek, değer biçmek,
hesaplamak, evaluate, appraise
assessment = değerlendirme, değer biçme,
evaluation, judgement
asset = kazanç, fayda getirecek şey, meziyet, plus
assiduously = dikkatli ve sürekli çalışarak, diligently
assign = 1) (görev) vermek, tahsis etmek, ayırmak,
allot, allocate, portion; 2) atamak, tayin etmek,
appoint, designate
assimilation = asimilasyon, sindirim, özümle(n)me
(bağırsaktan emilenmaddelerin organizmanın
yapısına girmesi)
ÜDS Sözlüğü - 13
www.bademci.com
assist in = (birine bir şey)’de yardım etmek / yardımcı
olmak, help in
associate = iş ortağı, bağlı kuruluş
associate with = (bir şey / olay) ile ilgisi olmak,
bağlantısı olmak
associated with = (bir şey) ile ilgili / alakalı / lişkili,
related to
association = 1) ilişki, relation; 2) dernek, birlik,
kurum, society
assortment = çeşitlilik, farklılık, variety, diversity, zıt
anl.= uniformity
assume = 1) farz etmek, varsaymak, suppose; 2) (iş,
görev vs.) üstlenmek, undertake; 3)
benimsemek, kabul etmek, believe, presume
assumption = varsayım, farz etme, sanı, supposition
assurance = endişeleri giderme amaçlı söz veya
eylem, güvence
assure = temin etmek, güvence vermek, certify,
guarantee
asteroid = asteroid, uzayda dolanan büyük
göktaşları
asthma = astım
asthma attack = astım krizi
astonish = şaşırtmak, hayrete düşürmek, astound
astonishingly = şaşırtıcı / hayrete düşürücü bir
şekilde, astoundingly, amazingly, surprisingly
astounding = şoke eden, hayret verici, surprising,
breathtaking, zıt anl.= normal, ordinary
astronomer = astronom (yıldızları, gezegenleri ve
diğer gök cisimlerini inceleyen bilim insanı)
astronomical matters = astronomi ile ilgili konular
at all = hiç mi hiç, hiçbir surette / şekilde, whatsoever
at all costs = ne pahasına olursa olsun
at almost no cost = neredeyse bedelsiz / masrafsız
olarak
at any point in time = herhangi bir zamanda,
zamanın herhangi bir noktasında
at bargain prices = kelepir fiyatlara / fiyatlardan
at best = en iyi durumda, en iyi şartlarda, under the
most favourable conditions, zıt anl.= at worst
at ease = 1) rahat, huzurlu; 2) (askeri) ’Rahat’
komutu
at fault = suçlu, kabahatli, in the wrong, guilty, zıt
anl.= innocent
at first glance = ilk bakışta, at first sight
at first sight = ilk bakışta
at great expense = büyük harcamalar yapılarak
at great risk = büyük risk altında
at intervals = aralıklarla
at large = genelinde, çoğu, çoğunluğu, in general
at least = en azından, at any rate, zıt anl.= at most
at least to a certain extent = en azından belli bir
dereceye / düzeye kadar
at little expense = az bir maliyetle
at long last = nihayet, en sonunda
at most = en fazla, maksimum, maximum
at once = 1) tek seferde, bir defada; 2) derhal,
hemen, immediately, right away; 3) aynı anda,
at a time, at one time
at present = 1) hali hazırda, şu an için, currently,
presently, at this time; 2) şimdi, now
at smo’s disposal = birisinin emrinde / kullanımında /
elinde (olma durumu)
at some point = bir noktada
at the expense of = (bir şey) pahasına
at the heart = merkezinde, odak noktasında,
kalbinde
at the rate of = hızında
at the request of their governments =
hükümetlerinin talebi üzerine
at the same rate = aynı oranda / hızda
at the time = o zamanlar, back then
at the turn of = (bir şey)’in sonu ile takip edenin başı
arasında, dönüm noktasında, (at the turn of
the century = yüzyılın başında / sonunda)
at this rate = bu hızla
at times = zaman zaman, occasionally
at will = istendiğinde, istenilen zamanda, istendiği
gibi, as / when one wishes
Athens = Atina (Yunanistan’ın başkenti)
athlete = atlet, sporcu
atomic symbol = element simgesi (kimyasal
elementleri temsil etmekte kullanılan bir veya
iki harfli kısaltma)
atrophy (fiil) = atrofiye / dumura uğra(t)mak,
körel(t)mek, decay, disintegrate, zıt anl.=
develop, grow
atrophy (isim) = atrofi, dumur, körelme
attach = tutturmak, takmak, iliştirmek
attach importance = (bir şey)’e önem vermek, give
importance
attach much importance to = (bir şey)‘e büyük
önem vermek
attached to = (bir şey)’e bağlı
attachment protein = tutunma proteini (virüsün
yüzeyinde bulunan ve hücrelere tutunmasını
sağlayan protein)
attack (fiil) = saldırmak, assault, zıt anl.= defend
14 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
attack (isim) = 1) saldırı; 2) nöbet, atak, kriz
attain = (bir hedef vs.)’ye ulaşmak, elde etmek,
kazanmak, achieve, fulfil, zıt anl.= fail
attainable = erişilebilir, ulaşılabilir, (The objectives put
forward by the leading party do not seem to be
attainable. = İktidar partisi tarafından
öngörülen hedefler pek ulaşılabilir
görünmüyor.)
attempt (fiil) = girişimde bulunmak, teşebbüs etmek,
try
attempt (isim) = deneme, girişim, teşebbüs, effort,
trial
attend = katılmak, hazır bulunmak, (okula, kursa,
spora vs.) devam etmek
attendance = (okula, kursa, spora vs.) devam etme,
devamlılık, hazır bulunma
attendant = (akıl hastanesi, huzurevi vs. için) bakıcı,
görevli
attention = dikkat, ilgi
attentiveness = azami dikkat, care, thoughtfulness,
zıt anl.= neglect
attitude = tutum, tavır, yaklaşım, approach, stance
attitude researcher = davranış araştırmacısı,
davranış bilimci
attract = (ilgisini) çekmek, cezbetmek, etkilemek,
appeal to
attract attention = dikkat çekmek
attract notice = dikkat çekmek
attract scientific criticism = bilimsel çevrelerin
eleştirisine hedef olmak
attract scientific scrutiny = bilimsel araştırmaların
ilgi odağı olmak
attraction = 1) cazibe, çekim gücü; 2) atraksiyon,
eğlence programı
attractive = çekici, güzel, appealing, zıt anl.=
repulsive
attribute = vasıf, nitelik, sıfat, aspect, element,
feature
attribute to = 1) (bir neden)’e bağlamak, yormak,
associate with, connect to; 2) (bir şey)’e mal
etmek, atfetmek, ascribe to
attune to = (bir şey)’e uydurmak, alıştırmak, adjust,
accord
auction off = açık arttırma ile satmak, elden
çıkartmak
audience = dinleyiciler, izleyiciler, hazır bulunanlar
audio player = CD / kaset / müzik çalar
audiometry = odyometri (işitme gücünün ölçülmesi)
auditor = 1) dinleyici, listener; 2) (bir tür) mali
müşavir; 3) misafir öğrenci
auditory = işitme ile ilgili, işitsel
auditory system = işitme sistemi
augment = arttırmak, çoğaltmak, grow, increase,
amplify
austere = 1) ciddi, ağırbaşlı; 2) sert, zor, çetin
authentic = otantik, hakiki, gerçek, genuine
author = yazar
authoritarian = otoriter
authority = otorite, yetkili, yetkili merci
authorize = izin vermek, yetki vermek, permit,
empower
autism = otizm (kişinin ileri derecede içe kapanık
oluşu, aşırı çekingenlik ve kişisel ilişkiler
kurmada güçlükle belirgin içine kapanma hali)
autistic = otistik (otizm rahatsızlığı olan)
autoimmune response = otoimmün tepki (bağışıklık
sisteminin bir virüs vs. ’i tanıması ve ona karşı
antikor üretmesi)
autonomy = özerklik, otonomi (kendi kendini idare
etme)
auxiliary = yedek, yardımcı, supplementary
available = bulunabilir, (piyasada) bulunan,
ulaşılabilir, (alıma / kullanıma) hazır,
attainable, ready, accessible, usable
availability = hazır bulunma, bulunabilirlik,
edinilebilirlik, erişilebilirlik, zıt anl.=
unavailability
avalanche = çığ
avalanche proper = asıl / gerçek çığ
avant-garde = avangard, öncü
average to = ortalama olarak (bir miktar)’a karşılık
gelmek
average life-span = ortalama ömür
avian flu = kuş gribi
avian influenza = kuş gribi / vebası
aviation = havacılık
aviator = havacı
avionics = uçuş elektroniği
avoid = (bir şey)’den kaçınmak / sakınmak /
kurtulmak, escape, stay away, zıt anl.=
contact, face, confront
avoidable = kaçınılabilir, önlenebilir, evitable,
avertable, zıt anl.= inevitable, unavoidable
avoidance = (bir şey)’den kaçınma / sakınma /
kurtulma, escape, staying away, zıt anl.=
contact, confrontation
avoidant = (karakter için) çekinik
await = beklemek, gözlemek, expect
awaken = uyan(dır)mak, wake up, arouse, zıt anl.=
put / go to sleep
ÜDS Sözlüğü - 15
www.bademci.com
aware of = (bir şey)’in farkında, zıt anl.= unaware of
aware = bilinçli, farkında, alert, conscious, zıt anl.=
unconscious
awareness = farkında olma, perception, recognition,
zıt anl.= unawareness
awful = berbat, korkunç, terrible, horrible, zıt anl.=
beautiful, nice
awful long time = (dilimizdeki informel karşılığı ile)
felaket uzun zaman, çok uzun bir zaman
awning = tente, güneşlik
axiom = aksiyom (kabul edilmiş gerçek)
axis = (çoğul: axes) aks, eksen
www.bademci.com
B vitamin folate = folik asit (bir tür B vitamini)
B. C. = Milattan / İsa’dan önce, before Christ, zıt
anl.= A. D. , anno Domini
baby boom = bebek patlaması (aşırı miktarda
doğum)
baby sticker = küçük çıkartma / etiket
Babylon = Babil (antik Mezopotomya’nın en önemli
kentlerinden birisi ve Babil Krallığı’nın
başkenti)
back (fiil) = desteklemek, support
back (isim) = sırt
back and forth = ileri geri
back out = caymak, sözünden dönmek
back up = desteklemek, arka çıkmak, support,
reinforce, (In his time, there was hardly
anyone to back up Darwin’s theories. = Kendi
zamanında Darwin’in teorilerini destekleyecek
pek kimse yoktu.)
back up with = (bir şey) ile desteklemek, arka
çıkmak, support with, reinforce with
backer = savunan, destekleyen
background = geçmiş, arka plan
backing = destek(leme), support
backpack = sırt çantası
backward = 1) arkaya doğru, arka tarafa doğru;
2) zeka geriliği olan
backwardness = gerilik, geri kalmışlık,
underdevelopment
bacterial pharyngitis = (bakterilerin oluşturduğu ya
da onlarla ilgili) farenjit, bakteriyel farenjit
(yutak iltihabı)
bacterium = (çoğul: bacteria) bakteri
bag-snatching = kapkaç, çantayı alıp kaçma
bail out (of) = (acil durumda bir aracı) terk etme
bake = (hamur işleri için) fırında pişirmek
balance = denge
balancing (isim) = dengeleme
balancing (sıfat) = dengeleyici
bald eagle = kel kartal (ABD ve Kanada’da bulunan,
balık ile beslenen, başındaki tüylerin beyaz
olması sebebiyle “kel” adını almış olan iri bir
kartal türü)
ball bearing = bilyeli rulman (yatak ilemil yuvası
arasındametal küreler / bilyeler bulunan
rulman)
ball of fire = ateş topu, (The sun is simply a huge
ball of fire. = Güneş, basitçe dev bir ateş
topudur.), fireball
ball of light = ışık topu
ball of the foot = ayak parmaklarının ayakla
birleştiği, kaslı ve su toplamayameyilli bölge
ballast = safra (gemilerin ve balon, zeplin gibi
taşıtların denge sağlamak amacı ile taşıdıkları
su, kum gibi ağırlık)
ballast water = safra suyu (gemilerin yüklü değilken
denge sağlamak amacı ile ambarlarına
doldurdukları su)
ballooning = artmak, yükselmek, (fiyat vs. için)
patlamak
ballot = 1) oy verme işlemi; 2) oy pusulası
Baltic = Baltık Denizi (Kuzey Avrupa’da,
İskandinavya ile Danimarka arasında kalan
deniz)
ban = yasaklamak, forbid, prohibit, bar, zıt anl.=
allow, permit, (There was no ban on smoking
on the train we travelled in. = Yolculuk ettiğimiz
trende sigara yasağı yoktu.)
band = takım, zümre, (müzik için) grup
Bangladesh = Bangladeş (Güney Asya’da bir ülke)
bank (fiil) = yığılmak, kümelenmek
bank (isim) = 1) nehir / ırmak / hendek / göl kıyısı,
kenarı; 2) küme, yığın
banker = banker, bankacı
banks of the Nile = Nil’in kıyıları
bar = çubuk
bare = yalın, çıplak, basit, mere
barely = zar zor, güçlükle, çok az, hardly, zıt anl.=
enough, sufficiently
barometer = barometre (ortam basıncını ölçmeye
yarayan alet)
barrel = (petrol için) varil (yaklaşık 159 litre)
barren = kıraç, verimsiz, infertile
barricade = barikat
barrier = engel, bariyer, obstruction
barter = değiş tokuş, takas
B B B B B
ÜDS Sözlüğü - 17
www.bademci.com
basal = temel, bazal
basal cell = bazal hücre (bir doku içerisinde en alt
tabakada bulunan hücrelerden her biri)
basal cell carcinoma = epidermisin alt tabakasını
etkileyen, genellikle güneş ışınlarına aşırı
derecedemaruz kalınmasından kaynaklanan,
nispeten zararsız bir cilt kanseri türü
base = (askeri, bilimsel vs.) üs
base number = taban sayısı (bir sayma sisteminin
dayalı olduğu sayı)
base on = (bir şey)’e dayandırmak, (bir şey)’in
üzerine kurmak
base unit = temel birim (Örneğin, “metre” temel bir
birim, “santimetre” isemetreden türetilmiş bir
birimdir.)
baseball = beyzbol (atılan topa sopa ile vurularak
oynanan, özellikle ABD’de çok popüler olan bir
takım oyunu)
basic = temel, fundamental
basin = havza, taban, (krater için) iç kısım
basis = temel, ana ilke
Basle = Basel (İsviçre’de bir kent)
bat = yarasa
bathe = 1) yıkamak, wash; 2) suya / sıvıya batırmak,
soak
baton = değnek
batter = hırpalamak, dövmek, beat
battering = hırpalama
battery-powered = pille çalışan
battle (against / with) (fiil) = ile / karşı savaşmak,
mücadele etmek, fight (against / with)
battle (isim) = meydan savaşı, muharebe, mücadele,
war, fight, endeavour
battlefield = er meydanı, savaş / muharebe alanı
bauxite = alüminyum cevheri, boksit
bay = koy, küçük körfez
be affiliated with = (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak, be
associated / connected with
be alarmed by = (bir şey)’den ötürü korkuya /
dehşete düşmek
be all there is left = kalan tek şey olmak
be anxious to do smt = bir şeyi yapmayı çok istemek
be associated with = (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi /
bağlantısı olmak, be affiliated / connected with
be at a standstill = durmuş olmak
be at fault = kusurlu / hatalı olmak, be (in the) wrong
be aware of = (bir şey)’in farkında olmak, be
conscious of, realise
be based in = (örn. bir kuruluş için) (bir yer)’de
üslenmiş olmak, merkezinin (bir yer)’de
bulunması
be based on / upon = (bir şey)’e dayanmak, be built
on, depend on
be better known = daha iyi tanınmak
be better known as a scientist = daha çok bir bilim
insanı olarak tanınmak
be biased against = (bir şey)’e karşı önyargılı olmak,
(bir şey)’in aleyhinde bir eğilime sahip olmak,
(bir şey)’e karşı durmaya yatkın olmak
be bothered with = (bir şey)’den ötürü rahatsız
edilmek / rahatsızlık duymak
be bound to = (bir şey yapması) kesin / kaçınılmaz
olmak, be certain / sure to
be bound to end = sona ermesi kesin olmak, sona
ermek zorunda olmak
be bound up with = (bir şey) ile çok yakın ilişkisi /
bağlantısı olmak
be committed to = (bir şey)’e kendini adamak, devote
oneself to
be composed of = (bir şey)’den oluşmak, (bir
şey)’den ibaret olmak, comprise, consist of
be concerned about = (bir şey) hakkında
kaygılanmak / endişe duymak
be concerned with = (bir şey) ile ilgili olmak, (bir
şey)’i konu etmek, be about, deal with
be connected with = (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak,
be associated / affiliated with
be conscious of = (bir şey)’in farkında olmak, be
aware of
be convinced of = (bir şey)’e ikna olmak, inanmak
be critical of = (bir şey)’e karşı eleştirel olmak, (bir
şey)’i eleştirmek, criticize
be delighted with = (bir şey)’e çok sevinmek
be deprived of = (bir şey)’den mahrum olmak, lack
be disposed to = (bir şey yapma) eğiliminde olmak,
tend to, be inclined to
be due = hak etmek, deserve
be empty of (smt) = (bir şey)’den yoksun olmak /
kalmak
be engaged in = (bir şey)’in içinde yer almak, (bir
şey)’e dahil olmak, be involved in
be entitled to = hakkı olmak, yetkisi olmak, be eligible
for, (We are all entitled to equal protection
under the law. = Yasalar altında hepimizin eşit
korunma hakkı vardır.)
be equipped with = (ekipman vs.) ile donanmış,
donatılmış
18 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
be expected = beklenmek, önceden kestirilmiş
olmak, be foreseen / predicted, zıt anl.= be
unforeseen / unpredicted
be expected to do smt = bir şey yapması beklenmek
be exposed to = (bir şey)’e maruz kalmak
be fascinated by / with = (bir şey)’e kendini
kaptırmak, be wrapped up in
be for = desteklemek, lehinde olmak, support, favour,
zıt anl.= be against
be given publicity = yazılı ve görsel basında yer
almak, hakkında haber çıkmak
be given to = (bir şey yapma) alışkanlığında olmak,
huy edinmek
be grounded = 1) yere konmak, uçma izni olmamak;
2) temeli sağlam olmak, donanımlı olmak
be home to = (bir şey)’e ev sahipliği yapmak, (bir
şey)’in anavatanı olmak, harbour
be housed in = (bir yer)’e yerleştirilmek, (bir yer)’de
barındırılmak
be in company of others = başkalarıyla birlikte
olmak
be in demand = (bir mal vs. için) talep olmak,
aranmak, istenmek
be in existence = meydanda olmak, var olmak
be in possession of = (bir şey)’e sahip olmak, (bir
şey)’i elinde bulundurmak, have
be in power = iktidarda olmak
be in the grip of = (bir şey)’in yönetiminde /
denetiminde / kontrolünde olmak
be in the habit of = (bir şey yapma) alışkanlığında
olmak
be in the lead = başta gitmek, lider / önde olmak
be in the making = yapım / kurulum / üretim
aşamasında olmak
be indexed to = (bir şey)’e endekslenmiş olmak
be indicative of = (bir şey)’in göstergesi / habercisi
olmak, be a sign of
be involved in = 1) (bir iş / yarış vs.)’nin içinde olmak,
(bir iş / yarış vs.)’de yer almak, (bir şey)’e
karışmak / katılmak, participate (in); 2) (bir
şey) ile uğraşmak / görevli olmak
be involved with = (bir şey) ile bağlantı / ilgi / ilişki
içerisinde olmak, be in connection with
be likely to = . . . eğiliminde olmak, . . . -ması
muhtemel olmak, be disposed to, tend to
be likened to = benzetilmek
be limited to = (bir yer veya bir şey)’e sınırlandırılmış
olmak
be linked with / to = (bir konu vs.) ile bağlantılı /
bağlantısı olmak
be made into = (bir şey)’e dönüştürülmek
be made up of = (bir madde vs.)’den yapılmak /
oluşmak, be composed of
be marked by = (bir şey) ile belirginleşmek
be mistaken = yanılmak, be wrong
be no better = daha iyi olmamak
be not necessarily concerned with = her zaman / her
durumda (bir şey) ile ilgili / alakalı olmamak,
her durumda (bir şey) ile ilgilenmemek
be not without cost = bedelsiz olmamak, bir bedeli
bulunmak
be noted for = (bir şey) ile ünlü / tanınmış olmak, be
famous / well-known for
be of importance = önem taşımak, önemli olmak, be
important, be of significance
be of interest = ilginç / ilgi çekici olmak, be interesting
be of no importance = önemsiz olmak, be
insignificant, zıt anl.= be of importance
be of the opinion (that) =… düşüncesinde /
inancında olmak
be on the horizon = ufukta belirmek
be on the improve = düzelmekte olmak, ilerleme
içinde olmak, zıt anl.= deteriorate
be on the rise = yükselişe geçmek, yükselişte olmak
be over = sona ermek, bitmek, end, zıt anl.= begin
be pleased with = (bir şey)’den memnun / hoşnut
olmak, be happy with
be prejudiced against = (bir şey)’e karşı önyargılı
olmak, be biased (against)
be prepared for = (bir şey) için / (bir şey)’e karşı
hazırlıklı olmak, be ready, zıt anl.= be
unprepared for
be present = var olmak, bulunmak, exist, zıt anl.= be
absent
be prey to = (bir şey)’e yenik düşmek, (bir şey)’in
kurbanı olmak
be put to work = işbaşı yaptırılmak, çalıştırılmak
be quick to do smt = bir şey yapmakta çabuk
davranmak / hızlı olmak
be reduced to = (kötü) duruma düşmek, (bir şey) ile
yetinmek zorunda kalmak
be referred to as = . . . olarak anılmak, be called
be related to = (bir şey) ile ilgili olmak
be remembered for = (genellikle bir özelliğinden)
ötürü hatırlanmak
be required to = (bir şey yapmak) zorunda olmak
be responsible for = (bir şey)’den / (bir iş)’ten
sorumlu olmak, in charge (of)
be restricted to = (bir şey) ile kısıtlı / sınırlı olmak, be
limited to
ÜDS Sözlüğü - 19
www.bademci.com
be rumoured = söylentisi dolaşmak, ağızdan ağıza
yayılmak
be scared of = (bir şey)’den korkmak, be afraid of
be set on = kararlı / azimli olmak, be determined
be settled = (bir yer)’e yerleşmiş olmak
be several years into smt = bir konuda büyük
mesafe kat etmek / yılların birikimine sahip
olmak
be short of = (bir şey)’in eksiği olmak, azalmış
bulunmak, lack, (We are short of cheese. =
Peynirimiz azalmış.)
be situated = (bir yer)’de bulunmak, be located
be struck = (bir şeyin güzelliği, ilginçliği vs.
karşısında) büyülenmek, şaşırmak
be subject to = (yasa, düzenleme vs.)’ye tabi olmak,
maruz kalmak
be subjected to = maruz kalmak / bırakılmak, tabi
tutulmak, go through, undergo, experience
be suited to = (bir şey)’e uygun olmak
be supplied with = (bir şey) ile donatılmış / teçhiz
edilmiş, be furnished with
be supposed to = (bir şey) yapması gerekmek /
yapmak zorunda olmak / yapması beklenir
olmak, should
be suspected of = hakkında (bir suç vs.)’den ötürü
kuşku duyulmak
be taken ill = hastalık kapmak, hastalığa
yakalanmak
be taken in = kanmak, aldanmak, be deceived
be thought to be =…olduğu düşünülmek
be through = bitirmiş olmak, (I am through with this
studies. = Çalışmalarımı bitirdim.)
be to = olacak olmak, (be to remain friends =
arkadaş kalacak olmak)
be to follow = (bir şeyi) izleyecek olmak, (bir şeyin)
arkasından meydana gelecek olmak
be unable to = yapamamak, başaramamak, elinden
gelmemek, fail to, zıt anl.= be able to, succeed
in / at
be under way = bekleniyor olmak, yolda olmak, (bir
iş, proje vs. için) yapılmakta olmak
be unfamiliar with = (bir şey)’e aşina olmamak,
yabancı olmak
be up to = 1) (bir şey)’i yapabilmek, be able to do /
deal with; 2) bağlı olmak, be dependent on
be washed away = su ile götürülmek, su tarafından
silinmek
be welcomed by = (birisi) tarafından hoş karşılanmak
be well ahead of = (bir şey / bir kişi)’nin hayli
önünde olmak
be worth = (bir şey)’e değer olmak
be worth something in the region of euro 700 =
700 Euro dolaylarında bir fiyatı olmak
be wrapped up in = (kendini bir şey)’e kaptırmış
olmak, (düşünce vs.)’ye dalmış olmak
bead = boncuk
beak = gaga, bill
beam (fiil) = (elektromanyetik dalgalar aracılığı ile)
göndermek, ışınlamak
beam (isim) = 1) ışın, ışık huzmesi, ray; 2) kiriş,
taşıyıcı kolon
beam of electrons = elektron akımı
bean = fasulye, (kahve vs. için) tane
bear = 1) katlanmak, kaldırmak, put up with; 2) sahip
olmak, taşımak, üzerinde bulundurmak, have,
carry, (The baby bears a strong resemblance
to its grandfather. = Bebek ile dedesi arasında
büyük bir benzerlik var.); 3) doğurmak,
(meyve) vermek; 4) (sorumluluk vs. için)
üzerine almak, have
bear in mind = akılda tutmak, akıldan çıkarmamak
bear little relation = çok az ilgisi olmak
bear no relation = (bir şeyin, başka bir şeyle) ilgisi
olmamak, (Your composition bears no relation
with the topic given. = Kompozisyonunuzun,
verilen konu ile hiç ilgisi yok.)
bear out = 1) desteklemek, support; 2) dışarı
taşımak, carry out
bear the brunt of smt = bir saldırıyı vs. göğüslemek
(The soldiers in the front had to bear the brunt
of the enemy attack. = Cephedeki askerler
düşman saldırısını göğüslemek zorunda
kaldılar.)
bearable = dayanılabilir, katlanılabilir
bearer = taşıyıcı, porter
bearing = 1) ilgi, ilişki, ilinti; 2) yön
beat (fiil) = 1) dövmek, dayak atmak, thrash; 2) alt
etmek, galip gelmek, yenmek, win over,
overcome, zıt anl.= be defeated
beat (isim) = (kalp için) atış
beautification = güzelleştirme
become extinct = soyu / nesli tükenmek, be wiped
out, (This dog race became extinct about 300
years ago. = Bu köpek ırkının soyu yaklaşık
300 yıl önce tükendi.)
bedside manner = doktorun yatan hastaya
yaklaşımı / tutumu
bed-wetting = altını ıslatma
behaviour = davranış
behavioural = davranışçı, davranışla ilgili
20 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
behind bars = demir parmaklıklar arkasında
(hapiste)
Beijing = Pekin (Çin’in başkenti)
being = varlık, entity
Belgian = Belçika ile ilgili, Belçika’ya ait
belie = örtmek, yanıltmak, conceal, deceive, zıt anl.=
reveal
belief = inanç, düşünce, opinion
Belize = Belize (Orta Amerika’da bir ülke)
belligerent = kavgacı, dövüşken, savaşan taraf,
savaşçı, aggressive, zıt anl.= peaceful
belly = karın, abdomen
belonging = ait olma duygusu
bench = tezgâh
bend = eğilmek, bükülmek, kavis yapmak, flex
bend over = yere eğilmek, öne doğru eğilmek, lean
down
beneath = altına, altına doğru
beneficial = yararlı, hayırlı, useful, helpful, zıt anl.=
useless, harmful
beneficiary = (bir mirastan vs.) yararlanan (kişi veya
şey)
benefit (fiil) = yaramak, yararına olmak, yarar / fayda
sağlamak, advantage, work to the advantage
of, zıt anl.= harm, damage
benefit (isim) = yarar, fayda, advantage, use, zıt anl.=
harm, loss
benefit from (fiil) = 1) (bir şey)’den yarar / fayda
sağlamak, yararlanmak, capitalise, profit from,
zıt anl.= suffer; 2) (bir şey)’den ders çıkarmak,
learn from
benefits outweigh its risks = yararları içerdiği
risklerden ağır çeker, risklerinden fazla
yararları var
benign = yumuşak, iyi huylu, zararsız, mild, zıt anl.=
severe,malign
benign applications = zararsız / kötücül olmayan
uygulamalar
benignly = yumuşakça, tehlikesizce, kindly,
harmlessly, zıt anl.=maliciously
beriberi = beriberi (B1 vitamini eksikliği nedeniyle
oluşan, el ve ayaklarda iltihap ile belirgin
hastalık)
beset = 1) rahat vermemek; 2) kuşatmak, etrafını
sarmak
besides = yanında, yanı sıra, (bir şey)’den başka
best available record = (the best available record
şeklinde kullanılır) eldeki en iyi kayıt / veri
kaynağı
best course to take = tutulacak en iyi yol, yapılacak
en iyi iş
best interests = en iyi şekilde koruma
best left to hunters = en iyisi (bu işi) avcılara
bırakmak
best-known = en iyi bilinen / tanınan
bestseller = çok satan (kitap vs.)
bet = bahis
beta-amyloid protein = beta-amiloyid proteini
(Alzheimer hastalığının sebebi olarak bilinen
ve nerofibril plak oluşumuna neden olan bir tür
protein)
better (fiil) = daha iyi hale gelmek / getirmek
better targeted = hedefi iyi seçilmiş
better-cared = daha iyi bakılan
beverage = (alkolsüz) içecek, soft drink
bewildering= şaşırtıcı, hayret veren, overwhelming,
(There is a bewildering variety of activities in
this new entertainment. = Bu yeni eğlence
programında şaşırtıcı çeşitlilikte aktivite
mevcut.)
beyond = ötesi(ne), dışı(na), out of
beyond recognition = tanınmaz halde, unnoticeable,
zıt anl.= apparent
beyond what she needs = ihtiyacı olandan çok
daha fazla(sı)
bias = önyargı, prejudice, zıt anl.= impartiality
bid = ihale
bilaterally = iki taraftan, iki yandan
bile = öd, safra
bill = 1) fatura, hesap; 2) gaga, beak
bind to = (bir şey)’e bağla(n)mak, fasten to, attach to,
zıt anl.= free from, loosen from
bind with = birbirine bağla(n)mak, fasten, attach, zıt
anl.= free, loosen
binomial = iki sayı grubu, harf vs. ’den oluşan isim,
(kimi türler için verilen) iki terimli isim (örn.
calystegia soldanella)
biofeedback = kişinin, vücudunda seyreden
fizyolojik işlevler hakkındamonitörlü araç
yardımıyla bilgi sahibi olması
biofuel = tarlalarda bu amaçla üretilen bitkilerden
elde edilen yakıt (örn. biyodizel), agrofuel
biological function = biyolojik işlev
biological immaturity = biyolojik olarak yeterince
gelişmemiş olma durumu
biological self = biyoljik benlik / kimlik
biologist = biyolog, biyolojist (canlıları inceleyen
bilim insanı)
biopsy = biyopsi (tanı amacıylamikroskopik
muayene için dokudan küçük bir parça alma)
ÜDS Sözlüğü - 21
www.bademci.com
bipolar disorder = bipolar bozukluk (manik
depresyon da denen, depresyon içerisinde
coşku, taşkınlık gibi duyguların da yaşandığı
bir çeşit ruhsal bozukluk)
bird flu virus = kuş gribi / vebası virüsü
birth = doğum
birth defect = doğuştan gelen kusur / defekt
bit = 1) parça, parçacık; 2) az miktarda
bite = ısırık, lokma
bite off = ısırarak koparmak
bitter-blocker = acı tadı ortadan kaldıran
bitterly = sert bir şekilde, acımasızca, dayanılması
zor bir şekilde
bitterly disappointed = şiddetli bir hayalkırıklığına
uğramış
bizarre = garip, tuhaf, acayip
bizarreness = tuhaflık, acaiplik
black hole = kara delik (hiçbir maddi oluşum ya da
ışınımın kendisinden kaçmasına izin
vermeyen, güçlü bir yerçekimine sahip yüksek
kütleli kozmik cisim)
blacken = karar(t)mak
black-glazed = siyah sırlı
blacklist (fiil) = kara listeye almak
blacklist (isim) = kara liste
blade = 1) bir bıçağın / kılıcın keskin kenarı;
2) yaprak ayası
blame with (fiil) = suçu (bir kişi)’nin üstüne atmak,
(bir şey) ile suçlamak, accuse of, zıt anl.=
acquit of
blame (isim) = suç, suçlama, kabahat, töhmet
blanket = üstünü örtmek, (bir duyguyu vs.) örterek
bastırmak, kaplamak, cover, suppress, zıt
anl.= uncover
blanket amnesty = genel af
blast = patlama, infilak, explosion
blast bomb = ses bombası, infilak şiddetiyle geniş
alanları etkileyen bomba
blasting = şiddetli ses çıkaran
blatantly = gizlemeye gerek görmeden, apaçık bir
şekilde
bleach = beyazlatıcımadde
bleak = 1) kötü, kasvetli; 2) rüzgardan korumasız
bleed = kana(t)mak
bleed to death = kanamadan ölmek
bleeding = kanama
blend (fiil) = karıştırmak, harmanlamak, mix, zıt anl.=
separate
blend (isim) = karışım, harman
blended = karıştırmak veya harmanlamak yolu ile
oluş(turul)muş, mixed, zıt anl.= separated
blight (fiil) = soldurmak, berbat etmek, mahvetmek,
ruin, damage, spoil
blight (isim) = (patates vb.) bitkileri vuran bir tür
hastalık
blind (fiil) = kör etmek, görmeyi / algılamayı
engellemek
blind to (sıfat) = 1) (bir şey)’e karşı kör; 2) (bir
durum)’u görmeyen / görmezden gelen
blister = kabarcık, su toplama
block = tıkamak, engellemek, kesmek, kapamak,
faaliyetini durdurmak, obstruct, cut off, zıt anl.=
let go, release
blockage = tıkama, tıkanma, blokaj, obstruction, zıt
anl.= release
blocking = 1) engelleme, blokaj, set çekme;
2) gruplandırma (bilimsel bir deneyde
denekleri benzer özelliklerine göre
sınıflandırarak inceleme)
blood cell = kan hücresi
blood clotting element = kan pıhtılaşmasını
sağlayan unsur
blood flow = kan akımı, kanın vücut damarlarındaki
veya bir yaradan dışarı akışı
blood pool = kan toplanması
blood pressure = kan basıncı, tansiyon
blood supply = (bir organın vs. beslenmesi için
gereken) kan miktarı, kan tedariği
blood test = kan testi
blood vessel = kan damarı
bloodshed = kan dökülmesi, kan dökme
bloodstream = kan akımı / dolaşımı
blow (fiil) = savurmak, üfürmek, (rüzgar) esmek
blow (isim) = (kafaya vs.) vurma, darbe
blow on (fiil) = (bir şey)’e doğru üflemek / esmek
blow out = üfleyerek söndürmek
blowout = yeni kazılmakta olan bir petrol veya
artezyen kuyusunda, derinlerdeki yüksek
basınç sebebiyle oluşan çok şiddetli püskürme
blues = ABD’de ortaya çıkmış, özellikle siyahi
insanlar arasında daha popüler olan, Afrika
halk müzikleri kökenli bir müzik tarzı
bluish =mavimsi
bluish-purple = mavimsi mor renk
blunt = köreltmek, etkisizleştirmek, dull, disable, zıt
anl.= sharpen
blur = bulandırmak
blurred vision = bulanık görme
22 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
board = (uçak, tren, otobüs, gemi gibi büyük
taşıtlara) binmek
boast of = 1) (kendisi) ile (aşırı) övünmek, brag;
2) (övünülecek bir şey)’e sahip olmak, own,
possess
bodily processes = vücut içindemeydana gelen
(kimyasal, fizyolojik vs.) prosesler / işlemler
body = organ, kurum, teşekkül
body composition = beden yapısı
body fluid = vücut sıvısı
body function = vücut fonksiyonu
body image = beden imgesi (insanın kendi
bedeniyle ilgili algı ve değerlendirmeleri içeren
imge)
body mass index = vücut kitle endeksi (insanın
vücut ağırlığının, boyunun karesine
bölünmesiyle bulunabilen ve zayıflık /
şişmanlık ölçütü olarak kullanılan bir endeks)
body weight = vücut ağırlığı
body-fluid system = vücut sıvıları sistemi
boil over = 1) kontrolden çıkmak; 2) kaynayarak
taşmak
bold = cesur, gözüpek, daring, zıt anl.= coward
bombard = bombalamak, (top vs. ile) dövmek
bond with = ile birleşmek, -e bağla(n)mak
bond yield = tahvil faizi
bonding = bağ, bağlanma, (hydrogen bond =
hidrojen bağı)
bone = kemik
bone fracture = kemik kırığı
bone marrow = kemik iliği
bonfire = şenlik ateşi
bony = kemiksi, kemikli
book = 1) (bilet, otel vs. için) reservasyon
yap(tır)mak; 2) (futbol vb. bir oyunda hatalı
oynayan bir oyuncuya) uyarı amaçlı (örn. sarı)
kart göstermek (ve ilgili oyuncuyu kayda
geçirmek), (expel = (örn. kırmızı kart
göstermek sureti ile (oyundan) ihraç etmek)
boom = canlılık, patlama, ani gelişme
boost = arttırmak, yükseltmek, destek olmak,
improve, increase, support, zıt anl.= prevent,
undermine, lessen, lower, reduce
booster = güçlendirici
booth = kabin, kulübe
border on (fiil) = (bir yer)’i çevrelemek, çevirmek,
enclose, surround
border (isim) = (ülke için) sınır
bore-hole = sondaj deliği
boring (isim) = sondaj
boring (sıfat) = can sıkıcı, sıkıntı veren, dull, tiresome
bother = sıkıntı, rahatsızlık, trouble, annoyance
bottled gas = tüp gaz
botulism = ağır bakteri zehirlenmesi
boulder = iri kaya parçası
bounce (fiil) = (ticari çekler için) karşılıksız çıkmak
bounce off (fiil) = (top vs. için) sek(tir)mek
bounce (isim) = (derinin çekilip bırakılması
sonrasında hemen) eski halini alabilmesi
özelliği
boundary = sınır
boundless = sınırsız, sonsuz, tükenmez, infinite,
unlimited, zıt anl.= limited, scarce
bountiful = cömert, generous
bourgeois = burjuva
bout = hastalık nöbeti, hastalık, fit
box kite = kutu uçurtma (şekil bakımından her yanı
açık bir kutuyu andıran uçurtma)
brain = beyin
brain activity = beyin aktivitesi
brain area = beyindeki bölgelerden herhangi biri
brain injury = beyin zedelenmesi
brain malady = beyin hastalığı
brain pathway = beyin yolu (beyinde bulunan sinir
yolları)
brain regions = beynin bölümleri
brain structure = beynin yapısı
brain wave = beyin dalgası
brain-imaging = beyin görüntüleme
brake = fren
branch off (fiil) = kollara / dallara ayrılmak, diverge,
subdivide
branch (isim) = dal, branş
branch out into = (başka yerleri vs. içine alacak
kadar) genişlemek, yeni alanlara açılmak,
bölünerek yeni işlere girişmek, expand, zıt
anl.= shrink
brand = marka
branding = marka yaratma
brand-new = yepyeni, gıcır gıcır
brave = cesaretle karşı koymak, göğüs germek
breadth = 1) (bir uçtan bir uca) tamamı; 2) en, width,
broadness
break = mola, ara, teneffüs
break away = kırılıp / kopup ayrılmak
break down = 1) parçalara ayırmak, analiz etmek,
analyze; 2) (motor vs. için) bozulmak, fail;
3) ruhen veya zihnen çökmek; 4) (kimyasal
olarak) yıkmak / ayrıştırmak
ÜDS Sözlüğü - 23
www.bademci.com
break into = 1) (zorla) girmek, force an entry;
2) birden (bir şey yapmaya) başlamak, burst
into
break off = (birdenbire) dur(dur)mak, ara vermek
break one’s promise = sözünü tutmamak, zıt anl.=
keep one’s promise
break out = patlak vermek, birden ortaya çıkmak,
erupt
break out of = (hapishane vs.)’den kaçmak, escape
(from)
break through = (bir yerden engelleri aşarak)
ilerlemek, zorla geçmek, pass through, force a
way through
break up = 1) (gösteri vs. türden bir etkinliği)
dağıtmak, bitirmek, sona erdirmek; 2) (daha
küçük) parçalara ayırmak / ayrılmak
breakdown = 1) sinir bozukluğu, ruhen çökme,
nervous breakdown; 2) bozulma, arıza,
collapse, failure
breaking = frenleme, fren yapma işlemi
breakthough = çığır açan şey, great innovation /
discovery
breakup = 1) (gösteri, organizasyon vs. için) dağılma,
bitme; 2) (daha küçük) parçalara ayrılma
breast = meme, göğüs
breast cancer = meme / göğüs kanseri
breastfeed = emzirerek beslemek
breastfeeding = emzirerek besleme
breathe = nefes almak
breathe life into = (bir şey)’e yaşam üflemek, (bir
yer)’i canlandırmak
breathless = nefesini tutmuş, nefes bile almayan
(heyecan ve ilgi ifade eder)
breathlessness = soluksuzluk, soluk alamama
breed = cins, tür
breed grounds for = (bir şey)’e zemin hazırlamak
breeding = yetiş(tir)me, üre(t)me, (bitki ve hayvan
türlerini) ıslah etme
breeding grounds = üreme / yuvalanma bölgesi
breeze = esinti
brew = gelişmek, yayılmak (kötü şeyler için)
brewing = demle(n)me
brick = tuğla
bridge = köprü kurmak, (açığı) kapatmak
bridge the gap between… and … =…ve …
arasındaki boşluğu kapatmak,… ile …
arasında köprü oluşturmak
brief = kısa, short
briefly = 1) kısa bir süre için, for a short time;
2) kısaca, shortly
bright = parlak
brilliance = deha, mükemmellik, genius, perfection
brilliant = dahice, parlak, harika, intelligent, bright,
wonderful
brilliantly = harika bir şekilde
bring in = 1) (sorun, para, gelir vs.) getirmek, cause,
earn; 2) (bir kişi)’yi veya (bir şey)’i (tanıdık bir
ortama) getirmek, sunmak, introduce
bring about = meydana getirmek, neden olmak, give
rise, produce, effectuate, account for, (The
new law brought about many complaints. =
Yeni yasa, pek çok şikayete neden oldu.)
bring down = 1) aşağıya çekmek, azaltmak;
2) yıkmak, yerle bir etmek
bring forth = yaratmak, meydana getirmek, yol
açmak, doğurmak, get, produce, yield
bring in = 1) (birisini veya bir şeyi tanıdık bir ortama)
getirmek, sunmak, introduce; 2) (para, gelir
vs.) getirmek, earn
bring into action = harekete geçirmek
bring no benefit = hiç yarar sağlamamak, hiç
faydası olmamak
bring off = başarmak, başarılı bir şekilde yapmak,
accomplish
bring on = ortaya çıkarmak, sebep olmak, produce
bring out = (bir şey) geliştirmek, ortaya çıkarmak,
neden olmak, develop, cause
bring over = 1) deniz aşırı bir yerden getirmek;
2) (birini kendi) değerlerine, inançlarına tekrar
döndürmek; 3) beraberinde getirmek, (My
mother said I could bring my friend over for the
night. = Annem, arkadaşımı gece yatıya
çağırabileceğimi söyledi.)
bring relief = rahatlatmak, yumuşatmak, alleviate,
moderate, zıt anl.= aggravate, worsen
bring through = (birinin bir hastalığı, zor durumu vs.)
atlatmasını sağlamak, save, pull through
bring to an end = son vermek, terminate, zıt anl.=
start, commence
bring to the fore = ön plana çıkartmak
bring to the notice = (bir kişi)’nin dikkatine sunmak,
farkına varmasını sağlamak
bring under control = (bir durumu) kontrol altına
almak
bring up = 1) gündeme getirmek, değinmek, refer
(to); 2) çocuk yetiştirmek, raise
bring up to = (bir toplama, miktara) ulaştırmak
brisk = canlı, hareketli, hızlı ve enerji harcatan
tarzda, energetic
broad = geniş, geniş çaplı
broadcast = (verici ile) yayınlamak
24 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
broaden = genişle(t)mek, expand, (Literature greatly
broadens a doctor’s horizons. = Literatür, bir
doktorun ufkunu önemli ölçüde genişletir.)
broadly = geniş çaplı, generally
broken generation = acılı nesil
broken spirit = (örn. yaşama azminin yitirilmesi
nedeniyle ortaya çıkan) moral çöküntüsü
bronchoscopy = bronkoskopi (soluk borusu ve
bronşların bir alet vasıtasıylamuayene
edilmesi)
Bronze Age = Tunç / Bronz Çağı (insanların bronzu
kullanmaya başladıkları, Anadolu içinM. Ö.
yaklaşık 3000-1200 yılları arasında kalan
dönem)
bruise = (deri ya da deri altı için) morarmak, morluk,
çürük, bere
brunt = yük, darbe, burden
Brussels = Brüksel (Belçika’nın başkenti olan ve
Avrupa Birliği’nin yönetim merkezlerinin
çoğunun yer aldığı kent)
brutally = vahşice, cruelly, barbarously, zıt anl.=
gently, humanely
bubble = kabarcık, baloncuk
bubonic plague = hıyarcıklı veba (özellikle pireler ve
fareler tarafından taşınan, 14. yy’daAvrupa
nüfusunun dörtte birine yakınının ölümüne
neden olan, yüksek ateş, halsizlik ve koltuk altı
ile kasık bölgelerinde kabarcık oluşumu ile
belirgin hastalık)
budget = bütçe
budgetary = bütçe ile ilgili
bug = (bir sistem ya da makinedeki) hata, arıza
build on = 1) üstüne çökmek, birikmek, (All the stress
builds on my psychology and makes me
depressive. = Bütün stress psikolojim üzerinde
birikiyor ve beni depresif yapıyor.); 2) daha da
ileri götürüp geliştirmek, (The author hopes to
build on the success of his previous bestseller
book. = Yazar, önceki çok satan kitabının
başarısını daha da ileri götürmeyi umuyor.);
3) üzerine kurulu olmak, (bir şey)’i esas almak,
be based on
build to a common standard = ortak bir standarda
göre yapmak / inşa etmek
build up = 1) oluş(tur)mak, form; 2) büyümek,
birikmek, accumulate, develop, amplify,
gather, zıt anl.= lessen
build up to a size = belli bir ebada kadar yapmak
building blocks = yapı taşları
building code = (binaların nasıl inşa edileceğini vs.
düzenleyen) imar yasası
building material = inşa / yapı malzemesi
build-up = birikme, accumulation
bulimia = 1) oburluk, aşırı yeme, hyperphagia;
2) bulimi (genellikle genç kızlar arasında
görülen, aşırı yemek yeme sonrasında kilo
alma korkusu sebebiyle kişinin kendi kendini
kusturması ile belirgin yeme bozukluğu),
bulimia nervosa
bulimia nervosa = bkz. bulimia 2
bulk = büyük hacim / kütle
bulldoze = (örn. buldozer ile) yıkmak, dümdüz
etmek
bullet-proof = kurşungeçirmez
bullfight = boğa güreşi
bump = çarpma, vurma
bumpy = tümsekli, engebeli
bundle = demet
burden = külfet, yük, strain
bureaucracy = bürokrasi
burglar = (ev, dükkan, araç vs. soyan) hırsız
burglary = ev / bina / araç soyma
burn = yakmak / yanmak
burn up = yakmak, yakarak tüketmek
burnish = cilalamak, parlatmak, polish, wax, zıt anl.=
tarnish
burst (fiil) = patla(t)mak
burst (isim) = 1) patlama ile fırlama / saçılma; 2) bir
anlık ve genellikle kısa süreli çok yüksek artış
bury = gömmek, toprak altında bırakmak
business ethics = iş ahlakı
business segments = iş alanları
business setting = iş ortamı
bustle = telaş etmek
buttocks = (genellikle çoğul kullanılır) kalça, kaba et,
popo
buy up = (bir şey)’in tamamını satın almak
by a third = üçte bir oranında, by one third
by any chance = tesadüfen, şans eseri
by any means = her ne şekilde olursa olsun
by far = çokça, ziyadesiyle, fersah fersah, far and
away
by implication = ima yoluyla
by means of = vasıtasıyla, yoluyla, aracılığı ile,
sayesinde, yöntemiyle, through
by nature = özü / doğası sebebiyle, doğası gereği
by no means = asla, katiyen, hiçbir şekilde, in no
sense, certainly not
by one account = bir görüşe / rapora göre…
by one third = üçte bir oranında, by a third
ÜDS Sözlüğü - 25
www.bademci.com
by reference to = (birşey)’e göre / ilişkin olarak
by this means = bu yolla, using this
by this time next year = gelecek yıl bu vakte kadar
bypass = etrafından dolanarak / yanından geçerek /
uğramadan aşmak, baypas etmek
bypass surgery = baypas ameliyatı (koroner bir
damardaki tıkanıklığı gidermek için ana
atardamar ve tıkanık damarın arasına
vücudun başka bir bölgesinden alınan damar
vasıtasıyla kan geçişi sağlanması)
by-product = yan ürün
bystander = seyirci, olaya karışmadan kenarda
duran kimse, witness
www.bademci.com
cage = kafes
caged = kafeslenmiş, kafese koyulmuş
calcium-rich = kalsiyum bakımından zengin
calendar = takvim
call = isimlendirmek, term
call for = (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek,
ask, require, (Great necessities call for great
leaders. = Büyük ihtiyaçlar, büyük liderler
gerektirir.)
call in at = (bir yer)’e uğramak
call in = davet etmek, invite
call into question = sorgulamak
call on = (birisinden bir şey yapmasını) istemek, (bir
şey yapması için) davet etmek, (birisini bir
işte) kullanmak
call out = 1) (yüksek sesle ad, numara vs.)
söylemek; 2) (göreve / iş başına / yardıma)
çağırmak
call sign = kod ad, designation
call upon = (yardım, destek vs. için) başvurmak,
çağrıda bulunmak
calm (down) (fiil) = sakinleş(tir)mek, pacify, zıt anl.=
excite
calm (isim) = sükunet, dinginlik
calorific value = kalori değeri
calory = kalori (bir atmosfer basınç altında, 1 gram
suyun ısısını 1 santigrat derece arttıran enerji
miktarı), calorie
Cameroon = Kamerun (Batı Afrika’da bir ülke)
camouflage = kamuflaj, gizle(n)me
campaign (fiil) = mücadele etmek, kampanya
yapmak
campaign (isim) = (seçim vs. için) kampanya
camphor = kamfor defnesinden elde edilen, kokulu,
beyaz veya şeffaf renkli, mumsu bir madde
can = (boya, tiner gibi şeylerin içine konduğu) kutu /
teneke, konserve kutusu
cancel out = ortadan kaldırmak, silip süpürmek,
offset, wipe out
cancer development = kanserin ortaya çıkması /
başlaması / gelişmesi
cancerous = kanserli
cancerous growth = kansere bağlı büyüme,
kansere bağlı olarak büyüyen doku vs.
cancer-related = kansere bağlı
cane = baston
canister = metal tüp
cannabis = Hint keneviri
cannibalism = yamyamlık (kendi türünü yeme)
cannot help = elinde olmamak, kendine hakim
olamamak, (I can’t help eating chocolate even
though I am on a diet. = Diyette olmama
rağmen, çikolata yemek konusunda kendime
hakim olamıyorum.)
canopy = ormanda ağaç tepelerinin oluşturduğu en
üst tabaka, gölgelik
Canton = Kanton, Guangdong (Çin’de bir liman kenti
ve aynı isimli eyaletin başkenti)
canvas = branda bezi, tuval, tuval üzerine yapılmış
resim
cap = başlık, kapak
capability = yetenek, kabiliyet, kapasite, ability,
capacity, zıt anl.= incompetence
capable of = (bir şey)’i yapabilir / yapmaya gücü
yeter, muktedir, able to, zıt anl.= incapable of,
unable to
capacity = kapasite, güç
Cape of Good Hope = Ümit Burnu
Cape Town = Cape Town (Afrika kıtasının en
güneyindeki Ümit Burnu’nda yer alan ve
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin yönetim
merkezlerinden biri olan kent)
capillary = kılcal damar
capital punishment = ölüm cezası, death penalty
capitalism = kapitalizm (üretim araçlarının
çoğunluğuna özel mülkiyetin sahip olduğu ve
işlettiği; yatırım, dağılım, gelir, üretim, mal ve
hizmet fiyatlarını piyasa ekonomisinin
belirlediği sosyal ve ekonomik sistem)
capitalize = büyük harfle yazmak
capitalize on = (bir şey)’den yararlanmak, benefit
from, exploit
Cappadocia = Kapadokya (antik dönemde Orta
Anadolu’nun geniş bir kısmını kapsarken,
günümüzde sadece Nevşehir ili sınırları içinde
kalmış olan ve volkanik oluşumları ile tanınan
bölge)
captivate = büyülemek, cezbetmek
C C C C C
ÜDS Sözlüğü - 27
www.bademci.com
captivating = dikkat çeken
captive = kapatılmış, esir
capture = 1) yakalamak, esir etmek, tutuklamak,
fethetmek, imprison, catch, zıt anl.= release;
2) fotoğrafını çekmek, take a photo of,
photograph; 3) (fotoğraf / resim için) (örneğin
bir anı) yakalamak, (With his camera he tried
to capture changes as they took place before
his eyes. = Fotoğraf makinesiyle gözünün
önündemeydana gelen değişimleri
yakalamaya çalıştı.); 4) saptamak, tespit
etmek, record
capture off-guard = hazırlıksız / savunmasız
yakalamak
carbon isotope ratio = karbon izotop oranı, CIR
carbon-emission tallies = karbon yayma çetelesi /
hesap tablosu
carcinogenecity = kanser yapma eğilimi
carcinoma = karsinoma (epitel dokuda ortaya çıkan
kötü huylu her tür kanser çeşidi; dört temel
kanser türünden biri)
cardboard = karton
cardiac = kalbe ait
cardiac arrest = kalp durması
cardiac rehabilitation = kalp rehabilitasyonu
(çalışma yeteneği azalmış olan kalbe, uygun
egzersiz uygulayarak tekrar eski güç ve
yeteneğini kazandırma)
cardiac sphincter = kardiyak sfinkter (yemek
borusunun en uç noktası ile mide arasında
kalan valf / kapakçık)
cardiovascular disease = kalp ve kan damarları
rahatsızlığı / hastalığı
cardiovascular health = kalp ve damar sağlığı
care about = 1) sevmek, hoşlanmak, be fond of;
2) (bir fikir vs.)’ye ilgi duymak / ile ilgilenmek
care for = 1) özen göstermek; 2) hoşlanmak
carefree = kaygısız, dertsiz, umursamaz
carefully = dikkatli / titiz bir şekilde
caregiver = hasta ya da çocuk bakıcısı, nurse,
attendant
careless = dikkatsiz, özensiz, zıt anl.= careful
cargo cult = kabile hayatı yaşayan topluluklarda,
gelişmiş ülkelerden gelen bir grupla ilk defa
karşılaştıklarında, özellikle onların birlikte
getirdikleri teknolojik aletlere duyulan hayranlık
ile bağlantılı olarak ortaya çıkan tapınma
eylemine verilen ad
cargo hold = kargo ambarı
Carib Indians = Karib Yerlileri (Güney Karayipler’de
yaşayan bir yerli halk)
caries = diş veya kemikte çürüme
carotenoid = insan, hayvan ya da bitkilerde bulunan,
genelde sarı ile kırmızı arasındaki doymamış
pigmentlerden herhangi biri
carpet = (tabanı) kaplamak
carriage = vagon, araba
carrier = taşıyıcı, porter
carry away = 1) ikna etmek, persuade;
2) heyecanlandırmak, excite; 3) götürmek
carry on = devam etmek, sürdürmek, continue,
persevere, conduct, zıt anl.= give up
carry out = yapmak, uygulamak, gerçekleştirmek,
yerine getirmek, accomplish, fulfil, implement,
perform, conduct, (The experiments were
carried out by Dr. Preston. = Deneyler Dr.
Preston tarafından gerçekleştirildi.), (She
carries out her duties efficiently. = Görevlerini
düzgün bir şekilde yerine getiriyor.)
carve = oymak
carving = oyma
case = 1) vaka, olay, event; 2) dava; 3) durum,
incident, situation
Caspian Sea = Hazar Denizi
cast (fiil) = (gölge) yapmak / düşürmek, (maden)
dökmek
cast (isim) = oyuncu kadrosu
cast-in-place = yerinde dökülmüş
casual = 1) tesadüfi, rastgele, gayriresmi, accidental,
incidental, informal, zıt anl.= deliberate, formal;
2) profesyonel olmayan, (bir şey)’i arada bir
yapan, zıt anl.= professional
catalysed by breakthroughs = yeni buluş /
keşiflerle güçlenmiş
catalyze = katalize etmek (özellikle bir kimyasal
reaksiyonu kolaylaştırmak / çabuklaştırmak)
catastrophe = felaket, (doğal) afet
catastrophic = feci, felaket getiren, disastrous
catch a yawn = başkası esnerken esnemeye
başlamak
catch the public attention = halkın dikkatini
çekmek
catch up on old times = (iki ya da daha fazla kişi
için) sohbet ederek, geçmişte yaşananları ya
da kaçırılan olayları öğrenmek
catch up to / with = (birinin ya da bir şeyin) (hızı)’na,
(seviyesi)’ne vs. yetişmek, draw near, zıt anl.=
fall behind
categorically = kategorik olarak / sınıflandırılarak
incelenmek suretiyle
categorize = sınıflandırmak, classify
28 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
cater = (özellikle düğün vs. için) yemek hizmeti
vermek
cater to French tastes = Fransız zevklerine hitap
etmek
catering = yemek tedarik etme
caterpillar = tırtıl
catheter = kateter (vücutta herhangi bir boşluk ya da
kanala sıvı vs. iletmek amacıyla kullanılan
ince, uzun tüp şeklinde araç)
Catholic = Katolik (Hristiyanlık dininin Katolik
mezhebi ile ilgili)
Catholicism = Katoliklik (Hristiyanlık’ta büyük bir
mezhep)
cattle = sığır
cattle-farming = sığır çiftçiliği
causality = nedensellik, sebep-sonuç ilişkisi
causation = (bir hastalık vs’ye) neden olan şey
cause (fiil) = neden olmak, yol açmak
cause (isim) = 1) amaç, gaye, hedef, dava, ülkü,
purpose, objective; 2) neden, sebep, reason
caution (isim) = 1) ihtiyat, alertness, attention, zıt
anl.= recklessness; 2) uyarı, ikaz, warning
caution (fiil) = uyarmak, ikaz etmek, warn
cautious = ihtiyatlı, tedbirli, sakıngan, careful,
prudent, zıt anl.= careless, thoughtless
cautiously = ihtiyatlı, tedbirli, dikkatlice, carefully,
thoughtfully, zıt anl.= carelessly, (The infected
wound was very cautiously drained, for it was
close to an artery. = Enfekte olmuş yara, bir
artere yakınlığı sebebiyle çok dikkatli bir
şekilde drene edildi.)
cave-sanctuary = mağara-mabet
cavity = oyuk, boşluk, (dişte) çürük
cavity-wall = arasında boşluk bulunan duvar
cease = (bir şey yapmayı) durdurmak, durmak, sona
er(dir)mek, stop, end, halt, quit, zıt anl.= begin,
continue
cease to need = ihtiyaç duymamak, ihtiyacı
olmamak
ceaselessly = durmaksızın
ceiling = (oda için) tavan, zıt anl.= floor
celebrate = övmek, kutlamak, praise
celebrated = ünlü, meşhur, şöhretli
celebrity = ünlü kimse
celestial = gök ile ilgili, göksel
celestial body = gök cismi
celestial observatory = gözlemevi, gökyüzü gözlem
merkezi
cell plate = bitki hücrelerinin ortasında oluşup
büyüyerek hücreyi ikiye ayıran ve daha sonra
hücre duvarına dönüşen yapı
cell-phone = cep telefonu, mobile phone
cellular hypoxia = hücresel oksijen azlığı
cellulose = selüloz (bitki hücrelerinin duvarını
oluşturan ve kağıt üretiminde kullanılan
madde)
censor = sansürlemek
census = sayım, nüfus sayımı
centenarian = (en az) yüz yıllık, yüz yıl yaşamış olan
central = merkezi, ana, main, fundamental, zıt anl.=
peripheral, minor, secondary
central Europe = OrtaAvrupa
centre of the brain = beynin merkezi
centre on / upon = (bir şey) üzerine yoğunlaşmak /
odaklanmak, focus on, concentrate on, zıt
anl.= disregard, overlook
century = yüzyıl, asır
ceramic = seramik (genellikle çömlek üretmek
amacı ile seramik çamurunun pişirilerek
sertleştirilmesi yolu ile elde edilenmalzeme)
cereal = 1) tahıldan yapılmış hazır yiyecek; 2) tahıl
cerebellum = (çoğul: cerebellums ya da cerebella)
serebellum, beyincik
cerebral = serebral, serebrum ya da beyinle ilgili
cerebral cortex = serebral korteks (beyinde
serebrumun girintili çıkıntılı üst katmanını
oluşturan, bilinç ve hafıza gibi fonksiyonlar ile
ilgili olan gri madde tabakası)
cerebrospinal fluid = serebrospinal sıvı (beyinomurilik
sıvısı)
ceremonial centre = törenmerkezi
certain = 1) belli, fixed; 2) kesin, sure; 3) bazı, some
certainly = kesinlikle, elbette ki, definitely, absolutely,
zıt anl.= probably
certainty = kesinlik, zıt anl.= uncertainty
cervical = boyun ile ilgili
cervical vertebrae = boyun omurları
Chad = Çad (Orta Afrika’da bir ülke)
chafe = (sürtme sonucu) yarala(n)mak /
berele(n)mek / kızar(t)mak
chain = zincir
chain of events = olaylar zinciri
chairman = başkan
chalk = tebeşir, kireçtaşı
challenge (fiil) = meydan okumak, kafa tutmak,
(gücünü, yeteneğini vs.) sınamak, confront
ÜDS Sözlüğü - 29
www.bademci.com
challenge (isim) = (insanameydan okuyan türden)
zorluk, başarılması zor iş, (Mount Everest
presented a challenge to Hillary. = Everest
Tepesi, Hillary için kendisinemeydan okuyan
zor bir hedefti.), (To build a bridge in one day
was a real challenge. = Bir günde bir köprü
inşa etmek başarılması zor bir işti.)
challenging = meydan okuyan, zorlayıcı, (gücünü,
yeteneğini vs.) sınayan
chamber = oda
chamber music = oda müziği (küçük bir grup
müzisyenin genellikle bir odanın içinde küçük
bir topluluk için çaldığı müzik)
chameleon = bukalemun (renk değiştirebilen bir
kertenkele türü)
chance error = tesadüfi / rastlantısal hata
chances = şans
change = değişiklik, değişim, alteration, modification,
variety
change into = (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert into
change one’s mind = fikrini değiştirmek
change over to = (bir şeyden bir şey)’e tamamen
değiş(tir)mek, (The country has changed over
from military to civilian rule. = Ülke askeri
rejimden sivil rejime döndü.)
channel (into) = kanalize etmek
Channel Tunnel = Manş Tüneli (Manş Denizi’nin
altından geçen, İngiltere ile Fransa’yı
demiryolu ile birbirine bağlayan tünel),
Eurotunnel
chaotic = karmakarışık, düzensiz, confused,
disorganised, zıt anl.= harmonious, orderly
chapter = (örn. bir hikayedeki) bölüm, kısım, section,
part
characteristic = karakteristik özellik, (bir kişi ya da
unsura) has özellik, feature
characteristic attitude = karakteristik davranış,
(kişiye) özgü davranış, tipik davranış
characterize = nitelendirmek, tanımlamak,
karakterize etmek, define, describe
charge (fiil) = 1) hücum etmek, saldırmak, hamle
yapmak, attack; 2) bir masrafı birinin hesabına
geçirmek / yazmak; 3) (bir silahı vs. belli bir
miktar patlayıcı ile) doldurmak
charge with = (bir şey) ile itham etmek / suçlamak
charge (isim) = 1) harç, ücret; 2) (elektriksel) yük
chariot = atlı savaş arabası
charity = hayır cemiyeti, yardım derneği
charm = cazibe, çekicilik
charming = hoş, cana yakın, çekici
charter (fiil) = bir uçağı, tarifesi dışında uçuş
gerçekleştirmek amacı ile kiralamak
charter (isim) = eski Avrupa’da şehir kuruluşu ve
yönetimi ile ilgili kuralları belirleyen belge
charter airline = uçuşlarını bir tarife olmaksızın,
kiralama veya özel sözleşmeler çerçevesinde
gerçekleştiren havayolu şirketi
cheating = kandırma, aldatma
check = kontrol etmek
check for = (bir şey bulmak) amacı ile kontrol etmek,
(check the building for gas leakage = binayı
gaz kaçağı bulmak amacıyla kontrol etmek)
check with = (bir kişi)’ye sormak, (bir kişi)’nin
onayını almak
checker = dama taşı
check-up = genel sağlık kontrolü
cheering = neşelendirici, keyif verici
chemical affinity = kimyasal çekim / cazibe /
yatkınlık
chemical energy extraction = (besinlerden vs.)
kimyasal enerji çıkarma / elde etme işlemi
chemical reaction = kimyasal tepki / reaksiyon
chemist = kimyacı, kimyager
chemotherapy = kemoterapi (özellikle kanser
hastalıklarında kimyasal maddelerle yapılan
tedaviye verilen genel ad)
cherished = değer verilen
chessboard = satranç tahtası
chest = 1) sandık, kutu, box; 2) göğüs
chest infection = göğüs enfeksiyonu
chestnut = kestane
chick = civciv
chiefly = başlıca, en çok, her şeyden önce, mostly,
above all
child abuse = çocuk istismarı
child labour = çocukların çalıştırılması
childbirth = doğum
child-guidance clinic = çocuklar için psikolojik
rehberlik ve ruhsal hastalıkların tedavisi gibi
hizmetler veren klinik
childhood blindness = çocuk körlüğü (A vitamini
eksikliği, kızamık, yenidoğanlarda göz
enflamasyonu, doğuştan gelen katarakt vb.
nedenlerle ortaya çıkan körlük)
chimpanzee= şempanze (alet kullanabilecek kadar
zeki olan ve genelde bu tür deneylere konu
edilenmaymun türü)
chip = çip (yarıiletken bir maddenin üzerinde
oluşturularak üretilen küçültülmüş elektronik
devre), integrated circuit
30 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
chip-making = elektronik devre / çip üretme
chlorine = klor (doğada genellikle keskin kokulu,
yeşilimsi sarı renkli, zehirli ve tahriş edici Cl2
(diklorin) gazı olarak bulunan element)
choice = seçenek, seçim, çare, alternative, option
choke on = (boğazı) tıka(n)mak, boğazına bir şey
kaçmak
choking = boğulma, soluk alamama
chromosomal = kromozomal, kromozomlar ile ilgili
chromosomal polymorphism = biyolojide belli bir
türün içinde, farklı kromozom sayılarına veya
şekillerine sahip bireylerinin bulunması
durumu
chromosome = kromozom (hücre çekirdeğinde,
üzerinde kalıtsal özellikleri belirleyen genleri
taşıyan, iplik şeklindeki oluşumlardan her biri)
chronic = kronik, süreğen
chronic bacterial infection = kronik bakteriyel
enfeksiyon
chronic bleeding = kronik kanama (uzun süre
devam eden kanama)
chronic disease = kronik hastalık (uzun süre devam
eden hastalık)
chronic infection = kronik enfeksiyon (uzun süre
devam eden enfeksiyon)
chronic insomnia = kronik uykusuzluk (uzun süre
devam eden uykusuzluk hali)
chronically = kronik olarak, süreğen şekilde
chronicle = tarihi olay kaydı
chunk = büyük bir parça, yığın
churchyard = kilise bahçesi / avlusu
cipher= şifre
circuit = elektrik devresi
circulate through = (bir şey)’in içinde deveran etmek /
dolaşmak, go about in, move around in
circulation = 1) dolaşım; 2) dağıtım miktarı, tiraj
circulatory = sirkülatuar, dolaşımla ilgili
circumference = daire çevresi, çevre ölçüsü
circumnavigate = denizden (örn. dünyanın) etrafını
dolaşmak
circumstance = olay, vaka, durum, koşul, keyfiyet,
situation, case, incident, condition
circumstances being what they are = şartlar böyle
olunca
cirrhotic = sirotik (siroz ile ilgili ya da ondan ileri
gelen)
citizen = vatandaş, yurttaş
citrus = narenciye, turunçgil
city-state= şehir devlet (kendi kendini yöneten ve
yakın çevresindeki topraklara da hakim olan
kent)
civet = misk kedi türünün genel adı
civic = yurttaşlık / vatandaşlık ile ilgili
civil disturbance = sosyal kargaşa, iç kargaşa
civil engineer = inşaat mühendisi
civil right = vatandaşlık hakkı
civil service job = devlet memurluğu
civil unrest = sosyal kargaşa, iç kargaşa, civil
disturbance
civil war = iç savaş
civilian law = medeni hukuk, civil law
civilization =medeniyet, uygarlık
civil-servant = devlet memuru, kamu görevlisi
claim (fiil) = talep / iddia etmek, demand, request, zıt
anl.= disclaim, deny
claim (isim) = iddia, talep, hak talebi, assertion,
demand, request, zıt anl.= disclaimer
clarify = açıklığa kavuşturmak, make clear, illuminate
clarity = açıklık, berraklık, netlik
class = sınıf, tabaka, zümre, caste
class hierarchy = sosyal sınıf hiyerarşisi (bireylerin
birbirinden üstün / aşağı olmasını belirleyen ve
sosyal sınıf farklarından kaynaklanan düzen)
classical period = klasik dönem (bir uygarlığın veya
bir sanat dalının tarihsel süreç içerisinde hem
gelenekselci, hem de yüksek seviyede olduğu
ve genellikle günümüzde en tanınmış
eserlerinin çoğunu verdiği dönem), classic
period
classical rules = klasik bilim kuralları (örn. izafi veya
kuantum olmayan, doğada genellikle basit
yöntemlerle gözlemlenebilen olayları basitçe
açıklamakta kullanılan kurallar ve kanunlar)
classics = klasikler, klasik eserler
classify = sınıflandırmak, break down, sort, group
clattering = (makine için) dişli, krank, pres gibi
hareketli ve takırdayan parçalar içeren,
takırdayan
clavicle = köprücük kemiği
clay = kil
clean bill of health = sağlık raporu (bir hekim ya da
hekimler kurulu tarafından düzenlenen ve bir
kişinin sağlıklı olduğunu belgeleyen rapor)
cleanse = temizlemek, arıtmak, yıkamak, clean,
wash, zıt anl.= pollute
clear = açık, bariz, aşikar, net, belirgin, obvious, zıt
anl.= unclear
ÜDS Sözlüğü - 31
www.bademci.com
clear away = 1) kaybolmak, disappear; 2) ortadan
kaldırmak, remove
clear out of = (bir yer)’den sıvışmak, tüymek, slip out
of
clear up = 1) (hastalık) gidermek, geç(ir)mek,
iyileş(tir)mek, heal, cure; 2) tamamen
temizlemek, ortadan kaldırmak, remove
clearly = açıkça, açık ve net olarak, obviously
clearly defined = şekli / hatları açıkça belirgin
clever = zeki(ce), akıllı(ca), smart
client = müşteri
cliff = uçurum, sarp kayalık
climate = 1) durum; 2) iklim; 3) eğilim
climatic = iklimsel, mevsimsel
climatic control = iklim kontrolü (iklimleri ve
mevsimleri anlamayı ve kontrol etmeyi
amaçlayan araştırma alanı)
climatologist = iklim bilimci (iklimleri inceleyen bilim
insanı)
climax = zirve, doruk
cling to = (bir şey)’e yapışmak / sıkıca sarılmak, zıt
anl.= let go of
clinical trial = klinik deneme / çalışma
clinician = klinisyen (klinik öğreti ve uygulamada
uzmanlaşmış hekim)
clip tightly = (mandal, klips vs. ile) sıkıca kapatmak
/ kıstırmak
clockwork = genellikle dişliler ve benzer hareketli
parçalar içeren bir sistem ile çalışan
clog (fiil) = tıkamak
clog (isim) = kan pıhtısı
clogging = (damar için) tıkanma, tıkanıklık
cloned sheep = klonlanmış koyun
cloning = klonlama (yapay olarak tek bir hücreden
birbirine benzeyen canlı meydana getirme)
close down = (bir işyerini vs.) kapatmak, shut down
close in on / upon = (bir şey ya da kişi)’ye (sinsice)
yaklaşmak, approach
close on = (genellikle rakamlardan önce kullanılır)
hemen hemen, yaklaşık, close to
close up = 1) (bir şey)’i tıkamak, kesmek, kapamak,
faaliyetini durdurmak, block, shut; 2) (birbirine)
yaklaşmak, come closer
closed basin lake = kapalı havza gölü (akarsular
tarafından beslenmeyen ve suları akarsular
yolu ile denize ulaşmayan göl)
closed circuit = 1) kapalı devre (ana şebekeye bağlı
olmayan veya internet, televizyon, radyo yayını
gibi herhangi bir dış sistem ile bağlantısı
bulunmayan); 2) herhangi bir kopukluk
olmaksızın, elektrik akımının tam bir döngü
içinde dolanabileceği elektrik devresi
closedown = kapanma, shutdown, zıt anl.= opening
closely = yakın şekilde, yakından, sıkı sıkıya,
dikkatlice, tightly, strongly, carefully, zıt anl.=
remotely, distantly
closer scores = birbirine daha yakın (daha az farklı)
skorlar
clot = pıhtı, emboli, emboli
clothe = kaplamak
clothing chain stores = hazır giyim mağazaları
zinciri
cloud complex = bulut kompleksi (birlikte hareket
eden bir bulut öbeği)
cloudy fluid = bulanık sıvı
club football = kulüpleşmiş / profesyonel futbol
clue = ipucu, işaret, hint, sign, evidence
clumsy = hantal, kaba, biçimsiz, awkward, ungainly
cluster = küme, grup, dizi, group
clutch = (yumurtalar için) bir kerede / bir gebelikte
yumurtlanmış
CO2 = karbon dioksit (doğada genellikle gaz halinde
bulunan, canlıların solunum ile dışarı verdikleri
bileşik), carbon dioxide
coal-derived = kömürden elde edilen
coalesce into = birleşmek, birleşip bir bütün
oluşturmak, fuse into, (There is a tendency for
separate industrial systems to coalesce into
large units. = Ayrı endüstriyel sistemlerin
birleşip büyük birimler oluşturması yönünde bir
eğilim mevcuttur.)
coal-mining = kömür madenciliği
coast = kıyı, sahil, shore
coastal = kıyıya / sahile ait
coastline = kıyı boyu, sahil şeridi
coating = kaplama
co-author = (kitabın / yayının vs.) yazarlarından her
biri
cobalt = kobalt (ferromanyetik özelliği olan, sert ve
gümüşi-beyaz birmetal)
cobbled = kaldırım taşı döşeli
coconut = hindistan cevizi
code = 1) kanun, yasa, law; 2) kod, şifre
coenzyme = koenzim (bazı enzimlerin aktivitesi için
gerekli olan organik ya da mineral bazlı, küçük
molekül)
cognitive = bilme / kavrama / idrak ile ilgili
cognitive function = kognitif fonksiyon (algılama,
öğrenme ve mantıksal bir temele oturtma
işlemlerinin psikolojik sonucu olarak ortaya
çıkan durum)
coherent = tutarlı, uygun, ahenkli, mantıklı,
consistent, rational, zıt anl.= incoherent
32 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
cohesion = bütünlük, birleşme, bağlılık
coin (fiil) = 1) madeni para basmak; 2) sözcük / söz
türetmek
coin (isim) = madeni para, sikke
coincide with = (bir şey) ile rastlaşmak, (aynı
zamana) denk gelmek, coexist, accompany,
zıt anl.= differ, deviate
coincidental = rastlantısal, tesadüfi
Cold War = Soğuk Savaş (2. Dünya Savaşı
sonrasında oluşan, Sovyetler Birliği ileABD
önderliğindeki Batı devletleri arasında yaşanan
savaşsız gerginlik ve düşmanlık ortamı)
colitis = kolit (kolon iltihabı)
collaborate with = (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber
çalışmak, cooperate with
collaboration = birlikte çalışma, işbirliği, cooperation
collagen = kolajen (bağ doku liflerinin yapısını
oluşturan ana protein)
collapse (fiil) = göçmek, çökmek, yıkılmak, fall in, fall
down, topple, fail, zıt anl.= succeed, triumph
collapse (isim) = göçme, çökme, yıkılma, fall in,
downfall, topple, failure, zıt anl.= success,
triumph, (These flimsy houses are liable to
collapse in a heavy storm. = Bu çerden çöpten
evler sert bir fırtınada yıkılmaya yatkın
görünüyorlar.)
collapse on oneself = kendi içine / üstüne çökmek
collar = yaka, boyunluk, tasma
colleague = meslektaş, iş arkadaşı, peer
collect = toplamak, biriktirmek
collection = toplama, koleksiyon
collective = kolektif, ortaklaşa, joint, shared, zıt anl.=
individual, solo
collective burial = toplu gömü / mezar
collectively = toplu olarak, hep beraber, ortaklaşa,
jointly, zıt anl.= individually
collector = koleksiyoncu
collide = çarpışmak, çarpmak, clash, crash
collision = çarpışma, çatışma
collusion = gizli anlaşma, secret aggrement
colonial = sömürgeye ait
colonial power = sömürgeci güç (dünya çapında
kolonilere / sömürgelere sahip devlet)
colonist = koloni kuran, kolonide yaşayan
colonization = kolonizasyon, sömürgeleştirme
colonize = 1) sömürgeler kurmak; 2) koloni
oluşturmak, kolonize olmak (aynı tür
mikropların besi yerinde yer yer kümeler
oluşturması)
colony = koloni, sömürge
colorectal cancer = kolorektal kanser (kolon ve
rektum kanseri)
colossal = kocaman, kaba saba, bulky
colour = saptırmak, önyargı katmak, distort
colour scheme = renk düzenlemesi
coma = koma (dış uyaranlar ya da uyarmalara yanıt
vermeyen derin bilinçsizlik / baygınlık durumu)
combat with / against (fiil) = savaşmak, mücadele
etmek, fight with / against, struggle with /
against, zıt anl.= surrender (to), compromise
combat (isim) = savaş, muharebe
combat stress = savaş / muharebe nedeniyle
oluşan stres
combination = birleşme, birleşim, birleştirme,
mixture, unification, zıt anl.= dissolution
combinatorics = kombinatorik (matematikte
sayıların, harflerin ve nesnelerin araştırılması
ile ilgili alan)
combine = birleş(tir)mek, unite, embody, zıt anl.=
separate
combustion = yanma, tutuşma
combustion driven = yanma ile çalışan
come about = meydana gelmek, ortaya çıkmak,
olmak, take place, arise
come across = rastlamak, tesadüf etmek, encounter,
meet, zıt anl.= avoid
come along = 1) gelmek, ulaşmak, birlikte gelmek;
2) ortaya çıkmak
come by = 1) önceden haber vermeden (birisinin)
yanına uğramak, drop by; 2) elde etmek,
edinmek, acquire
come down = (fiyat için) inmek, düşmek
come from = 1) (bir şey)’den kaynaklanmak, result
from; 2) (bir yer)’den gelmek, (oralı) olmak, ( I
come from Manisa. = Manisalıyım.)
come in = 1) gelmek, ulaşmak, (haber vs. için)
alınmaya başlamak, ortaya çıkmak, arrive,
appear; 2) (şu versiyonlarda / şekillerde / renk
seçeneklerinde / tiplerde) bulunmak, (These
pencils come in seven different color choices.
= Bu kalemler yedi farklı renk seçeneğinde
bulunmaktadır.)
come into being = ortaya çıkmak, belirmek, come
into existence, come to life, emerge
come into close contact with = (bir şey) ile yakın
temasta bulunmak
come into force = yürürlüğe girmek, uygulanmaya
başlamak, go into effect
come into high favour = çok tutulmaya başlamak
come into prominence = ünlenmek, tanınmak,
become well-known
ÜDS Sözlüğü - 33
www.bademci.com
come on = sahneye / ortaya çıkmak, appear, show
up, zıt anl.= go off, disappear
come onto = (piyasaya, pazara) çıkmak
come out = görünmek, açıklığa kavuşmak, appear,
become clear
come out against = (bir şey)’e karşı çıkmak, oppose
come over = (kısa bir yol kat ederek veya ziyaret
için) gelmek
come round = (operasyon sonrası) toparlanmak,
kendine gelmek
come through = (beklendiği gibi) ulaşmak / varmak,
arrive (as expected)
come to an end = sona ermek, cease, terminate
come to be = olagelmek (örn. come to be known =
bilinegelmek)
come to be regarded as. . . = (bir şey) olarak
değerlendirilmeye / görülmeye başlamak
come to believe = inanır hale gelmek
come to pass = olmak, gerçekleşmek, happen,
become real
come to possess = (bir yolunu bulup da) sahip
olmak, ele geçirmek
come to smo’s aid = birisi’nin yardımına gelmek
come to the attention of = (bir kişi)’nin dikkatini
çekmek
come to the fore = ön plana çıkmak
come up = ortaya çıkmak / meydana gelmek,
happen, zıt anl.= submerge, sink, disappear,
(A light wind came up. = Hafif bir rüzgar
başladı.)
come up with = (genellikle olumlu bir plan, fikir vs.)
ileri sürmek / ortaya atmak, (karşılık, yanıt, fikir
vs.) bulmak, ortaya atmak, önermek, (çözüm
vs.) ile ortaya çıkmak, think of, suggest, (He
has come up with some brilliant scheme to
double his income. = Gelirini ikiye katlayacak
çok parlak bir plan buldu.), (The committee
came up with an interesting plan. = Komite
ilginç bir plan ortaya attı.)
comeback = (geri) dönüş
comet = kuyrukluyıldız
comfort = rahatlık
comfort care = rahatlatıcı bakım
comfortable = rahat, konforlu
comfortably = kolaylıkla, rahatça, well, at ease,
happily, (We could live fairly comfortably with
our father’s salary. = Babamın maaşı ile
rahatça geçiniyorduk.)
comic book = çizgi roman
coming our way = yolumuza çıkan
command = hakim olmak, etkisi altına almak,
kumanda etmek, influence, rule, be dominant
over, zıt anl.= follow
commemorate = anmak, anısını yaşatmak, honour,
immortalise
commence = başlamak, begin, start, initiate, set out,
zıt anl.= cease, finish, terminate
commendable = övgüye değer, praiseworthy, zıt
anl.= unworthy
comment on (fiil) = fikrini söylemek, yorumda
bulunmak, express, remark
comment (isim) = yorum
commentator = yorumcu, eleştirmen, (bir
müsabakayı, olayı) nakleden kişi
commerce = ticaret, trade
commercial = ticari
commercial interests = ticari çıkarlar
commercially viable = ticari olarak üretilebilir /
yapılabilir
commission (fiil) = atamak, görevlendirmek,
ısmarlamak, assign, delegate, order
commission (isim) = görev, atama, komisyon
commissioner = komisyon / kurul üyesi
commit = 1) söz vermek, taahhüt etmek, pledge;
2) (suç vs.) işlemek; 3) (intihar) etmek, (He
committed suicide. = O intihar etti.)
commit oneself to = 1) kendini adamak, bağlanmak,
devote oneself to; 2) söz vermek, promise
commit to = (hapishane, akıl hastalıkları hastanesi
gibi bir yer)’e kapatmak
commitment = 1) vaat, taahhüt, söz, yükümlülük,
bağlılık, dedication, devotion, pledge,
obligation, duty, promise; 2) (hapishane, akıl
hastalıkları hastanesi gibi bir yere) kapat(ıl)ma
commodity = (ticari) mal, eşya, good
common = olagelen, yaygın, prevalent, current,
widespread, zıt anl.= rare, uncommon
common person = sıradan insan, halktan insan,
commoner, zıt anl.= nobleman
common sense = sağduyu
commonly = çoğunlukla, usually, zıt anl.= rarely,
seldom
commonly evident = birçok insan tarafından bilinen
commonplace = sıradan, olağan, bayağı, usual,
ordinary, zıt anl.= exceptional, rare
communal = toplumsal, halka ait
communal meal programme = toplumsal yemek
programı
communicate with = (birisi) ile haberleşmek / iletişim
kurmak, be in touch with
34 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
communication = iletişim, haberleşme
communicative = iletişim ile ilgili
community = 1) topluluk, toplum, halk, society;
2) yerleşim yeri
community mental health centre = halka açık akıl
sağlığımerkezi
compact = sıkıştırarak küçültmek
compact into = yoğunlaşarak / sıkışarak (bir şey)’e
dönüşmek
companionship = arkadaşlık, eşlik
comparable to = (bir şey) ile karşılaştırılabilir /
kıyaslanabilir, (bir şey)’e benzer, equivalent to
comparatively = oransal olarak, nispeten, relatively
compare favourably with = (bir şey) ile
karşılaştırıldığında daha iyi / üstün durumda
olmak
compare with = (bir şey) ile karşılaştırmak /
kıyaslamak, liken to
compare well with = (bir şey)’e benzemek, (bir
şey)’den farksız olmak
compared to / with = (bir şey) ile karşılaştırıldığında,
in comparison to / with
comparison = karşılaştırma, ilişki, benzerlik, relation,
similarity
compartment = bölüm, kısım, bölme
compass = pusula
compatibility = uyumluluk, harmony, agreement, zıt
anl.= incompatibility
compatible = birbiriyle uyumlu, well-matched, zıt
anl.= incompatible, discordant
compel = zorlamak, mecbur etmek, force, oblige
compelling = zorlayıcı, compulsive, zıt anl.= flexible
compelling urgency = (kişiyi önlem almaya)
zorlayan acil durum
compensate for = telafi etmek, make up for, (Nothing
can compensate for the death of a loved one.
= Hiçbir şey sevilen bir kişinin ölümünü telafi
edemez.)
compete with / against = (birisi / bir şey) ile rekabet
etmek / yarışmak, rival with / against
compete among themselves = kendi aralarında
yarışmak / rekabet etmek
competency = yeterlik, kifayet, yetenek, ability
competent = 1) (dil, yetenek vs. için) iyi seviyede;
2) yetenekli, ehil, capable, able, zıt anl.=
incompetent, unable
competition = rekabet, yarışma
competition skiing = (profesyonel) kayak yarışı
competitive = 1) rekabetçi, rekabete dayanan;
2) iddialı; 3) yarışma amaçlı
competitive power = rekabet gücü
competitive spirit = rekabetçi ruh
competitor = rakip, rival
compile = derlemek, oluşturmak, collect,
accumulate, zıt anl.= disperse
complacency = kendinden hoşnut olma, selfsatisfaction,
zıt anl.= agony, suffering
complacent = kendinden hoşnut, self-satisfied, zıt
anl.= troubled, uneasy
complain= şikayet etmek, yakınmak
complaint = şikayet, yakınma, grievance
complement = tamamlayıcı, supplement
complete (fiil) = tamamlamak, bitirmek, finish
complete (isim) = bütün, eksiksiz, whole
complete blood (cell) count = tam kan sayımı
(belirli bir miktar kan içerisindeki kan
hücrelerinin tam sayılarını bulmaya yönelik bir
laboratuvar testi)
completely = tamamen, bütünüyle, entirely, totally, zıt
anl.= partly, partially
complex = karmaşık, complicated, zıt anl.= simple,
straightforward
complexity = karmaşıklık, çapraşıklık, complication,
zıt anl.= simplicity
compliance with = (kanun ya da kural)’a uygunluk
complicated = karmaşık, anlaşılması güç, complex,
intricate, zıt anl.= simple
complication = 1) karışıklık, zorluk, sorun;
2) komplikasyon (bir hastalığın seyir veya
tedavisi sırasında diğer bir hastalığın ya da
bozukluğun ortaya çıkması)
comply with = uymak, uygun davranmak, itaat etmek,
conform to, abide by, zıt anl.= disregard, resist
component = unsur, öğe, parça, eleman, ingredient,
part
composition = 1) bir maddenin yapı ve bileşimi,
kompozisyon, structure; 2) kompozisyon, kısa
düzyazı, essay
compost = bitkilerin veyamutfak artıklarının
çürümesiyle elde edilen gübre
compound (fiil) = birikmek, eklenerek çoğalmak,
combine
compound (isim) = (kimyasal) bileşik, karışım
comprehend = 1) (tam olarak) anlamak, kavramak,
grasp, (As the patient failed to comprehend
the seriousness of his situation, the surgeon
made up her mind to frankly talk to his
relatives. = Hastanın, durumunun ciddiyetini
kavrayamaması sebebiyle doktor, onun
yakınlarıyla açıkça konuşmakta karar kıldı.);
2) kapsamak, içine almak, include
ÜDS Sözlüğü - 35
www.bademci.com
comprehensive = kapsamlı, geniş, etraflı, inclusive,
overall, in depth, zıt anl.= exclusive, narrow,
limited
compress (fiil) = sıkıştırmak, bastırmak, pressurize,
condense, zıt anl.= expand
compress (isim) = 1) sıkıştırma, bastırma;
2) kompres (yara üzerine bastırılan bez /
pamuk vs.)
compress application = (yara vs.) üzerine kompres
uygulama
compression = sıkıştırma
comprise of = kapsamak, içermek, (bir şeyler)’den
oluşmak, oluşturmak, teşkil etmek, constitute,
consist of, make up
comprised of = (bir şey)’den oluşan, (bir şey)’den
ibaret
compromise (fiil) = 1) (karşılıklı ödün vererek)
uzlaşmak, agree; 2) (bir işin sonucunu)
tehlikeye atmak, riske sokmak
compromise (isim) = (karşılıklı ödün vererek)
uzlaşma, uyuşma, orta yol bulma, agreement,
settlement
compromised = zayıf düşmüş, weak
compulsive = zorlayıcı, compelling, zıt anl.= flexible
compulsive behaviour = kompülsif davranış (bir
kişiyi, özellikle anlamsız bir şeyi tekrarlayıcı
tarzda yapmaya zorlayan davranış biçimi)
compulsively = önüne geçilmez bir şekilde,
obsessively, zıt anl.= flexibly
computational = hesap ile ilgili, hesap içeren
compute = hesaplamak
Computed Tomography = bilgisayarlı tomografi, CT
computer virus = bilgisayar virüsü (bir bilgisayarın
yazılım veya donanımlarına zarar vermek
amacı ile oluşturulmuş bilgisayar programı)
computer-generated image = bilgisayar yardımıyla
oluşturulmuş görüntü
computing = hesaplama, bilgisayar kullanımı
conceal = saklamak, gizlemek, hide, zıt anl.= reveal
conceivable = akla yatkın, makul, reasonable, zıt
anl.= inconceivable
conceive = 1) anlamak, kavramak, algılamak,
düşünmek, tasarlamak, think, consider,
devise, (Not very many people can conceive
the works of modern art. = Modern sanat
eserlerini anlayabilen pek fazla insan yoktur.);
2) gebe kalmak, get pregnant
conceiving = gebe kalma, getting pregnant
concentrate in = (bir şey)’in içinde toplanmak,
birikmek
concentrate on = (bir şey)’e odakla(n)mak /
yoğunlaş(tır)mak, focus on
concentration = 1) yoğunluk, density, intensity;
2) yoğunlaşma, odaklanma, intensification,
focusing
concentration gradient = konsantrasyon / yoğunluk
farkı
concentric rings = (bir hedef tahtasında olduğu gibi)
eşmerkezli (iç içe geçmiş) halkalar
concept = konu, kavram
conception = 1) kavram, düşünce, görüş, concept,
idea, notion; 2) gebe kalma, gebelik,
pregnancy
conceptual = kavramsal
concern (fiil) = ilgilendirmek, endişelendirmek
concern (isim) = 1) ilgi, ilgilenilen şey, interest, zıt
anl.= indifference, neglect; 2) kaygı, worry,
(There is a lot of public concern over
dangerous toxins recently found in some food.
= Yakın zamanda bazı besinlerde tespit edilen
tehlikeli toksinler ile ilgili büyük bir toplumsal
kaygı var.)
concerned with = (bir şey) ile ilgili / alakalı
concerning = (bir şey / kişi) ile alakalı / ilgili olarak,
(bir şey / kişi)’yi ilgilendiren, regarding, relating
to
concession = imtiyaz, privilege
conclude = 1) sonuç çıkarmak, determine;
2) bitirmek, sonuçlandırmak, complete
conclusion = 1) karar, decision; 2) sonuç, netice,
çıkarım, result, outcome, deduction
conclusive = 1) kesin, son, nihai, definite, final, zıt
anl.= questionable, uncertain; 2) ikna edici,
inandırıcı, convincing, zıt anl.= unconvincing
conclusively = 1) kesin olarak, nihai olarak, definitely,
finally, indisputably, zıt anl.= questionably, (A
case of malpractise is difficult to prove
conclusively. = Hekim hatası, kesin olarak
kanıtlanması zor bir durumdur.); 2) ikna edici /
inandırıcı bir şekilde, convincingly, zıt anl.=
unconvincingly
concrete = 1) somut, actual, solid, tangible, zıt anl.=
abstract, intangible, (What sort of concrete
evidence do you have to show us? = Bize
gösterecek ne gibi somut delilleriniz var?);
2) beton
concurrence = 1) aynı zamana rastlama; 2) uyum,
ahenk
concussion = bayılma ile sonuçlanacak kadar
şiddetli darbe
condemn = kınamak, ayıplamak, suçlu bulmak,
blame, zıt anl.= acquit
condense = 1) yoğunlaş(tır)mak, koyulaş(tır)mak,
concentrate; 2) özetlemek, abridge
36 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
condition (fiil) = 1) şartlandırmak, etkilemek, equip,
adapt; 2) şart koşmak
condition (isim) = 1) hal, durum, situation; 2) şart,
koşul, requirement; 3) rahatsızlık, hastalık
conditional = koşullara bağlı, contingent, zıt anl.=
unconditional
condor = Güney Amerika akbabası
conduct (fiil) = 1) (deney, araştırma vs.) yürütmek,
yönetmek, uygulamak, administer, carry out,
perform; 2) iletmek, götürmek, yön vermek,
transmit, convey
conduct (isim) = davranış, tavır, hareket tarzı,
behaviour, attitude
conduction = ısının, katı maddeler içerisinde
parçacıktan parçacığa geçerek iletilmesi
conductive = iletken, geçirgen
conductivity = iletkenlik
conductor = (orkestra için) şef
conduit = kanal, oluk
cone = 1) renge duyarlı görsel reseptör hücreler;
2) koni, kozalak, koni biçimli herhangi bir
nesne
confer a benefit to smo = birine bir yarar / menfaat
sağlamak
confer on = (biri)’ne (ünvan vs.) vermek,
bahşetmek, render, bestow
confer with = danışmak, consult
confide to = (bir işin) sorumluluğunu (biri)’ne
vermek, entrust
confide to / in = (biri)’ne sırrını açmak
confidence = güven, itimat, trust, zıt anl.= distrust
confident = güvenli, emin, sır paylaşılabilir,
kendinden emin, trustworthy, sure of oneself
confidential = gizli, secret, zıt anl.= open, public
confidentiality = gizlilik
confidently = güvenle, fearlessly
configuration = düzenleniş, dizilim, düzen,
düzenleme, şekil
configure = değiştirmek, ayarlamak
confine to = 1) (bir alan)’a hapsetmek, imprison in;
2) (yatağa, eve vs.) bağlamak, tutmak, (bir
şey) ile sınırlandırmak, limit to, restrict to
confined to = 1) (bir şey) ile sınırlı, (yatağa, eve vs.)
bağlı, limited to, restricted to; 2) hapis,
imprisoned, (The problem of
underdevelopment does not appear to be
confined only to a few African countries. = Az
gelişmişlik sorunu yalnızca birkaç Afrika ülkesi
ile sınırlı gibi görünmüyor.)
confined to bed = yatağa bağlı / mahkum, yatalak,
bedridden
confinement = hapsedilme, kapatılma
confirm = teyit etmek, doğrulamak, validate, affirm,
substantiate, zıt anl.= deny, disprove
confiscation = zorla el koyma, müsadere, haciz,
istimlak, kamulaştırma, seizure
conflict with (fiil) = (birisi) ile çatışmak / çekişmek,
clash with, disagree with, zıt anl.= agree with,
conform to
conflict (isim) = anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma,
disagreement, fight, zıt anl.= accord, peace
conflicting = (birbiriyle) çatışan, çelişen, üzerinde
anlaşılamayan, ihtilaflı, contradictory
conform to / with = (bir şey)’e uymak / uygun
davranmak, comply with, abide by, zıt anl.=
object to, oppose, conflict with
conformation = şekil, yapı, shape
conformational = yapısal, şekilsel
confront = (olumsuz bir şey) ile yüzleşmek,
(istenmeyen bir şey / bir kişi) ile karşı karşıya
gelmek / karşılaşmak, face, challenge, zıt
anl.= avoid, retreat from
confrontation = karşı karşıya gelme, çatışma
confuse = 1) (kavramları) birbirine karıştırmak, mix
up; 2) aklını karıştırmak, şaşırtmak, puzzle, zıt
anl.= clarify
confused = şaşkın, sersem, kafası karışık,
bewildered
confusion = 1) kafa karışıklığı, şaşkınlık, perplexity,
zıt anl.= clarity; 2) düzensizlik, disorder, zıt
anl.= order
congenital = doğuştan olan, (When John was 17, he
died of congenital heart disease. = John, 17
yaşındayken, doğuştan gelen bir kalp hastalığı
sebebiyle öldü.)
congested = kan toplanmış, tıkanık, kalabalık
congestion = tıkanıklık, sıkışıklık, izdiham, blockage
congestive = kan veya su toplanması ile ilgili
congressional = kongre kaynaklı
conjecture = varsayım, tahmin, assumption,
supposition, guess, (The exact figure for the
damage is a matter for conjecture. = Hasarın
gerçek / tam miktarı tahmine kalmış.)
conjointly = birlikte, beraber
conjure up = akla getirmek, anımsatmak,
uyandırmak, evoke
connect with = 1) (bir şey) ile birleş(tir)mek; 2) ilgi
kurmak; 3) (taşıtlar için) aktarmalı hat içinde
olmak / bulunmak
Connecticut = Kuzeydoğu ABD’de bir eyalet
connection = bağlantı, alaka, relationship
conquer = fethetmek
ÜDS Sözlüğü - 37
www.bademci.com
conquest = fetih, sefer, zafer, campaign, victory
conscience = vicdan
conscious = bilinçli, farkında, bilinci yerinde, alert,
aware, zıt anl.= unconscious, unaware
conscious memory = bilinçli hafıza (bir kişinin bilinci
açıkken hatırlayabildiklerinin toplamı)
consciousness = bilinç, farkında olma hali
conscript = zorunlu olarak orduya katılan asker
consecutive = art arda, peş peşe, successive
consecutively = ardışık olarak, arka arkaya,
successively
consensus = oy / görüş birliği, unanimous vote /
opinion
consequence = sonuç, semere, (bir şeyin ardından
gelen) etki, result, effect, zıt anl.= cause,
source
consequent on = (bir şey)’in sonucunda ortaya çıkan,
sonucu olan
consequently = sonuç olarak, dolayısıyla, bu
nedenle, accordingly, subsequently, as a
result, therefore
conservation = muhafaza etme, koruma, doğal
kaynakları ya da çevreyi koruma, (One of the
aims of TEMA Foundation is to make people
realise the importance of conservation. =
TEMA vakfının amaçlarından biri de
insanların, çevreyi korumanın önemini fark
etmelerini sağlamaktır.)
conservative = 1) muhafazakar, tutucu; 2) (tedavi,
ameliyat vb. durumlarda) aşırı / ağır tedavi
girişimlerine başvurmayan, koruyucu, organ
bütünlüğünü koruyan
conserve = korumak, (enerji, güç vs.) saklamak,
dikkatli / tutumlu kullanmak, economise (on),
zıt anl.= waste
consider = 1) (öyle olduğuna) inanmak, assume,
regard, deem; 2) düşünmek, akılda tartmak,
think about; 3) dikkate almak, göz önünde
tutmak, take into account; 4) üzerinde
düşünmek, think over
consider to be = (bir şey) olarak görmek / kabul
etmek, consider as
considerable = önemli, hatırı sayılır, büyük, hayli,
fazla, sizable, substantial, zıt anl.= little,
insignificant
considerably = epeyce, oldukça, significantly, quite a
lot, zıt anl.= slightly, (Large windowsmake the
car feel considerably bigger. = Büyük
pencereler arabayı oldukça büyük gösteriyor.)
considerate = düşünceli, saygılı, thoughtful, zıt anl.=
inconsiderate
considerately = düşünceli bir şekilde, thoughtfully,
zıt anl.= inconsiderately, thoughtlessly
consideration = ilgi, düşünce, özen, solicitude, zıt
anl.= unconcern, disregard
considering (that) = . . . dikkate alındığında, (bir
şey)’e gelince, (bir şey) konusunda, as
regards
consist of = (bir şey)’den meydana gelmek / ibaret
olmak, be made up of
consistent = tutarlı, coherent, steady, undeviating, zıt
anl.= changing, inconsistent
consistently = tutarlı / değişmez bir şekilde,
invariably, zıt anl.= divergently
consortium = konsorsiyum (ortak bir çıkar için
oluşturulmuş organizasyon)
conspicuous = göze çarpan, dikkat çeken,
obtrusive, prominent, zıt anl.= inconspicuous,
unseen
conspicuous consumption = gösteriş için tüketim
conspiracy = komplo, entrika, plot
constant = 1) sürekli, devamlı, continuous, perpetual,
relentless, zıt anl.= terminable; 2) sabit,
değişmez, invariable, unvarying, stable, fixed,
zıt anl.= variable
constantly = devamlı, sürekli, invariably, continually,
perpetually, zıt anl.= rarely, seldom, never
constellation = takımyıldız, burç
consternation = hayret, şaşkınlık, dehşet
constipation = konstipasyon (peklik, kabızlık)
constituent = öğe, unsur, element, factor, zıt anl.=
aggregate, whole
constitute = 1) oluşturmak, comprise, make up;
2) kurmak, tesis etmek, establish
constitution = anayasa
constitutional = 1) kendiliğinden sahip olunan (örn.
doğuştan gelen), inherent; 2) anayasal
constriction = 1) sık(ıl)ma, büz(ül)me, contraction,
shrinkage, zıt anl.= expansion, swelling;
2) boğaz, dar geçit
construct = 1) kurmak, yapmak, form, compose;
2) inşa etmek, build
construction = inşaat, yapı
constructive = yapıcı, yardımcı, positive, helpful, zıt
anl.= destructive
consult smo over smt = birisine, bir şey hakkında /
konusunda danışmak, confer smo on smt,
seek advice from smo about smt
consultancy = danışmanlık, müşavirlik
consultation = danışma, müzakere, conference,
discussion
38 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
consume = 1) (yiyecek, içecek vs.) tüketmek, eat,
drink; 2) bitirmek, tüketmek, harcamak, use
up, deplete, zıt anl.= add, restock
consumer = 1) tüketici; 2) piyasada bulunan /
herkesin satın alabileceği (şey)
consumer spending = tüketici harcamaları
consumption = tüketim, yeme-içme
contact = temasa / bağlantıya geçmek, dokunmak
contagious = bulaşıcı, infectious
contain = 1) kontrol altına almak, kontrol altında
tutmak, control, zıt anl.= spread, (Our priority
is to contain the spread of this fatal disease. =
Önceliğimiz bu ölümcül hastalığın yayılmasını
kontrol altına almaktır.); 2) kapsamak,
içermek, include, zıt anl.= exclude, leave out
contained in = içinde olan, kapsamında bulunan
container = (şişe, sandık, varil gibi her türden) kap
contaminate with = ile kirletmek, (hastalık vs.)
bulaştırmak, pollute with, infect with, zıt anl.=
cleanse of, purify of
contaminated with = kirlenmiş, (hastalık vs.)
bulaşmış, polluted with, infected with
contamination = 1) bulaştırma, bulaşık, kirlenme,
pislik, pollution, blemish; 2) (radyasyon vs.
sızıntısı nedeniyle oluşan) kirlilik
contemplate = 1) (bir şey) üzerinde düşünmek,
düşünüp taşınmak, tasarlamak; 2) seyretmek
contemporary = 1) (birisinin) çağdaşı (olan), aynı
çağda (yaşamış olan); 2) çağdaş, güncel,
yaşıt, modern, current, zıt anl.= archaic,
ancient
content = 1) içerik, composition; 2) memnun, hoşnut,
happy, satisfied
contentment = tatmin, memnuniyet, hoşnutluk,
satisfaction, zıt anl.= discontentment,
dissatisfaction
contest = 1) yarışma, mücadele, çekişme,
competition, challenge, zıt anl.= cooperation;
2) karşı çıkmak, itiraz etmek
contestant = yarışmacı
context = bağlam, içerik, çevre ve koşullar
Continent = (the Continent şeklinde kullanılır)
Avrupa Kıtası
continent = kıta
continental = kıtasal
continental drift = kıta kayması (kıtaların,
birbirleriyle olan jeolojik etkileşimleri
çerçevesinde yer değiştirmeleri), continental
shift
continental plate = kıta plakası (yerkabuğunun,
birbirlerinden büyük fay hatları ile ayrılmış
parçalarından her biri)
continual = sürekli, devamlı, kesintisiz, constant,
perpetual
continually = devamlı, sürekli, constantly, perpetually
continuation = devam, sürdürme
continuously = daima, sürekli olarak, constantly,
perpetually, zıt anl.= never, rarely
contour = düzey çizgisi, yükselti eğrisi, dış hatlar
contract (fiil) = 1) (hastalık) kapmak, (hastalığa)
yakalanmak / tutulmak, catch, obtain, pick up,
zıt anl.= infect, give, transmit; 2) kas(ıl)mak,
büz(ül)mek
contract (isim) = kontrat, sözleşme
contracting rule = anlaşmada / sözleşmede
uyulması gereken kural
contraction = kasılma, daralma, büzülme,
constriction, tightening
contradict = aksini söylemek, yalanlamak, çelişmek,
ters düşmek, oppose, deny, zıt anl.= agree
contradiction = çelişki, aykırılık, tutarsızlık, conflict,
inconsistency, zıt anl.= agreement
contradictory = çelişkili, tutarsız, conflicting,
inconsistent, zıt anl.= confirming, consistent
contraption = mekanizma, tertibat, cihaz, gadget,
(In the utility room of our primary school there
were a model human body, some simple
machines and various other contraptions to
facilitate our learning. = Okulumuzunmalzeme
odasında bir insan vücudu maketi, bazı basit
makineler ve öğrenmemizi kolaylaştıracak
başka pek çok cihaz vardı.)
contrary = ters, karşıt, zıt, aksi, opposite, (It is
impossible to reconcile such contrary
viewpoints. = Böylesine karşıt bakış açılarını
uzlaştırmak imkansız.)
contrary to = karşın, aksine, as opposed to
contrast = karşıtlık, zıtlık, fark, difference, distinction,
zıt anl.= similarity, likeness
contrasting = (birbirine) zıt olan, farklı, karşıt,
different, distinct, zıt anl.= similar, alike
contribute to = katkıda bulunmak, support, help
contribution to = katkı, (He was awarded a prize for
his contribution to world peace. = Dünya
barışına yaptığı katkı nedeniyle bir ödüle layık
görüldü.)
contributor = (gazete, dergi vs. de) yazı yazan
kimse
contrive = düzen kurmak, dolap çevirmek
control group = kontrol grubu (bilimsel bir deneyde,
karşılaştırma yaparak deneyin etkisini daha iyi
anlayabilmek amacı ile ikiye ayrılan
deneklerden, üzerinde deney yapılmayan
grup), zıt anl.= test group
ÜDS Sözlüğü - 39
www.bademci.com
controllable = denetlenebilir, kontrol edilebilir
controversial = tartışma konusu olan, tartışmalı,
ihtilaflı, debatable, zıt anl.= uncontroversial,
unquestionable
controversy = tartışma, çekişme, anlaşmazlık,
debate, argument, dispute, zıt anl.=
agreement, unanimity
contusion = ezik, bere, çürük, bruise
convection = sıvı veya gaz dalgalanması yoluyla ısı
iletimi
convection stream = ısınıp yükselme ve soğuyup
alçalma sebebiyle oluşan akım / akıntı
convenience = uygunluk, rahatlık, elverişlilik,
comfort, facility, suitability
convenient = elverişli, kullanışlı, müsait, uygun,
useful, suitable, zıt anl.= inconvenient
convention = uygulama, gelenek, practice, tradition
Convention on Long-Range TransboundaryAir
Pollution = 1983’ten beri yürürlükte olan, uzun
mesafeli uçuşların uluslararası hava
sahalarında yarattığı kirliliği kontrol altına
almayı amaçlayan uluslararası antlaşma
conventional = geleneksel, konvansiyonel, traditional,
(The country has the ability to use
conventional as well as nuclear weapons. =
Ülkenin hem konvansiyonel hem de nükleer
silah kullanma kapasitesi var.)
conventional wisdom = genel kanı
conventional X-ray machine = geleneksel röntgen
cihazı
conventionally = konvansiyonel / geleneksel olarak,
traditionally
conversely = tersine, aksine, contrarily
conversion = dönüşüm
convert into = değiştirmek, dönüştürmek, çevirmek,
transform, turn into, change into
convertible = değiştirilebilir, çevrilebilir, versatile, zıt
anl.= inflexible, rigid
convey = 1) iletmek, taşımak, pass along;
2) bildirmek, express
conveyor = taşıyıcı bant
convict of = suçlu bulmak, mahkum etmek, declare
guilty of, zıt anl.= acquit of, release
convince of = inandırmak, ikna etmek, persuade, talk
into
convincing = inandırıcı, ikna edici, conclusive,
credible, zıt anl.= far-fetched, unconvincing
convincingly = doyurucu / inandırıcı bir şekilde,
satisfactorily
cool = serinle(t)mek
cool down = soğumak
coolant = serinletici, soğutucu
cooling = soğutma, serinletme
cooperate with = (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber
çalışmak, collaborate with
cooperation = işbirliği, beraber çalışma, collaboration
coordinate = bir arada idare etmek, manage
coordination = koordinasyon (örn. kasların
birbirleriyle uyum içinde çalışması)
cope with = (bir sorun vs.) ile baş etmek, başa
çıkmak, üstesinden gelmek, deal with,
manage, handle, tackle, zıt anl.= mismanage
copious = bol, çok, bereketli
copper = bakır
copper-veined = bakır veya bakır renkli damarlı
copyist = kopya katibi (el yazması kitapları kopya
ederek çoğaltan kişi)
coral = mercan
coral reef = mercan kayalığı / resifi
core = iç, öz, esas, merkez, centre, nucleus, zıt anl.=
exterior
core body temperature = vücut iç sıcaklığı (bir
canlının vücudunun iç kısımlarının normal
çalışma sıcaklığı)
core material = çekirdek malzeme (üzerine kaplama
yapılanmalzeme)
core sample = derinden alınan numune
core-mantle = çekirdek ve manto arasında veya
mantonun çekirdeğe yakın kısmında
co-researcher = aynı araştırma ekibinden insanların
birbirlerine olan durumu, ekip arkadaşı
cork = şişe mantarı
coronary = koroner, kalbin etrafındaki damarlarla
ilgili
coronary artery disease = koroner arter hastalığı
(damar geçidindeki daralma nedeniyle kalp
kasına yeterli kan gidemediği için, kalp kas
hücrelerinin yeterli oksijeni temin edememesi)
coronavirus = koronavirüs (üst solunum yollarında
akut enfeksiyona sebep olan bir tür virüs)
corporate = (genellikle anonim şirket halinde)
şirketleşmiş, şirkete ait
corporate earnings= şirket kazançları
corporation-owned = şirket(ler) tarafından sahip
olunan / işletilen
corporatisation = şirketleşme, büyük şirketlere
dönüşme
correctivemeasure = düzeltici / iyileştirici önlem
correlate = karşılıklı ilişkisi olmak
correlation = karşılıklı ilişki, korelasyon
40 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
correspond to = (bir şey)’e karşılık gelmek / tekabül
etmek
correspondence = mektuplaşma, yazışma
corresponding = karşılık olan, tekabül eden
corrosion = korozyon (metalmalzemenin
oksitlenme veya başka kimyasal etkilerle
aşınması)
corrupt = yoz, rüşvetçi, dishonest
corruption = yolsuzluk, bozulma, yozlaşma,
rüşvetçilik, dishonesty
cortical area = kortikal bölge (beyinde serebrumun
girintili çıkıntılı üst katmanını oluşturan, bilinç
ve hafıza gibi fonksiyonlar ile ilgili olan gri
madde tabakası)
cosmic radiation = kozmik radyasyon (uzay
ortamında bulunan, kaynağı güneş ve diğer
gök cisimleri olan radyasyon)
cosmic ray = kozmik ışın (uzay ortamında seyreden,
güneş veya diğer gök cisimleri kaynaklı yüklü
parçacıklar)
cosmically recent past = evrenin yaşına göre yakın
geçmiş
cosmos = evren, kainat, universe
cost = mal olmak, fiyatı / bedeli . . . olmak
cost-conscious = mali hassasiyet / maliyet kaynaklı
hassasiyet
cost-effective = uygunmaliyetli
costly = maliyetli, pahalı, expensive, zıt anl.= cheap,
inexpensive
cost-overrun = maliyet artışı
costwise = maliyet açısından
cottage = küçük ev, kulübe, shack, hut
cough = öksürük
Council of Ministers = Bakanlar Konseyi (Avrupa
Birliği içerisinde belirli bir konu ile ilgili bir
düzenleme gerektiğinde her üye ülkenin ilgili
bakanının katılımı ile oluşan ve ürettiği
yönergelerin, üye ülkelerin iç hukukunun
üzerinde olduğu konsey)
councillor of state = eyalet meclisi üyesi
counsel (fiil) = öğütlemek, öğüt vermek, advise,
suggest
counsel (isim) = dava vekili
counsellor = danışman, rehber
count (fiil) = (geçerli) say(ıl)mak, geçmek, be valid
count (isim) = 1) sayım; 2) kont (bir asalet ünvanı)
counter = karşı gelmek, karşılık vermek, gidermek,
respond, oppose, ward off
counterbalance = karşılıklı olarak dengelemek
countermeasure = karşı tedbir
counterpart = akran, muadil, karşılık, peer
counterproductive = amaca hizmet etmeyen, ters
etkisi olan
countertechnology = karşı teknoloji, (During cold
war, against the USA’s ICBM’s
(intercontinental ballistic missile), the Soviet
army’s countertechnology was a fairly effective
ECM (electronic countermeasure) system that
they developed. = Soğuk savaş sırasında
ABD’nin kıtalararası balistik füzelerine karşı
Sovyet ordusunun karşıteknolojisi, kendilerinin
geliştirdiği oldukça etkili bir elektronik
savunma sistemi idi.)
counterweight = denge sağlayıcı ağırlık
counting = (sayı) sayma
countless = sayısız, innumerable, myriad, zıt anl.=
few, limited, (Once, there were countless
ridiculous arguments among public that AIDS
was confined to heterosexuals. = Bir zamanlar,
toplumda AIDS’in heteroseksüeller ile sınırlı
olduğuna dair sayısız saçma fikir
bulunmaktaydı.)
countryman = vatandaş, hemşehri
countryside = sayfiye, kırsal alan
country-wide = ülke çapında
couple with = bağlamak, birleştirmek, bağlantı
kurmak, connect with / to, link with / to, zıt
anl.= separate from, detach from
couple = çift, karı koca
course = 1) gidişat, süreç, progress; 2) ders, kurs;
3) yön, rota, route
course of history = (the course of history şeklinde
kullanılır) tarihin akışı
court = mahkeme, tribunal
court appearance = duruşmaya çıkma, duruşmada
hazır bulunma
court proceeding = duruşma, celse, hearing
court-case = dava
cover = 1) örtmek, kaplamak, encase; 2) kapsamak,
içermek, involve, encompass, zıt anl.= leave
out
coverage = 1) haber konusu olma, işlenme;
2) kapsama alanı
covering = zar, örtü, membran, membrane
covert = gizli (genellikle casusluk vs. ile ilgili)
crack (fiil) = 1) (şifre) kırmak, çözmek, decipher,
solve; 2) çatla(t)mak, yar(ıl)mak
crack (isim) = çatlak, yarık
cracking = çatla(t)ma, (şifre için) kırma
cradle = 1) beşik (bir medeniyetin vs. doğduğu ve
geliştiği yer); 2) beşik (bebeğin yatırıldığı
sallanır yatak)
ÜDS Sözlüğü - 41
www.bademci.com
craft = 1) hava, deniz veya uzay taşıtı, tekne, gemi,
vessel; 2) zanaat, meslek (daha çok esnaf ve
sanatkarlar için)
crash (into) (fiil) = (bir şey)’e çarpmak, kaza yapmak
crash (isim) = (hisse fiyatları vs. için) ani ve kötü
sonuçlar yaratan düşüş, yıkılma
crash-landing = çarpma, çarparak inme
crater = krater (düşen bir meteorun oluşturduğu
büyük çukur)
crave = çok istemek, (bir şey)’e can atmak, aşermek,
die for, zıt anl.= detest
crave attention = ilgi çekmek / istemek
craving = şiddetli arzu / özlem, aşerme
crawl = emeklemek, sürünmek
crawl up = sürünerek tırmanmak
crayfish = kerevides (ıstakoza benzer ama daha
küçük bir deniz veya tatlı su hayvanı), crawfish
craze = geçici moda
create = yaratmak, oluşturmak, produce
creating value out of nothing = hiç yoktan değer
yaratma
creatinine = kreatinin maddesi (keratin
metabolizmasının son ürünü olarak idrarla
atılanmadde)
creation = (örn. iş alanları) yaratma, ortaya çıkarma
creativity = (sanatsal vs.) yaratıcılık
creature = yaratık
credibility = inanılırlık, güvenilirlik, reliability
credible = inanılır, güvenilir, believable, reliable, zıt
anl.= incredible, unreliable
credit to = (bir şeyin icadını vs. biri)’nemal etmek,
onun yaptığına inanmak, (The invention of the
electric guitar is credited to him. =
Elektrogitarın icadı onamal edilir.)
credit = 1) kredi; 2) saygınlık, övgü
creepy-crawly = sürünerek veya yere yakın ilerleyen
crevice = yarık, çatlak
crew = tayfa, mürettebat, takım
crew vehicle = insanlı araç
crime = suç
crime against humanity = insanlığa karşı suç
(katliam, soykırım benzeri büyük ölçekli suç)
criminal = 1) suç oluşturan, suça ait; 2) suçlu;
3) (mahkemenin türü için) ceza, ağır ceza
criminal act = suç oluşturan davranış, suç, crime
criminal justice system = ağır ceza hukuku / adalet
sistemi
criminal trial = ceza davası
criminal use = suça yönelik kullanım
crinkle = buruş(tur)mak, kırış(tır)mak, wrinkle
crippling stiffness = (kaslarda vs.) aksamaya /
sakatlığa neden olan sertlik / kaskatılık
crisis = (çoğul: crises) kriz
criterion = (çoğul: criteria) ölçüt, kriter
critic = 1) eleştirmen; 2) eleştiri, görüş,
değerlendirme
critical = 1) kritik, ciddi, yaşamsal, hayati, çok önemli,
significant, vital, crucial, essential, zıt anl.=
insignificant, trivial; 2) (görüş, yaklaşım vs.
için) eleştirel
critical case = kritik vaka
criticize = eleştirmek
crocodile = timsah
Croesus = Kroisos (Antik Lidya’nın son kralı)
Crohn’s disease = Crohn hastalığı (kronik iltihaplı
bağırsak hastalığı)
crop = ekin, ürün, mahsul, harvest
crop yield = ürün verimi
cross over = (sınır, nehir vs. için) (karşı tarafa)
geçmek, pass beyond, go across
crossroad = kavşak
crossroads = kesişim noktası, kavşak noktası
crossword puzzle = kare bulmaca
crowd = (bir yer)’i (toplanarak) doldurmak,
(toplanarak) kalabalık yaratmak
crowded = kalabalık
crowding = kalabalıklaşma, sıkışıklık
crown = taç
crucial = can alıcı, kritik, çok önemli, pivotal, vital, zıt
anl.= trivial, insignificant, (It is crucial that
everyone strictly obeys the rules during the
experiment. = Deney sırasında herkesin
kurallara harfiyen uyması hayati önem
taşımaktadır.)
crucially = can alıcı bir şekilde, essentially,
significantly
crude = 1) ham, çiğ, pişmemiş, raw; 2) basit, kaba,
coarse; 3) cahil(ce), primitive
crudely = ham / olgunlaşmamış bir biçimde, kabaca,
cahilce, artlessly, inexpertly, zıt anl.= artfully
cruising speed = seyir hızı
crumble = parçalanmak, ufalanmak, dağılmak
crusade against (fiil) = mücadele etmek, savaşım
vermek, kampanya yapmak, struggle against,
fight, campaign against
crusade against (isim) = 1) haçlı seferi; 2) yoğun ve
kararlı mücadele, savaşım
crush = ezmek, bastırmak, yok etmek, harap etmek,
suppress
42 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
crushed pebble = ufalanmış çakıl taşı
crust = kabuk, dış tabaka
cry out for = bağırarak (yardım vs.) çağırmak, call
out for
crystalline solid = atomları veyamolekülleri
geometrik bir düzen içerisinde yer alan katı
madde
CT scan = bilgisayarlı tomografi taraması,
Computed Tomography scan
culminate = 1) sonuçlanmak, end, zıt anl.= begin,
start; 2) doruğa varmak, climax
culmination = 1) doruk, zirve; 2) son, bitiş
culprit = suçlu, guilty, offender, zıt anl.= innocent
cult = kült, tapınma
cultivate = geliştirmek, zenginleştirmek, yetiştirmek,
(toprağı) işlemek, develop, enrich
cultivate = işlemek
cultivation = yetiştirme
culture = 1) kültür; 2) (bir bakteri vs. için) kültür
analizi yapılması
cultured = kültürlü
cumulative = kümülatif, toplu olarak
cup = (genellikle su ya da benzeri bir şeyi taşımak /
tutmak amacı ile avuç içlerini derinleştirerek)
(eli) bardak / fincan şekline sokmak
curable = tedavi edilebilir, zıt anl.= incurable
curb = kısıtlamak, sınırlamak, gem vurmak, restrain,
limit
cure (fiil) = iyileştirmek, tedavi etmek, remedy,
relieve, treat
cure (isim)= şifa, tedavi, çare, ilaç, remedy, relief
cured = tuzlanmış, salamura
curiosity = merak
curious = 1) tuhaf veya benzersiz olması nedeniyle
ilgi çeken; 2) meraklı
current (isim) = akıntı, akım
current (sıfat) = 1) şimdiki, halihazırdaki,
contemporary, present, güncel; 2) cari
currently= şu sıralarda, bu günlerde, hâlihazırda
curriculum = (çoğul: curricula) ders programı,
müfredat
curtail = azaltmak, kısaltmak, decrease, shorten, zıt
anl.= increase, prolong
curve upwards = yukarı doğru bombe yapmak
cushion = yastık
cushion of air = hava dolu yastık
custom = gelenek, adet, tradition
customary = alışılmış, adet olan, accepted, common,
zıt anl.= unusual, abnormal
customize = isteğe göre küçük değişiklikler yapmak,
modifiye etmek, modify, alter, zıt anl.= keep,
preserve
cut (fiil) = kesmek, kısmak, azaltmak, kesinti yapmak
cut (isim) = kesinti, kısıntı
cut a pitiable figure = acınacak bir tipi olmak / tip
çizmek
cut back on = (özellikle tasarruf amacıyla bir şey)’de
kısıntı yapmak, azaltmak, cut down on
cut down on = (bir şey)’i kısmak / azaltmak, reduce,
restrict, decrease, economise on, zıt anl.=
increase, waste
cut free from = (bağlayan bir şeyi) keserek (başka bir
şey)’i serbest bırakmak, serbest kalmak
cut off = (nefes / yol) kesmek, tıkamak, block
cut off from = (aile vs.)’den ayrı kalmak / ayırmak,
ilişkisini kesmek, separate, zıt anl.= reunite
with
cut out = (belli bir biçimde) kesip çıkarmak, (bir
metinden vs.) çıkarmak, silmek, cut off
cut size = kesim boyutu
cut the price by half = fiyatı yarıya indirmek / yarı
yarıya azaltmak
cutting-edge = yenilikçi, en gelişmiş, lider
cyanide poisoning = siyanür zehirlenmesi
cycle = dalgalanma, döngü, siklüs
cyclic = periyodik olarak ortaya çıkan, dönemsel
cycling = bisiklete binme
cyclone = siklon, kasırga, hortum
cylinder bearing = silindirli rulman (yatak ilemil
yuvası arasındametal silindirler bulunan
rulman)
cynical = alaycı
cytochrome oxidase = sitokrom oksidaz (hücrenin
solunumunda önemli bir rolü olan bir tür
enzim)
cytologic = hücreye ilişkin
cytoplasm = sitoplazma (hücre içi sıvı)
www.bademci.com
daily = gündelik, günlük, day-to-day
daily life = gündelik hayat, day-to-day life
dairy = süt ürünleri
dairy farming = mandıracılık
dam = baraj
damage (fiil) = zarar / hasar vermek, bozmak, harm
damage (isim) = hasar, zarar, yara, harm, injury,
wound
damming a river = bir akarsu üzerine baraj kurma
işi
damp = nemli, rutubetli, moist, wet
danger = tehlike, risk, hazard, risk
dangerously underweight = (hayatını) tehlikeye
sokacak derecede zayıf
Dante = 1265-1321 yılları arasında yaşamış ve ünlü
İlahi Komedya’nın yazarı olan İtalyan şair
dare to = (bir şey)’i göze almak, (bir şey)’e cesaret
etmek, venture
daring = cüretkar, gözüpek
dark energy = karanlık enerji (kozmolojide, bütün
uzayı etkileyen ve evrenin genişleme hızını
arttırıcı bir etkisi olduğu kabul edilen hipotetik
bir enerji türü)
dark matter = karanlık madde (astrofizikte, ışık
yaymadığı ve yansıtmadığı için doğrudan
algılanamayan, varlığı, çevresindeki diğer
materyal üzerindeki kütleçekimsel etkisi yolu
ile tespit edilebilenmaddeye verilen ad)
dart = 1) füze; 2) ani ve hızlı hareket
dash away / off = acele ile çıkıp gitmek
dashed = (ümit, plan vs. için) suya düşmüş, boşa
çıkmış
data access = veri erişimi
database = veritabanı
date = tarihle(n)mek
date back to = (belli bir yıl vs.)’ye tarihlenmek,
tarihine uzanmak, date from, date to, be dated
to
date from = tarihinden kalmak, tarihinden başlamak
dating = tarihleme, tarih tutma, tarihlendirme
daunting = yıldırıcı, göz korkutucu, discouraging
dawn = doğuş, gün ağarması, şafak sökmesi, (dawn
of civilization = uygarlığın doğuşu)
day-care = gündüz çocuk bakımı
daydreaming = hayal kurma, hayallere dalma
daytime = gündüz
day-to-day = gündelik
D-Day = II. Dünya Savaşı’nı sona erdirdiği kabul
edilen Normandiya Çıkartması’nın yapıldığı
gün (6 Haziran 1944)
DDT = bazı bölgelerde tarım ilacı olarak kullanılan
zehirli bir kimyasal,
dichlorodiphenyltrichloroethane
dead space air = solunum esnasında akciğere
ulaşmayan bölgelerde (burun, soluk borusu
vs.) kalan hava
deadly = öldürücü, fatal
deafness = sağırlık
deal blows to = (bir şey)’e darbeler vurmak
deal with = 1) (bir ey)’i idare etmek, üstesinden
gelmek, cope with, tackle, manage; 2) (bir ey)’i
ele almak, ilgilenmek, get involved in, manage,
zıt anl.= disregard, ignore
dealings = iş, alışveriş, iş ilişkisi, ilişki, business,
relations
death penalty = ölüm cezası, capital punishment
death rate = ölüm oranı
Death Valley = Ölüm Vadisi (ABD’nin Kaliforniya ve
Nevada eyaletleri arasında yer alan, en alçak
noktası deniz seviyesinden 86 metre aşağıda
olan, kurak bir havza)
debate (fiil) = tartışmak, müzakere etmek, argue,
discuss
debate (isim) = tartışma, müzakere, argument,
discussion
debellation = fetih
debilitate = kuvvetten düşürmek, zayıflatmak, takatini
kesmek, incapacitate, undermine, weaken, zıt
anl.= invigorate, strengthen
debilitating = güçten düşüren, zayıflatan,
incapacitating, zıt anl.= invigorating
debris = döküntü, yıkıntı, enkaz
debris disk = döküntü halkası
debt relief = borcun hafifle(til)mesi, borç indirimi
debut = (sahneye) ilk çıkış, başlangıç
decade = on yıl
D D D D D
44 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
decanter = (genellikle alkollü içkiler için) sürahi
olarak kullanılan boyunlu şişe
decay (fiil) = çürü(t)mek, decompose
decay (isim) = 1) yıkılma, çürüme, bozulma, azalma,
collapse, corrosion, degeneration, decline;
2) (radyoaktif) bozunma
decay-causing = çürümeye neden olan
deceit = aldatma, aldanma, hile, düzen, deception,
fraud, zıt anl.= honesty
deceive = aldatmak, kandırmak, mislead, delude
decelerate = hızını azaltmak, zıt anl.= accelerate
decent = saygın, makul, aklı başında, muntazam,
respectable, acceptable, proper, zıt anl.=
indecent
deception = aldatma, aldanma, hile, düzen, deceit,
fraud, zıt anl.= honesty
deceptive = aldatıcı, yanıltıcı, false, misleading, zıt
anl.= straightforward, upright
deciduous = (bitki için) yaprak döken
decipher= şifresini / anlamını çözmek
decision = karar
decision-making = karar alma işi
decisive = kesin, belirleyici, net, kararlı, definite, zıt
anl.= indecisive, questionable
decisively = kesin olarak, kararlı bir biçimde,
certainly, determinately
declaration = ilan, bildiri, announcement
declare = ilan etmek, bildirmek, make known,
announce, zıt anl.= deny, revoke
decline (fiil) = azalmak, düşmek, gerilemek, çökmek,
drop, decay, deteriorate, zıt anl.= increase,
progress, recover
decline (isim) = azalma, düşüş, gerileme, çöküş,
drop, decay, deterioration, zıt anl.= upturn,
progress, recovery
decomposer = ölü bitki ve hayvan kalıntılarını
kimyasal olarak ayrıştıran organizma
decomposition = çürüme, ayrışma, spoilage
decorate = dekore etmek, süslemek
decrease = azal(t)mak, düş(ür)mek, eksil(t)mek,
diminish, zıt anl.= increase
decreased mortality = düşük ölüm oranı
dedicate to = vermek, adamak, devote to
dedication = adama, adanmışlık, devotion
deduce from = (bir şey)’den (bir şey) anlamak,
(anlam) çıkarmak, çıkarsamak, infer from,
realize
deduction = mantıksal çıkarım, mantık yürütülerek
varılan yargı, implication
deed = eylem, iş, fiil, achievement, action
deem = saymak, addetmek, regard
deep space = derin uzay (uzayın, Güneş Sistemi’nin
ötesindeki kısmı), outer space
deeply = derinden, derinlemesine, profoundly,
intensely, zıt anl.=moderately, slightly
defeat (fiil ) = bozguna uğratmak, yenmek, overthrow
defeat (isim) = bozgun, yenilgi, zıt anl.= victory
defect = kusur, bozukluk, eksiklik, imperfection,
deficiency, zıt anl.= excellence
defective = kusurlu, bozuk, eksik, imperfect,
deficient, zıt anl.= flawless, excellent
defence-related industries = savunma ile ilgili
endüstri alanları
defendant = davalı, (mahkemede) savunma (tarafı)
defensive = savunmacı, savunmaya yönelik,
protective, zıt anl.= offensive
defer = ertelemek, geciktirmek, put off, retard, zıt
anl.= expedite
defiantly = cüretkar / küstah / meydan okuyan bir
şekilde, boldly, rebelliously
deficiency = eksiklik, yetersizlik, kusur, inadequacy,
insufficiency, shortage, zıt anl.= adequacy,
sufficiency, excess
deficit = açık, yetersizlik, inadequacy, shortage, zıt
anl.= excess, surplus
define = tanımlamak, specify, designate
definite = kesin, net, certain, zıt anl.= indefinite
definition = kesinlik, netlik, çözünürlük, tam
anlamını verebilme özelliği
deflation = 1) (bir şey)’in havasının boşalması,
sönme, zıt anl.= inflation; 2) deflasyon,
fiyatların düşmesi, zıt anl.= inflation
deforestation = ormansızlaştırma, zıt anl.=
afforestation
deforested = ormansız kalmış, zıt anl.= afforested,
forested
deformity = çarpıklık, biçimsizlik, sakatlık
degenerate (fiil) = yozlaşmak, dejenere olmak,
deteriorate
degenerate (isim) = yozlaşmış, soysuz, dejenere,
corrupt, deteriorated, zıt anl.= healthy
degenerative = dejeneratif (bir doku veya organın
zamanla yapısal veya fonksiyonel bozulma
göstermesi hali)
degenerative disorder = dejeneratif hastalık (organ
veya dokunun yapı ve görev bakımından
özelliğini kaybederek bozulduğu hastalık)
degrade = düşürmek, kötüleştirmek, disgrace, put
down, take down, zıt anl.= aggrade
degree = büyüklük, derece (etki, bilgi vs.)
ÜDS Sözlüğü - 45
www.bademci.com
dehumanize = insanlıktan çıkarmak, insani
özelliklerini yok etmek
dehydrate = suyunu almak, kurutmak
dehydration = dehidrasyon (su kaybı, susuz kalma,
bir yapının ya da organizmanın su kaybı)
de-icing system = buzlanmayı giderici sistem
de-ink = mürekkepten arındırmak
deinstitutionalization = hasta tedavisinin, hastane
vb. kurumlar dışında yapılması
delay (fiil) = geciktirmek, ertelemek, hold up, slow
down, postpone
delay (isim) = gecikme, retardation
delayed = gecikmiş, geç
delayed detection = geç teşhis / tanı
delegate (fiil) = görevlendirmek, (bir işi) devretmek,
commission, empower
delegate (isim) = delege, temsilci
deletion = sil(in)me, erasing, removal
deliberate = 1) kasıtlı, on purpose; 2) temkinli,
careful
deliberately = kasten, bile bile, intentionally, on
purpose, zıt anl.= accidentally, unintentionally
deliberation = 1) üzerinde düşünme, mütalaa,
consideration; 2) müzakere, tartışma,
discussion
delicate = nazik, narin, hassas, fragile, subtle, tender,
zıt anl.= tough, solid, rugged
delight (isim) = sevinç, memnuniyet, keyif, joy,
pleasure
delight (fiil) = sevindirmek, memnun etmek, keyif
vermek, please
deliver = teslim etmek, vermek, bırakmak, dağıtmak,
mesaj iletmek, transfer, hand over, distribute,
send, zıt anl.= keep, retain
delivery = 1) teslim, dağıtım, handing over,
distribution; 2) (bir annenin) bebek doğurması,
doğum, giving birth
delusion = aldanma, yanılma, misconception,
deception, zıt anl.= reality
demand (fiil) = talep etmek, istemek, request, claim,
call for
demand (isim) = 1) talep, claim, request, zıt anl.=
supply; 2) ihtiyaç, need; 3) durum, (bir
durumun) gerektirdikleri, requirement
demanding = (çok çaba, ilgi vs.) isteyen / bekleyen,
zorlu (örn. a demanding job = çok çaba
gerektiren bir iş)
demented = bunamış, aklını yitirmiş
dementia = 1) delilik, çılgınlık; 2) bunama
demise = çöküş, yok olma, perishing
democratization = demokratikleştirme
demographer = demograf (dünyadaki veya bir
ülkedeki nüfusun yapısını, durumunu, dinamik
özelliklerini inceleyen bilim insanı)
demographic = demografik (nüfus ile ilgili
değişkenlere ait)
demolish = yok etmek, ortadan kaldırmak, destroy,
exterminate, wipe out, zıt anl.= preserve,
restore, construct
demon = iblis
demonology = iblislerin, cinlerin veya bunlara dair
inançların incelendiği araştırma alanı
demonstrate = kanıtlamak, göstermek, illustrate,
depict
demonstration = gösteri
denied by = (birisi ya da bir kurum) tarafından
dışlanmış / reddedilmiş
denomination = birim
denote = göstermek, belirtmek, anlamına gelmek,
stand for, point to, mean
denounce = kınamak, condemn, zıt anl.= praise
dense = yoğun, sık
densely = yoğun bir şekilde, heavily, zıt anl.= loosely,
sparsely
densely populated = nüfus yoğunluğu fazla olan, zıt
anl.= sparsely populated
density = özkütle, yoğunluk (bir maddenin birim
hacimdeki ağırlığı)
dental = diş veya dişçilikle ilgili
dental caries = dişte çürüme, diş çürüğü, dental
cavity
dental cavity = diş çürüğü, dental caries
dental examination = dişmuayenesi
deny = yadsımak, yalanlamak, reddetmek, yoksun
bırakmak, refuse, reject, zıt anl.= admit,
accept
department = departman, şube, daire, bölüm
departure = 1) ayrılış, kalkış, leaving, take-off,
moving out; 2) sapma, deviation, divergence
depend on / upon = (bir şey)’e bağımlı / bağlı olmak,
rely on, zıt anl.= be independent (from)
dependence = bağımlılık, addiction
dependency = bağımlılık, dependence, zıt anl.=
independence
dependent on = (bir şey)’e bağımlı, reliant (on), zıt
anl.= independent, self-reliant
depict = betimlemek, anlatmak, resmetmek,
describe, picture
depiction = betimleme, resmetme, description,
picture
46 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
deplete = tüketmek, bitirmek, exhaust, consume, zıt
anl.= add, restock
depleted = yetersiz, tükenmiş, bitmiş, azalmış, low
depletion = tükenme
deploy = konuşlan(dır)mak,mevzilen(dir)mek, bir
plana göre yerleş(tir)mek, position
deployed = konuşlandırılmış, mevzilendirilmiş
deport = sınırdışı etmek, ülke dışına göndermek
deposit (fiil) = koymak, bırakmak, yığmak, place
deposit (isim) = 1) mevduat; 2) yığın, depo;
3) maden / mineral yatağı
deposit on = üstünde birikmek
deposition = çökme, tortu
depressed = 1) morali bozuk, depresyonda, lowspirited;
2) azalmış, miktarı düşmüş, down
depression = 1) depresyon (ruhsal çöküntü);
2) (ekonomide) buhran
deprivation = yoksunluk, mahrumiyet, lacking, zıt
anl.= availability, surplus
deprive of = (bir şey)’den yoksun bırakmak / mahrum
etmek, strip of, zıt anl.= offer, supply with
depth = derinlik
deputy = 1) yardımcı, vekil; 2) milletvekili
derive from = (bir şey)’den elde etmek / çıkarmak /
türe(t)mek, obtain from, originate from
desalination = tuzunu giderme
descend = alçal(t)mak, in(dir)mek, lower, zıt anl.=
ascend
descend from = (bir kişi)’nin soyundan gelmek,
originate from
descendant = torun, soyun devamı, (bir kişinin)
soyundan gelen
describe = betimlemek, resmetmek, anlatmak,
depict, picture, explain
description = betimleme, tarif, eşkal, depiction,
picture
descriptive = tanımlayıcı, betimsel
desert = terk etmek, bırakmak, abandon, leave
deserve = (iyi ya da kötü anlamda) hak etmek, layık
olmak, earn
deservedly = haklı olarak, hak ettiği gibi, justly
design (fiil) = dizayn etmek, tasarım yapmak,
tasarlamak, geliştirmek, düzenlemek,
formulate, invent, organise, devise
design (isim) = dizayn, tasarım
designate = 1) belirtmek, işaret etmek, specify;
2) atamak, görev vermek, assign
designated = belirlenmiş, specified, picked out
designation = (kısaltma biçiminde) ad (örn. Türk
Hava Yolları için THY), (uçaklar, hava alanları
vs. için) kod, call sign
desirable = arzulanır, çekici, cazip, preferred,
attractive, zıt anl.= undesirable, unsuitable
desire (fiil) = istemek, arzu etmek
desire (isim) = arzu, şiddetli istek
desired = istenen, elde edilmesi amaçlanan,
required, zıt anl.= undesired
desolate = 1) terk edilmiş, ıssız, boş, abandoned;
2) harap, perişan, destroyed; 3) yalnız,
kimsesiz, solitary
despair = üzüntü, keder, ümitsizlik, desperation,
hopelessness, zıt anl.= hope
desperate = 1) çaresiz, helpless; 2) ümitsiz,
hopeless, zıt anl.= hopeful, promising
despise = küçümsemek, hor görmek, adam yerine
koymamak
despite = (bir şey)’e karşın / rağmen, in spite of,
regardless of
destination = hedef, gidilecek yer, varış yeri
destiny = kader, yazgı, talih, kısmet, fate
destroy = yok etmek, ortadan kaldırmak, demolish,
exterminate, wipe out, zıt anl.= preserve,
restore, construct
destruction = yıkım, yok etme, imha, extermination,
zıt anl.= construction, renovation
destructive = yıkıcı, zararlı, devastating, detrimental,
zıt anl.= constructive, (This missile has
sufficient destructive power to blow up a
battleship. = Bu füze, bir savaş gemisini
havaya uçurmaya yetecek kadar yıkım gücüne
sahip.)
destructively = yıkıcı olarak, yıkıcı bir şekilde,
damagingly, harmfully, zıt anl.= constructively
detach from = (bir şey ya da kişi)’den ayırmak /
koparmak, zıt anl.= attach to
detachment = ayrılma, ayrılık
detail = ayrıntı, detay
detain = gözaltına almak, alıkoymak, apprehend,
withhold, zıt anl.= release, liberate
detect = ortaya çıkarmak, bulmak, fark etmek,
keşfetmek, discover, identify
detect individual atoms = atomları tek tek
saptamak
detectable = bulunabilir, saptanabilir, noticeable
detection = bulma, ortaya çıkarma, tespit, saptama
detector = dedektör (metal, radyoaktif madde vb.
şeyleri bulmaya yarayan alet)
ÜDS Sözlüğü - 47
www.bademci.com
detention = alıkoyma, engelleme, tutuklama, tevkif,
restraint, custody, zıt anl.= release
deter from = (bir şey)’den caydırmak / vazgeçirmek,
discourage, inhibit, zıt anl.= encourage,
promote
deteriorate = bozulmak, kötüleşmek, decline,
worsen, zıt anl.= recover
deterioration = kötüleşme, bozulma, decline,
worsening, zıt anl.= enhancement,
improvement
determinant = 1) belirleyici etken; 2) determinant
(bir matris veya bir denklem için özel bir
prosedür kullanılarak elde edilen, matrisler
veya denklemler arası işlemlerde kullanılan
sayı)
determine = 1) belirlemek, saptamak, establish, find
out, calculate; 2) karar vermek, amaçlamak,
decide, resolve, shape
determined = kararlı, azimli, decisive, persistent, zıt
anl.= irresolute, hesitating
determining = belirleyici
deterrent = caydırıcı etmen
detonator = (bomba vs. için) ateşleme
mekanizması, fünye
detoxification = detoksifikasyon (zehirlerden vs.
arındırma)
detoxify = detoksifiye etmek (zehirlerden vs.
arındırmak)
detract from = eksiltmek, (değerinden, öneminden,
kalitesinden) düşürmek, belittle, lower,
diminish
detractor = kötümseyen / küçümseyen kişi
detrimental = zararlı, harmful, damaging, zıt anl.=
beneficial, helpful
devaluation = devaluasyon (paranın değer
kaybetmesi)
devalue = değerini düşürmek
devastate = harap / perişan etmek, mahvetmek,
destroy, ruin, zıt anl.= construct, restore
devastating = yıkıcı, yok edici, harap edici,
destructive, disastrous, zıt anl.= constructive
develop = 1) (hastalık vb. için) ortaya çıkmak /
başlamak / gelişmek; 2) geliştirmek, ortaya
çıkarmak, bring out
developed = gelişmiş
developed world = gelişmiş dünya (dünyanın
gelişmiş ülkelerden oluşan kesimi)
developing = gelişmekte olan
developing country = gelişmemiş ya da gelişmekte
olan ülke, underdeveloped country
development = ilerleme, gelişme, advancement, zıt
anl.= regress
deviation = sapma, ayrılma, diversion, variance, zıt
anl.= conformity, uniformity
device = alet, aygıt
devious = dürüst olmayan, kaypak, sinsi, dolambaçlı,
deceitful, insidious
devise = tasarlamak, plan geliştirmek, düzenlemek,
formulate, invent, organise, design, (It is
necessary to devise a new computer program
that will be easy for schoolchildren to learn. =
Okul çağındaki çocukların kolay
öğrenebilecekleri yeni bir bilgisayar programı
tasarlamak gerekiyor.), (They have devised a
plan for keeping traffic out of the city centre. =
Trafiği kent merkezinden uzak tutacak bir plan
geliştirdiler.)
devoid of = (bir şey)’den yoksun / mahrum, lacking
devote to = (bir şey)’e adamak / ayırmak, dedicate
devoted = bağlı, kendini adamış, dedicated
devoted to = (bir şey)’e adanmış / ayrılmış, dedicated
to, (This land is devoted to mining. = Bu arazi
madenciliğe ayrılmıştır.)
devotion = sadakat, içten bağlılık, adama,
dedication
devoutly = içten, ciddi, kendini adamış, sincerely,
devotedly
diabetes = diyabet (şeker hastalığı)
diagnose = teşhis etmek / edilmek, tanı koy(ul)mak
diagnosis = (çoğul: diagnoses) teşhis, tanı
diagnostic = tanı, tanıyla ilgili
dialect = lehçe
dialysate = diyaliz esnasındamembrandan (zardan)
geçen (bir tür filtre edilen) madde
dialysing membrane = diyaliz zarı / membranı
dialysis = diyaliz (böbrekleri çalışmayan hastalarda,
bir makine ile kanı atık maddelerden arındırma
işlemi)
diamond = elmas (sertliği sebebiyle kesici olarak,
parlaklığı sebebiyle de süs eşyası olarak
kullanılan bir mineral)
dictate = zorla kabul ettirmek, emretmek, impose,
command
die down = hafiflemek, sönmeye yüz tutmak,
azalmak, fade away
die out = yok olmak, ortadan kalkmak, fade away,
perish, zıt anl.= develop, expand, flourish
dietary (isim) = perhiz yemeği, dietetic
dietary (sıfat) = perhizle ilgili
dietary fat = besinmaddeleriyle vücuda giren yağ
48 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
dietary iron intake = beslenme yoluyla vücuda
demir alımı
dietary objective = (yapılan / yapılacak) diyetin
hedefi / amacı
differ from = (bir şey)’den farklı / değişik olmak,
diverge from, zıt anl.= conform to, resemble
differ = değişmek, farklılık göstermek, vary, diverge
differ sharply = net / açıkça görülür bir şekilde
farklılık göstermek
differential = 1) (arabalardaki) diferansiyel dişlisi;
2) farklı, ayırıcı
differentiate = ayırmak, ayırt etmek, farklılaşmak,
distinguish
differentiation = ayırım, farklılık
differing = birbirinden farklı, divergent
difficulty = güçlük, zorluk, problem, trouble
diffuse = yay(ıl)mak, dağıtmak, dağılmak, spread
diffusible = yayılabilir, dağılabilir
diffusion = difüzyon (yayılma, dağılma, geçme)
dig one’s way out of = kendini (bir şey)’den
kurtarmak
dig up = kazıp çıkarmak, zıt anl.= bury
digest = sindirmek, hazmetmek
digested = sindirilmiş, hazmedilmiş
digestion = sindirim, hazım
digestive juice = sindirimi kolaylaştıran salgı /
sekresyon
digestive system = sindirim sistemi
digestive tract = sindirim kanalı
dilemma = çıkmaz, açmaz, ikilem
dilute = sulandırmak, yoğunluğunu ya da derecesini
düşürmek, inceltmek, (She cleaned the
bathroom with hypo-chloride diluted with
water. = Banyoyu, su ile seyreltilmiş çamaşır
suyu ile temizledi.)
dimension = boyut, ölçü
diminish = azal(t)mak, eksil(t)mek, decrease, zıt
anl.= increase
diminishing return = gittikçe azalan getiri
diphtheria = difteri (boğaz ve soluk borusu
cidarlarında fazladan bir tabaka oluşturarak
nefes alma güçlüğüne yol açması ile belirgin
bir hastalık)
dire = 1) acil, çok ciddi, critical; 2) korkunç, dehşetli,
berbat, dreadful, terrible, (Such an invasive
interventionmay have dire consequences. =
Böylesi invazif birmüdahale, çok kötü
sonuçlara yol açabilir.)
direct = 1) yönlendirmek, guide; 2) talimat vermek,
instruct
direct democracy = doğrudan demokrasi (halkın,
egemenliğini bizzat ve doğrudan kullandığı,
bütün kararların halkın tamamının katılımı ile
alındığı demokrasi türü)
direct participation = doğrudan katılım
direct public attention to = kamu dikkatini (bir
şey)’e çekmek / yöneltmek
direction = yön
director = yönetici, idareci, yönetmen, manager
dirt = çamur, toprak
disability = sakatlık, engel, maluliyet, handicap,
invalidity
disable = 1) etkisiz hale getirmek; 2) sakatlamak
disabled = sakat, engelli, handicapped
disadvantage = dezavantaj, sakınca, drawback,
inconvenience, zıt anl.= advantage, benefit
disagree with = (bir şey / birisi) ile aynı fikirde
olmamak, (deliller, veriler için) (bir şey) ile
uyumlu olmamak, zıt anl.= agree with
disagreement = anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma, conflict,
fight, zıt anl.= accord, peace
disappear = ortadan kalkmak, yok olmak,
kaybolmak, vanish, zıt anl.= appear, emerge
disappearance = ortadan kalkma, yok olma,
vanishing, zıt anl.= appearance, emergence
disappointing = düş kırıklığı yaratan, discouraging, zıt
anl.= encouraging, inspiring
disappointingly = hayal kırıklığı yaratacak şekilde,
discouragingly, zıt anl.= inspiringly
disappointment = düş kırıklığı, discouragement, zıt
anl.= fulfilment, success
disapproval = onaylamama, doğru bulmama, itiraz,
objection
disapprove of = doğru bulmamak, onaylamamak,
find unacceptable, zıt anl.= approve of
disaster = felaket, yıkım, afet, catastrophe, tragedy
disaster relief operation = bir felaketin ardından,
zarar gören insanlara yardım ulaştırmaya
yönelik çalışma
disastrous = feci, yıkıcı, detrimental, terrible, zıt anl.=
fortunate, successful
disband = dağıtmak, dağılmak, disperse, zıt anl.=
combine, unite
discard = aklından çıkarmak, reddetmek, yok
saymak, dismiss, reject
discarded = atılmış, ıskartaya çıkmış
discernible = fark edilebilir, görülebilir, perceptible,
noticeable, zıt anl.= imperceptible, obscure
discharge from (fiil) = 1) (hastayı hastane)’den
taburcu etmek; 2) tahliye etmek, release
ÜDS Sözlüğü - 49
www.bademci.com
discharge (isim) = 1) (hasta için) taburcu olma;
2) tahliye, boşaltım, akma, release
discipline = bilim dalı, disiplin
disclose = açmak, ifşa etmek, açığa vurmak, reveal,
display, zıt anl.= hide, conceal
discomfort = rahatsızlık, sıkıntı, annoyance, trouble,
zıt anl.= comfort, ease
discomforting = rahatsız edici
disconcert = 1) şaşırtmak, perplex; 2) düzenini
bozmak, altüst etmek, disturb, upset
disconnection = kopukluk, bağlantı kesilmesi,
dissociation, zıt anl.= connection, association
discontent = hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik,
dissatisfaction, zıt anl.= contentment,
satisfaction
discontinue = kesmek, durdurmak, yarıda bırakmak,
terk etmek, vazgeçmek, cease, quit, end,
abandon, stop, zıt anl.= keep on, proceed,
pursue, carry on, (The bank will discontinue its
Saturday service. = Banka artık Cumartesi
günleri hizmet vermeyecek.), (The doctor told
the patient to discontinue with themedicine. =
Doktor, hastaya ilacı kesmesini söyledi.)
discordant = birbiriyle çelişen, aralarında
uyuşmazlık bulunan, conflicting, incompatible,
zıt anl.= compatible, concordant
discount = 1) önemsememek, küçümsemek,
disregard; 2) indirim yapmak
discourage = cesaretini / hevesini kırmak, gözünü
korkutmak, deter, dissuade, zıt anl.= urge,
encourage
discouraging = cesaret kırıcı, unfavourable, zıt anl.=
encouraging
discover = keşfetmek, bulmak, ortaya çıkarmak,
meydana çıkarmak, find
discovery = keşif, buluş, bulgu
discredit = gözden düşürmek, güvenini sarsmak,
disapprove of, degrade, zıt anl.= praise, honor
discreetly = (ağzından çıkan söze ve hareketlerine)
dikkat eder bir şekilde, ihtiyatlı, tedbirli,
carefully, thoughtfully, cautiously, zıt anl.=
recklessly, heedlessly
discrepancy = farklılık, fark, ayrım, çelişme,
tutarsızlık, uyuşmazlık, conflict, distinction,
variance, zıt anl.= agreement, consistency
discrete = ayrı, farklı, distinct, separate, zıt anl.=
associated, similar
discretely = farklı bir şekilde, (birbirinden) ayrı olarak,
distinctly, separately
discretion = takdir yetkisi, consideration, free-will
discriminate against = (aleyhine) ayrım(cılık)
yapmak, disfavour, show prejudice against
discrimination = ayrımcılık, ayrım yapma, bias,
unfairness, zıt anl.= impartiality
discuss = (bir konuyu) ele almak, görüşmek,
tartışmak
discussion programme = (televizyonlarda
yayınlanan) herhangi bir tartışma programı
disdain = küçük / hor görmek, tepeden bakmak,
scorn, zıt anl.= admire, praise
disease = hastalık
disfigure = biçimini bozmak
disfigurement = kozmetik bozukluk, vücutta şekil
kaybı
disfiguring = (yara vs. için) kozmetik bozukluğa yol
açan
disgraced = utanç verici, rezil
disgust = iğrenme, tiksinti
disgusting = iğrenç
disintegrate = parçala(n)mak, böl(ün)mek, ufalanmak
disintegration = parçalanma, bölünme, ufalanma
disk-like = disk gibi, disk biçimli
dismantle = sökmek, parçalara ayırmak, demonte
etmek, take apart, zıt anl.= assemble
dismay = korkutmak, yıldırmak, cesaretini kırmak,
discourage
dismiss = göz ardı etmek, aklından çıkarmak,
reddetmek, ignore, discard, reject
dismissal = aklından çıkarma, reddetme, ciddiye
almama, discarding, rejection
dismissive = hafife alan, baştan savma, uninterested,
zıt anl.= interested
Disneyland =Walt Disney Şirketi tarafından
dünyanın değişik kentlerinde açılan büyük
eğlence parklarından her biri
disorder = 1) bozukluk, hastalık, illness, ailment, zıt
anl.= health; 2) düzensizlik, kargaşa,
confusion, mess, trouble, chaos, turmoil, zıt
anl.= order
disordered = düzensiz
disorientation = oryantasyon bozukluğu (yön, yer,
zaman tayininde bozukluk)
disoriented = yönünü kaybetmiş / şaşırmış
disparate = farklı, apayrı, different, zıt anl.= alike,
similar
disparity = eşitsizlik, farklılık, inequality, difference, zıt
anl.= parity, equality
dispatch = göndermek, send off
dispel = dağıtmak, defetmek, gidermek
dispense with = (bir şey)’siz yapmak, ihtiyaç
duymamak, vazgeçmek, do away with, (We
are dispensing with formalities. =
Formalitelerden vazgeçiyoruz.)
50 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
dispersal = yay(ıl)ma, saç(ıl)ma, dissemination,
propagation
disperse = dağıtmak, yaymak, saçmak, disband,
break up, zıt anl.= accumulate, gather
dispersion = dağılım
displace = yerini almak, yerinden etmek
displacement = 1) yerinden oynama / kayma;
2) deplasman (bir cismin kapladığı alandaki su
veya havanın ağırlığı)
display (fiil) = göstermek, sergilemek, görüntülemek,
show, illustrate, demonstrate
display (isim) = gösterge, ekran
disposal = yok etme, ortadan kaldırma
disposal = (çöp vs.) atmak, (atık vs.) boşaltmak
dispose of = 1) (bir şey)’i çöpe atmak, imha etmek,
yok etmek, bertaraf etmek, get rid of; 2) (para,
zaman vs.) (belirli bir biçimde) harcamak,
elden çıkarmak, dağıtmak, consume, part
with, zıt anl.= keep, save
disposition = 1) yaradılış, mizaç, tabiat,
temperament; 2) düzenleme, yerleştirme,
tertip, düzen, dağılım, arrangement
disproportionate = oransız, aşırı, unbalanced,
excessive, zıt anl.= proportionate, balanced
disprove = aksini kanıtlamak, invalidate, zıt anl.=
prove, confirm
dispute (fiil) = 1) doğruluğundan kuşku duymak,
doubt, question; 2) tartışmak, argue
dispute (isim) = anlaşmazlık, uyuşmazlık, tartışma,
çekişme, controversy, argument, zıt anl.=
agreement, understanding
disregard = hiçe saymak, boş vermek, aldırmamak,
ignore, overlook, zıt anl.= consider, pay
attention
disrepair = (bina, makine için) bakımsızlık, ilgisizlik
disrupt = bozulmasına yol açmak, altüst etmek,
aksatmak, disturb, spoil, upset, zıt anl.=
arrange, organise
disruption = aksama, kesilme, failure, collapse, zıt
anl.= success
disruptive = aksatan, kargaşaya yol açan, yıkıcı,
disorderly, troublesome, chaotic, zıt anl.=
disciplined
dissatisfied with = (bir şey)’den hoşnut / tatmin
olmayan, disappointed, displeased, zıt anl.=
satisfied
dissatisfy = hoşnut / tatmin etmemek, disappoint,
displease, zıt anl.= satisfy
disseminate = (bir fikir, haber vs.) yaymak, spread,
circulate, (The more widely the facts about
AIDS are disseminated, the better our
chances of halting the epidemic. = AIDS
hakkındaki gerçekler ne kadar çok yayılırsa,
bu salgını durdurma şansımız o kadar artar.)
dissemination = saçma, yayma
dissipate = dağıtmak, dağılmak, yay(ıl)mak, scatter,
spread, zıt anl.= gather, collect
dissipation = yay(ıl)ma, dağılma, saç(ıl)ma,
dispersion
dissolve = eri(t)mek, çöz(ün / ül)mek
distance = uzaklık, mesafe
distant = uzak mesafedeki, uzak, remote, far away,
zıt anl.= near
distend = şiş(ir)mek, dilate olmak, genişlemek,
swell, enlarge, zıt anl.= contract, shrink
distinct = ayrı, belirgin, farklı, müstakil, separate,
apparent, discrete, zıt anl.= similar, associated
distinction = 1) ayırt etme, differentiation; 2) fark,
üstünlük, superiority, peculiarity, zıt anl.=
resemblance, similarity
distinctive = tipik, kendine özgü, kolaylıkla ayırt
edilebilen, characteristic, zıt anl.= ordinary
distinctly = açık / belirgin bir şekilde, clearly
distinctness = netlik, seçiklik, clearness, accuracy,
zıt anl.= obscurity
distinguish between = (iki kişinin ya da şeyin)
arasında ayrım yapmak, ayırmak, ayırt etmek,
recognize, identify, tell (the difference)
distinguishable = ayırt edilebilir, recognizable
distinguished = seçkin, güzide, remarkable,
prominent, zıt anl.= common, ordinary
distort = biçimini bozmak, çarpıtmak, deform
distorted = çarpıtılmış, deformed
distract = (dikkati) başka tarafa çekmek, meşgul
etmek, confuse, disturb, zıt anl.= concentrate
distraction = dikkat dağılması, disturbance, zıt anl.=
concentration
distress = üzüntü, acı, endişe, misery, pain, worry, zıt
anl.= alleviation, comfort, relief
distressing = üzücü, acı verici, disturbing, worrisome
distribute = dağıtmak, bölüştürmek, allot, hand out
distributor = bayi, dağıtıcı
district = mıntıka, bölge, yöre, area, region,
distrust = güvensizlik, itimatsızlık, zıt anl.= trust
disturb = endişelendirmek, rahatsız etmek, huzurunu
kaçırmak, bother, annoy, zıt anl.= calm,
comfort
ÜDS Sözlüğü - 51
www.bademci.com
disturbance = 1) kargaşa, çalkalanma, düzeni
bozucu şey, turmoil, zıt anl.= order, stillness;
2) (uykuda) bozukluk / düzensizlik,
interference
disturbance of flow = akışın bozulması
disturbed = sıkıntıda, rahatsız
disturbing = rahatsız edici, endişe verici, annoying,
troublesome, zıt anl.= comforting
disturbingly = rahatsız edici bir şekilde, alarmingly,
dreadfully
disunite = ayırmak, separate, sever, zıt anl.= unite,
connect
disuse = kullanmayı kesmek / bırakmak
ditch = hendek
dive (fiil) = dalmak
dive (isim) = dalış
diverge = ayrılmak, (birbirinden) uzaklaşmak,
sapmak, farklı olmak, branch off, deviate, zıt
anl.= converge, unite
diverse = çeşitli, farklı, different, various
diversely = çeşitli şekillerde, variously
diversify = çeşitlendirmek, farklılaştırmak, spread
out, zıt anl.= narrow down
diversity = çeşitlilik, farklılık, variety, assortment, zıt
anl.= uniformity
divide = böl(ün)me, split, zıt anl.= join
divine = ilahi, tanrısal
divine intervention = ilahimüdahale
division = bölüm, departman
divorce = ayırmak, ayrılmak, boşa(n)mak, separate,
sever, zıt anl.= unite
dizygotic twins = çift yumurta ikizleri, fraternal twins
dizziness = baş dönmesi
Djurab Desert = Djurab Çölü (Çad sınırları içinde
yer alan bir çöl)
do as one pleases = istediği gibi davranmak,
istediğini yapmak
do away with = ortadan kaldırmak, eliminate
do good = yaramak, iyi gelmek
do little = pek az katkısı olmak
do one’s best = elinden geleni(n en iyisini) yapmak,
do the best one can
do one’s bit = kendine / üstüne düşeni yapmak
do so much for = (bir şey) için fayda sağlamak
do their bit = kendilerine / üstlerine düşeni yapmak
do well by = (bir şey) için iyi etmek, iyi yapmak,
durumu iyi olmak, come along, recover,
flourish, zıt anl.= fall back, fail
do with = yetinmek, baş etmek, manage with, put up
with
do without = (bir şey) olmadan idare etmek, muhtaç
olmamak
doctrine = doktrin, (değişmez veya değişmesi zor)
öğreti
document = belgelemek, ispat etmek, prove
documentary = belgesel
dogmatic = dogmatik (tartışma / sorgulama kabul
etmeyen), zıt anl.= pragmatic
domain = alan, nüfuz alanı, (bir kimsenin / örgütün
vs.) kontrolü altındaki bölge
dome = kubbe
domed = kubbeli, kubbe ile örtülü
domed arcade = kubbeli revak / arkad (bir yanında
duvar veya bina cephesi olan, diğer yanı ile dış
mekan arasına ise aralıklarla sütun, paye veya
benzeri destek elemanları yerleştirilmiş olan,
üzeri sıra sıra küçük kubbeler ile örtülü
uzunlamasına düzenlenmiş alan; bu
düzenleme, cami ve kervansaray mimarisinde
sıklıkla kullanılmıştır)
domestic = 1) evcil, evde kullanılan, evsel, ev ile
ilgili; 2) dahili, yurt içine ait
domestic economic news = iç / dahili ekonomi
haberleri
domestic front = ülke içi, iç cephe
dominance = egemenlik, hakimiyet, üstünlük
dominant = başat, üstün, egemen, presiding,
controlling, zıt anl.= inferior, recessive
dominate = hakim / egemen olmak, govern, prevail
dominion = egemenlik, hakimiyet, sovereignty
don = (elbise vs.) giymek, put on
donate = bağışlamak, hibe etmek, bestow on / upon,
zıt anl.= retain, withdraw
donation = bağış, hibe
donor = bağışçı, (kan, organ vs.) veren kişi, verici
doomed = yok olmayamahkum
dopamine = dopamin (beyinde, hareket ve
duyguların düzenlenmesinde etkin olan,
eksikliği Parkinson hastalığına yol açabilen bir
nörotransmiter)
doping = doping (yapay olarak fiziksel ya damental
aktiviteyi arttırmak amacıyla uygulanan, yasal
olmayan prosedür)
dormancy = uyku hali
dormant = uykuda, sleeping, inactive
dosage = doz, dozaj, dose
52 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
dose = ilaç dozu, dosage
dot = nokta, benek
double = iki misline / katına çıkmak, iki misli / kat
yapmak
double-blind test = çift kör çalışma (bilimsel bir
deneyde, önyargı ve plasebo etkileri
engellemek için deneklerin ve deneyi
uygulayan kişilerin, deneyin içeriği ya da
önemli yönleri hakkında bilgi sahibi
olmamalarını öngören test ya da çalışma
biçimi)
doubt = şüphe, kuşku
doubtful = şüpheli, kuşkulu, dubious, zıt anl.=
undoubted, certain
doubtless = kuşkusuz, kesin
Down syndrome = Down sendromu (21. kromozom
çiftinde bir fazla kromozom bulunması
nedeniyle gelişen, kaslar, göz kapakları,
burun, baş vb. organlarda şekilsel bozukluklar
ve zeka geriliği ile belirgin sendrom)
down to the last detail = en ince ayrıntıya kadar
downfall = çöküş, yıkılış, düşüş, collapse, destruction
downhill = yokuş aşağı, yamaçtan / tepeden aşağı
doğru
downstream = akıntı yönünde, aşağı doğru
downy = 1) pofuduk, yumuşak; 2) ince tüylü, havlı
dozen = düzine (12 adet)
dozens of = düzinelerce
draft = 1) taslak, outline, sketch; 2) geminin su
çekimi (yüzer haldeyken, su seviyesinden
geminin en alt noktasına kadar olan toplam
yükseklik), draught (draft okunur)
drag (fiil) = (çekerek) sürüklemek
drag (isim) = su veya havanın, içinde ilerleyen bir
cismemukavemeti, hız kesme gücü
drag on = uzayıp gitmek, (uzun zamandır) sürmek,
keep going, zıt anl.= shorten, curtail
drain = 1) suyunu akıtmak, kurutmak, drene etmek;
2) alıp uzaklaştırmak
drainage = drenaj, atık su vs. , su akıtma sistemi
dramatic = 1) dramatik, çarpıcı, striking, remarkable,
sensational, zıt anl.= unexciting; 2) çok yüksek
miktarda, heavy, zıt anl.= mild
dramatically = dramatik / çarpıcı bir biçimde,
strikingly, sensationally, zıt anl.= unexcitingly,
undramatically
drastic = şiddetli ve çabuk etki eden, sert, şiddetli,
severe, dire, zıt anl.= mild, modest
drastically = radikal şekilde, büyük ölçüde, sert
şekilde, hugely, zıt anl.= mildly
draw = 1) (çizgi, şekil vs.) çizmek; 2) almak, elde
etmek, extract; 3) çekmek, pull, zıt anl.= push,
repel
draw a conclusion = sonuç çıkarmak
draw attention to = (bir şey)’e ilgi / dikkat çekmek,
attract attention to
draw in = içine çekmek, pull in
draw into the spotlight = göz önüne getirmek,
gündeme getirmek, dikkat çekmek
draw new meaning = yeni anlam çıkarmak
draw on = (bir şey)’den yararlanmak
draw the line at = (bir şey)’e sınır koymak
draw up = 1) kaleme almak, write out; 2) (bir araç vs.
için) bir yerde durmak, (kenara vs.) çekmek,
come to a stop
drawback = sakınca, mahzur, dezavantaj,
disadvantage, setback, inconvenience, zıt
anl.= advantage, convenience
drawbridge = kaldırma köprü (açılıp kapanabilen
köprü)
dread = çok korkmak, dehşete düşmek, endişe
etmek, fear, worry, zıt anl.= welcome
dreadfully disabling = korkunç / ağır bir şekilde
sakat bırakan
dreamer = rüya gören / görmekte olan kimse
dressing = 1) pansuman; 2) (salata vs. için) sos
drift = sürüklenmek
drill (isim) = matkap
drill (a hole) = (matkap vs. ile) delik açmak, make a
hole
drilling = delme
drive = 1) hareket ettirmek, döndürmek, move, turn;
2) sevk etmek, tahrik etmek, urge, impel, zıt
anl.= inhibit
drive off = kovmak, defetmek, chase away, dispel
drive out = çıkarmak, yerinden oynatmak
drive through = 1) (bir nesneyi, örneğin bir çiviyi)
(bir şey)’in içine çakmak / zorlayarak sokmak;
2) (bir yer)’in içinden (araba ile) geçmek
driven by = (bir şey ya da biri tarafından)
güdümlenmiş
driving force = itici güç
droop = sarkmak
drop off = uykuya dalmak, fall asleep
droplet = damlacık, zerre
drought = kuraklık
drown = (suda) boğulmak
drown out = (bir sesi daha yüksek bir sesle)
bastırmak
ÜDS Sözlüğü - 53
www.bademci.com
drowsiness = uyuşukluk, sersemlik hali, aşırı
uyuklama hali
drowsy = uyuşuk, sersemlemiş, dozy
drug = 1) ilaç, ecza, medication; 2) uyuşturucu
madde
drug addict = uyuşturucu bağımlısı
drug addiction = uyuşturucumadde bağımlılığı
drug crops = uyuşturucu elde edilen bitkiler
drug enforcer = narkotik polisi
drug overdose = ilaçta aşırı doz
drug trial = ilaç denemesi
drug-trafficking = uyuşturucu taşıma / trafiği
drum = davul
drunk = sarhoş, içkili, zıt anl.= sober
dry ice = kuru buz (sıvılaşmadan, doğrudan
buharlaşması sebebiyle katı karbondioksite
verilen ad)
dry out = kuru(t)mak
dual = ikili, çifte, çift yönlü
duality = ikilik
dub = . . . olarak çağırmak / adlandırmak
dubious = kuşkulu, şüpheli, belirsiz, kararsız,
doubtful, unreliable, zıt anl.= certain, definite
duck = ördek
duct tape = genellikle kumaş destekli, kaliteli koli
bandı
ductile = (pek çok metal gibi) dövülerek / işlenerek
tel veya levha haline getirilebilir, (kolay)
biçimlendirilebilir, malleable
due = zamanı / vadesi gelmiş, mature
due in part to = kısmen (bir şey) nedeniyle
due to = nedeniyle, because of, owing to, on account
of
due to be built = (belli bir tarihe kadar) yapılacak /
inşa edilecek olmak
dull = 1) sıkıcı, donuk, duygusuz, tekdüze, boring, zıt
anl.= interesting; 2) anlama güçlüğü çeken,
dumb, dense, zıt anl.= bright, sharp
dumping ground = çöp dökme alanı
duodenum = oniki parmak bağırsağı
duplex = çift, dubleks
duplicate = kopyalamak, aynısını yapmak, copy
durability = dayanıklılık
durable = dayanıklı, sağlam, sturdy, long-lasting, zıt
anl.= fragile
duration = süre, süreklilik, term, continuity,
(Amazingly, the boy lay quietly through the
whole duration of the physical examination. =
Çocuk, tüm muayene süresi boyunca şaşırtıcı
bir şekilde hiç sesini çıkarmadan yattı.)
dust = toz
dust devil = hortum gibi dönen toz bulutu
Dutch (isim) = Hollandaca
Dutch (sıfat) = Hollandalı, Hollanda’ya ait
Dutch-derived = kökünü Hollanda dilinden alan
dwell on = (bir konu) üzerinde durmak
dwell upon = (bir yer / bir şey)’in üzerinde oturmak /
yaşamak / barınmak
dweller = yöre halkı, sakin, inhabitant
dwelling place = barınma / yaşama yeri
dwindle = küçülmek, azalmak, diminish, shrink, zıt
anl.= enlarge, expand, grow
dye = boya
dynastic times = dinastik dönem, hanedanlar
dönemi (örn. Eski Mısır için M. Ö. yaklaşık
3150 yılı sonrasındaki dönem)
dynasty = hanedan
dysentery = dizanteri (bağırsaklarda oluşan yaralar,
kanlı vemukus içeren ishal ile belirgin bir
hastalık)
dysfunction (ya da disfunction) = bir organın görevini
yapmaması, disorder
dyslexic = okuma zorluğu çeken
www.bademci.com
eager = istekli, gönüllü, willing, keen, ready, zıt anl.=
reluctant, unwilling
eagerly = istekli / hevesli bir şekilde, willingly, keenly,
zıt anl.= reluctantly, unenthusiastically
early = erken, (tarihsel olarak) önce gelen, zıt anl.=
late
early 20th century = 20. yüzyılın başları
early detection = erken teşhis / tanı
early warning = erken uyarı
earn = (para, hak vs.) kazanmak, edinmek, hak
etmek, gain, zıt anl.= lose
earplug = kulak tıkacı
earthenware = pişmiş topraktan yapılmış çanak,
çömlek vs.
earthquake = deprem
earthquake predictor = deprem habercisi
earth-retaining = toprak içindeki, toprağa temas
eden
ease (fiil) = 1) kolaylaştırmak, sıkıntıdan kurtarmak,
improve, facilitate, simplify, zıt anl.= aggravate,
worsen; 2) gerilemek, çekilmek; 3) gevşemek,
baskıyı azaltmak
ease (isim) = kolaylık
easy prey = kolay av
easygoing = uysal, rahat, mild, gentle, zıt anl.=
fractious
eating disorder = yeme bozukluğu
Ebola = Ebola (ishal, kanama, deri döküntüleri ve
yüksek ateş ile belirgin ölümcül bir hastalık)
eccentric = eksantrik, sıra dışı, alışılmışın dışında
eccentricity = tuhaflık, eksantriklik, bizarreness,
weirdness, zıt anl.= conventionality
ecclesiastical = kiliseye ait, dini
ECG = elektrokardiyogram (kalp kasının ve sinirsel
iletim sisteminin çalışmasını incelemek üzere
kalptemeydana gelen elektriksel faaliyetin
elektrokardiyograf denen bir cihaz tarafından
alınan kaydı), electrocardiogram
echo = aynısını söyleyerek desteklemek, tekrar
etmek
eclogue = karşılıklı konuşma şeklinde pastoral şiir
ecologically aware = çevre bilinci olan
ecosystem = ekosistem (sınırlı bir alanda, örneğin
bir göl çevresinde, yaşayan tüm canlıları ve
onların birbirleriyle ve çevreleriyle olan
etkileşimlerini içeren sistem)
ecstacy = kendinden geçme, aşırı sevinç
eczema = egzema
edge = kenar, sınır, yan, border
edible = yenilebilir, yemeye uygun
edit = redaksiyon yapmak, inceleyerek küçük
değişiklikler yapmak, alter, modify
edition = baskı, edisyon
editorial board = yayın kurulu
educational = eğitici
effect (fiil) = yerine getirmek, gerçekleştirmek,
başarmak, carry out, actualise, perform, zıt
anl.= fail
effect (isim) = etki, sonuç, influence, outcome
effective = 1) verimli, randımanlı, etkili, efficient,
powerful, zıt anl.= inefficient, ineffective;
2) yürürlükte; 3) efektif, gerçek, fiili, actual
effectively = etkin / verimli bir şekilde, efficiently, zıt
anl.= ineffectively, inefficiently
effectiveness = 1) etki, nüfuz / etki derecesi,
efficiency, power, zıt anl.= ineffectiveness,
inefficiency; 2) etkinlik, yararlılık, istenilen
etkiyi üretme güç veya kapasitesi, efficacy, zıt
anl.= inefficacy, inefficiency
efficacy = etkinlik, yararlılık, istenilen etkiyi üretme
güç veya kapasitesi, effectiveness, zıt anl.=
inefficacy, inefficiency
efficiency = (çalışmada, işte) verim, etkinlik,
productivity, effectiveness, zıt anl.= inefficiency
efficient = verimli, randımanlı, etkin, effective, zıt
anl.= inefficient, ineffective
efficiently = etkin / verimli bir şekilde, effectively, zıt
anl.= inefficiently
effort = çaba, gayret, hard work
effortlessly = çaba göstermeden, kolayca
effusion = dökme, akıtma, serpme
egg = yumurta, ovum (sperm ile birleşme yeteneği
taşıyan dişi üreme hücresi)
Egypt = Mısır (Kuzeydoğu Afrika’da bir ülke)
eject = dışarı atmak, çıkarmak, fışkırtmak
E E E E E
ÜDS Sözlüğü - 55
www.bademci.com
elaborate (fiil) = ayrıntılarına inmek, özenli bir
şekilde hazırlamak / yapmak, develop fully
elaborate (sıfat) = karmaşık, girift, ayrıntılı, intricate,
zıt anl.= simple
elapsed = (zamanmiktarı için) geçen, geçmiş olan
elastic = esnek, flexible, zıt anl.= rigid
elastin = elastin (arterlerin duvarları gibi elastik
dokularda bulunan bir cins protein)
elder = (iki kardeş ya da kişiden) daha yaşlı / daha
büyük (olan)
elderly population = yaşlı nüfus
election = seçim, seç(il)me, (parliamentary election =
genel seçim,milletvekili seçimi)
election campaign = seçim kampanyası
elective = 1) seçime ait, seçimle ilgili; 2) seçmeli
(ders)
electricity = elektrik
electroconvulsive (shock) treatment = elektroşok
tedavisi
electroencephalogram = elektroensefalogram
(beyin dalgaları aktivitesinin elektriksel
yöntemle izlenmesi ve ölçülmesini sağlayan
yöntem), EEG
electrolyte = elektrolit (besinlerle vücuda giren ve
vücut hücrelerinin normal işlevlerini
sürdürebilmeleri için gerekli olanmaddeler)
electromagnetic = elektromanyetik (elektriksel
kuvvetler vemanyetizma ile ilgili)
electromagnetic force = elektromanyetik kuvvet
(elektriksel yük taşıyan parçacıklar ile
elektromanyetik alanlar arasındaki etkileşimi
kontrol eden vemolekülleri oluşturan atomları
bir arada tutan temel fiziksel kuvvet)
electromagnetic ion trap = elektromanyetik iyon
kapanı (iyonları elektriksel vemanyetik alanlar
yardımıyla bir bölmede tutmaya yarayan
sistem)
electromagnetic noise = elektromanyetik gürültü
(bir elektronik devredeki veya bir radyo dalgası
içerisindeki istenmeyen sinyaller)
electromagnetic radiation = elektromanyetik ışınım
(ışık hızında hareket eden elektromanyetik
dalgalar şeklindeki enerji yayılımı)
electromagnetism = elektromanyetizma (elektriksel
vemanyetik kuvvetler ve bunları inceleyen
bilim dalı)
electron microscope = elektron mikroskobu
(incelenen nesneye elektronlar göndermek
suretiyle görüntü alan ve çoğunlukla tek tek
atomları görüntüleyebilecek kadar yüksek
çözünürlük sağlayabilen bir çeşit mikroskop)
elegant = zarif, şık, kibar
elemental mercury = saf civa
elementary = temel
elementary particle = temel parçacık (daha küçük
parçalardan oluştuğu tespit edilmemiş olan
parçacık)
elephant seal = deniz fili / fil foku (ağırlığı iki tonu
geçen ve kulakları olmayan iri bir fok türü)
elevate = yükseltmek, arttırmak, raise
elevated = art(tırıl)mış, yüksek, yükseltilmiş
elicit = açığa çıkarmak, arouse, bring about
eligible = uygun, (seçilmeye) elverişli, gerekli
koşullara sahip, suitable, (According to the
exclusion criteria of the survey, five cases
were not found eligible due to their diabetes
problem. = Araştırmanın hariç tutma kriterleri
uyarınca, beş vaka, diyabet problemleri
sebebiyle çalışmaya alınmadı / uygun
bulunmadı.)
eliminate = ortadan kaldırmak, yok etmek, gidermek,
elemek, eradicate, cut out, (Poverty must be
eliminated. = Fakirlik yok edilmelidir.)
elimination = eleme, çıkarma, discharge, deduction,
zıt anl.= inclusion
eloquence = etkili ve güzel söz söyleme yeteneği
elsewhere = başka yer / yerde / yere
elude = kaçmak, kaçınmak, (bir şey)’den sıyrılmak,
escape, evade
elusive = tanımlanması güç, indefinable
embark on / upon = girişmek, başlamak, begin,
engage in, zıt anl.= cease, end
embarrass = utandırmak
embarrassed = utanan, mahçup, uncomfortable
embarrassing = rahatsız edici, utanç verici
embassy = büyükelçilik
embed = oturtmak, gömmek, insert, implant
embellish = süslemek, ornament, decorate
embodiment = (bir şey)’in somut hali, kendisi,
symbol
embody = 1) (bir şey)’i somutlaştırmak, (bir şey)’in
somut ifadesi olmak, symbolize; 2) kapsamak,
include, combine, zıt anl.= exclude, divide
embrace = 1) sarılmak, kucaklamak, hug;
2) kabullenmek, accept, zıt anl.= reject, shun;
3) kapsamak, içermek, include, encompass,
zıt anl.= exclude, leave out
embroiled = karışmış, karışıklık içinde
embryo = embriyo, cenin (doğum öncesi gelişiminin
başındaki bebek / yavru)
embryonic = 1) embriyoya ait; 2) olgunlaşmamış
emerald = zümrüt
56 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
emerge = çıkmak, meydana çıkmak, appear, arise,
come forth, zıt anl.= disappear, fade
emergence = ortaya çıkma, appearance, zıt anl.=
disappearance
emergency = acil durum, urgency
emergency administration = (ilacın) acilen /
bekletmeden verilmesi
emerging = yükselen, gelişen, ortaya çıkan, arising,
zıt anl.= fading
emigrant = ülkeyi / kenti terk eden göçmen, zıt anl.=
immigrant
emigrate = göç ile ülkeyi / kenti terk etmek, move
out, zıt anl.= immigrate
emigration = göç ile ülkeyi / kenti terk etme, zıt anl.=
immigration
eminent = 1) tanınmış, ünlü, renowned; 2) yüksek
mevki sahibi
eminently = gayet, son derece, exceptionally,
extremely, zıt anl.= ordinarily
emission = dışarı ver(il)me, yay(ıl)ma, (gaz vs. için)
sal(ın)ma
emit = dışarı vermek, göndermek, yaymak,
çıkarmak, discharge, zıt anl.= absorb
emotion = duygu, his, heyecan, feeling, sentiment
emotional = duygusal, duygulu, passionate,
sentimental, zıt anl.= cold, unemotional
emotional intelligence = duygusal zeka
emotionally = duygusal olarak, duygusal yönde
emotionally charged = duygu yüklü
emotionally disturbed = duygudurum bozukluğu
olan, duygusal sorun yaşayan
emperor = imparator
emphasis = (çoğul: emphases) önem, vurgu,
importance, significance
emphasise = vurgulamak, altını çizmek, stress,
underline
emphatic = 1) ısrarlı; 2) göze çarpan, vurgulu
emphysema = amfizem (yaş, sigara ya da kronik
bronşite bağlı olarak solunum fonksiyonunda
bozulma, yetersizlik)
empire = imparatorluk
empirical = deneysel, ampirik
empirically = deneysel / ampirik olarak
employ = 1) kullanmak, yararlanmak, use, utilize;
2) çalıştırmak, istihdam etmek, iş vermek, işe
almak, hire, recruit, zıt anl.= fire
employee = çalışan, işçi, eleman, worker
employer = işveren, patron
employment = istihdam
empower = yetki / izin vermek
empty (into) = (bir şey)’in içine, (bir yer)’e
boşal(t)mak
empty-calory item = sadece enerji veren, ancak,
besleyici hiçbir değeri olmayan alkol vb.
madde
emulsify = emülsiyon yapmak, bulamaç haline
getirmek
enable = sağlamak, imkân vermek, mümkün kılmak,
yetki vermek, allow, let, empower, ensure,
make it possible, zıt anl.= forbid, hinder, (New
techniques enable surgeons to open and
repair the heart. = Yeni teknikler, cerrahların
kalbi açıp onarmasını mümkün kılıyor.)
encircle = çevrelemek
enclose = (bir şey)’i (bir mektupla aynı) zarf içine
koymak, attach
enclosed = kapalı, kapatılmış
encode = kodlamak, şifrelemek, encrypt, zıt anl.=
decode, decypher, decrypt
encompass = kuşatmak, sarmak, etrafını çevirmek,
içine almak, cover, include
encounter (fiil) = karşı karşıya gelmek, rastlamak,
face, come across
encounter (isim) = karşılaşma, yüz yüze gelme
encourage = teşvik etmek, özendirmek, cesaret
vermek, yüreklendirmek, promote, zıt anl.=
deter, discourage
encouragement = teşvik, özendirme, yüreklendirme,
zıt anl.= discouragement
encouraging = umut verici, özendirici, yüreklendirici,
favourable, promising, zıt anl.= discouraging,
unfavourable
encrypt= şifrelemek, encode, zıt anl.= decode,
decipher, decrypt
encryption = şifreleme
end = uç, taraf
end in = (bir şey) ile sonuçlanmak, result in
end up = sonunda (bir şey) olmak, sonunda (bir şey /
yer)’e varmak, kendini (bir yer)’de bulmak
end up with = sonunda (elde bir şey ile) kalmak;
sonunda (beklenenden daha az / kalitesiz bir
şey) elde etmek
endanger = tehlikeye düşürmek, riske atmak,
jeopardise, risk, zıt anl.= save, aid
endangered = tehdit altındaki
endeavour (fiil) = çabalamak, gayret etmek, struggle,
try
endeavour (isim) = çaba, gayret, uğraşı, mücadele,
effort, struggle
ÜDS Sözlüğü - 57
www.bademci.com
endemic = endemik (belirli bir bölge ile sınırlı, belirli
bir bölgeye özgü)
endurance-type = dayanıklılık gerektiren tür
endure = dayanmak, katlanmak, çekmek, bear
energy-demanding = (bol) enerji gerektiren
enforce = 1) kuvvetlendirmek, takviye etmek,
strengthen; 2) mecbur etmek, (uymaya)
zorlamak, uygulamak, yerine getirmek,
impose, prosecute
enforcement = 1) icra, infaz, uygulama, execution,
zıt anl.= waiver; 2) uygulayıcı, yaptırımcı, (law
enforcement authorities = polis teşkilatı)
engage = 1) işe almak, tutmak, angaje etmek,
employ; 2) kullanıma / işin içine sokmak, put
to use, bring into action; 3) (vites, dişli vs. için)
(birbirine) geçmek
engage in = (bir şey) ile meşgul olmak, be involved in
engaged = kullanımda, çalışır vaziyette
engaging = sevimli, hoş, çekici, charming, attractive,
zıt anl.= repulsive
engender = doğurmak, yaratmak, yol açmak,
produce, create, bring about
engineer = (bir şey)’in projesini yapmak, (çözüm)
geliştirmek, work out
engrave = kazımak, oymak
engulf = yutmak, yutarak yok etmek, swallow up,
drown
enhance = arttırmak, yükseltmek, çoğaltmak,
geliştirmek, zenginleştirmek, çeşitlendirmek,
make better, increase, improve, zıt anl.=
decrease, weaken
enhanced = gelişmiş
enjoy = (bir şey)’in tadını / keyfini çıkarmak
enlarge = büyü(t)mek, genişle(t)mek, amplify,
broaden, zıt anl.= reduce, diminish
enlargement = büyütme, genişletme, broadening, zıt
anl.= reduction
enlighten = aydınlatmak, bilgilendirmek, explain,
advise, educate
enlightened = aydın
enlightenment = aydınlanma (çağı), bilgilenme
enormous = muazzam, çok büyük, tremendous,
immense, huge, zıt anl.= tiny, little,
insignificant
enormously = muazzam bir şekilde, çok büyük
miktarlarda, immensely, zıt anl.= minimally
enough = yeterince, adequate, sufficient, zıt anl.=
inadequate, insufficient
enquiry = bkz. inquiry
enrich = zenginleştirmek, improve
enshroud = örtmek, sis altında bırakmak
ensue = çıkmak, meydana gelmek, ardından
gelmek, arise, occur, follow, zıt anl.= precede
ensure = garanti etmek, sağlamak, temin etmek,
make it possible, secure, guarantee, (Taking
vitamin pills does not necessarily ensure good
health. = Vitamin hapları almak, sağlıklı olmayı
garanti etmez.), (The best intentions will not
always ensure success. = İyi niyet her zaman
başarı getirmez.)
entail = içermek, gerektirmek, involve, require
entangle = karıştırmak, dolaştırmak, karmakarışık
etmek, snarl, complicate
entanglement = vakit alıcı iş, formalite, karışıklık,
(ağ, ip vs.)’ye dolaşma, complication
enterprise = girişim, teşebbüs
enterprising = girişken, girişimci
enterprising spirit = girişimci ruh
entertain = eğlendirmek, meşgul etmek
entertaining = eğlenceli, eğlendirici
enthusiasm = şevk, istek, heves, eagerness,
willingness, zıt anl.= reluctance
enthusiast = (bir konu ile) ilgili / meraklı kişi
enthusiastic = şevkli, hararetli, heyecanlı, excited,
devoted, zıt anl.= disinterested
entice = kendine çekmek, ayartmak, kandırmak, lure
entire = tüm, bütün, complete, whole, zıt anl.= partial,
(an entire generation = bütün bir nesil)
entirely = tümüyle, tamamen, completely, totally, zıt
anl.= partially, (When he came back to his
hometown, he noticed that the place was
entirely different from what he had left two
decades ago. = Geri döndüğünde
memleketinin, artık yirmi yıl önce bıraktığı yer
olmadığını, tamamen değiştiğini gördü.)
entitle = hak / yetki kazandırmak / vermek
entitled = adlı, başlıklı
entombment = gömme, mezar olma
entrance = giriş, entry
entrap = hapsetmek, kapana kıstırmak, capture
entrepreneurial = girişimci
entry = giriş
enviable = gıpta edilecek, desirable, zıt anl.=
unenviable, unfavourable
enviously = kıskanarak, haset duyarak
environment = çevre, ortam
environmental conditions = çevre şartları
environmental constraints = çevresel kısıtlamalar,
doğa koşullarının yol açtığı zorluklar
environmental groups = çevreci gruplar
58 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
Environmental Protection Agency = Çevre
Koruma Teşkilatı (ABD’de, insan sağlığının ve
doğal çevrenin sanayileşme karşısında
korunması ile görevli teşkilat)
environmental savings = çevre ile ilgili yararlar,
çevre koruma
environmentally conscious = çevre bilinci yerinde,
çevre bakımından bilinçli
environmentally friendly = çevre dostu
envision = zihninde canlandırmak, tasavvur etmek,
visualize, envisage
envy (fiil) = kıskanmak, imrenmek, be jealous of
envy (isim) = kıskançlık, haset, gıpta, jealousy
enzyme = enzim (kimyasal tepkimeleri hızlandıran
molekül), maya, ferment
epidemic = salgın hastalık, salgın
epidemiologist = epidemiyolojist (salgın hastalıklar
uzmanı)
epidemiology = epidemiyoloji (toplumda görülen
hastalıkların sebeplerini, görülüş oranlarını,
yayılışlarını, hastalıklara karşı önlem ve
korunma yöntemlerini konu alan tıp dalı)
epilepsy = epilepsi, sara (nöbetler halinde gelen
dikkat kaybı, uyku hali veya kontrolsüz titreme
/ kasılma ile beraber bilinç kaybı ile belirgin
sinirsel hastalık)
episode = 1) (hastalık, öksürük vs. için) nöbet, bout;
2) (öykü, film, dizi vs. için) bölüm, kısım, part
epistle = 1) mektup; 2) Yeni Ahit’teki havari
mektuplarından her biri
epitomize = örnek oluşturmak, özetlemek
equality = eşitlik, denklik, zıt anl.= inequality
equally accented = eşit vurgulu
equate = eşit saymak, eşitlemek
equatorial = ekvatorla ilgili, ekvator bölgesindeki
equilibrium = denge, eşitlik
equip = donatmak, furnish
equivalent to = (bir şey)’e eşit / eşdeğer, same, alike,
zıt anl.= different, unequal
era = devir, çağ, dönem, period
eradicate = yıkmak, yok etmek, ortadan kaldırmak,
eliminate, exterminate, wipe out, demolish,
destroy, zıt anl.= construct, preserve, restore
erect (fiil) = dikmek, kurmak, inşa etmek, build, put
up, zıt anl.= demolish, destroy
erect (isim) = dimdik, ayakta
erode = aşın(dır)mak, erozyona uğramak / uğratmak,
kemirmek
erosion = aşınma, erozyon, deterioration, attrition
erroneous = yanlış, hatalı, wrong, incorrect, zıt anl.=
right, correct
error = 1) defekt, hata, defect; 2) yanlış, yanlışlık,
mistake
erupt = (volkan için) patlamak, püskürmek
eruption = 1) (volkanik) patlama, püskürme;
2) deride döküntü, rash
escape (fiil) = kaçmak, firar etmek, flee, break out
escape (isim) = kaçış, firar, flee, breakout
escape the suspicion = (birisi)’nin kuşkusundan
kurtulmak
esophagus = özofagus (yemek borusu)
especially = özellikle, özel olarak, particularly, in
particular, specifically, zıt anl.= generally, in
general
essence = öz, temel, asıl, core
essential = 1) asıl, esas, temel, fundamental, zıt
anl.= incidental, peripheral; 2) gerekli, zaruri,
crucial, vital
essentially = aslında, esas itibariyle, primarily,
fundamentally, actually
establish = 1) oluşturmak, oturtmak, form, found, lay
down, constitute; 2) saptamak, tespit etmek,
authenticate, verify, show, prove; 3) kurmak,
tesis etmek, institute, found, set up
established = oturmuş, yerleşmiş
establishment = 1) kur(ul)ma, tesis etme / edilme,
foundation; 2) kuruluş, enterprise
esteem = saygı, itibar, respect, zıt anl.= disrespect
estimate (fiil) = tahmin etmek, kestirmek, guess,
reckon
estimate (isim) = tahmin, kestirim, approximation
estimated = tahmini, predicted
estimation = tahmin, kanı, guess, belief
eternity = sonsuzluk, ebediyet
ethanol = etanol (alkollü içkilerde bulunan alkol
çeşidi), ethyl alcohol
ether = eter, lokman ruhu (etil alkolden üretilen ve
eskiden genel anestezi oluşturma amacı ile
kullanılan uçucumadde)
ethical = ahlaki, ahlakla ilgili, (The doctor had no
ethical objection to drinking but he simply said
that it was unhealthy. = Doktorun içmeye karşı
ahlak yönünden bir itirazı yoktu, yalnızca
sağlıksız olduğunu söyledi.)
ethically = etik olarak, ahlaki değerler bakımından,
morally
ethnic = etnik (ırkla ilgili, ırksal özelliklerle ilgili)
ethnicity = etnisite, etnik bir guruba bağlı olma hali
ÜDS Sözlüğü - 59
www.bademci.com
ethylene = etilen (etil alkol, etilen oksit gibi bazı
başka kimyasalların üretiminde kullanılan
renksiz, yanıcı bir gaz)
etiologic = etyolojik (hastalık nedenleriyle ilgili)
EU = Avrupa Birliği, European Union
Euro Disney = Paris’te yer alan büyük bir tatil ve
eğlence tesisi, Disneyland Resort Paris
European banking community = Avrupa bankacılık
topluluğu
European Commission = Avrupa Komisyonu
(Avrupa Birliği’nin, birlik politikalarını
tasarlayan ve onay içinAvrupa
Parlamentosu’na ve Avrupa Konseyi’ne sunan
ve çıkan kararları uygulamakla yükümlü olan
organı)
European Economic Community = Avrupa
Ekonomik Topluluğu (1957 yılında imzalanan
Roma Antlaşması ile kurulan ve bugünkü
Avrupa Birliği’nin temeli sayılan birlik)
European Parliament = Avrupa Parlamentosu (tüm
Avrupa halkını temsil eden genel meclis)
Eurozone = Avro Bölgesi (para birimi olarak Avro
kullanan ülkeler), Euro Area, Euroland
euthanasia = ötenazi (tedavisi imkansız bir hastalık
yüzünden, hastanın yaşamının kendi isteğiyle
sonlandırılması)
evacuate = tahliye etmek, boşaltmak, vacate
evade = kaçınmak, sakınmak
evaluate = değerlendirmek, değer biçmek,
hesaplamak, assess, appraise
evaluation = değerlendirme, assessment, appraisal
evaporate = buharlaş(tır)mak, vaporize, zıt anl.=
condense
evaporation = buharlaşma, zıt anl.= condensation
evaporative cooling = buharlaşma yolu ile
serinletme
even so = bununla birlikte, her şeye rağmen, yine de,
however, nonetheless, nevertheless
even wider = daha da geniş çaplı, daha da yaygın
even without = . . . olmadan bile
evenly = eşit şekilde, dengeli şekilde, zıt anl.=
unevenly, uniformly
event = olay, hadise, incident
eventual = daha sonraki, nihai, future, consequent
eventuality = olasılık, probability
eventually = sonunda, nihayet, at last, finally
ever = her seferinde artan / azalan bir şekilde
ever-growing = sürekli artan / büyüyen
ever-increasing = sürekli artan
every chance = her (türlü) fırsat, imkan
every last drop of smt = bir şeyin son damlasına
kadar
every other = her iki (gün, ay, yıl vs.)’de bir
every other day = gün aşırı
evidence = belirti, delil, gösterge, işaret, indication,
hint, proof, clue
evident = açık, belli, apparent, clear, zıt anl.=
concealed, obscure
evil = kötü, kötücül, malevolent, zıt anl.= good,
benevolent
evocative = çağrışım yaptırıcı, çağrıştıran
evoke = (bir duygu) uyandırmak, aklına getirmek,
çağrıştırmak, recall, stimulate
evolution = evrim
evolutionary = evrimsel
evolutionary natural selection = evrimsel doğal
seçilim / seleksiyon (doğa koşullarına adapte
olamayanların yok olması, adapte olabilenlerin
ise hayatta kalması teorisi)
evolve = (uzun bir zaman diliminde) geliş(tir)mek,
evrim geçirmek, progress, develop
exact (fiil) = koparmak, zorla veya tehditle almak
exact (sıfat) = kesin, kusursuz, tam, accurate,
precise, zıt anl.= inaccurate
exact form = tam şekil / biçim
exactly = tam olarak, tamı tamına, precisely,
accurately, zıt anl.= roughly
exactness = kesinlik, kusursuzluk, accuracy,
precision, zıt anl.= inaccuracy, inexactness
exaggerate = abartmak, gözünde büyütmek,
overemphasise, zıt anl.= underestimate
exaggeration = abartma, overstatement, zıt anl.=
understatement
examination = inceleme, denetim, teftiş, inspection
examine = 1) dikkatle gözden geçirmek, incelemek;
2) muayene etmek
excavate = kazı / hafriyat yapmak, kazıp ortaya
çıkarmak, unearth, zıt anl.= bury
excavation = kazı
exceed = aşmak, (limit / miktar vs.)’nin üzerine
çıkmak, taşmak, fazla gelmek, surpass, go
beyond, be more than necessary, zıt anl.= fall
behind (of), be less than, be inferior to
exceedingly = aşırı bir şekilde, son derece, ihtiyaçtan
çok fazla bir şekilde, extremely, passing, zıt
anl.=mildly, little
excel in = 1) (bir konuda) başarılı olmak, be
successful in / at; 2) üstün olmak, surpass,
outperform, zıt anl.= be inferior
excellence = mükemmellik, kusursuzluk, perfection
excellent = mükemmel, perfect
60 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
except = haricinde, dışında
exception = istisna, (An exception to the rule. =
İstisnalar kaideyi bozmaz.)
exceptional = olağandışı, istisnai, unusual,
extraordinary, zıt anl.= ordinary, (General
principles should not be based on exceptional
cases. = İstisnalardan hareketle genel
prensipler oluşturulmamalıdır.)
exceptionally = olağandışı / istisnai bir şekilde,
extremely, zıt anl.= slightly, moderately
excess (isim) = aşırılık, fazlalık, artık, surplus, zıt
anl.= shortage
excess (sıfat) = aşırı, (haddinden) fazla, (He is trying
to lose excess weight. = Fazla kilolarından
kurtulmaya çalışıyor.)
excess water = (örn. vücuttaki) fazla su
excessive = aşırı miktarda, fazla, toomuch,
redundant, zıt anl.= moderate, reasonable
excessively = aşırı derecede, overly, redundantly, zıt
anl.=moderately
exchange = değiş tokuş etmek, alış veriş etmek,
trade, swap
excited = heyecanlı, rahat durmayan, zıt anl.= calm
excitement = heyecan
exciting = heyecan verici, zıt anl.= unexciting
exclude = çıkarmak, dahil etmemek, dışarda
bırakmak, hariç turmak, leave out, zıt anl.=
include
excluding = . . . dışında / haricinde
exclusion zone = girilmesi / yerleşilmesi yasak /
sakıncalı bölge
exclusive = 1) (kişiye, kuruluşa vs.) özel, sadece belli
bir zümreye açık, restricted, zıt anl.= open,
public, shared; 2) dışta bırakan; 3) tam / bütün
(bölünmemiş veya paylaşılmayan), complete
exclusively = sadece, yalnızca, solely, entirely
excreta = vücuttan boşaltım yolu ile atılanmadde
(örn. dışkı, idrar, ter)
excrete = (idrar, dışkı vs.) boşaltmak
excretion = 1) boşaltım; 2) boşaltım ile atılan
madde, excreta
excursion = kısa süreli gezi
excuse = mazur görmek, bağışlamak, pardon,
forgive, zıt anl.= blame with, accuse of
execute = uygulamak, yerine getirmek, (cezayı /
kişiyi) infaz etmek, carry out
execution = uygulama, yerine getirme, yapma, infaz
etme, completion, realisation
executive (isim) = idareci, yönetimde yetki sahibi
kişi, (chief executive officer (CEO) = yönetim
kurulu başkanı)
executive (sıfat) = yürütmeye ait
exemplary = örnek oluşturan, örnek alınacak
(davranış vs.)
exemplify = örnek olmak / sunmak, örneğiyle
açıklamak
exemption from = (bir vergi vs.)’denmuafiyet,
bağışıklık, immunity to
exercise = 1) vücut hareketi, egzersiz; 2) uygulama,
tatbikat
exercise tolerance test = efor testi (fiziksel
egzersizin kalp çalışması üzerine etkisini
belirleme amacıyla uygulanan test)
exercising machine = egzersiz aleti
exert = 1) (kuvvet / basınç vs.) uygulamak, apply;
2) (bir kişi üzerindeki etkisini, hatırını vs.)
zorlayarak kullanmak
exert oneself = kendini zorlamak
exertion = çaba, gayret, emek, effort
exhaust (fiil) = gücünü tüketmek, wear out,
impoverish, zıt anl.= revive, invigorate
exhaust (isim) = egzoz (yakıt ile çalışan taşıt ve
makinelerde atık gazı dışarı atan ünite)
exhausted = bitmiş, tükenmiş
exhausting = yorucu, bitap düşürücü, very tiring, zıt
anl.= refreshing
exhaustion = bitkinlik, tükenmişlik hali, fatigue
exhibit (fiil) = sergilemek, göstermek, ibraz etmek,
teşhir etmek, reveal, illustrate, present, zıt
anl.= conceal, cover, hide
exhibit (isim) = sergilenen şey
exhibition = sergi, display, show
exist = var olmak, bulunmak, mevcut olmak, be
present
existence = varlık, mevcudiyet, (bir şey)’in var
olması, var oluş, presence, zıt anl.= absence
existentialism = varoluşçuluk (insanların tamamen
özgür olduklarını ve kendi yaptıklarından
sorumlu olduğu görüşünü savunan, daha çok
Avrupa’da hüküm sürmüş bir 20. yy felsefe
akımı)
existing = var olan, hali hazırda bulunan, present,
current
exoplanet = güneş sistemi dışındaki bir yıldız
etrafında dönen gezegen
exorcise = (şeytan, cin vs.) çıkartmak
exotic = alışılmadık, egzotik
expand = genişle(t)mek, büyü(t)mek, extend,
broaden, zıt anl.= shrink, contract, compress
expanding = genişleyen
expansion = genişle(t)me, büyü(t)me, development,
growth
ÜDS Sözlüğü - 61
www.bademci.com
expansive = geniş, engin, yayılıp genişlemeye
elverişli, yaygın, kapsamlı, extensive, zıt anl.=
narrow
expect = 1) beklemek, beklenti içinde olmak,
anticipate; 2) tahmin etmek, kestirmek, predict
expectation = beklenti, anticipation
expected = olması beklenen, umulan, predicted,
foreseen, anticipated
expectorate = balgam çıkarmak, akciğerlerden ve
boğazdan her türlü ifrazatı (kan, tükürük vs.)
dışarı atmak
expedition = araştırma / keşif gezisi
expend = harcamak, spend, consume
expenditure = gider, harca(n)ma, masraf, expense,
zıt anl.= income
expense = masraf, harcama, expenditure
experience (fiil) = (bir dönemden) geçmek, yaşamak,
go through, undergo, zıt anl.= avoid
experience (isim) = deneyim, tecrübe
experienced = deneyimli, tecrübeli, zıt anl.=
inexperienced
experiment = deney
experimental = deneye dayanan, deneysel
experimentation = deneme, test etme, deney
yapma
expert = uzman
expertise = uzmanlık, ekspertiz, (belirli bir alandaki)
bilgi
expiration = ekspirasyon, soluk / nefes verme,
exhalation
explanation = açıklama, izahat, clarification
explanatory = açıklayıcı
explanatory power = anlatım gücü
explicit = belirli, açık, definite, specific, zıt anl.=
ambiguous, unclear
explicitly = tam ve açık bir biçimde, expressly, zıt
anl.= implicitly
explode = patlamak, infilak etmek
exploit = 1) (kendi çıkarı için) kullanmak,
yararlanmak, utilize, (The opposition aims to
exploit the economic crisis. = Muhalefet,
ekonomik krizi kendi çıkarı için kullanmayı
amaçlıyor.); 2) sömürmek, istismar etmek,
abuse
exploitation = sömürme, kullanma, yararlanma
exploration = araştırma, inceleme, keşif
exploratory = keşif / inceleme ile ilgili / amacına
yönelik
explore = (keşif için) dolaşmak, araştırmak,
incelemek, search, examine
explorer = kaşif
explosion = patlama
explosive = patlayıcı
explosive charge = bir atımlık patlayıcı
explosively = aniden ve hızlı bir şekilde
expose = açığa çıkarmak, reveal, uncover, zıt anl.=
shroud, conceal
expose to = (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in
etkisine açık bırakmak, make prone to, zıt
anl.= protect from, shield from
exposure = 1) maruz bırakma / kalma, teşhir etme;
2) fotoğrafçılıkta diyaframın açık kalma süresi,
poz
express = ifade etmek, anlatmak, beyan etmek,
state, articulate
expression = ifade, deyim, anlatım, dışavurum,
exposition
expressionism = ekspresyonizm, dışavurumculuk
expressive = anlamlı,manalı, açıklayıcı, meaningful,
indicative, zıt anl.= expressionless
expressly = açıkça, clearly
extend = uza(t)mak, sürmek, prolong, protrude, zıt
anl.= shorten
extend support = destek vermek / sunmak
extended = uzun süren, long, zıt anl.= short
extended family = geniş aile (ebeveynler ve
çocukların yanında büyükbaba, büyükanne,
kuzenler gibi daha uzak akrabaları da içeren
aile)
extension = büyüme, genişleme, uzatma,
development, expansion, zıt anl.= curtailment,
shrinkage
extensive = yaygın, geniş çaplı, kapsamlı,
comprehensive, zıt anl.= limited, narrow
extensive burn = geniş / büyük miktarda / ciddi
yanık, intensive / major / widespread burn
extensively = büyük miktarda, yaygın bir şekilde,
largely, substantially, comprehensively, zıt
anl.= partly, narrowly
extensor muscle = ekstensör / gerici kas
extent = 1) tamamı, bütünü; 2) kapsam, oran,
büyüklük, derece, degree
extention = uzatma
exterior = dış, dış yüzey, zıt anl.= interior
exterminate = imha etmek, yok etmek, eradicate,
destroy
external = dış / harici, zıt anl.= internal
external force = dış güç
external hernia = dış fıtık
external stimulus = dış / harici uyaran
62 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
externalise = dışa vurmak, nesnelleştirmek
extinct = nesli tükenmiş
extinction = soyu / nesli tükenme, yok olma, (They
think a meteor caused the extinction of the
dinosaurs. = Dinozorların yok olmasına bir
meteorun yol açtığı düşünülüyor.)
extinguish = 1) öldürmek, yok etmek, kill, eliminate,
zıt anl.= build, create; 2) söndürmek, put out,
zıt anl.= ignite, light
extort = (para) sızdırmak, (haraç) almak, zorla veya
gözdağı vererek almak, squeeze
extracellular = hücre dışı
extract = çekmek, çekip çıkarmak, elde etmek, draw
out
extramarital = evlilik dışı
extraneous = 1) dışsal, harici; 2) konu dışı, ikincil
öneme sahip, secondary
extraordinary = olağanüstü, fevkalade, exceptional,
outstanding, zıt anl.= common, usual, ordinary
extraterrestrial = dünya dışı (ile ilgili), dünya
dışından gelen, zıt anl.= terrestrial
extravagance = israf, savurganlık, aşırılık,
wastefulness, exaggeration, zıt anl.=
economy, thrift
extravagant = tutumlu olmayan, savurgan, thriftless,
zıt anl.= thrifty
extravagantly = müsrifçe, aşırı, savurganca,
abundantly, bountifully, zıt anl.= sparingly
extreme = aşırı boyutta, ekstrem, çok fazla, maximal,
utmost, uttermost, zıt anl.= mild, moderate
extremely = aşırı şekilde, çok, maximally, zıt anl.=
mildly,moderately
extremity = son, uç nokta, frontier, limit, zıt anl.=
minimum
extrinsic = dışarıdan gelen, dış
eyeball = göz küresi / yuvarı
eyelid = göz kapağı
eyesight = görüş
www.bademci.com
F-1 tornado = orta kuvvette kasırga (Fujita Ölçeği’ne
göre 117-180 km / saat hızla esen, küçük
ağaçları devirebilecek güçteki kasırga),
moderate tornado
fabric = kumaş, bez, doku
fabricate = imal etmek, parçalarını bir araya
getirerek üretmek, manufacture, produce
face = (birisi / bir şey) ile karşı karşıya gelmek,
yüzleşmek, yüz yüze gelmek, (birisi / bir şey)’in
karşısına çıkmak, confront, encounter,
challenge, zıt anl.= avoid, evade, retreat (from)
face transplant = yüz nakli
face up to the fact = bir gerçekle yüzleşmek
facet = yön, taraf, aspect, feature
facial = yüzle ilgili
facial expression = yüz ifadesi
facilitate = kolaylaştırmak, bir şeyin olma ihtimalini
arttırmak, alleviate, help, zıt anl.= worsen,
hamper, impede, (You could facilitate the
process by sharing your knowledge with us. =
Bilginizi bizimle paylaşarak bu işi / işlemi
kolaylaştırabilirsiniz.)
facility = 1) tesisat, tesis; 2) kolaylık, imkan, (özel bir)
hizmet
fact = gerçek, var olan olgu
factual = gerçek olaylara dayanan, somut, based on
fact, zıt anl.= fictional
faecal = gaita / dışkı ile ilgili
faience = fayans (kil, kuvars, kalker gibi
malzemelerden oluşan çamurun çok yüksek
ısıyamaruz bırakılması ile üretilen, genellikle
çinko glazürlümalzeme)
fail = 1) bozulmak, çalışmaz hale gelmek, break; 2)
başarısız olmak, be unsuccessful, zıt anl.=
succeed, achieve
failing = kusur, zaaf, çöküş, gerileme, yetersizlik,
weakness, flaw
failing eyesight = kusurlu görme
failure = yetersizlik, yetmezlik, bozukluk, malfunction
faint-object camera = Hubble Uzay Teleskobu için
tasarlanmış çok yüksek çözünürlüklü bir
kamera sistemi
fair = (derece, not vs. için) orta, ne iyi, ne kötü,
average, mediocre
fairly = 1) oldukça, somewhat, quite, zıt anl.=
extremely; 2) adilce, justly, equitably, zıt anl.=
unfairly
fairly near = epeyce yakın
fair-skinned = açık tenli
fairy tale = peri masalı
faithfully = sadakatle, vefakarca, devotedly
fall (fiil) = düşmek, azalmak, decrease
fall (isim) = 1) düşüş, çöküş; 2) meyil, decline;
3) sonbahar, autumn
fall back on = (son çare olarak) tutunacak dalı
olmak, (yardım edecek birine) başvurmak, turn
to (smo) for help
fall behind = geri kalmak, lag behind, zıt anl.= lead,
outperform
fall in with = 1) (bir şey / birisi) ile aynı fikirde olmak,
agree with; 2) (bir şey / birisi) ile ilişkisi olmak,
have a relationship with
fall into disfavour = gözden düşmek, rağbet
görmemek, fall into disrepute
fall into disrepute = adı kötüye çıkmak, gözden
düşmek, fall into disfavour
fall into disuse = kullanılmaz olmak, kullanılmaz
hale gelmek, bırakılmak, terkedilmek, be
abandoned
fall on = karşılaşmak, encounter
fall short of expectations = bekleneni karşılamamak
fall through = bitmemek, yarıda kalmak, başarısız
olmak, fail, zıt anl.= succeed
fall to = 1) (birisi)’ne yenik düşmek, yenilmek,
bozguna uğramak, be defeated (by);
2) (istenmeyen bir işin, bir kişinin) görevi
haline gelmesi
fall-off = azalma, düşme, decrease, zıt anl.=
increase
fall-out = serpinti, döküntü
false = sahte, güvenilmez, yanlış, hatalı, wrong,
unreal, fake, zıt anl.= real, genuine
falsify = çarpıtmak, tahrif etmek, misrepresent
fame = ün, şöhret, reputation
famed = ünlü, famous
familial = ailevi, aileden gelen
F F F F F
64 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
familiar = alışıldık, bildik, aşina, common, known,
acquainted, zıt anl.= unfamiliar, (The older I
grow, the more I distrust the familiar doctrine
that age brings wisdom. = Yaşlandıkça, yaşın
bilgelik getirdiği yönündeki o bildik görüşe
duyduğum güven azalıyor.)
familiar with = (bir şey)’e aşina / alışkın
familiarize with = 1) (bir kişi / bir şey)’i tanıtmak,
bilgilendirmek, inform; 2) (bir kişiyi bir şey)’e
alıştırmak, acquaint with
familiarly = tanıdık / bildik / aşina bir şekilde, zıt anl.=
unfamiliarly
family enterprise = aile şirketi
family history = aile hikayesi / öyküsü (bir
hastalığın, ailenin başka üyelerinde görülme
durumu)
family tendency = ailesel eğilim (belli bir hastalığa
karşı aile bireylerinin çoğunda görülen ve çoğu
kez kalıtsal nitelik gösteren eğilim)
famine = kıtlık, açlık
fan = 1) yandaş, taraftar, fanatik; 2) yelpaze
fanciful = hayali, imaginary, zıt anl.= real
Fancy painting your house? = Evinizi mi boyamak
istiyorsunuz?
fantastic = akıl almaz, gerçek dışı, hayali, illusive,
incredible, zıt anl.= common, ordinary
far = çok daha, much (more)
far afield = uzak diyarlar(a / da)
far and wide = uzaklar(a), geniş bir alan(da)
far behind = çok gerisinde, way behind
far below = çok çok altında
far better = çok daha iyi, much better
far beyond = çok aşkın, çok ilerisinde, way ahead
far exceed = (her hangi bir şeyi miktar vs. açısından)
kat kat aşmak, (bir değer vs.)’nin fazlasına
sahip olmak
far from = (bir şey olmak)’tan çok uzak
far from satisfactory = tatmin edici olmaktan çok
uzak, unsatisfactory, disappointing
far greater = çok daha fazla / büyük
far less = çok daha az
far more = çok daha fazla, much more
far more often = çok daha sık
far too = aşırı, normal olandan çok daha (fazla)
far too much = aşırı miktarda
fare = bilet ücreti
far-fetched = gerçek payı çok az olan, uydurma,
doubtful, unconvincing, zıt anl.= likely, realistic
far-flung = çok yaygın, uzak yerlere yayılmış
far-off = uzak, sapa, distant, zıt anl.= close, near
far-reaching = geniş kapsamlı
fascinating = çok ilginç, etkileyici, büyüleyici,
interesting, attractive, zıt anl.= boring, dull
fascination = (bir şeye / bir kişiye) kendini kaptırma,
büyülenme
fashion = şekil, way
fashionable = revaçta / rağbette olan
fasten = bağlamak, tutturmak, iliştirmek, affix, attach
fat gain = yağ birikimi, yağlanma
fat intake = (besinmaddelerinin yenmesi yoluyla)
yağ tüketimi / alımı
fatal = ölümcül, vahim, deadly, mortal, (A hospital
spokesman said that the minister had suffered
a fatal heart attack. = Bir hastane sözcüsü,
bakanın ölümcül bir kalp krizi geçirdiğini
söyledi.)
fatality = 1) ölüm, death; 2) ölümle sonuçlanan kaza
ya da afet
fatally = ölümcül şekilde
fate = akıbet, yazgı, kader, destiny
fateful = ölümcül, feci, fatal
fatfold = yağ dokusu
fatigue (fiil) = yormak, tire, zıt anl.= relax, rest
fatigue (isim) = yorgunluk, bitkinlik, tiredness, zıt
anl.= strength, vigour
fatty acid = yağ asidi
fatty tissue = yağ dokusu
faultless = kusursuz, flawless, perfect, zıt anl.= faulty,
imperfect
faulty = kusurlu, defolu, defective, imperfect, zıt anl.=
flawless, perfect
fauna = fauna (belli bir bölgedeki hayvan topluluğu),
hayvanat
favour (fiil) = 1) tarafını tutmak, kayırmak, lehin(d)e
olmak, tercih etmek, fancy, prefer, zıt anl.=
dislike; 2) meydana gelme ihtimalini arttırmak,
kolaylaştırmak, encourage
favour (isim) = 1) beğenme, sevgi, sempati; 2) iyilik,
lütuf
favourable = avantajlı, uygun, advantageous, zıt
anl.= unfavourable
favourably = olumlu biçimde, approvingly, positively,
zıt anl.= unfavourably
favoured = tutulan, beğenilen
fearsome = korkunç, awful, dreadful
feasible = (örn. ekonomik veya pratik olarak)
yapılabilir, uygulanabilir, beneficial, practicable,
worthwhile, zıt anl.= unfeasible, impractical
ÜDS Sözlüğü - 65
www.bademci.com
feat = yapılması güç ve cesaret isteyen şey
feather = (kuş için) tüy
feature (fiil) = takdim etmek, öne çıkarmak, mark
feature (isim) = 1) özellik, ayırıcı / belirgin nitelik,
property, characteristic, element; 2) (bir toprak
parçası ya da harita üzerindeki yol, tümsek
gibi) işaret
federal government = federal hükümet
fee = ücret
feed on = (bir şey) ile beslenmek
feedback = geri bildirim, response
feedlot = hayvan barındırma ve besleme amaçlı
arazi
feel the urge to do smt = bir şey yapmak için kuvvetli
istek duymak, be tempted to
feel up to = (kendini bir şey)’i yapacak kadar güçlü
hissetmek
fellow = 1) meslektaş, colleague; 2) doktora veya
bilimsel araştırma bursu alan kimse, akademi
üyesi
female = dişi, zıt anl.= male
fence = çit
fermentation = mayalanma, fermantasyon (bir
maddenin bakteriler, mantarlar ve diğer
mikroorganizmalar aracılığıyla kimyasal olarak
çürümesi)
ferric iron = ferrik demir (diğerlerine kıyasla daha
yüksek birleşme değerine sahip olan demir
bileşiği)
ferrous = içinde demir bulunan
ferry = feribot (araç taşıyabilen gemi), ferryboat
fertile = verimli, bereketli, prolific, productive, zıt anl.=
infertile, fruitless
fertility = 1) verimlilik, bereketlilik, productivity;
2) doğurganlık, kısır olmama
fertilization = dölle(n)me, gübreleme
fertilize with = (bir şey) ile gübrelemek /
zenginleştirmek
fertilizer = gübre, compost, manure
fetal = fetüse ait, fetüs ile ilgili, foetal
fever = ateş, ateşli hastalık
fib = küçük bir yalan söylemek
fibre = iplik, (besinler için) lif
fibril = küçük lif, lifçik
fibril formation = fibril (lifçik) oluşumu
fibrin = fibrin (kan pıhtısının esas unsurunu
oluşturan madde)
fibrous = fibröz (lifli)
fibrous material = fibröz madde (liflerden oluşmuş
madde)
fiction = kurgu, roman ve hikaye edebiyatı, zıt anl.=
non-fiction
fiction theme = kurgusal tema / konu
fictional = kurgusal, hayali, uydurma, zıt anl.=
factual
field = alan
fieldwork = saha / arazi çalışması
fierce= şiddetli, sert, brutal, violent, zıt anl.= tame,
gentle
fiery = ateşli, tutkulu
fight = dövüşmek, savaşmak, mücadele etmek,
struggle
fight back = karşı koymak, direnmek, resist, zıt anl.=
give in
fight off = püskürtmek, yanına yaklaştırmamak, drive
back, repel
fight out = (bir sonuç çıkıncaya dek) savaşmak,
dövüşmek
fighter = avcı / savaş uçağı
fighting spirit = savaşçı / mücadeleci ruh
figurative = temsili, tasviri, mecazi
figure = 1) rakam, sayı, number; 2) şekil, shape
figure out = düşünerek ve hesap yaparak (cevabı
vs.) ortaya çıkarmak
file = (resmi) işleme koymak, dosya halinde teslim
etmek, dosyalamak
fill in = 1) tamamen doldurmak; 2) (boşluk)
doldurmak, yazmak, write out
fill out = (form vs.) doldurmak, fill in, complete
filter out = süzmek
final = son, nihai, last, zıt anl.= first
finally down to = sonuçta geldiği nokta …
finance-related = finansman ile ilgili, finansmana
bağlı
financial = finansal, parasal, ekonomik, economic,
monetary
finch = ispinoz kuşu
find = bulgu
find no way = çare bulamamak
finding = bulgu
fine = para cezası
fingernail = bir eldeki tırnaklardan her biri
fingerprint = parmak izi
finite = sonu olan, sınırlı, ölçülebilir, limited, zıt anl.=
infinite
fire (fiil) = 1) ateşlemek; 2) işten atmak, kovmak
fire (isim) = yangın, ateş
fireball = bkz. ball of fire
66 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
fired clay = fırınlanmış kil (kilin, genellikle şekil
verildikten sonra ateşte veya seramik fırınında
pişirilerek sertleştirilmiş hali)
firing = fırınlama, ateşe tutma
firm (isim) = firma, şirket, company
firm (sıfat) = sıkı, sert, sağlam, katı, rigid, solid, zıt
anl.= flexible
firmly = kararlılıkla, ödün vermez biçimde, sıkıca,
sağlam bir şekilde, tightly, strongly, zıt anl.=
loosely, (Our government is firmly committed
to eradicatingmalaria. = Hükümetimiz,
kendisini kararlılıkla sıtmayı yok etmeye
adamıştır.)
first course = ilk kür, ilk uygulama
first-rate = (kalite bakımından) birinci sınıf
fiscal discipline = mali disiplin
fiscal policy = maliye politikası
fiscal practices = maliye ile ilgili işler / işlemler
(özellikle kamu harcamaları, vergiler vs.)
fishery = 1) balık avlanılan bölge; 2) balık çiftliği
fishing grounds = balık avlama bölgesi
fissure = (toprakta, kayada ya da bağırsakta derin)
yarık, çatlak, fisür
fit (fiil) = 1) yerleştirmek, oturtmak, takmak;
2) uymak, oturmak, (The dress that she tried
on fitted her perfectly. = Denediği elbise
üstüne tam oturdu.)
fit (isim) = nöbet, kriz
fit (sıfat) = uygun
fit in with = 1) (bir şey)’e uymak / uygun düşmek, be
suited to; 2) (bir yere, gruba vs.) ait olmak,
belong to
fit into = sığ(dır)mak, uy(dur)mak, uygun olmak, go /
place in, be suitable
fit to = bağdaşmak, uymak, match, suit
fitness = zindelik, form(da olma)
fitting = uygun, yakışan, appropriate
fittings = (çoğul kullanılır) tesisatmalzemeleri
fix = onarmak, repair
fix up = 1) ayarlamak, arrange; 2) bulmak, temin
etmek, provide
fixation = saplantı
fixed = sabit, constant, zıt anl.= variable
flair = yetenek, kabiliyet, ability, talent, genius
flame = alev
flamenco dance = Flamenko Dansı (İspanya’ya
özgü, Endülüs Halk Müziği eşliğinde yapılan
bir çeşit dans)
flap = (kanat) çırpmak, sallamak
flare = parlama
flare up = 1) (ateş için) parlamak, erupt; 2) (fırtına
için) patlamak, break out; 3) (hastalık için)
birden alevlenmek, aniden ortaya çıkmak,
intensify suddenly
flash of lightning = şimşek / yıldırım çakması
flashback = geriye dönüş (bir roman ya da filmde,
olayların kronolojik sırasının bozularak
geçmişe gidilmesi)
flashy = gösterişli, cafcaflı
flatten = dümdüz etmek, yerle bir etmek
flaunt = gösteriş yapmak, hava atmak, show off
flavour = tat, lezzet, çeşni, taste
flavoured = (bir şey katarak) tatlandırılmış
flavourful = lezzetli
flavouring = tatlandırıcı
flavour-optimised = tadı hoşa giden, tatlandırılmış
flaw = kusur, defo, zayıflık, fault, (Beautiful scenery
does not make up for the flaws of this film. =
İçindeki güzel manzaralar bu filmin kusurlarını
örtmeye yetmemiş.)
flawed = hatalı, kusurlu, erroneous, zıt anl.= flawless,
perfect
flawless = kusursuz, noksansız, faultless, perfect, zıt
anl.= faulty, defective, flawed
flee = kaçmak, firar etmek, run away, escape
fleet = filo
flesh = et, yumuşak doku, ten, canlı doku
fleshy-leaved = etli yapraklı
flex = eğilmek, bükülmek, esnemek, bend
flexibility = esneklik
flexible = esnek, elastiki, gevşek, tolerant, adjustable,
elastic, relaxed, zıt anl.= inflexible, rigid
flexor muscle = bükücü / fleksör kas
flight = uçuş
fling = fırlatmak, savurmak, atmak, throw, (With the
hope of being forgiven, he flung himself down
at the King’s feet. = Affedilmek umudu ile
kendini kralın ayaklarına attı.)
float = (havada) yüzmek / asılı durmak, (suda)
yüzeyde durmak / yüzmek
floating = havada asılı duran, (tahta parçası vs. için)
denizin hareketiyle su üzerinde yüzen /
sürüklenen, (a floating ship = denizde
sürüklenen bir gemi)
flood (fiil) = 1) su altında bırakmak, swamp;
2) (görüntü, anı vs. için) aklına üşüşmek
flood (isim) = sel, su baskını
flooding = su basması
floor = (vadi, deniz için) taban
flora = bitki örtüsü, bir bölgedeki tüm bitkiler
ÜDS Sözlüğü - 67
www.bademci.com
Florence = Floransa (İtalya’da bir kent)
Florentine= İtalya’da bir kent olan Floransa ile ilgili,
Floransa’ya ait
florescence = çiçeklenme
floristic = çiçekler / çiçekçilik ile ilgili, çiçekler
bakımından
flourish = gelişmek, büyümek, ilerlemek, grow,
develop, zıt anl.= fade
flow (fiil) = akmak, run
flow (isim) = akış, akım, debi, stream
flow down = aşağı doğru akmak
flowering = çiçek açan
flow-line = akış hattı
flu = grip, influenza
flu specialist = özellikle grip üzerinde çalışan uzman
fluctuate = inip çıkmak, değişmek, dalgalanmak,
alternate, vary
fluctuating = inip çıkan, değişen, dalgalanan,
alternating, variable
fluctuation = dalgalanma, oynama, inip çıkma
fluent = akıcı, açık, pürüzsüz
fluid = akışkan
fluorescent = floresan (kimyasal yolla veya ışınım
yoluyla aldığı enerji ile parıldayan)
flux = akıntı, oynaklık
fly a mission = (uçak, uzay mekiği vs. için) göreve
gitmek, görevde yer almak
fly in = uçakla getirmek
fly in formation = (birden fazla uçak için) belli bir
düzende uçmak
f-MRI scanner = fonksiyonel manyetik rezonans
görüntüleme cihazı, functionalmagnetic
resonance imaging scanner
focal point = odak noktası
focus on / upon (fiil) = üzerinde / üzerine
odaklanmak, yoğunlaşmak, ağırlık vermek,
concentrate on
focus (isim) = (çoğul: (edebi kullanımda) focuses,
(bilimsel kullanımda) foci) odak noktası
fodder = (saman veya ot gibi) hayvan yemi
foetal = cenine ait, ceninle ilgili, fetal
foetus = fetüs, cenin, fetus
fog = sis
fold = kat, kıvrım
fold (over) = katlamak (Fiil, back, down, up edatları
ile de aynı anlamı verir. Kullanılacak edat,
katlamanın yönüne göre değişir.)
folk ballad = halk türküsü
follicle = kesecik, folikül (anatomide bir grup
hücrenin arasında yer alan küresel formlu
boşluk)
follow = izlemek, takip etmek, track
follow in the footsteps of smo = bir kişinin izinden
gitmek
follow suit = bir başkasının yaptıklarını yapmak,
aynı şekilde hareket etmek
follow through = sonuna kadar götürmek / uymak,
complete, obey, zıt anl.= quit, give up
follow up = 1) (hastayı) takip etmek; 2) (bir öneriyi,
talimatı vs.) yerine getirmek; 3) (daha önce
başlanmış bir işi) bitirmeye veya daha etkin
hale getirmeye yönelik işler yapmak
follower = takipçi, mürit
following = (bir olay / şey / kişi)’yi takiben, (bir olay /
şey / kişi)’nin ardından, after, zıt anl.= prior to,
before
folly = çılgınlık, ahmaklık, akılsızlık
fondness = düşkünlük, büyük sevgi, fancy,
preference, zıt anl.= aversion
Food and Drug Administration = Amerikan Gıda ve
İlaç Dairesi
food supply = besin rezervi / deposu
foodstuff = yiyecek maddesi
foolish = aptal(ca), ahmak(ça), stupid, unwise, zıt
anl.= wise, sensible
foot = (çoğul: feet) ayak (30. 48 cm’ye eşdeğer
uzunluk ölçüsü)
foot and mouth disease = aft (hayvanlarda görülen
bir tür hastalık)
footing = taban, temel
footprint = ayak izi
footrace = koşu veya yürüyüş yarışı
for a length of time = (belli) bir zaman boyunca
for a time = bir ara, bir aralar, for a while
for ages = çok uzun bir zamandır, for a very long
time
for all = tüm (olanlara) rağmen
for and against = lehinde ve aleyhinde
for good = temelli, bir daha dönmemek üzere,
permanently
for instance = mesela, örneğin, sözgelimi, for
example
for life = ömür boyu
for one thing = (genellikle söze başlarken kullanılır)
bir kere, her şeyden önce, in the first instance
for that matter = aynı anlama gelmek üzere
for themost part = genel olarak, generally, mostly
68 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
for the sake of = hatırı için, uğruna, (bir şey olsun)
diye
for years to come = daha uzun yıllar
forbidden = yasak, banned, prohibited, zıt anl.=
allowed
force (fiil) = zorlamak, mecbur etmek, zorla
yaptırmak, oblige
force (isim) = kuvvet
force a way through = (zorlayarak, engelleri aşarak)
kendine yol açmak, break through
force down = ilacı yutarken zorlanmak
force on / upon = zorla vermek / yüklemek, enforce
force out = zorlayarak çıkartmak
forceful = kuvvetli, şiddetli, etkili, vigorous, powerful,
effective
forcefully = zorla, şiddetle, vehemently, zıt anl.=
feebly
forcibly = zorla, against one’s will, by force,
coercively, zıt anl.= voluntarily
forebear = ata, cet, ancestor, zıt anl.= descendant
forecast = önceden tahmin etmek, predict,
anticipate, foresee
forecourt = dış avlu
forefront = en öndeki yer, ön plan
foreign = dış, yabancı, yabancı uyruklu
foreign affairs = dışişleri
foreigner = yabancı
foremost = en önemli, başta gelen
forensic = adli, mahkemeye ait
forerunner = haberci, müjdeci
foresee = önceden görmek / sezmek, anticipate,
predict
foreseeable = önceden görülebilir / sezilebilir,
öngörülebilir, öngörülebilen, predictable, zıt
anl.= unpredictable, unforeseeable
foreseen = önceden sezilmiş / görülmüş, predicted
foreshadow = (bir şey)’in habercisi olmak, foretell,
anticipate
foreshadowing = bir roman ya da filmde, olacaklar
hakkında okur ya da izleyiciye önceden bazı
ipuçları veren edebi sanat / anlatım tekniği,
(bir şey)’in habercisi olma
forest land = orman arazisi
foretell = tahmin etmek, önceden söylemek, predict,
guess, anticipate
form (fiil) = 1) oluşturmak, teşkil etmek, produce,
make up; 2) şekil vermek, biçimlendirmek,
shape
form (isim) = çeşit, tür, type, kind
formal = resmi, usule uygun, conventional, proper,
zıt anl.= informal
formalize = resmileştirmek
format = format, genel biçim
formation = oluşum
formative = şekil veren
former = önceki, eski, previous, old, zıt anl.= latter,
future, next
former Soviet areas = eski Sovyet bölgeleri
(1991’de dağılmadan önce Sovyeter Birliği
sınırları içinde yer alan bölgeler)
formerly = önceden, eskiden, previously, zıt anl.= in
the future
formidable = dişli, zorlu, çetin, difficult, zıt anl.= easy
formula-feeding = hazır gıda yoluyla besleme
formulate = 1) formülize etmek, formül halinde ifade
etmek; 2) açık şekilde ortaya koymak;
3) düzenlemek, prepare
fort = kale, hisar, istihkam
fortean = olağandışı ve tuhaf olaylarla ilgili
forth = ön
forthcoming = yakında(ki), önümüzde(ki),
approaching, upcoming
fortification = tahkimat, savunma duvarı, sur
fortify = (savunma duvarını, istihkamı)
sağlamlaştırmak / kuvvetlendirmek,
strengthen
fortress = kale, hisar, castle, stronghold
fortunate = şanslı, lucky, zıt anl.= unfortunate,
unlucky
fortunately = iyi ki, neyse ki, şükürler olsun ki, luckily,
zıt anl.= unfortunately
fortunes = (birisinin hayatında) talihin döndüğü anlar
fossil = fosil (kaya tabakaları arasında taşlaşmış
halde bulunan çok eski canlı kalıntısı)
fossil fuel = fosil yakıt (kömür, petrol vs.)
foster = teşvik etmek, hamilik etmek
found = kurmak, tesis etmek, establish, institute
foundation = temel, dayanak, kuruluş,
establishment, institution
founder = kurucu
fountain = çeşme, fıskiye
fraction = (küçük) parça, kesir, bit, piece, zıt anl.=
total, whole
fracture (fiil) = kırılmak, parçalanmak
fracture (isim) = kırık (bir travma, osteoporoz vb.
nedene bağlı olarak kemik bütünlüğünün
bozulması ya da kırılarak ayrılması), çatlak
ÜDS Sözlüğü - 69
www.bademci.com
fragile = nazik, narin, hassas, kırılgan, delicate,
subtle, tender, zıt anl.= tough, solid
fragment = kırılmış parça, küçük parça
fragmentary = bölük pörçük, sadece bir kısmını
içeren
fragrant = güzel kokulu
frail = zayıf ve güçsüz, hafif ve kırılgan
frame (fiil)= şekil vermek, tasarlamak, düzenlemek,
build, plan, compose
frame (isim) = 1) (sinemada) kare, resim; 2) çerceve
frankly = aslında, aslına bakılırsa
fraternal twins = çift yumurta ikizleri, fraternal ikizler,
dizygotic twins
fraud = sahtekarlık, hile, aldatma, deception, zıt
anl.= honesty
free (fiil) = kurtarmak, rahatlatmak, liberate
free (sıfat) = bedava, without charge
free market = serbest piyasa (ürün fiyatının, alıcı ve
satıcının karşılıklı olarak anlaşmasıyla
belirlendiği, arz ve talebine hükümet tarafından
müdahale edilmeyen piyasa)
free nerve ending = serbest sinir ucu
free recall = (psikolojide) serbest hatırlama
(herhangi bir müdahale / soru / hatırlatıcı
unsur vs. olmadan kendi kendine hatırlama)
freeze = don(dur)mak, zıt anl.= thaw
freezing of assets = varlıkların dondurulması
freight = yük
French-built = Fransız yapımı
frequency = sıklık, frekans
frequent = sık, sık karşılaşılan / tekrarlanan,
common, zıt anl.= rare
frequently = sık sık, çokça, often, zıt anl.= seldom
fresh = taze, yeni, new
freshness = tazelik
freshwater = tatlı su
friction = sürtünme
friendly fire = dost ateşi (örn. bir askeri birliğin
üzerine, bağlı olduğu ordunun başka bir birliği
tarafından yanlışlıkla ateş açılması)
frigid = 1) dondurucu soğuk; 2) (cinsel anlamda)
soğuk; 3) (tavır olarak) soğuk
fringe = dış kenar
fringe benefits = sosyal haklar, ücret dışı ödemeler
frivolous = hafif, havai, uçarı
from all over the world = tüm dünyadan, dünyanın
her tarafından
from its April low = Nisan’daki en düşük
seviyesinden
from Plato onwards = Platon’dan bu yana
from 2009 onward = 2009 yılı ve sonrası
from the point of view = (belli bir) bakış açısından /
açısına göre
from time to time = zaman zaman, arada sırada, now
and then, once in a while, occasionally
front = cephe
frontal = frontal (organın ön kısmı veya ön yüzü ile
ilgili)
frontier = hudut, sınır, boundary
fruit fly = meyve sineği (genetik araştırmalarda
sıklıkla denek olarak kullanılan bir sinek türü)
frustrated = (başarısızlık veya olumsuz koşullar
sebebiyle) engellenmiş, hüsrana uğramış,
kösteklenmiş, thwarted, discouraged, zıt anl.=
encouraged
frustrating = (yoğun çabaların karşılıksız kaldığı
durumlar için) asap bozucu, sinirlendirici,
annoying, exasperating
frustration = (bir amaca ulaşamama veya uygunsuz
koşullar sebebiyle) cesaretin kırılması, hayal
kırıklığı, huzursuzluk, discouragement,
disappointment
fry = yağda kızartmak
fuel (fiil) = körüklemek, şiddetlendirmek, tahrik
etmek, energize, stimulate, (This budget fuels
inflation and cuts our living standards. = Bu
bütçe enflasyonu körüklüyor ve yaşam
standartlarımızı kısıyor.)
fuel (isim) = yakıt, firewood
fuel the flames = ateşe körükle gitmek
fuel-efficient = yakıt tasarruflu, az yakıt tüketen
fulcrum = dayanak noktası
fulfil = yerine getirmek, yapmak, accomplish, satisfy,
meet, zıt anl.= fail tomeet
full acuity = tam görme / tam görüş keskinliği
full power = tam güç
fullerene = moleküler şekilleri içi boş bir küreyi
andıran bir tür karbon formu
full-term = (doğum için) normal süresinde meydana
gelen (a healthy baby born at full-term =
zamanında doğmuş sağlıklı bir bebek)
fully functioning = tam işlev / fonksiyon gören
fume = duman
fumes = kötü kokan gazlar
function = 1) fonksiyon, işlev; 2) fonksiyon
(matematikte, iki değerler kümesi arasındaki
ilişkiyi tanımlayan argüman veya eğri)
functional = işlevsel, fonksiyonel
functional deficit = işlevsel yetersizlik
70 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
functional magnetic resonance imaging =
fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme
(beyin ve omurilikteki sinirsel aktiviteye bağlı
kan akışını ölçerek görüntü almayı içeren bir
nöro-görüntüleme yöntemi), f-MRI
functioning = işleyiş, çalışma
fund = sermaye sağlamak, parasal destek vermek
fundamental = esas, temel, asıl, önemli, basic,
central, primary, essential, central, zıt anl.=
secondary, (Hard work is fundamental to
success. = Sıkı çalışma başarının temelidir.)
fundamentalist = muhafazakar, tutucu, gerici
fundamentally = esas itibariyle, aslında, kökünden,
temelden, primarily, essentially
funding = finanse etme, finansman
funeral = cenaze töreni
fungal = mantardan kaynaklanan
fungicide = fungisid (mantar öldürücü kimyasal
madde)
fungus = (çoğul: fungi) mantar
funny = tuhaf, garip
furiously = hiddetle, öfkeyle
furnace = kalorifer kazanı
furnish with = 1) sağlamak, provide, supply;
2) döşemek
furniture =mobilya
furry = kürklü
further (fiil) = daha ileriye / daha öteye taşımak,
advance
further (sıfat / zarf) = 1) daha da, ayrıca, daha öteye
(ötede), daha fazla, (mevcut olana) ek / ilave,
more; 2) başka, some more, other
further test = daha fazla denemek, üzerinde daha
fazla deneme yapmak
furthermore = dahası, bundan başka, ayrıca, üstelik,
additionally, moreover
fuse = (birbiriyle) kaynaş(tır)mak, eritmek
fuselage = uçak, roket gibi araçların genelliklemetal
ve silindir formlu gövdesi
fusion = füzyon, birleşme, kaynaşma
futurism = gelecekçilik
futuristic = gelecekçi, çağ ötesi ile ilgili
www.bademci.com
G8 = G8 ülkeleri (Bu gruptaki 8 ülkeyi Almanya, ABD,
Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada ve
Rusya oluşturur. Dünya ekonomisinin ve
askeri gücünün yarıdan fazlasını kontrol eden
bu 8 ülkenin yaptığı toplantılarda tüm dünyayı
etkileyecek güvenlik ve ekonomi konuları
görüşülür), Group of Eight
G8 summit = G8 zirvesi (G8 ülkelerinin hükümet
başkanlarının bir araya geldiği yıllık toplantı)
gain = kazanmak, elde etmek
gain a footing = ayak basacak yer bulmak,
tutunacak dal bulmak
gain acceptance = kabul görmeye başlamak
gain ground = yayılmak, ilerlemek, rağbet kazanmak,
advance, make progress, zıt anl.= lose ground
gain in = (bir şey)’de artış veya ilerleme göstermek
gain in favour = rağbet görmek, taraftar toplamak
gain popularity = popüler olmak, ün kazanmak
gain recognition = kabul görmek, tanınmak
gallery = balkon, galeri
gamble = kumar oynamak
game = av hayvanı
game fishing = (yemek için ya da spor amacıyla)
balık avlama
game of checkers = dama oyunu
gametophyte = gametofit (bitkilerde üreme hücresi
veya bu hücreleri üreten yapı)
gamma wave = gamma dalgası (algı ve bilinç ile
ilişkili bir çeşit beyin dalgası)
gang = çete
gap = açık, fark, gedik, boşluk, aralık, uçurum
garbage = çöp, waste
gargle = gargara yapmak
garment = giysi, elbise
gaseous = gaz halinde
gas-laden = gaz yüklü
gasoline = benzin
gasping = nefes nefese kalmak
gastric juice = mide salgısı, mide özsuyu
gatekeeper = 1) seçim yapan kişi / kurum; 2) kapıcı
gather = 1) topla(n)mak, raise, come / bring
together; 2) anlamak, sonuç çıkarmak, anlam
çıkarmak
gauge = ölçmek, ölçümlemek, measure, evaluate
gay = neşeli, şen
gecko lizard = keler (dünyanın her tarafında yaygın
olarak bulunan, pek çok türü olan, duvarlarda
ve tavanda gezinebilmesi ile tanınan
kertenkele)
gecko-like = keler benzeri
gelatinous = jöle kıvamında / görünümünde, jellylike
gelatin-silver print = jelatin-gümüş baskı (siyahbeyaz
fotoğraf baskısında kullanılan bir teknik)
gender = cinsiyet, sex
gene = gen
gene chip = gen çipi
gene sequence = gen sekansı / dizisi
gene therapy = gen tedavisi (kalıtsal hastalıkların
tedavisi amacı ile sağlıksız genlerin işlevlerinin
değiştirilmesini veya organizmaya sağlıklı
genlerin nakledilmesini öngören yöntem)
general population = tüm toplum
general practitioner = pratisyen hekim
general time period = aynı anda / zamanda
generalization = genelleme
generalize = genelleme yapmak
generate = üretmek, yaratmak, yield, render, produce
generation = 1) (elektrik vs. için) üretim; 2) nesil
generations of = nesillerce, pek çok kuşak
generous = cömert, eli açık, zıt anl.= tight-fisted
generously = cömertçe, bountifully, abundantly, zıt
anl.= sparingly, inadequately
gene-spliced = gen eklenmiş / bağlanmış
genetic code = genetik şifre (hücre çekirdeklerindeki
kromozomlarda yer alan ve bireyin kalıtsal
özelliklerinin ortaya çıkmasını sağlayan DNA
dizilimleri)
genetic component = genetik unsur
genetic make-up = genetik yapı
geneticmanipulation of intelligence = zekaya
genetik olarak müdahale etme
genetic marker = genetik işaret (tanınabilen ve
soyları belirlemek amacı ile farklı bireylerde
izlenebilen DNA parçaları)
genetic mutation = genetik değişim / mutasyon
genetically = genetik olarak
G G G G G
72 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
geneticallymodified = genleriyle oynanmış, genetik
değişime uğratılmış
genetically-based = genetik temelli
geneticist = genetikçi
Geneva = Cenevre (İsviçre’de bir kent)
genius = deha, dahi
genome = genom (bir organizmanın genetik
şifresinin tamamı)
gentle = 1) yumuşak nazik, kibar; 2) hafif ateşte
(kaynatmadan)
gentle wave = nazik / hafif dalga / hareket
genuine = 1) içten, samimi, sincere; 2) gerçek,
hakiki, real, zıt anl.= fake
genuinely = gerçekten, içtenlikle, really, sincerely, (If
you are genuinely interested in one thing, it will
always lead to something else. = Eğer bir şeye
gerçekten ilgi duyuyorsan, o, sana mutlaka
başka şeylerin kapılarını da açacaktır.)
genus = (çoğul: genera) soy, takım, tür, cins
geodetic survey = arazi ölçümü
geologist = jeolog (yerşekillerini, yerin ve kayaçların
yapısını inceleyen bilim insanı)
geopolitical importance = jeopolitik önem (bir
bölgenin bulunduğu coğrafi pozisyon ile siyasi
ve ekonomik etkiler yaratabilme kapasitesi)
Georgia = Gürcistan
geoscience = yerbilim (Dünya gezegeni ile ilgili tüm
bilim dallarını kapsayan bir terim)
germ = mikrop
germicide = mikrop öldürücü
germination = filizlenme, çimlenme
gerontologist = yaşlılık uzmanı
gestate = gebeliği sürmek, gebelik süresi geçirmek
gesture = el, kol veya baş hareketi, jest
get a better idea of = (bir şey) hakkında daha iyi bir
fikre sahip olmak / daha çok bilgi edinmek
get across = (yol, su, dere, ırmak gibi bir şeyin)
karşısına geçmek, go across, cross
get along with = (birisi) ile (iyi) geçinmek, uzlaşmak,
get on well with, be in good terms with
get around = hareket etmek, dolaşmak, move
around
get away = kaçmak, çıkmak, go away, escape
get away with = yanına kar kalmak
get back into shape = eski formuna kavuşmak
get cut in half = yarıya inmek, yarı yarıya azalmak
get greater hold = daha çok yaygınlaşmak
get in = (bir şey / bir yer)’in içine girmek, enter, zıt
anl.= get out
get in touch with = (birisi) ile temasa geçmek /
iletişim kurmak, connect, contact,
communicate, (In the event of excessive
bleeding, you should get in touch with your
doctor at once. = Aşırı kanama olması halinde,
hemen doktorunuzla temasa geçmelisiniz.)
get into = (yaramazlık, inatçılık vs.) etmek, başını
(belaya, sıkıntıya vs.) sokmak, be involved in
get into the moats of the palace = korunan bir yere
girmek
get involved in = (olaya) karışmak, get pulled in
get irritated = rahatsız olmak
get off = 1) (bir taşıttan) inmek; 2) paçayı kurtarmak,
(birini) cezadan kurtarmak; 3) yola çık(ar)mak,
yolculuğa başla(t)mak
get on with = (işte, meslekte vs.) ilerlemek, devam
etmek, advance, carry on
get out of control = kontrolden çıkmak
get over = (hastalık, zorluk vs.) atlatmak, savmak,
üstesinden gelmek, recover from, defeat,
overcome, zıt anl.= retreat, surrender
get rid of = kurtulmak, elden çıkarmak, başından
savmak, defetmek, yakayı sıyırmak, abolish,
eliminate, (As he is in a financial difficulty, the
owner needs to get rid of the car. = Para
sıkıntısı çektiği için, sahibinin, arabayı elden
çıkarması gerekiyor.)
get smt checked out = bir şeyi muayene / kontrol
ettirmek
get stuck = sıkışıp / takılıp kalmak
get through = 1) (telefon vs. için) bağlantı kurmak,
ulaşmak, reach; 2) bitirmek, atlatmak, survive
get tight = (göğüs, kalp vs. için) sıkışmak
get to know = tanımak, tanışmak
get used to = (bir şey)’e alışmak, adapte olmak,
adapt oneself to, familiarize oneself with
giant = devasa, çok büyük, huge, gigantic, zıt anl.=
miniature
giant squid = dev mürekkep balığı
gift = tanrı vergisi yetenek, talent
gifted = tanrı vergisi yeteneği olan, talented, zıt anl.=
inept
gigantic = devasa, muazzam, enormous, huge, zıt
anl.= tiny
give a hard time = zorluklar yaşatmak, sıkıntı
çektirmek
give an account of = (bir şey)’in hesabını vermek /
(bir şey)’i sunmak / açıklamak
give birth to = doğum yapmak, (bir şey) doğurmak
give erroneous impression = yanlış izlenim vermek
/ bırakmak
ÜDS Sözlüğü - 73
www.bademci.com
give in to = (birisi)’ne yenilmek, teslim olmak,
surrender to, succumb to, submit to, zıt anl.=
conquer, resist
give off = dışarı vermek, salmak, send out, emit
give out = 1) dağıtmak, distribute; 2) çok yorulmak,
bitmek, become exhausted
give priority to = (bir şey)’e öncelik vermek
give rise to = (bir şey)’e yol açmak / neden olmak,
meydana getirmek, lead to, bring about,
produce, zıt anl.= eradicate, destroy
give smt a try = bir şeyi denemek
give the lead = üstünlük kazandırmak, öne
geçirmek
give up = 1) (bir şey)’den vazgeçmek, (bir şey)’i
terketmek / bırakmak, let go of, zıt anl.= seize,
stick to; 2) teslim olmak, pes etmek, quit, zıt
anl.= go on
give way to = (bir şey)’in önünü / yolunu açmak, (bir
şey)’e yol açmak
given = belli, belirli, belirlenmiş, set
given (that) = (bir şey)’i gerçek / gerçekleşmiş /
olmuş kabul edersek, taking smt into
consideration
given time = zamana bırakıldığında…, zaman
verildiğinde …
glacial = buz çağına ait, buzullara ait
glacial ice = buzulları teşkil eden buz
glaciation = buzullaşma
glacier = buzul
glacierized = buzullaşmış
glamorous = cazip, göz alıcı
glance = göz atma
glandular = salgı bezlerine ait
glassy material = camsı / cama benzer malzeme
(genellikle bir hammaddenin çok yüksek
sıcaklıklaramaruz bırakılması ile elde edilen,
pürüzsüz yüzeyli, sağlam malzeme türü)
glaucoma = glokom (göz içi basıncının artışı ile
belirgin, körlüğe uzanan göz hastalığı)
glaze = sır, glazür (genellikle seramiğe uygulanan,
dekorasyon ve sızdırmazlık sağlama amacı
taşıyan, yüksek sıcaklıklara maruz bırakılarak
oluşturulan camsı / cama benzer kaplama
malzemesi)
glide = (havada) süzülmek
glimpse (fiil) = bir an için görmek, kısaca göz
gezdirmek, anlık / kısa bakış
glimpse (isim) = anlık / kısa bakış
glitter = parıldamak, ışıldamak, sparkle, shine
global = küresel, dünya çapında(ki)
global warming = küresel ısınma (dünyadaki
ortalama sıcaklık değerlerindeki genel artış
eğilimi)
globalisation = küreselleşme
globally = küresel olarak
globe = yerküre
glomerulonephritis = glomerülonefrit (bir tür böbrek
hastalığı)
gloomy = umutsuz, iç karartıcı, kasvetli, depressing,
dull, zıt anl.= uplifting
glorious = ihtişamlı, gösterişli
glory = ihtişam, vakar, şan ve şeref
glossy = parlak
glottis = glottis (nefes borusundaki ses telleri
arasında bulunan kısım / boşluk; açılıp
kapanması konuşmamızı sağlar)
glow = (kor gibi) kızarmak, parlamak
glucose = glükoz (vücut sıvılarında, özellikle kanda,
hayvansal ve bitkisel dokularda, üzüm ve diğer
meyvelerde bulunan şeker cinsi)
glue together = (bir şeyin parçalarını birbirine)
yapıştırarak (bütünü) oluşturmak / bir araya
getirmek
glycemic effect = glisemik etki (kandaki glükozun
meydana getirdiği etki)
go about = ele almak, yapmak, undertake, approach
go abroad = yurtdışına gitmek
go ahead = devam etmek, ileri gitmek
go along with = 1) (bir şey / bir kişi) ile beraber
gitmek; 2) (bir şey)’e razı olmak, (bir şey)’i
kabul etmek
go astray = sapmak, yoldan çıkmak
go bankrupt = iflas etmek, go bust
go bust = iflas etmek, go bankrupt
go for = 1) (bir şey) yerine geçmek, sayılmak, count
as; 2) peşinde olmak, aramak, seek, look for
go into effect = geçerli olmak, yürürlüğe girmek,
come into force, take effect, zıt anl.= annul,
repeal
go off = 1) kaçmak, run away; 2) (bir aygıt için)
bozulmak, durmak
go on = sürmek, devam etmek, continue, zıt anl.=
end, (ongoing = devam eden)
go on strike = grev yapmak, greve gitmek
go so far as = (bir şey yapacak) kadar ileri gitmek
go through = (bir dönemden) geçmek, yaşamak,
experience, zıt anl.= avoid
go unappreciated = takdir edilmemek
go undetected = gözden kaçmak, farkedilmemek,
go unnoticed
74 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
go unnoticed = fark edilmemek, farkına varılmamak,
go undetected, zıt anl.= get noticed
go untreated = tedavi görmemek / edilmemek
go up against = karşı(sına) çıkmak
goal = amaç, hedef, aim, target, objective
goddess = tanrıça
gone are the days = . . . o günler geride kaldı
good = ticari mal / eşya / ürün
goodness = Aman Tanrım!
goods = ticari mallar
goodwill = iyi niyet, benevolence, zıt anl.= ill-will,
malevolence
gore = (boynuz, fil dişi vb. ile) karnını deşmek / fena
halde yaralamak, eviscerate, run through
gorge = dar ve dik yamaçlı vadi, boğaz
gorgeous = harika, muhteşem, beautiful, splendid
gorgeously = harika bir şekilde, beautifully
govern = 1) yönetmek, yönlendirmek, etkisi altında
tutmak, administer, guide, influence; 2) (bir
şey)’in kurallarını belirlemek, (Laws which
govern the production and sale of drugs in the
USA are very strict. = ABD’de ilaç üretimi ve
satışını yönlendiren yasalar çok katıdır.)
governance = yönetim, idare
government = hükümet, devlet
grade = (ders, sınav vs. için) not, puan, mark
gradient = 1) eğim, meyil; 2) belli bir miktar fiziksel
maddenin ya da herhangi bir boyutun
ölçümündeki değişim oranı / değişim hızı
gradual = aşamalar halinde, yavaş yavaş, step-bystep,
slow, zıt anl.= abrupt, sudden
gradually = aşamalar halinde, yavaş yavaş, azar
azar, ağır ağır, bit by bit, step-by-step,
progressively, zıt anl.= abruptly, suddenly
graduate from = (kurs, okul vs.)’den mezun olmak
Graeco-Roman = Greko-Romen (Eski Yunan ve
sonrasında gelen Roma kültürlerinin etkisine
girmiş, bu kültürler ile ilgili)
grain = tahıl, tane, tahıl tanesi
grain of truth = gerçek kırıntısı, küçük (bir) gerçeklik
payı
grain-fed = tahılla beslenmiş
Granada = Gırnata (İspanya’nın Endülüs eyaletinde
bir kent)
grand = büyük, görkemli, ulu, majestic, impressive
grand drama = dünya sahnesi
grand jury = yüce divan
grand piano = grand piyano, kuyruklu piyano (telleri,
arkaya doğru uzayan bir bölüme yatay olarak
yerleştirilmiş olan piyano)
Grandstand = 1) (örn. bir yarış pistindeki) en yüksek
ve görüş açısı en iyi olan tribün; 2) bölgede
yapılanmotor sporları yarışlarında, tribün gibi
işlev görmesi sebebiyle ABD’deki Ölüm Vadisi
içindeki yüksek bir kayalığa verilmiş olan ad
grant (fiil) = vermek, bahşetmek, give, award,
concede
grant (isim) = ödenek, tahsisat, burs, bağış, fon
granule = tanecik, granül
grape = üzüm
grapefruit = greyfurt
graph paper = milimetrik kağıt (üzerindemilimetrik
kareler basılı bulunan çizim kağıdı)
grapple with = (bir kişi / bir şey) ile boğuşmak
grasp = anlamak, kavramak, understand,
comprehend, zıt anl.= miss
grass-fed = otla beslenmiş
gratify = hoşnut etmek, tatmin etmek, satisfy,
please, gladden, zıt anl.= dissatisfy
gratifying = memnun / tatmin edici, satisfactory
grave (isim) = mezar, tomb
grave (sıfat) = ciddi, vahim, serious
gravel = çakıl
graveyard = mezarlık, cemetery
gravitational pull = yerçekimi / kütleçekim kuvveti
gravity = kütleçekim kuvveti, yerçekimi
great = büyük, muazzam, ulu, big
Great Barrier Reef = Büyük Bariyer Resifi
(Avustralya’nın kuzeydoğu açıklarındaki
dünyanın en büyük mercan kayalığı)
great white = büyük beyaz köpekbalığı
greatly = büyük oranda, enormously, immensely, zıt
anl.= slightly
greed = hırs, açgözlülük
green = çevreci (yeşil)
greenhouse = sera
greenhouse gas = sera gazı (yeryüzünden yansıyan
güneş ışınlarını soğurarak atmosferin normalin
üzerinde ısınmasına sebep olan gazlar)
Greenland = Grönland (Atlas Okyanusu’nun
kuzeyinde, Kuzey Kutbu’na yakın bir yerde yer
alan ve siyasi olarak Danimarka’ya ait bulunan
büyük bir ada)
Grenada = Batı Hint Adaları’nın güneydoğu
kesiminde yer alan bir ada
grenade = el bombası
grid = şebeke
grievance = yakınma, şikayet, şikayete yol açan şey,
complaint
ÜDS Sözlüğü - 75
www.bademci.com
grind (fiil) = öğütmek, çekmek
grind (isim) = öğütme (biçimi)
grip (fiil) = tut(un)mak, yakalamak, hold, grasp, zıt
anl.= release
grip (isim) = kontrol, idare
gritty = çakılımsı, grit kumtaşı, çakıl
groin = kasık
groove = oluk
gross = 1) geniş çaplı, büyük, broad; 2) brüt, total
gross anatomy = makroskopik anatomi
(mikroskopa gerek olmaksızın, organizmanın
gözle görülen organ ve oluşumlarının
incelenmesi)
gross domestic product = gayri safi yurtiçi / milli
hasıla (ülkede, örneğin bir yıl içinde, üretilen
tüm ürünlerin ve hizmetlerin toplam piyasa
değeri)
grossly = 1) fazlaca, aşırı bir biçimde, fena halde,
overly; 2) genellikle, büyük ölçüde, generally
ground = 1) yer, toprak, zemin; 2) gerekçe, dayanak,
reason
ground control = yer kontrol (hava alanlarında
bulunan, uçakların iniş kalkışları ile rotalarını
düzenleyen ve koordine eden birim)
ground rules = bir oyun, spor ya da yarışmayı
yöneten temel kurallar
ground water = taban / yeraltı suyu
grounding = dayanma, temeli olma
ground-nesting = yuvasını yerde yapan
groundnut = yer fıstığı, peanut
ground-penetrating = zeminin altına inebilen
grounds = gerekçe, dayanak, basis, rationale
grove = meyve ağacı bahçesi, koru, orchard
grow active = hareketlenmek, faaliyete geçmek
grow higher = yükselmek, rise
grow in public stature = toplum gözünde
yükselmek
grow older = yaşlanmak
grow out of = (sorunları) zamanla geride bırakmak
grow up = 1) meydana gelmek, vuku bulmak,
develop; 2) büyümek, mature
growth = büyüme, artış, boom
guarantee = garanti etmek
guarantor = kefil, garantör
guard (against) = (bir şeye karşı) korumak / önlem
almak, protect (against / from)
guardianship = vasilik, himaye
guerrilla = gerilla (genellikle devlet güçlerine karşı
çete savaşı yürüten kimse)
guess = tahmin etmek, sanmak, zıt anl.= know for
sure
guidance = rehberlik, yol gösterme, supervision
guide towards = (bir şey)’e doğru kılavuzluk etmek,
yol göstermek, yönlendirmek
guide the way the audience feels = izleyicilerin
duygularını yönlendirmek
guide through = (tehlikeli bir bölgenin içinden
geçirmek için) kılavuzluk etmek, yol göstermek
guidelines = (yol gösterici) ilkeler, kurallar, ana hatlar,
road map
guilt = suçluluk, zıt anl.= innocence
Gulf Stream Current = Golfstrim Akıntısı (Meksika
Körfezi’nden Batı ve Kuzey Avrupa’ya akan ve
o bölgelerde iklimi ılımanlaştıran bir deniz
akıntısı)
gunnery = topçuluk
gun-shot = (tabanca, tüfek vs. için) atış, silah sesi,
silah yarası
gut = bağırsak, intestine
gymnast = jimnastikçi
gypsum = alçı
www.bademci.com
habit = alışkanlık
habitat = doğal ortam, doğal yaşama ortamı
habit-forming = alışkanlık geliştiren
habitual pattern = davranış biçimi / düzeni / modeli
haematocrit = hematokrit (kandaki eritrositlerin
yüzde olarak hacmi)
haemochromatosis = hemokromatoz (dokuların
anormal renk dağılımı hastalığı; doğuştan
gelen bu hastalıkta deri tunç rengine döner)
haemodialysis = hemodiyaliz (böbrekler görev
yapamadığı zaman hasta kanından,
hemodiyaliz aygıtı kullanılarak, başta üre
olmak üzere yıkım ürünlerinin temizlenmesi)
haemoglobin = hemoglobin (kana kırmızı rengini
veren ve akciğer ve vücut dokuları arasında
oksijen taşıyan protein), Hb
haemoglobin value = hemoglobin değeri
haemorrhage = hemoraj, kanama, (aşırı kan kaybı)
haemorrhagic fever = kanama ve ateşle birlikte
seyreden viral enfeksiyonun yol açtığı bir
hastalık, VHF
hail = selamlamak, seslenmek, (beğeni ile)
karşılamak, acclaim, welcome
hail from = (bir şehir, bir ülke)’den geliyor olmak, (bir
yer)’i temsil etmek
hair dye = saç boyası
hair-thin electrode = saç teli inceliğinde elektrot
half-built = inşa halinde, yapımı tamamlanmamış
hallucination = sanrı, halüsinasyon, head trip,
illusion
halt = dur(dur)mak, stop, zıt anl.= start
halve = yarıya indirmek, ikiye bölmek
ham = abartarak rol yapan yeteneksiz oyuncu
Hamilton Depression Rating Scale = Hamilton
Depresyon Ölçeği (hekimlerin, hastalardaki
depresyonun şiddetini ölçmek için
kullanabilecekleri 21 soruluk bir test)
hamper = engellemek, güçleştirmek, prevent, hinder,
impede, obstruct, zıt anl.= help, facilitate
hand = (elle) vermek, uzatmak, give, bestow
hand gesture = el hareketi
hand out = (elden bir şey) dağıtmak, bölüştürmek,
(ceza) vermek, (adalet) dağıtmak, give out,
distribute, deliver
handful = bir avuç
handicap = engel, elverişsiz durum
handle = 1) işlemek, kullanmak, ele almak,
manipulate; 2) başa çıkmak, ilgilenmek, idare
etmek, üstesinden gelmek, manage, deal with,
tackle
handlebar = gidon, tutma çubuğu
handling = (bir sorunu vs.) ele alma şekli, muamele,
care, treatment, zıt anl.= neglect
handset = 1) elde taşınan ve kullanılan cihaz (örn.
cep telefonu, telsiz); 2) daha büyük ve
karmaşık bir cihazın elde taşınan ve kullanılan
ünitesi
hang around with = 1) (bir kişi / bir şey) ile başıboş
beklemek / dolanmak; 2) (bir kişi) ile vakit
geçirmek / gezmek
hanging = asma, asarak idam etme
hangover = kalıntı, arta kalan şey
happen to know = (şans eseri / tesadüfen) bilmek
harbour = beslemek, barındırmak, house, host,
contain
hard = zorlu, sıkı, zahmetli, tough, laborious
hard fact = inkar edilemeyecek gerçek
hard times = zor günler / zamanlar
harden = sertleşmek, katılaşmak
hardened = sertleşmiş
hardened steel = sert (dövme) çelik
harder wearing = daha zor eskiyen
hardliner = uzlaşmaz, tutucu kimse
hardly = 1) nadiren, çok az, hemen hemen hiç,
scarcely, barely; 2) zar zor, güç bela, güçlükle
hardness = 1) (duygusal anlamda) soğukluk,
insensitivity, unfeelingness; 2) sertlik,
acımasızlık, harshness, stiffness
hardship = güçlük, sıkıntı, darlık, burden, trouble, zıt
anl.= ease, prosperity
hardware = donanım, madeni aksam
hard-working = çalışkan
harm = zarar, hasar, damage
harmful = zararlı, damaging, zıt anl.= harmless
harmless = zararsız, zıt anl.= harmful
harness = (doğal bir gücü dizginleyerek)
yararlanmak, kullanmak, employ, utilize
H H H H H
ÜDS Sözlüğü - 77
www.bademci.com
harsh = sert, katı, acımasız, rough, bitter, zıt anl.=
mild
harsh social stigma = sosyal olarak değinilmesi zor,
utanç verici konu
harvest (fiil) = ürün almak, hasat yapmak, get crops
harvest (isim) = hasat, crop
hasten = acele et(tir)mek, hızlandırmak, hurry,
accelerate, zıt anl.= delay, slow down
hatch = güverteye açılan kapak
hatchway = ambar ağzı
have a chance = fırsat yakalamak, şansı olmak
have a tough time = zorluklar / sorunlar yaşamak
have an effect on = (bir şey) üzerinde etkisi olmak /
etki yaratmak
have little in common with = (birisi / bir şey) ile çok az
ortak yönleri olmak
have little or no control on / over = (bir şey)
üzerinde çok az kontrol sahibi olmak veya hiç
kontrol sahibi olmamak
have more than one’s share = (bir şey)’den nasibini
fazlasıyla almak
have nothing to do with = hiç ilgisi / bağlantısı
olmamak, have no connection with
have on hand = elde bulundurmak
have smt in common with = (birisi / bir şey) ile ortak
yönleri olmak / noktaları bulunmak
have to do with = (bir şey) ile ilgisi / bağlantısı olmak,
have connection with
have trouble with = (bir şey) ile başı dertte olmak,
sorun yaşamak
have yet to be = henüz…-medi, daha…-meyi
bekliyor
have yet to be explained = henüz açıklanmamış
olmak, daha açıklanmayı bekliyor olmak
have yet to be identified = henüz tanımlanmamış
olmak, daha tanımlanmayı bekliyor olmak
hay fever = saman nezlesi, alerjik rinit
hazard = tehlike, risk, danger, risk, zıt anl.= safety,
security, (Drinking alcohol is a real health
hazard if carried to excess. = Aşırıya kaçılırsa,
alkol almak sağlık açısından ciddi tehlikeler
yaratır.)
hazardous = tehlikeli, dangerous, zıt anl.= safe,
secure
haze = pus, hafif sis, mist
head for / to / towards = (bir yer)’e doğru gitmek,
yolculuğa hazırlanmak, yönünü (o yer)’e doğru
çevirmek
headlight beam = far ışığı
headquarters = merkez büro, karargah, komuta
merkezi, seat
heal = iyileş(tir)mek, sağaltmak, cure
heal wounds = yaraları iyileştirmek / sağaltmak
healer = sağaltıcı, iyileştirici
health care = sağlık bakımı
health implication = (bir şeyin) sağlık üzerindeki
etkisi
health visitor = (hastaya bakmak ya da önerilerde
bulunmak için) eve gelen sağlık görevlisi
healthcare schemes = sağlık planları / programları
healthcare system = sağlık sistemi
health-conscious = sağlık hakkında bilinçli
health-seeking = (bir) hastalığa çare arama
healthy = sağlıklı / yerinde / haklı, (healthy relations
between the two countries = iki ülke arasında
sağlıklı ilişkiler; healthy scepticism = haklı /
yerinde bir kuşku)
hearing = 1) işitme (gücü); 2) celse
hearing loss = işitme kaybı
heart disease = kalp rahatsızlığı
heart rate = nabız / kalp atım hızı, pulse, heartbeat
heartburn = mide ekşimesi / yanması
heat resistant= ısıya dayanıklı
heated = hararetli
heatedly = hararetli bir şekilde (tartışmak)
heathen = kafir, heretic
heat-shield tiles= ısı kalkanı panelleri (uzay
mekiklerini, atmosfere girişte oluşan çok
yüksek sıcaklıktan koruyan kaplamayı
oluşturan seramik paneller)
heat-trapping gas = sera gazı, ısı tutucu gaz (ısı
kaybını azaltıcı etkisi yüksek gaz), greenhouse
gas
heavens = (çoğul kullanılır) gökyüzü, sema
heavily = büyük ölçüde, ciddi şekilde
heavy element = ağır element (genelliklemetalik
özellik gösteren, atom ağırlığı yüksek, zehirli
ve çevreye zararlı element)
Hebridean Islands = HebridAdaları (İskoçya’nın
batı kıyısı açıklarında bulunan bir adalar
grubu)
hedge = çalı veya ağaç dikilerek oluşturulmuş çit
hedge bindweed = çit sarmaşığı (başka bitkilerin
etrafına sarılarak yaşayan, beyaz veya pembe
çiçekli bir tür sarmaşık)
hedgehog = kirpi
heed = dinlemek, önemsemek, dikkate almak, care,
attend, pay attention, zıt anl.= disregard
heel prick = iğneyle topuktan kan alma
height = 1) boy, yükseklik, tallness; 2) doruk, peak
78 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
heighten = yüksel(t)mek, art(tır)mak, çoğal(t)mak,
raise / rise, intensify, increase, zıt anl.= lessen,
lower, decrease
helium = helyum (element simgesi He olan, renksiz,
kokusuz bir gaz; havadan hafif olması
sebebiyle zeplin gibi hava taşıtlarında
kullanılır)
Hellenistic = (yaklaşık M. Ö. 334-30 yılları
arasındaki) Hellenistik Dönem’e ait
helmet = miğfer, kask
helpful = yararlı, faydalı, useful, beneficial, zıt anl.=
useless, harmful
hemisphere = 1) yarımküre; 2) (beyin için) lob, lobe
hemlock = baldıran, ağıotu (Eski Yunan’da
Sokrates’in ölümüne neden olan son derece
zehirli bir ot)
hence = böylece, dolayısıyla, thus, therefore
hepatitisB = hepatit B (ateş, sarılık, ürtiker,
iştahsızlık, bulantı ve halsizlikle belirgin
hepatit)
hepatitis B virus = hepatit B virüsü
hepatitis protein = hepatit karşıtı antikor
herb = ot, şifalı bitki
herbicide = herbisit (istenmeyen bitkileri yok eden
ilaç)
herd = sürü
hereditary = kalıtsal, irsi, inherited, genetic,
congenital, zıt anl.= acquired, learned
hereditary tendency = kalıtsal eğilim
heredity = kalıtım, soyaçekim, genetics, inheritance
heretical = bir dinin veya topluluğun inançlarına ters
düşen
heritage = miras, kalıt
hero = kahraman
heroic = kahramanca
hesitate = çekinmek, duraksamak
hesitation = çekinme, duraksama, tereddüt
heterogeneity = heterojenite, farklılık (başka bir tür
ile karşılaştırılabilir olmama hali), zıt anl.=
homogeneity
hexagon = altıgen
hibernation = kış uykusu
hiccup = hıçkırmak
hidden = saklı, gizli, out of sight
hide away = sakla(n)mak, conceal (oneself)
hierarchy = hiyerarşi
hieroglyph = hiyeroglif (karakter olarak basit
resimlerin ve sembollerin kullanıldığı yazı)
hieroglyphic = hiyeroglif yazısına benzer
high family demand = ailevi sorumlulukların
getirdiği maddi vemanevi yük
high fast = yüksek ve çabuk ödenmesi gereken
ücret
high seas = enginler, açık deniz
high time = artık zamanı (gelmişti / geldi de geçiyor
bile), (It is high time you started studying. =
Çoktan çalışmaya başlamalıydın.)
highest levels ever recorded = şimdiye kadar
kaydedilen en yüksek seviyeler
high-fibre = (besinler için) lif oranı yüksek
highlander = dağlı
highlight = öne çıkarmak, dikkat çekecek hale
getirmek, make prominent, play up
highly = çok, büyük oranda, vastly, greatly
highly so = daha da fazla
high-profile = göze çarpan, dikkat çeken
high-ranking professional body = üst düzey
meslek kuruluşu
high-resolution neutron sensor = yüksek
çözünürlüklü nötron sensörü
high-rise = yüksek, çok katlı
high-risk = yüksek riski olan
high-standing = (bir şeyin) üzerinde duran
high-stress = çok stresli
highway = otoyol
high-yielding = yüksek verimli
hijack = (uçak, gemi) kaçırmak
hiker = uzun yürüyüş yapan kimse
hilltop = tepe üstü / doruğu
hindbrain = beynin arka bölümleri
hinder = engellemek, impede, obstruct, (Landslides
and bad weather are continuing to hinder the
arrival of relief supplies to the area. = Toprak
kaymaları ve olumsuz hava koşulları yardımın
bölgeye ulaşmasını engellemeye devam
ediyor.)
hint (isim) = 1) belirti, emare, sign; 2) ipucu, clue
hint at (fiil) = akla getirmek, izlenim bırakmak, ima
etmek, point to, suggest
hippo = (hippopotamus kelimesinin kısaltılmış hali),
su aygırı
Hippocrates = Hipokrat (M. Ö. 460-377 yılları
arasında yaşamış olan Egeli hekim)
hippopotamus = hipopotam, su aygırı
hit = acı / zarar vermek, vurmak, damage, strike
hit hard = ciddi acı / zarar vermek
Hittite = Hitit (M. Ö. 2. binyıl ortalarında Orta
Anadolu ve çevresine hakim olmuş bir krallık)
ÜDS Sözlüğü - 79
www.bademci.com
hoist = kaldırmak, yukarı çekmek
hold smo to account = birisinden hesap sormak
hold = 1) (toplantı vs.) düzenlemek; 2) (elinde)
tutmak, sahip olmak; 3) (bir) görüş / inanç
sahibi olmak, maintain; 4) öyle kabul etmek,
regard
hold accountable = sorumlu / mesul tutmak
hold an office = bir makamda / görevde bulunmak
hold back = tutmak, tıkamak, alıkoymak, trap
hold clues to = (bir şey)’in ipuçlarını içermek
hold in check = kontrol altına almak / altında
tutmak, keep under control
hold in place = yerli yerinde tutmak
hold no possibility = hiçbir olanağı olmamak,
mümkün olmamak, ihtimal dışı olmak
hold on = dayanmak, bırakmamak
hold the promise = sözünde durmak, vaadini yerine
getirmek, keep the promise
hold the view that =…görüşünde olmak
hold up = geciktirmek, engellemek, delay, obstruct
hold with = (bir görüş vs.)’ye katılmak, agree with
holiday = tatil
Holocene Epoch = Holosen Dönemi (yaklaşık
11.500 yıl öncesinden günümüze kadar olan
buzul çağı sonrası dönem)
home nursing visit = hastalara, bakım ve tedavileri
yönünden yardımcı olma amacıyla yapılan ev
ziyareti
home rule = özerklik
home telecare = evde tele-bakım (eve kurulan
görüntülü ve sesli bir haberleşme cihazıyla, ki
buna tansiyon ölçer, termometre vs. gibi aletler
de bağlanabiliyor, hastane veya doktorlarla
temas kurup sağlık hizmeti alma sistemi)
home to = (bir şey)’in ev sahibi / anavatanı
homebound = eve bağlı (hastalık vs. nedeniyle
evden çıkamayan)
homeless = evsiz, sokakta yaşayan
homo sapiens = (biyolojide) modern insan
homonym = eşsesli
homosexual = eşcinsel
hookworm = çengelli solucan, kancalı kurt
hop = sıçramak
hope = umut etmek, ummak
hopefully = 1) umutla, (The little boy looked at the
woman hopefully as she handed out the
sweets. = Küçük çocuk, şekerleri dağıtmakta
olan kadına umutla baktı.); 2) inşallah, ümit
edilir ki . . .
hopeless case = umutsuz vaka
horde = kavim, aşiret, kalabalık
hormone = hormon
hormone balance = hormon dengesi
hormone level = hormon seviyesi
horrible = korkunç, berbat
horrific = korkunç, tüyler ürpertici
horrify = korkutmak, dehşete düşürmek, scare, terrify
horrifying = korkunç, dehşete düşürücü, frightful,
horrible
horror = büyük korku, dehşet, terror
horseshoe bat = nal burunlu yarasa
horticulture = çiçekçilik, bahçecilik
hose = hortum
hospitality = konukseverlik, zıt anl.= inhospitality
hospitalization = hastaneye yat(ır)ma
hospitalize = hastaneye yatırmak / kaldırmak
host (fiil) = ev sahipliği yapmak
host (isim) = 1) (mikrop vs.) taşıyıcı; 2) ev sahibi
hostile = düşmanca, düşman, saldırgan, karşı olan,
aggressive, antagonistic, adversary, enemy, zıt
anl.= friendly
hostility = düşmanlık, husumet, enmity, antagonism
hot spot = tehlikeli bölge
hot topic = hararetle tartışılan konu
hot whirlpool = sıcak jakuzi
hotly = yoğun ve çok ihtilaflı / hararetli bir şekilde,
heatedly, (The committee hotly discussed the
matter. = Komitemeseleyi hararetle tartıştı.)
hotly disputed = üzerinde çok tartışılan
hotspot = tehlike altında olan bölge / nokta
house = barındırmak
household = evsel, eve ait
household tasks = ev işleri
housing = barınma, habitation
Housing Bill = imar ve iskan yasa tasarısı
housing estate = konut alanı, iskan edilecek alan /
bina, residential estate
How do they help? = Ne faydaları var?, Ne yarar
sağlıyorlar?
However eager one may have been = Kişi ne
kadar hevesli olursa olsun. . . , Kişinin tüm
hevesine rağmen. . .
hug = sarılmak, sarmak, kucaklamak, embrace
huge = çok büyük, devasa, muazzam, immense,
gigantic, enormous, zıt anl.= tiny
huge amounts (of) = büyük miktarlarda
hugely = büyük oranda, geniş çapta, greatly, zıt anl.=
slightly
80 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
hull = gemi veya uçak gövdesi
hum = (şarkı) mırıldanmak, vızıldamak, vızıldamaya
benzer ses çıkarmak
human embryonic stem cell = insan embriyonu kök
hücresi
Human Genome Project = İnsan Genom Projesi
(insanın genetik kodlarının tamamını çözmeyi
amaçlayan proje)
human mission = (özellikle uzayda) insanların görev
aldığı çalışma / seyahat
humanely = insancıl bir şekilde
humanities = hümaniter bilimler, (felsefe, psikoloji
gibi) konusu insan olan bilimler
humanize = insancıllaştırmak, zıt anl.= dehumanize
humanoid = insansı (robot, yaratık vs.)
humble = mütevazı, alçakgönüllü, modest
humid = rutubetli, nemli
humorous = mizah yollu, şakacı, komik, funny, zıt
anl.= serious
humour = mizah, (with humour = işi şakaya vurarak)
Humphry Davy = 1778-1829 yılları arasında
yaşamış olan İngiliz kimyacı vemucit
humus = humus, besince zengin toprak
hunger = açlık
hurricane = kasırga, hortum
hurt = incitmek, zarar vermek, harm, damage
hybridisation = melezleştirme
hydrocarbon = hidrokarbon (yalnızca hidrojen ve
karbondan oluşan organik bileşik)
hydrochloric acid = hidroklorik asit (hidrojen klorür
gazının suda çözülmesi ile elde edilen güçlü
bir asit)
hydrogen bonding = hidrojen bağı oluşması
hydrogen chloride = hidrojen klorür (kimyasal
formülü HCl olan, oda sıcaklığında gaz halinde
bulunan bir bileşik)
hydrological = su bilimi ile ilgili
hydroponic farming = topraksız tarımcılık (sadece
su içinde bitki yetiştirme)
hydroxyl radical = bir oksijen ve bir hidrojen
atomundan oluşan kimyasal grup
hygiene = hijyen
hymn = ilahi
hyperactivity = hiperaktivite (aşırı hareket ve faaliyet
gösterme hali)
hypercholesterolemia = hiperkolesterolemi (kanda
kolesterol düzeyinin yüksek olması)
hyperinflation = hiperenflasyon (kontrolsüz, çok
şiddetli enflasyon)
hypersensitive = aşırı duygulu / duyarlı
hypertension = hipertansiyon (yüksek tansiyon)
hypnosis = hipnoz (yapay uyku)
hypnotise = hipnotize etmek
hypnotised = hipnotize edilmiş
hypnotizable = hipnotize edilebilir
hypochondriasis = hastalık hastası olma durumu
hypothalamus = hipotalamus (beyinde otonom sinir
sistemini yöneten bölge)
hypothermia = vücut ısısında düşme, vücutta düşük
ısı
hypothesis = (çoğul: hypotheses) hipotez, varsayım
(belirli olayları açıklamak için yapılan önerme)
hypothesize = farz etmek, hipotez üretmek, öne
sürmek, varsaymak, put forward, posit
www.bademci.com
I gather = Anladığım kadarıyla…
I should imagine = (genellikle yarı alaylı) tahmin
ederim ki. . . , mutlaka şöyledir. . .
I should think = tahmin ederim ki. . . , mutlaka
şöyledir. . .
I suppose = sanırım…, herhalde…
I’m afraid = korkarım ki…(maalesef anlamında)
i. e. = yani, başka şekilde ifade etmek gerekirse. . .
(Lat. id est), that is
ice cap = dağların zirvelerinde veya gezegenlerin
kutuplarında bulunan kubbemsi şekilli buzul
ice sheet = buz tabakası
ice shelf = kıyı buzulu (karadaki bir buzulun deniz
üzerindeki uzantısı)
ice up = buzlanmak, buzla kaplanmak, buzla
kaplanmış olması nedeniyle iş göremez olmak
icing = buzlanma
iconic = sembolleşmiş, ikonlaşmış
ICU = Yoğun Bakım Ünitesi, Intensive Care Unit
icy-cold = buz gibi soğuk
identical = aynı, tıpkı, özdeş, alike, same, zıt anl.=
different, unlike
identical twins = tek yumurta ikizleri, monozygotic
twins
identification = 1) tanı, teşhis; 2) kimlik / hüviyet /
nüfus cüzdanı vb. belge
identification bracelet = üzerinde kimlik bilgilerinin
yazılı olduğu bir tür bileklik
identify = 1) tanı(m)lamak, teşhis etmek, determine,
diagnose; 2) kimliğini teşhis etmek; 3) tip
belirlemek / tanımlamak
identity = kimlik, hüviyet, bir kişi ya da yeri
diğerlerinden ayıran özellikler (the distinct
cultural, religious and national identity of
Tibetans = Tibetlilerin kendilerine has kültürel,
dini ve ulusal kimliği)
idiosyncrasy = yapısal özellik, mizaç, yaradılış
idol = ilah, tanrıça, tapılası şey
if any = eğer varsa / olursa
if anything = 1) eğer herhangi bir etki yarattıysa (o da
şudur. . .); 2) eğer bir fark varsa
if left untreated = tedavi edilmezse
if there are any = eğer varsa (bir şeyin varlığına
inanılmadığı ya da buna ait bir kanıt
bulunmadığı durumlarda kullanılır), (Good
people, if there are any, are hard to find. = İyi
insanları -o da eğer kaldıysa- bulmak çok
zordur.)
ignition = 1) ateşleme, tutuşma; 2) ateşleme düzeni,
kontak
ignorance = 1) bilgisizlik; 2) aldırmazlık, görmezden
gelme
ignore = göz ardı etmek, aldırmamak, boş vermek,
görmezden gelmek, disregard, overlook, zıt
anl.= care for, notice
ill = kötü, ters, uğursuz, hasta, adverse, bad, zıt
anl.= good, beneficial
ill effect = kötü etki
illegal = yasa dışı, kanuna aykırı, illicit, prohibited, zıt
anl.= legal, legitimate
illegitimate = 1) yasadışı, illegal; 2) evlilik dışı, gayri
meşru, adulterine
Illinois = ABD’de bir eyalet
ill-paid = az ücretli, düşük maaşlı, zıt anl.= well-paid
ill-treat = kötü davranmak, abuse, injure
ill-treatment = kötümuamele, zıt anl.= hospitality
illuminate = 1) aydınlatmak, ışıklandırmak, light,
brighten; 2) eğitmek, aydınlatmak, educate,
enlighten
illuminating = aydınlatıcı
illumination = aydınlatma
illusion = hayal, kuruntu, yanılsama, fantasy
illustration = resim, tasvir, şekil
image = resim, fotoğraf, picture
image capture = fotoğraf çekimi
imaginable = hayal edilebilen, göz önüne getirilebilen
imaginary = imgesel, hayali, fictitious, zıt anl.= actual,
real
imaginative = yaratıcı, creative
imagine = hayal etmek, envisage, guess
imaging = görüntüleme
imbalance = dengesizlik, zıt anl.= balance
I I I I I
82 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
IMF = Uluslararası Para Fonu (global ekonomik
düzeni takip etmek, borsa, döviz kurları,
ödeme planları gibi konularda denetim ve
organizasyon yapmak, teknik ve ekonomik
destek sağlamak gibi görevleri bulunan
uluslararası bir organizasyon), International
Monetary Fund
imitate = taklit etmek, taklidini yapmak, copy,
simulate
imitation = taklit, imitasyon
immature = olgunlaşmamış, toy, gelişmemiş,
undeveloped, young, unripe, zıt anl.= mature,
ripe
immeasurable = ölçülemez, tahmin edilemeyecek
boyutlarda, incalculable, zıt anl.=measurable
immediacy = arada bir vasıta ya da aracı olmaması
hali, doğrudan etki, (the immediacy of war, as
seen on television = televizyonda sunulduğu
şekliyle savaşın doğrudan etkisi)
immediate = 1) anında, hemen o anda, acil, urgent;
2) yakın; 3) şimdiki, ilk akla gelen, current
immediate aftermath = (bir savaşın, doğal afetin)
hemen sonrası
immediate care = hemen yapılan bakım, tedavi
immediate effect = hemen görülen etki
immediate post-disaster period = felaketten
hemen sonraki dönem
immediately = derhal, hemen, anında, at once, right
away
immense = muazzam, çok büyük, tremendous,
enormous, zıt anl.= tiny, little
immensely = gayet, pek çok, büyük oranda, son
derece, oldukça, extremely, enormously, zıt
anl.= slightly
immigrant = göçmen, ülkeye / kente göç ederek
gelen kimse, zıt anl.= emigrant
immigrate = göç ile ülkeye / kente gelip yerleşmek,
move in, zıt anl.= emigrate
immigration = göç ile ülkeye / kente gelip yerleşme,
zıt anl.= emigration
imminently = tehdit ederek
immobile = sabit, hareketsiz, motionless, zıt anl.=
mobile
immoral = ahlaka aykırı, edepsiz, unethical, corrupt,
zıt anl.= ethical, moral
immortal = ölümsüz, eternal, zıt anl.= mortal
immune destructive effect = bağışıklığı yıkıcı /
yıpratıcı / bozucu etki
immune system = bağışıklık sistemi
immune-compromised = bağışıklık sistemi zayıf
düşmüş olan
immune-triggering = bağışıklık sistemini harekete
geçiren / tetikleyen
immunisation = bağışıklama, bağışıklık kazandırma
(genellikle aşılama yoluyla vücudu bir
hastalığa karşı bağışık hale getirme)
immunize = bağışıklık kazandırmak, bağışıklık
oluşturmak
impact = 1) etki, tesir, nüfuz, effect, influence;
2) darbe, çarpma, hit, collision
impair = bozmak, zayıflatmak, (Whilemy brain and
brawn remain unimpaired, I will continue to
lead this party. = Akıl ve beden sağlığım
elverdiği sürece, bu partiyi yönetmeye devam
edeceğim.)
impaired hearing = zayıf / az işitme
impaired immune response = bir hastalık vs.’ye
karşı bağışıklık sisteminin verdiği yetersiz /
zayıf reaksiyon
impairment = boz(ul)ma, zayıfla(t)ma, damage,
harm, zıt anl.= repair, improvement
impassable = geçilmez
impeach = suçlamak, itham etmek, devlet
memurunumahkemeye sevk etmek
imperative = zorunlu,mecburi
imperceptively = seçilmez / fark edilmez bir şekilde,
unnoticeably
imperfect = eksik, kusurlu, faulty, defective, zıt anl.=
perfect, flawless
imperfection = eksiklik, kusur, fault, defect
imperfectly = eksik, kusurlu bir şekilde, kısmen,
partially, defectively
imperial = imparatorluğa ait, emperyal, emperyalist,
sömürgeci
imperial battle cruiser = imparatorluk savaş gemisi
(bazı bilimkurgu eserlerinda adı geçen uzay
gemisi)
impetus = hız, güç, güdü
implant (fiil) = implante etmek (tedavi için vücut içine
bir madde vs. yerleştirmek), nakletmek,
aşılamak, insert, embed, (implant an artificial
tooth in the gum = diş eti içerisine yapay bir diş
implante etmek)
implant (isim) = implantasyon (nakletme, dikme,
aşılama)
implement = uygulamak, yerine getirmek, put
through, carry out, perform
implementation = uygulama, yerine getirme
implicate = 1) sorumlu saymak, hold responsible;
2) ima etmek, imply
implicated = (bir şey)’in altında aranan, altta yatan
implication = saklı anlam, ima, suggestion,
connotation, zıt anl.= explicit statement
ÜDS Sözlüğü - 83
www.bademci.com
implications = (bir şey)’in olası sonuçları
implicit = 1) ifade edilmeden anlaşılan, saklı, zıt anl.=
explicit; 2) ima edilen, dolaylı olarak anlaşılan
implode = şiddetle içeriye doğru çökmek, içe doğru
patlamak
imply = (dolaylı olarak) göstermek, ima etmek, (bir
şey)’e işaret etmek, indicate, suggest, state
indirectly, zıt anl.= express
import = ithal etmek, zıt anl.= export
imported = ithal edilmiş
impose on / upon = zorla kabul ettirmek, dayatmak,
(yasa, kural, yaptırım vs.) uygulamak, empoze
etmek, assert
imposing = etkileyici, impressive
impossible = imkansız, olanaksız
impoverish = 1) yoksullaştırmak, make poor;
2) gücünü kesmek, exhaust, wear out
impoverishment = fakirleşme, yoksullaşma
impractical = uygulanamaz, gerçekleştirilemez,
mantıksız
impractically = uygulanamaz / gerçekleştirilemez /
mantıksız bir şekilde
impregnate (with) = 1) emdirmek, içirmek;
2) hamile bırakmak
impress = (genelde iyi yönde) etkilemek, (iyi) izlenim
bırakmak, influence
impress on / upon = aklına sokmak
impression = 1) izlenim, etki, intiba, sense,
influence; 2) baskı, damga, iz
impressionist = izlenimci, empresyonist (Fransa’da,
19 yy’da ortaya çıkmış bir resim akımının
takipçisi olan kişi)
impressive = (iyi yönde) etkileyici, çarpıcı,
remarkable, striking, zıt anl.= ordinary
impressively = (iyi yönde) etkileyici bir şekilde,
remarkably, strikingly, zıt anl.= ordinarily
imprint = iz
improbable = ihtimal dahilinde olmayan, olası
olmayan, unlikely, zıt anl.= probable, likely
improve = düzel(t)mek, yoluna koymak, geliş(tir)mek,
arttırmak, enhance, upgrade, increase, zıt
anl.= deteriorate, worsen, decrease, weaken
improved = iyileştirilmiş, düzeltilmiş
improved medical care = gelişmiş sağlık bakımı
improvement = düzelme, ilerleme, iyileştirme,
gelişme, enhancement, progress, advance, zıt
anl.= impairment, deterioration
improvise = birdenbire çaresini bulmak, doğaçlama
yapmak
imprudent = sorumsuz, irresponsible, zıt anl.=
prudent
impulse = tepki, dürtü, itici kuvvet, drive, urge
impulsive = tepkisel, instinctive, emotional, zıt anl.=
thoughtful, cautious
impulsively = tepkisel olarak, düşüncesizce,
instinctively, emotionally, zıt anl.= thoughtfully,
cautiously
impurity = kirlilik, katışık şey
in a convincing manner = inandırıcı / ikna edici bir
şekilde
in a given situation = belirli bir ortamda / durumda
in a sense = bir bakıma, in a way
in a sorry state = hazin / üzücü bir durumda
in a way = bir bakıma, in some way, in a sense
in accord with = (bir şey)’e uygun olarak, uyarınca,
uyumlu, tam bir anlaşma içinde, in compliance
with, in unison with, in accordance with, zıt
anl.= contrary to, in conflict with, in dispute
with
in accordance with = (bir şey)’e uygun olarak,
uyarınca, in compliance (with), zıt anl.=
contrary to
in addition to = (bir şey)’e ek olarak, additionally, also
in advance = önceden, peşin olarak, beforehand
in all likelihood = büyük bir olasılıkla, most likely
in an advisory capacity = danışman sıfatıyla
in an effort to = . . . amacıyla
in any way = hiçbir şekilde
in bulk = toptan, yığın halinde
in case of = halinde, durumunda
in close association with = (bir şey) ile yakın ilişki /
işbirliği içinde
in close contact with = (bir şey / bir kişi) ile yakın
temas / bağlantı içinde
in combination with = (bir şey) ile birlikte, together
with
in common = ortak olarak, genel olarak
in comparison with = (bir şey, bir kişi) ile
kıyaslandığında, in relation to, with reference
to
in conjunction with = (bir şey) ile birlikte / bağlantılı
olarak, together with
in connection with = (bir şey) ile bağlantılı olarak
in consequence = (bunun) sonucunda, (buna) bağlı
olarak, as a result
in consultation with = (birisi) ile danışma içerisinde
/ konsültasyon yaparak
84 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
in contrast to / with = (bir şey)’in / (bir kişi)’nin tersine
/ aksine, (bir şey) ile karşılaştırıldığında,
contrary to
in deed = elbette, tabii ki, gerçekten de, of course,
certainly
in detail = detaylı / ayrıntılı / kapsamlı olarak
in due course = zamanı geldiğinde, in due time
in excess of smt = bir şeyden fazla, bir şeyi geçen
in fact = aslında, esasen, in reality, in truth, indeed
in favour = revaçta
in favour of = lehine / lehinde, in support of, zıt anl.=
against
in fear = korkuyla
in fulfilment of = (bir şey)’i gerçekleştirmek / yerine
getirmek için
in installments = bölümler / kısımlar halinde, taksitle
in its wider sense = daha geniş anlamıyla
in line with = (bir görüş vs.) ile aynı doğrultuda, in
conjunction with
in London alone = sadece Londra’da
in many respects = birçok açıdan / yönden
in many ways = bir çok bakımdan
in no small measure = hiç de küçümsenmeyecek
bir boyutta
in no way = hiçbir bakımdan, hiçbir surette, (He is in
no way ready for the exam. He hasn’t touched
his textbook yet. = Sınava hiçbir surette hazır
değil. Daha kitabın kapağını bile kaldırmadı.),
by no means
in number = sayıca
in office = görevde, görev başında
in one’s day = kendi döneminde (in my day. . . =
benim zamanımda. . .)
in opposition to = (bir şey)’e karşı / muhalif olarak,
contrary to
in order to = amacıyla, (bir şey yapmak) için, so as
to, to
in other words = başka bir deyimle, put differently
in part = kısmen, bazı açılardan, partly, zıt anl.=
wholly
in particular = özellikle, bilhassa, particularly,
especially
in parts = kısmen, bazı açılardan
in place of = yerine
in practice = gerçekte, pratikte, zıt anl.= in theory
in preference to = (bir şey)’den ziyade, tercihen,
rather than
in proximity = yakınında
in rational terms = mantık kapsamında, rasyonel
düşünce ile
in readiness for = (bir şey)’e hazır bir biçimde
in reality = gerçekte, aslında
in regard to = (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili
olarak, with respect to
in response to = (bir şey)’e cevaben / karşılık vermek
amacıyla, as a reaction to
in retrospect = geçmişe bakıldığında
in return for = karşılığında, karşılık olarak
in search of = (bir şey)’in arayışı içinde
in short supply = üretimi / piyasaya arzı yetersiz
in so far as = olduğu sürece, olduğundan ötürü,
because
in some respects = bazı açılardan, in a way
in some ways = bazı yönlerden / açılardan
in spite of = (bir şey)’e rağmen / karşın, regardless
of, despite
in succession = sırayla, by turns, one after another
in terms of = ilgili olarak, açısından, bakımından, on
the basis of, in relation to
in that = yüzünden, dolayı, nedeniyle, şu bakımdan
ki, as, because, since
in the best of circumstances = en iyi şartlarda
in the case of = (bir şey) halinde / durumunda, (bir
şeyin / bir olayın) olması durumunda
in the context of = bağlamında, çerçevesinde
in the course of = sırasında, esnasında, akışı
içerisinde, during
in the face of = karşısında
in the first place = en başta
in the form of =… şeklinde / formunda
in the hope of = (bir şeyin olması) umuduyla
in the last resort = son çare olarak, as a last resort
in the light of = (bir şey)’in ışığında / ışığı altında, in
viewof
in the limelight = genel ilgiyi üzerinde toplamış
olarak
in the long run = uzun vadede, in the end, eventually,
(Patience and determination will pay in the
long run. = Sabır ve kararlılığın ödülü uzun
vadede gelir.)
in the meantime = bu arada, bu süre zarfında, aynı
zamanda, meanwhile
in the meanwhile = bu süre içinde, bu arada
in the midst of = ortasında, arasında
in the modern sense = modern anlamda
in the public interest = kamu yararına / çıkarına
ÜDS Sözlüğü - 85
www.bademci.com
in the wake of = (bir felaketin) ardından, peşinden
in the way of medication = ilaç türünden, (That socalled
“pharmacy” doesn’t have much in the
way of medication. = O sözde “eczane”de ilaç
türünden pek fazla bir şey yok.)
in this respect = bu bakımdan, bu hususta, bundan
yola çıkarak
in time = zaman içinde, zamanla
in turn = sırasıyla, successively, (I talked to each of
my students in turn. = Sırasıyla, her bir
öğrencimle tek tek konuştum.)
in utero = rahimde, henüz doğmamış
in view of = (bir şey)’i göz önüne alarak, (bir şey)’den
dolayı, in the light of
in vitro fertilization = tüp içi dölleme (ovulasyonu
takiben dışarı alınan ovumun, laboratuvarda
tüp içinde sperm ile döllenmesi)
In what way? = Hangi yönden / açıdan?
inability = beceriksizlik, yeteneksizlik, güçsüzlük,
yetersizlik, incapability, weakness, zıt anl.=
ability
inaccessible = girilemez, ulaşılamaz, unreachable, zıt
anl.= accessible
inaccurate = yanlış, kusurlu, hatalı, erroneous, zıt
anl.= accurate
inactivate = hareketsiz hale getirmek, elini kolunu
bağlamak
inactive = hareketsiz, durgun, still, static
inadequacy = yetersizlik, eksiklik, insufficiency,
shortage, zıt anl.= adequacy, sufficiency
inadequate = yetersiz, eksik, elverişsiz, insufficient,
zıt anl.= adequate, enough, ample, (His
income is inadequate to meet his basic needs.
= Geliri, temel ihtiyaçlarını karşılamakta
yetersiz kalıyor.)
inadequately = yetersiz bir şekilde, insufficiently, zıt
anl.= adequately, sufficiently
inadmissible = kabul edilemez, uygun görülmez,
unacceptable, irrelevant, zıt anl.= admissible
inadvertent = kasıtsız, elde olmayan, accidental,
unintentional, zıt anl.= deliberate, intentional
inappropriate = yanlış, uygunsuz, yersiz, improper,
awkward, zıt anl.= appropriate, proper
inattention = dikkatsizlik, ihmal, neglect,
carelessness, zıt anl.= attention, carefulness
in-betweenness = arada kalmışlık
inborn = tabiatında olan, doğuştan gelen, kalıtsal,
congenital, hereditary, innate, zıt anl.=
acquired
incapable (of) = ehliyetsiz, yeteneksiz, unable,
incompetent, zıt anl.= capable (of)
incentive = özendirici şey, bonus, inducement
inception = başlangıç, başlama
incessant = sürekli, ardı arkası kesilmeyen, neverending,
zıt anl.= occasional
inch = 1) inç (2. 54 cm’ye eşdeğer, İngiliz kökenli
uzunluk ölçme birimi); 2) (kalınlık hesabında)
parmak, (örn. ½ inch pipe = yarım parmak(lık)
boru)
incidence = tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans,
occurrence, happening
incidence rate = sıklık oranı, insidans
incident = (genellikle kötü sonuçları olan) olay,
hadise, occurrence, event, happening
incision = kesi, yarma, cut
incline = eğim
include = içermek, dahil etmek, katmak, kapsamak,
birleştirmek, embody, incorporate, consolidate,
combine, zıt anl.= exclude, separate, divide
inclusion = dahil edilme / olma, zıt anl.= exclusion
incomparable = kıyaslanamaz, eşsiz, uncomparable
incompatible with = (bir şey) ile bağdaşmaz,
uyuşmaz, conflicting, unsuitable, zıt anl.=
compatible
incompetence = yetersizlik, yeteneksizlik,
incapability, zıt anl.= competence, capability
incompetent = 1) yetersiz, yeteneksiz, incapable,
unskilled, zıt anl.= competent, capable;
2) yetkisiz
inconclusive = bir sonuca varmayan, inandırıcı
olmayan, incomplete, unsatisfactory, zıt anl.=
conclusive
inconclusive measure = inandırıcı / kesin olmayan
ölçüm
inconsistent = 1) istikrarsız, unreliable, zıt anl.=
consistent; 2) çelişkili, tutarsız, conflicting,
contradictory, zıt anl.= confirming, consistent
incontestably = tartışılmaz / itiraz edilemez / su
götürmez bir şekilde
inconvenient = uygunsuz, elverişsiz, zahmetli,
müşkül, awkward, inappropriate, zıt anl.=
convenient, appropriate
incorporate (into) = dahil etmek, katmak,
birleştirmek, include, amalgamate,
consolidate, zıt anl.= exclude, separate
incorrect = yanlış, hatalı, wrong, zıt anl.= correct
increase (fiil) = art(tır)mak, çoğal(t)mak,
yüksel(t)mek, geliştirmek, grow, enhance, rise
/ raise, improve, zıt anl.= decrease, weaken,
fall, drop
increase (isim) = artış, rise, zıt anl.= decrease, fall
increased = artmış olan, zıt anl.= decreased
86 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
increased risk = artan risk / tehlike
increasingly = gittikçe artan bir şekilde
incredible = inanılmaz, akıl almaz, unbelievable, zıt
anl.= credible, reasonable
incredible as it may seem today = bugün inanılmaz
/ akıl almaz görünse de…
incredibly = inanılmaz şekilde, unbelievably, zıt anl.=
credibly, reasonably
incubation = inkübasyon, kuluçka devresi
incur = karşı karşıya kalmak, maruz kalmak, meet
with
incurable = tedavi edilemez
indeed = gerçekten, hakikaten, doğrusu, certainly,
without a doubt, in fact, actually
indefinite = belirsiz, zıt anl.= definite
indefinitely = belirsiz bir süre için, sürekli, sonu
gelmeyen bir şekilde, continually, zıt anl.=
temporarily, (Due to renovation works, the
Regency Hotel was closed indefinitely. =
Tadilat çalışmaları sebebiyle, Regency Oteli
belirsiz bir süre için kapandı.)
indentation = girinti
independence = bağımsızlık, zıt anl.= dependence
independent = bağımsız, özgür, self-reliant, free, zıt
anl.= dependent (on)
independently = bağımsız olarak, zıt anl.=
dependently
India = Hindistan
Indiana = ABD’de bir eyalet
indicate = belirtmek, işaret etmek, göstermek,
denote, point to
indication = belirti, delil, gösterge, işaret, evidence,
hint
indicator = indikatör, gösterge, belirteç, ibre, sign
indifference = aldırmazlık, umursamazlık, kayıtsızlık,
disinterest, zıt anl.= concern
indifferent = aldırmaz, umursamaz, disinterested, zıt
anl.= careful, thoughtful, heedful
indigenous = yerli, native
indirect = dolaylı
indirectly = dolaylı bir şekilde
indiscriminately = ayrım yapmaksızın, arbitrarily,
randomly
indispensable = vazgeçilmez, essential, vital, zıt
anl.= dispensable
indistinguishable = ayırt edilemez, seçilemez
individual (isim) = birey, fert
individual (sıfat) = bireysel, kişisel, ferdi, personal
individualistic = bireyci
indivisible = bölünemez
indoors = içeride, içeriye, inside, zıt anl.= outdoors,
outside
Indo-Pacific= İndo-Pasifik (Hint Okyanusu, Batı ve
Orta Pasifik ile Endonezya çevresini içine alan
bölge)
indrawn = (nefes için) derin, (karakter için) içine
kapanık
induce = 1) neden olmak, sevk etmek, cause,
activate; 2) ikna etmek, kandırıp yaptırmak,
convince, persuade, zıt anl.= prevent;
3) (elektrik akımı) meydana getirmek
indulge (in) = kendini vermek, kendini kaptırmak,
severek yapmak
industrial relation(ship)s = işveren - işçi ilişkileri
Industrial Revolution = Sanayi Devrimi (18. yy
sonunda ortaya çıkan yoğun sanayileşme
akımı)
industrialize = sanayileş(tir)mek
ineffective = etkisiz, useless, unproductive, zıt anl.=
effective
inefficiency = etkisiz olma, verimsizlik,
randımansızlık, ineffectiveness, zıt anl.=
efficiency, effectiveness
inefficiently = verimsiz bir şekilde
inequality = eşitsizlik, zıt anl.= equality
inert = hareketsiz, eylemsiz, durağan, inanimate,
motionless, zıt anl.= active
inevitable = kaçınılmaz, inescapable, unavoidable, zıt
anl.= avoidable, avertable, evitable
inevitably = kaçınılmaz bir şekilde, unavoidably,
inescapably, zıt anl.= avoidably
inexhaustible = tükenmez, infinite, unlimited, zıt
anl.= exhaustible, finite
inexpensive = pahalı olmayan, ucuz, cheap, zıt
anl.= expensive
inexpensively = ucuza, cheaply, zıt anl.=
expensively
infallible = yanılmaz, şaşmaz, güvenilir, unfailing,
reliable, zıt anl.= fallible
infancy = 1) bebeklik, yavruluk; 2) başlangıç
infant = bebek, infant (ilk 30 aya kadar olan bebeklik
devresi)
infanticide = bebeklerin öldürülmesi
infantry = piyade, yaya asker
infect = bulaşmak, contaminate, spread (to)
infected with = (bir virüs vs.) ile enfekte olmuş,
enfeksiyon kapmış
infection = enfeksiyon, bulaşıcı hastalık, mikrop
kapma
ÜDS Sözlüğü - 87
www.bademci.com
infectious = bulaşıcı
infectious disease = bulaşıcı hastalık
infer from = 1) (bir şey)’den anlamak / çıkarmak,
derive from; 2) (bir şey)’den sonuç çıkarmak,
deduce from
inferior (to) = 1) (bir şeyden daha) aşağı / düşük /
değersiz, lesser, lower, under, zıt anl.=
superior to; 2) (anatomide) daha aşağıda,
altta, alt taraf, zıt anl.= superior
inferior frontal gyrus = inferiyor frontal gird (beyin
frontal lobunun alt bölgesinde bir nokta)
infertility = infertilite, kısırlık
infinite = sınırsız, sonsuz, zıt anl.= finite
infinitely = sonsuz olarak, sınırsızca, son derece
infirm = zayıf, güçsüz, ill, weak, zıt anl.= healthy, well
infirmity = zayıflık, sakatlık, disorder, debility, zıt
anl.= wellness
inflame = enflamasyona yol açmak, (bir tür)
iltihaplanmak
inflamed = iltihaplı, iltihaplanmış
inflammable = yanıcı, kolay tutuşan, combustible, zıt
anl.= fireproof
inflate = şiş(ir)mek, blow up, zıt anl.= deflate
inflation = 1) enflasyon (ülkedeki mal ve hizmet
fiyatlarındaki genel artış); 2) (bir şey)’in hava
ile dolması, şişme, zıt anl.= deflation
inflexible = esnemeyen, esnek olmayan, unbendable,
zıt anl.= flexible
inflict = (ağrı / acı / ceza) vermek, impose, bring
down
in-flight refuelling = havada yakıt ikmali
inflow = içine akma
influence (fiil) = etkilemek, lead, affect, shape
influence (isim) = etki, tesir, nüfuz, effect, impact
influential = etkili, sözü geçen, nüfuzlu, hatırlı,
powerful
influenza = grip, enfluenza, flu
informal = gayriresmi, zıt anl.= formal
information = bilişim, enformasyon
information good = (kitap, yazılım gibi) ticari
değerini, içerdiği bilgiden alanmal / bilgi /
enformasyon ürünü
informative = bilgilendirici, tanıtıcı, aydınlatıcı
informed = bilgili, haberdar, knowledgeable
infrared = kızılötesi
infrastructure = altyapı
infrequent = seyrek, sık olmayan, occasional,
irregular, zıt anl.= frequent
infringement = (yasa, kural vs. için) aykırı hareket,
karşı gelme, ihlal
ingenious = akıllıca, ustalıklı, dahice, clever, brilliant
ingeniously = zekice,maharetle, ustalıkla, brilliantly
ingest = yemek, ağızdan almak, eat, consume, take
in from the mouth
ingestion = yeme, ağızdan alma, intake from the
mouth, oral intake
ingredient = bir karışımı oluşturan maddelerden her
biri, içerik, öğe, parça, eleman
inhabit = içinde oturmak, yuvalanmak, barınmak,
dwell, occupy, (Only birds and small animals
inhabit these remote islands. = Bu uzak
adalarda yalnızca kuşlar ve küçük hayvanlar
barınmaktadır.)
inhabitant = bir yerde oturan kişi, sakin
inhale = nefes almak, (nefes yoluyla) içine çekmek,
breathe in, zıt anl.= expire, breathe out
inhaler = solukla ciğerlere (narkoz vs.) verme aygıtı
inherent = doğuştan gelen, doğasında var olan,
intrinsic, innate
inherently = esasında, aslında, özünde, basically,
fundamentally
inherit = (atadan) (kalıtımla) almak, miras kalmak,
acquire, receive
inheritance = kalıtımla geçme
inherited = kalıtsal, irsi, congenital, ancestral
inhibit = yavaşlatmak, zorlaştırmak, restrain, zıt
anl.= allow, facilitate
inhuman = insanlık dışı, zıt anl.= humane
initial = ilk, başlangıç, baştaki, birinci
initial velocity = ilk hız, başlangıç hızı
initially = öncelikle, aslında, esasen, önceleri,
başlangıçta, primarily, essentially, at first,
originally, in the beginning, zıt anl.= finally
initiate = başlatmak, start, launch, pioneer, zıt anl.=
complete, terminate
initiation = başlangıç, başlatma
injure = yaralamak
injured = yaralı
injurious = zararlı
injury = yara, hasar, yaralanma, wound, harm,
damage
inland = denizden uzak, iç kısımlar(a doğru), bir
ülkenin içlerine doğru
inlet = giriş, zıt anl.= outlet
inmate = hapishane veya akıl hastanesinde bulunan
kimse, tutuklu
innate = (bir şey)’e özgü / has, tabiatında olan,
kalıtsal, inherent, intrinsic, zıt anl.= acquired
88 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
inner = içe dönük, ruhsal, internal, spiritual, zıt anl.=
outer
inner ear = iç kulak
innocence = masumiyet, suçsuzluk, zıt anl.= guilt
innocent = masum, suçsuz, zıt anl.= guilty
innovation = yenilik, değişiklik, buluş, icat, novelty
innovative = yenilikçi, yaratıcı, creative, zıt anl.=
conservative
innumerable = sayısız, sayılamaz, countless
inoculation = aşı, aşılama, vaccination, injection
inorganic mercury salt = inorganik civa tuzu
in-patient = hastanede yatan hasta, resident patient
inphase = aynı fazda (iki veya daha fazla dalganın
dalga boylarının aynı olması ve dalga
tepelerinin çakışması sonucu birbirleriyle
uyum içinde olmaları hali)
inquiry = araştırma, sorgu, soruşturma, questioning,
research, quest
inscription = kitabe, yazıt
inscrutably = anlaşılmaz / esrarlı bir şekilde,
mysteriously
insecticide = insektisit (böcek öldürücü kimyasal
madde)
insecurity = emniyetsizlik, güven duygusundan
yoksunluk, jeopardy, risk, zıt anl.= safety,
security
inseparable = (birbirinden) ayrılamaz / ayrılmaz
insert = sokmak, (arasına) koymak, embed, implant
in-service training = hizmet içi eğitim
insight = anlayış, olayların iç yüzünü kavrama,
awareness, comprehension, zıt anl.=
ignorance, dullness
insignificant = önemsiz, değersiz, unimportant, zıt
anl.= significant, important
insist on = (bir konuda) diretmek / direnmek / ısrar
etmek, assert (that)
insoluble = erimez, çözünmez
insomnia = uykusuzluk
inspection = kontrol, yoklama, teftiş, denetleme
inspection facility = denetleme tesisi
inspector = müfettiş, denetleyici
inspiration = ilham, esin, influence, stimulus
inspire = 1) ilham vermek, esinlemek, teşvik etmek,
encourage, stimulate; 2) telkin etmek /
vermek, duygu aşılamak
inspired = solunan (hava vs.)
instability = istikrarsızlık, dengesizlik, kararsızlık,
imbalance, fluctuation, zıt anl.= stability
install = yerleştirmek, (cihaz vs.) kurmak, (bilgisayar
programı vs.) yüklemek, tesis etmek, (We
have had central heating installed in our flat. =
Dairemizemerkezi ısıtma sistemi kurdurduk.)
installation = 1) kurma, döşeme, establishment;
2) tesis(at), tertibat, fitting
instance = örnek, durum, vaka, case, example,
occurrence
instantly = hemen, anında, urgently, immediately
instead = yerine, onun yerine. . . , (Don’t buy the red
shirt; buy the blue one instead. = Kırmızı
gömleği alma; onun yerinemavisini al.)
instead of = yerine, onun yerine. . . , (Instead of the
red shirt, I bought the blue one. = Kırmızı
gömlek yerinemavi olanı aldım.)
instil (ya da instill) = 1) aşılamak, inject; 2) telkin
etmek, (bir fikir vs.) aşılamak, impress
instillation (ya da instilment) = 1) enstilasyon,
damlatma; 2) telkin
instinct = içgüdü
instinctive = içgüdüsel
institution = 1) kurum, müessese; 2) yerleşmiş
gelenek, devamlı olan şey
institutional = kurumsal
instruct (on) = (hakkında) talimat vermek, yol
göstermek, enlighten (about), inform (about)
instructional = eğitime ait, eğitici
instructions = direktif, yönerge
instrument = aygıt, enstrüman
insufficiency = yetersizlik, eksiklik, inadequacy,
deficiency, zıt anl.= sufficiency, amplitude
insufficient = yetersiz, eksik, inadequate, zıt anl.=
sufficient, enough, ample
insulate = yalıtmak, izole etmek, protect, shield
insulation = yalıtım, izolasyon
insurance = güvence, sigorta
insurance cost = sigorta masrafı
insurance cover = sigorta kapsamı
insurer = sigortacı
insurgent = asi, ihtilalci, rebel
insurmountable = başa çıkılmaz, güç yetmez
intact = bozulmamış, zarar görmemiş, sağlam
intake = 1) herhangi bir maddenin vücuda girişi,
(içeri) alım, (yeme içme vasıtasıyla) alınan
(şey), consumption; 2) giriş, giriş ağzı, inlet
integer = (matematikte) tam sayı, whole number
integral = bir bütünün ayrılmaz bir parçası olan,
essential, intrinsic, zıt anl.= incidental
ÜDS Sözlüğü - 89
www.bademci.com
integrate into / with = (bir şey)’e katmak, (bir şey) ile
birleş(tir)mek, entegre etmek / olmak,
incorporate into, unify with, zıt anl.= separate
from
integrated = karma, bütünleşmiş, entegre
integration = entegrasyon, kaynaşma
integrity = 1) doğruluk, dürüstlük; 2) bütünlük
intellect = zeka, akıl
intellectual = entellektüel, akla dayanan, zihinsel
intellectual life = entellektüel yaşam
intellectual property rights = fikir hakları, fikir ve
sanat eserleri hakları
intellectual self = entellektüel (bilgi ve yaratıcılık
yeteneği ile ilgili) benlik / kimlik
intend = niyet etmek, tasarlamak, amaçlamak,
planlamak, aim, plan
intense = şiddetli, güçlü, fierce, powerful, zıt anl.=
mild
intensely = yoğun bir şekilde, greatly, zıt anl.= slightly
intensification = yoğunlaşma, şiddetlenme, büyüme
intensify = şiddetlen(dir)mek, yoğunlaş(tır)mak,
aggravate, concentrate, zıt anl.= lessen
intensity = yoğunluk, keskinlik, şiddet, force, power,
volume
intensive = yoğun, şiddetli, in-depth, thorough, zıt
anl.= partial, superficial
intensive care = yoğun bakım
intention = maksat, niyet, kasıt, purpose, aim
intentional = kasıtlı, bilerek yapılan, deliberate, zıt
anl.= unintentional, accidental
intentionally = kasten, bilerek, deliberately, zıt anl.=
unintentionally, accidentally
interact with = birbirini etkilemek, birbiriyle ilişkide
olmak, relate to / with, (While the other
children interacted and played together, Ted
ignored them. = Diğer çocuklar birlikte iletişim
kurup oynarken, Ted onları görmezden geldi.)
interaction = etkileşim
interchangeably = yer değiştirerek, birbirinin yerine
interconnection = ara bağlantı
interdependent = birbirine bağlı, dependent on each
other, zıt anl.= independent
interdisciplinary = bilimler / disiplinler arası
interest = 1) çıkar, menfaat, kar, kazanç, stake;
2) faiz; 3) ilgi alanı, ilgilenilen şey, involvement
interest rate = faiz oranı
interested in = (bir şey) ile ilgilenen / ilgili, (bir şey)’e
ilgi duymak
interestingly = ilginç bir şekilde
interfere in = (bir şey)’e karışmak / müdahale etmek,
meddle with, intervene in
interfere with = (bir şey) ile çatışmak, engellemek,
mani olmak, müdahale etmek, hinder, prevent,
intervene in, step in, zıt anl.= facilitate, (Childbearing
should not interfere with a career, but
it usually does. = Hamilelik, kariyeremani
olmamalıdır, ama genellikle olur.), (It is the
number and seriousness of complications
interfering with it that makes an operation a
major one. = Bir operasyonu majör yapan şey
onu zorlaştıran komplikasyonların sayısı ve
ciddiyetidir.)
interference = müdahale, karışma, meddling
interference pattern = (ışık için) iki farklı dalganın
birleşerek oluşturduğu karışımın bir ekranın
üzerinde oluşturduğu desen
interim = ara, geçici
interior = iç, iç kısım, zıt anl.= exterior
interject = araya katmak, eklemek
intermediary = aracı, arabulucu, mediator, negotiator
intermediate = ara, orta
intermediate state = geçiş dönemi
intermittently = kesik kesik, aralıklarla
internal = dahili, iç, ülke içi ile ilgili, iç tarafta, zıt anl.=
external
internal bleeding = iç kanama
internal organ = iç organ
internalise = içe atmak, kişiselleştirmek,
öznelleştirmek, özümsemek
international = uluslararası
International Criminal Court = Uluslararası Ceza
Mahkemesi (soykırım, katliam gibi suçlar ile
itham edilen kişileri yargılayan uluslararası
mahkeme)
International Date Line = Uluslararası Tarih
Değiştirme Çizgisi (batıya doğru geçildiğinde
mevcut tarihin bir gün ileri, doğuya doğru
geçildiğinde ise bir gün geri alındığı 180°
meridyeni)
international environment = uluslararası ortam /
çevre
interpret = 1) yorumlamak, açıklamak; 2) sözlü
çeviri yapmak
interpretation = yorum, yorumlama, açıklama,
commentary, remark
interpreter = 1) yorumcu; 2) mütercim, tercüman
interrelated = birbiriyle ilgili / ilişkili
interrupt = sözünü kesmek, engellemek, yarıda
kesmek, bother, break in, suspend
interstate = eyaletler arası
90 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
interstellar space = yıldızlar arası boşluk (uzayın,
yıldız sistemlerinin dışında kalan kısmı)
intertwine = birbirine dola(n)mak, birbirini sarmak /
birbirine sarılmak
intertwined = iç içe geçmiş
interval = aralık, fasıla
intervene in = araya girmek, interfere in, mediate
intervening = araya giren, interfering
intervention = müdahale, girişim, intercession
interview = görüşmek, mülakat yapmak
intestine = bağırsak
intimate = derin, ayrıntılı, (intimate workings = iç
işleyiş, derindeki mekanizma)
intimately = derin bir bağ ile, ayrılmaz şekilde, iç içe
intimidate = gözünü korkutmak, gözdağı vermek
intimidation = gözünü korkutma, yıldırma, sindirme,
gözdağı, threat
intolerably = dayanılmaz bir şekilde, unbearably
intonation = tonlama, diksiyon
intoxicated = 1) sarhoş olmuş, drunk;
2) zehirlenmiş, poisoned
intoxication = zehirlenme, poisoning
intracerebral haemorrhage = beyin (içi) kanaması
Intracoastal Waterway = Kıyıiçi Suyolu (ABD’nin
doğu ve güneydoğu kıyıları boyunca uzanan,
doğal nehirler ve yapay kanallardan oluşan,
eğlence ve ticari amaçlı suyolu)
intracranial = kafatası içinde bulunan
intraperitoneal adhesion = iç karın zarı boşluğunun
(iltihap vb. nedenlerle) yapışması
intravenous = intravenöz, damar içine / içinden,
damar yoluyla alınan
intricate = karışık, çapraşık, girift, complicated,
complex, zıt anl.= simple, straightforward
intrigue = merak veya ilgisini çekmek
intriguing = merak uyandıran
intrinsic = kendine özgü, kendi tabiatında olan,
peculiar, innate, zıt anl.= acquired
introduce smt to = (örn. bir ortam ya da piyasa)’ya
arz etmek / sunmak / getirmek
introduce = 1) başlatmak, initiate, institute; 2) ortaya
koymak, tanıtmak, present
introduction = 1) giriş, önsöz, takdim, tanıtım,
sun(ul)ma, entry, presentation; 2) devreye
girme / sokma; 3) piyasaya çıkma / arz edilme,
creation, foundation
introverted personality = içe dönük kişilik
intrusion = zorla girme, zorlamüdahalede bulunma
inundate = su ile kaplamak, su basmak, flood,
swamp
inundation = su basması, sel, flood
invade = istila etmek, saldırmak, overrun, assault, zıt
anl.= withdraw
invader = istilacı
invalid = 1) geçersiz, hükümsüz, null, void, zıt anl.=
valid; 2) (yatalak) hasta, sakat, disabled
invaluable = paha biçilemeyen, çok önemli / değerli,
zıt anl.= worthless
invariable = değişmez, her zaman olan, constant
invariably = değişmez / şaşmaz bir şekilde, her
zaman, always, ever, constantly, zıt anl.=
never, rarely, (Incompetents invariablymake
trouble for people other than themselves. =
Beceriksizler her zaman diğer insanların
başına bela olurlar.)
invasion = istila, saldırı, akın, intrusion
invasive = 1) invazif, deri altına inen, vücut içi, (tıbbi
bir müdahale için) iğne ile ya da keserek deri
altına inmeyi gerektiren; 2) (kanser vs.
hücreleri için) istilacı, saldırgan
invent = icat etmek, yaratmak, uydurmak, create,
make up
invention = icat
inventive = yaratıcı, bulucu, creative, innovative, zıt
anl.= uninventive
inventor = mucit, yaratıcı, icat eden (bir şeyi ilk
düşünen veya yapan kişi)
inverse = ters, aksi, opposite, contrary, reverse
invert = tersine çevirmek, tersyüz etmek, reverse
invest in = (bir şey)’e yatırım yapmak
investigate = araştırmak, soruşturmak, teftiş etmek,
incelemek, inquire, inspect, examine
investigation = araştırma, soruşturma, teftiş,
inceleme, inspection, examination
investigator = müfettiş, araştırmacı, dedektif,
inspector
investigatory = araştırma / dedektiflik ile ilgili
investment = yatırım
investor = yatırımcı
invigorate = canlandırmak, güçlendirmek, stimulate,
zıt anl.= blunt
invigorating = canlandırıcı, güçlendirici, enerji verici,
stimulating, zıt anl.= tiresome
invisible = görünmez
invoke = başvurmak, (yardım, koruma vs.) istemek,
resort to
involuntarily = gönülsüzce, isteksiz olarak, unwillingly,
reluctantly, zıt anl.= willingly
involuntary = gönülsüz, istemsiz, unintentional,
unwilling, reflexive, zıt anl.= voluntary,
deliberate
ÜDS Sözlüğü - 91
www.bademci.com
involve = 1) içermek, kapsamak, include, contain,
entail, zıt anl.= exclude; 2) karıştırmak,
bulaştırmak; 3) söz konusu olmak, işin içinde
olmak; 4) gerektirmek, istemek, require
involved (in) = (olaya) karışmış, işin içinde olan
involvement = ilgi, ilişki, katılma, içinde yer / rol alma,
karışma, bulaşma, concern, engagement,
participation
involving = kapsayan
ion = iyon (pozitif veya negatif yüklü atom veya
molekül)
IQ score = zeka katsayısı sonucu, Intelligence
Quotient score
IQ-boosting drugs = IQ arttıran / destekçisi ilaçlar
iridium = iridyum (çok yoğun, sert, gümüşi-beyaz
renkli bir metal)
iris = iris (göz bebeği çevresindeki renkli kısım)
iron = demir
iron deficiency = demir eksikliği
iron intake = demir alımı / tüketimi, iron
consumption
iron loss = demir kaybı
iron status = kandaki demir düzeyi
iron store = (vücuttaki) demir stoğu, (vücutta
bulunan) toplam demir miktarı
ironically = ironik olarak
irony = 1) ironi (beklenmeyenin gerçekleşmesi,
umulanın aksi bir sonuç çıkması); 2) alay,
kinaye, sarcasm; 3) (alaycı veyamanalı) zıtlık
irrational = mantıksız, akıldışı, illogical
irreducible = azaltılamaz
irregular pattern = (bir hastalığın vb.) düzensiz seyir
izlemesi
irregularly = düzensiz olarak, randomly, zıt anl.=
regularly, steadily
irrelevant = konu dışı, alakasız, ilgisiz, unrelated,
inappropriate, zıt anl.= relevant
irremediable = çaresi olmayan, tedavisi imkansız,
irreparable
irreparable = onarılamaz, tamir edilemez, çaresi
olmayan, tedavisi imkansız, irremediable
irresistible = karşı durulmaz, compelling
irresponsible = sorumsuz, sorumsuzca, incautious,
thoughtless, zıt anl.= responsible, thoughtful
irreversible = geri döndürülemez
irrigation = sulama, watering
irritability = sinirlilik, hırçınlık, asabiyet, petulance
irritable = hırçın, asabi, sinirli, petulant
irritant = iritan, tahriş edici
irritation = tahriş
ischemic stroke = iskemiye (yetersiz kan akımına)
bağlı felç
Ishtar = İştar (Akadmitolojisinde doğurganlık, aşk ve
savaş tanrıçası)
island of Crete = Girit Adası
isle = ada, island
isolate (from) = ayırmak, tecrit / izole etmek,
separate (from), zıt anl.= integrate (into)
isolated = toplumdan uzak, (diğerlerinden) ayrı, kendi
başına, bağlantısız, detached
isolated fact = istisnai olay
isolation = ayırma, tecrit
isotope = izotop (kimyasal açıdan benzer olmalarına
rağmen, çekirdeklerinde farklı sayıda nötron
içermeleri nedeniyle farklı kütleye sahip
nüklitlerden her biri)
issue (fiil) = 1) (belge, karne, cüzdan vs.) çıkartmak /
vermek; 2) yayınlamak, release, publish
issue (isim) = konu, sorun, mesele, point, matter,
question
itch = kaşınmak
itching = kaşınma
www.bademci.com
jail = hapishane, prison
jail fever = tifo (Geçmişte, hapishane ve benzeri
kapalı ortamlarda çok çabuk yayıldığı için tifo
hastalığına bu isim verilmiştir.)
jam = tıkamak, sıkıştırmak
James Clerk Maxwell = 1831-1879 yılları arasında
yaşamış olan İskoçyalı bir matematikçi ve
fizikçi (yaptığı çalışmalar elektrik ve
manyetizmayı ayrı konular olmaktan çıkarmış
ve ışığın elektromanyetik özelliği olduğunu
bulmuştur)
jam-packed = hıncahınç dolu, full up, zıt anl.= empty
Janissary = Yeniçeri
Japanese (isim) = Japonca
Japanese (sıfat) = Japon, Japonya’ya ait
jaw = çene
jealousy = kıskançlık, envy
jelly = jöle, pelte
jeopardise = tehlikeye atmak, tehlikeye sokmak, risk
jeopardy = tehlike, risk, danger, risk, zıt anl.=
security
Jersey= İngiltere’ye ait olan, Fransa’nın kuzeyinde
yer alan bir ada
jet fuel = jet yakıtı
jet lag = (jet uçağı vb.) yüksek hızlı araçlarla başka
saat dilimlerine yolculuk yapıldığında vücut
ritminin geçici olarak bozulması
jet plane = jet uçağı (hızlı ve yüksek irtifada uçabilen
jet motorlu uçak)
jet wind = dağlık alanlardaki geçitlerde esen yüzey
rüzgarları
jetliner = jet motorlu büyük yolcu uçağı, jumbo jet
jigsaw puzzle = yapboz, parçalara ayrılmış bir resmi
tekrar bir bütün haline getirme şeklindeki
bulmaca
job seeker = iş arayan kişi
John’s Pass = ABD’nin Florida eyaletinde bulunan
bir boğaz
join (in) = katılmak, yer almak, take part (in)
joint (isim) = eklem
joint (sıfat) = ortak, müşterek, collective, mutual, zıt
anl.= individual, unilateral
joint inflammation = eklem iltihabı
jointly = ortaklaşa, birlikte, together, (The research
was jointly performed by microbiologists and
ENT specialists. = Araştırma, mikrobiyologlar
ve KBB uzmanları tarafından ortaklaşa
yürütüldü.), (The French and British jointly
funded the Channel Tunnel. = Fransız ve
İngilizler ManşTüneli’ni birlikte finanse ettiler.)
jokingly = şaka yollu, şaka ederek, zıt anl.= seriously
journey = yolculuk
judge = yargılamak, hüküm vermek, değerlendirmek,
decide, conclude, evaluate, appraise
judgement = yargı, değerlendirme, assessment,
evaluation
judicial = yargıya ait
judiciary = yargıçlar, adliye
judicious = akıllıca, mantıklı, prudent
jump-start = 1) destek vererek yürür / çalışır hale
getirmek; 2) aküsü zayıf bir arabayı başka bir
arabanın aküsüne bağlayarak çalıştırmak
junior = 1) genç, kıdemsiz, zıt anl.= senior; 2) az,
küçük
junk food = yüksek kalorili ama düşük besin değerli
hazır yiyecekler
junkyard = hurdalık
just before = hemen önce
justification = gerekçe
justify = haklı çıkarmak, temize çıkarmak,
doğrulamak, substantiate, validate, (Time
justified his theories. = Zaman, onun teorilerini
/düşüncelerini haklı çıkardı.)
juvenile = genç
juvenile diabetes = genellikle çocuklar ve
ergenlerde görülen insüline bağımlı diyabet
J J J J J
www.bademci.com
Kabul = Kabil (Afganistan’ın başkenti)
kcalory = kilokalori (1000 kalori) (gündelik hayatta
besin enerji değerinden bahsederken sözü
edilen kalori miktarı), kcalorie
Keck Telescope = Hawaii’deki W. M. Keck
Gözlemevi’ndeki iki büyük teleskoptan her biri
keen (on) = hevesli, düşkün, meraklı, istekli, eager
(to)
keenly = hevesli / düşkün / meraklı / istekli bir şekilde
keep = tutmak, muhafaza etmek, korumak, preserve,
retain, hold, protect, zıt anl.= release, let go
keep a check on = (bir şey üzerinde) denetim
kurmak
keep abreast of = (bir şey)’den geri kalmamak, (bir
şey)’e ayak uydurmak, olan bitenden haberdar
olmak, keep up with
keep ahead = yakından izlemek, üstünlüğü
korumak, başlarda yer almak
keep at the ready = hazır tutmak / bulundurmak
keep down = düşük düzeyde tutmak, restrain,
restrict, zıt anl.= encourage
keep forgetting = hep / daima unutmak
keep going = devam etmek, sürdürmek, carry on, zıt
anl.= discontinue
keep off = uzak durmak, stay away (from)
keep on = devam etmek, proceed, carry on, zıt anl.=
stop, cease, quit
keep one’s word = sözünü tutmak
keep orientated = kişinin gerek kendisiyle gerekse
içinde bulunduğu yer ve zamanla ilgili bilincinin
devamını sağlamak, bilincini açık tutmak
keep out of = (bir şey)’in dışında kalmak, dışarıda
bırakmak
keep pace with = (bir şey)’e ayak uydurmak, (bir
şey) ile aynı düzeyi / hızı yakalamak
keep to = sadık / bağlı kalmak, stick to, adhere to
keep to soft surfaces = yumuşak zeminden
ayrılmamak / yumuşak zemin üzerinde kalmak
keep track of = izlemek, göz kulak olmak, monitor
keep up with = 1) (bir şey)’e yetişmek, (bir şey)’den
geri kalmamak, keep abreast of;
2) karşılamak, meet
keep up = devam etmek, sürdürmek, sustain,
maintain
keep within = (bir şey)’in belli sınırlar içinde kalmasını
sağlamak
kerosene stove = gaz ocağı (yakıt olarak gazyağı
(parafin) kullanan ocak)
kettle = çaydanlık
key = çok önemli, crucial, vital, zıt anl.= minor
key point = anahtar nokta, önemli ayrıntı, (key points
in a structure = bir yapının köşe, pencere, kapı
gibi mimari detayları)
Keynesian = John Maynard Keynes tarafından
ortaya atılmış olan
kidney = böbrek
kill off = tamamını öldürmek, yok etmek,
exterminate, wipe out
kindness = sevecenlik, iyilik
Kinetic Theory of Gases = Gazların Kinetik Teorisi
(gazların ısı, hacim, basınç gibi özelliklerini,
moleküllerinin yapıları ve hareketleri ile
açıklayan teori)
knee to pelvis = dizden leğen kemiğine kadar
knock back = 1) önemli sayılabilecek bir miktar
paraya mal olmak; 2) (içki vs.) yutmak /
devirmek
knot = (deniz mili / saat) olarak ölçülen hız ölçme
birimi
knowledgeable = bilgili, konuya vakıf
known = bilinen, zıt anl.= unknown
Kyoto Protocol = Kyoto Protokolü (küresel ısınma
ve iklim değişikliğini önlemek amacı ile
oluşturulmuş uluslararası bir protokol)
K K K K K
www.bademci.com
lab = laboratuar, laboratory
label (fiil) = etiketlemek, tanımlamak, isimlendirmek
label (isim) = etiket
labelling = etiketleme
laborious = yorucu, zahmetli, güç, ardous, heavy,
hard
laboriously = yorucu / zahmetli bir şekilde, güç bela,
ardously
labour = çalışmak, emek vermek
labour force = iş / emek gücü, çalışan kesim
labour market = işçi / emek piyasası
labour productivity = iş verimliliği
labour union = işçi sendikası, trade-union
labourer = işçi, worker
labour-saving = iş gücünden tasarruf sağlayan
laceration = laserasyon (yırtılmaya bağlı oluşan
yara)
lack (fiil) = (bir şey)’den yoksun olmak, mahrum
olmak, be short of, be without, zıt anl.= have,
own
lack of (isim) = (bir şey)’den yoksunluk, mahrum
olma, (bir şey)’in eksikliği, shortness (of),
deficiency, zıt anl.= abundance
lacking in sympathy = merhamet göstermemek
lactic acidosis = laktik asidoz (bir tür hücre
zehirlenmesi)
lactose intolerance = laktoz intoleransı (doğuştan
gelen, hastanın (süt ve süt ürünleri gibi
besinlerde bulunan) laktozu sindirememe
bozukluğu)
ladder = el merdiveni (iki uzun çubuğun arasına
yatay olarak çakılmış kısa basamaklardan
ibaret olanmerdiven)
lake = göl
land = (uçak vs. için) in(dir)mek
land mine = kara mayını
lander = görevi gezegenin yüzeyine inmek olan uzay
aracı, zıt anl.= orbiter
landfill = arazi doldurma (çöplerin toprakla
karıştırılıp yığılması)
landing = (uçak için) iniş
landing gear = iniş takımları
landing-wheel = iniş tekerleği
landlocked = her tarafı karayla çevrili, denize kıyısı
olmayan
landmark = sınır taşı, nirengi noktası, dönüm
noktası (herkesçe bilinen ve yol tariflerinde
kullanılan dağ, tepe gibi yerler veya kule,
özelliği olan bir bina vs.)
landscape = arazi, arazi manzarası
landslide = 1) toprak kayması; 2) seçimde oyların
çoğunu toplama
landslip = toprak kayması
lanugo = yaprağı, böceği veya doğumdan önce
bebeği kaplayan ince tüyler
lapse = duraklama, break, pause
large intestine = kalın bağırsak
largely = büyük ölçüde, greatly, mostly
large-scale = geniş çaplı, büyük ölçekli
last = 1) sürmek, devam etmek, endure;
2) tükenmemek, dayanmak
last resort = son çare
lasting = devamlı, sürekli, kalıcı, enduring, long-term,
permanent, zıt anl.= temporary, (She left a
lasting impression on her boyfriend that she
had broken off with. = Kız, ayrıldığı erkek
arkadaşında kalıcı bir iz bıraktı.)
latch = tutunmak, attach
late = eski, former
late Cretaceous period = Geç Kretase Dönemi
(dinozorların yaygın olarak yaşadığı yaklaşık
100 ile 65 milyon yıl öncesi arasındaki dönem)
late starter = (konuşmaya vs.) geç başlayan
latecomer = geç gelen, sonradan gelen
latent = belirti göstermeyen, gelişmemiş, gizli
later Middle Ages = Geç Orta Çağ (Avrupa
Tarihi’nde yaklaşık M. S. 1300-1500 yılları
arasında kalan dönem)
lateral hypothalamic area = hipotalamusun lateral
bölgesi (yan kısımları)
laterally = yana doğru
latest = en son, en yeni, newest, most recent
latitude = enlem
latter = (iki şeyden) ikincisi, sonraki, latest, second,
zıt anl.= previous, former
lattice = kafes biçimli yapı, ızgara
laughter = gülüş, kahkaha
L L L L L
ÜDS Sözlüğü - 95
www.bademci.com
launch (fiil) = 1) başlatmak, initiate, zıt anl.=
terminate; 2) (füze, roket veya uzay aracı için)
fırlatmak; 3) (gemi vs. için) denize indirmek
launch (isim) = 1) kuruluş, başlama, hizmete girme,
kullanıma sunma, initiation, introduction, zıt
anl.= termination; 2) (uzay aracı, roket, füze
vs. için) fırlat(ıl)ma; 3) (gemi için) denize
indirilme
launch system = (uzay aracı, roket, füze vs. için)
fırlatma sistemi
launcher = fırlatıcı, itici
launching = fırlatma
lava = lav
lavish = savurgan, müsrif
law = yasa, kanun
law-abiding = yasalara uyan / saygılı
law-breaker = yasalara aykırı işler yapan kişi
law-breaking = yasaya karşı gelme, yasadışı işler
yapma
lawsuit = dava
laxative = laksatif (kabızlığı tedavi etmekte
kullanılan ilaç)
lay = döşemek, yatırmak, sermek, put, place
lay bare = açığa / ortaya çıkarmak, reveal, zıt anl.=
hide, conceal
lay down = koymak, yapmak, sermek, set down, put
down
lay eggs = yumurta bırakmak
lay the foundations = temelini atmak
layer = 1) tabaka, katman, kat; 2) (anlam vs.
açısından) derinlik
layer of epidermis = epidermis tabakası (üst deri
tabakası)
layer of fat = yağ tabakası
layman = mesleği olmayan kişi
lead (smo) (to) (fiil) = (birisini) yönetmek, (birisine)
önderlik etmek, (birisini bir yere) (doğru)
götürmek, guide (smo) (to), conduct
lead exposure = kurşuna maruz kalma
lead into = (bir şey)’e yönlendirmek / yöneltmek
lead shot = kurşun saçma
lead to (fiil) = (bir şey)’e yol açmak, neden olmak,
cause
lead-based = kurşun bazlı
leading = önde gelen, başlıca, outstanding, zıt anl.=
secondary
leading cause = önde gelen neden / sebep
league = 1) (spor için) lig; 2) birlik, union
leak (fiil) = sız(dır)mak, seep
leak (isim) = sızıntı
leak away = sızarak tükenmek / kaybolmak
leak out = (kan, sıvı vs. için) dışarı sızmak, sızıntı
yapmak
leakage = (bir sıvı ya da bilgi için) sızıntı / sızdırma
lean = yağsız, zayıf, sıska
lean against = (bir şey)’e karşı olmak, (bir şey)’den
yana olmamak
lean tissue = kas doku
leaning = yana yatmış, eğri
leap (into) = atlamak, sıçramak
leap = sıçrama, atlama
leap forward = ileriye doğru sıçramak / atlamak /
fırlamak
leap year = artık yıl (4 yılda bir Şubat ayının 29 gün
çektiği yıl)
learning = ilim, tahsil
lease = kiralamak, kiraya vermek, rent
leave behind = geride bırakmak
leave office = görevi bırakmak, zıt anl.= take office
leave out = hesaba katmamak, dışarıda bırakmak,
hariç tutmak, atlamak, count out, exclude, zıt
anl.= include, (Leave this case out. He has got
nothing to do with our retrospective study. =
Bu vakayı hariç tutun. Bizim retrospektif
çalışmamızla hiç alakası yok.)
lecture (fiil) = konferans vermek, (üniversitede) ders
vermek
lecture (isim) = (üniversitede) konferans, ders
lecture hall = (üniversitede) derslik
leftover = artan, fazlalık, excess
left-wing = solcu
legacy = geçmişin kalıntısı, arta kalan şey, miras,
(British people are thrifty. This trait of theirs is
a legacy of pre-war unemployment. = İngilizler
cimridir. Bu özellikleri savaş öncesi işsizlik
zamanlarından kalmadır.)
legal = yasal, hukuki
legal battle = hukuksal savaş
legal system = hukuk / adalet sistemi
legally blind = (yasalara göre / resmen) görme
özürlü (olduğu kabul edilmiş kişi)
legend = destan, efsane, myth, epic
legion = lejyon (antik Roma ordusunda askeri bir
birim, alay)
legislation = 1) yasama, kanun yapma, enactment;
2) yasalar, kanunlar, laws
legislative = yasa yapma ile ilgili, yasamaya ait,
kanun yapan, yasal
96 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
legislative and executive = yasal ve idari
legislator = yasa yapıcı
legitimate = yasal, meşru, legal, valid, credible, zıt
anl.= illegitimate, illicit, illegal
legume = baklagiller familyasına dahil bitkiler ve
bunların taneleri
leisure = serbestlik, boş zaman, (vakit geçirme ya da
dinlenme amaçlı) eğlence
leisure time = boş zaman
leisurely = telaşsız / sakince yapılan, relaxed,
unhurried, casual, zıt anl.= formal
lend = ödünç vermek, zıt anl.= borrow
lend insight to = (bir şey)’in iç yüzü hakkında fikir
verme
length = 1) uzunluk; 2) süre, müddet, duration
lengthy = uzun, uzun uzadıya
lesion = lezyon (yara, fonksiyon bozukluğu)
less still = daha da az
less than half as much = (daha önce bahsi
geçenin) yarısından daha az
lesser = daha aşağı / düşük, inferior, zıt anl.= greater,
superior
lest = (bir şey ol)masın diye, korkusu ile, in case
let alone = bırak. . . , . . . şöyle dursun, (I can’t even
make a phone call let alone send images. =
Bırak resim göndermeyi, telefon bile
açamıyorum. - cümlesinde olduğu gibi
olanaksızlığın boyutunun büyüklüğünü
vurgulamak için kullanılır.)
let down = 1) (ağır ağır) inmesini sağlamak; 2) boşa
çıkarmak, yüzüstü bırakmak, hayal kırıklığına
uğratmak, forsake, disappoint
let go = serbest bırakmak, koyvermek, salıvermek,
release
let out = dışarı çıkmasına izin vermek, salıvermek,
emit
let through = geçmesine izin vermek
lethal = öldürücü, ölümcül, deadly, fatal, mortal, zıt
anl.= harmless, safe
lethal injection = zehir enjeksiyonu, (death by lethal
injection = zehir enjeksiyonu ile ölüm / idam
cezası)
lethargy = letarji, uyuşukluk
leukemia = lösemi (kan kanseri)
leukemogenic = kan kanserinin nedeni olarak
gösterilen faktörle ilgili
leukocyte = lökosit (akyuvar)
level (fiil) = 1) eşit hale getirmek, (level social
differences = sosyal farklılıkları gidermek /
sosyal açıdan eşit hale getirmek);
2) düzlemek, pürüzsüz hale getirmek (level the
ground for construction = inşaat için yeri
düzlemek)
level (isim) = 1) seviye, düzey; 2) düz, düzayak
level of income = gelir düzeyi
level out = dengeye gelmek, dengelenmek
lever = kaldıraç
levy = vergi, harç, tax, duty
liability = sorumluluk, yükümlülük, borç,
responsibility, obligation, debt, zıt anl.=
immunity, exemption
liberally = cömertçe, generously, amply, zıt anl.=
insufficiently
liberate = özgürlüğüne kavuşturmak, serbest
bırakmak, free, zıt anl.= enslave, restrict
liberty = özgürlük, hürriyet, serbesti, freedom, zıt
anl.= slavery
librarianship = kütüphanecilik
Libya = Libya (Kuzey Afrika’da bir ülke)
Libyan = Libya ile ilgili, Libya’ya ait
licence = lisans, ruhsat, ehliyet
lie ahead = gelecekte (birisini) (kötü / zor bir işin)
beklemesi, başına gelecek olmak, (Following
the diagnosis of her disease as cancer, she
will need all her strength and bravery to cope
with what lies ahead. = Hastalığının kanser
olarak teşhis edilmesinden sonra, gelecekte
kendisini bekleyen zorluklar ile baş edebilmek
için bütün gücünü ve cesaretini toplamaya
ihtiyacı olacak.)
lie around = miskinlik yapmak, tembellik etmek,
hang around, laze, zıt anl.= work, toil
lie buried = gömülü kalmak
lie hidden = saklı kalmak
lie in = 1) mevcut olmak, ( . . . şeklinde) bulunmak,
exist in the form of; 2) (bir şey)’den
kaynaklanmak, originate in, (The causes of
the war lie in the greed and incompetence of
politicians on both sides. = Savaşın nedenleri,
iki tarafın politikacılarının da açgözlülüğü ve
yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.)
lie on = (bir yerde) uzanmak, durmak
lie under = (deri, neden vs.) altında bulunmak /
yatmak
life expectancy = yaşam beklentisi, olası yaşam
süresi, ortalama ömür, average life span
ÜDS Sözlüğü - 97
www.bademci.com
life span = ömür, lifetime, life expectancy
life support = yaşam desteği (insanın (örn. uzayda)
hayatta kalması için gerekli olan oksijen, su,
besin, ısınma gibi ihtiyaçların sağlanması)
life will = yaşama isteği, will to live
lifelong = ömür boyu (süren)
lifestyle = yaşam biçimi
lifestyle behaviour = (bir kişinin) yaşam tarzını
belirleyen davranış
life-threatening = hayatı tehdit eden
lifetime = ömür
lifetime health risk = yaşamboyu sağlık riski
lift (fiil) = yükseltmek, raise, elevate
lift (isim) = teleferik, asansör
light up = aydınlatmak, aydınlanmak, illuminate,
brighten, zıt anl.= darken, fade
lightheadedness = sersemlemiş / düşecekmiş gibi
olma hali
light-hearted = telaşsız, endişesiz, kaygısız
lighting fixtures = elektrik / aydınlatma tesisatı
lightning = yıldırım
like finding a needle in a haystack = samanlıkta
iğne aramaya benzer
likelihood = olasılık, ihtimal, possibility, chance
likely to = olası, muhtemel, beklenen, probable,
expected, zıt anl.= improbable, unlikely
likely to prove controversial = tartışma yaratması
muhtemel / beklenen
like-minded = aynı düşüncede olan, görüşleri
birbirine benzeyen
liken to = (bir şey)’e benzetmek, compare with / to,
equate to
likeness = 1) benzerlik, görünüş; 2) tasvir, resim
likewise = benzer şekilde, keza, bunun gibi, similarly
limb = kol, bacak, kuyruk, kanat gibi organlardan her
biri, appendage
limb-bone = kol veya bacaklara ait kemik
lime = kireç
lime scale = kireç tortusu
limit (to) = (bir şey ile) sınırlandırmak / sınırlamak /
kısıtlamak
limitation = sınırlama, limitasyon
limited (to) = (bir şey ile) kısıtlı / sınırlı, confined (to),
zıt anl.= free (of / from)
line = (iç yüzeyini) kaplamak
lineage = (akrabalık / tarih vs. bakımından) kök
linear algebra = doğrusal / lineer cebir (vektörler ve
lineer denklemler ile yapılan işlemler ile ilgili
matematik dalı)
linear strip = doğrusal şerit
linearly = doğrusal olarak, düz bir hat üzerinde
linen = 1) keten, keten kumaş; 2) ev tekstili
lingua franca = 1) uluslararası ticari dil; 2) eskiden
Akdeniz sahillerinde konuşulan, İtalyanca’dan
bozma dil
linguist = dilbilimci
lining = astar, iç kaplama
link to / with (fiil) = (bir şey) ile / (bir şey)’e
bağla(n)mak, bağlantı kurmak, birleştirmek,
connect to / with, combine with, zıt anl.=
separate from, detach from
link (between) (isim) = bağ, bağlantı
lip = dudak
lipid = lipid (hücrenin temel yapıtaşlarından olup
kloroform ve eter gibi organik solventler içinde
çözünebilen yağsı madde)
lipoprotein = lipoprotein (bir lipid ile birleşmiş olarak
bulunan protein)
liquid = sıvı
liquid blood = sıvı halde kan
liquid protein = sıvı protein
listlessness = kayıtsızlık, kaygısızlık, apathy
literacy = okuryazarlık, (classical musical literacy =
klasik müzik bilgisi / anlayışı)
literally = tam anlamıyla, gerçekten, actually, truly,
zıt anl.= figuratively
literary = yazınsal, edebi
literary intellectual = edebiyatla ilgilenen / uğraşan
entellektüel kimse
literary life = yazınsal / edebi hayat
literary work = yazınsal / edebi eser
literature = 1) edebiyat; 2) literatür (belli bir konuda
yayınlanmış bilimsel çalışmaların bütünü)
lithium = lityum (gümüşi beyaz renkli yumuşak bir
alkali metal; bilinen en hafif metal)
lithography = litografi (taş basması)
little known = fazla tanınmamış, az bilinen, zıt anl.=
well-known, famous
live = (layv şeklinde okunur) canlı
live out = sonuna kadar yaşamak
live up to expectations = beklentileri karşılayacak
düzeye gelmek
live animal market = canlı hayvan pazarı
livelihood = geçim, geçim yolu, subsistence,
sustenance
liver = karaciğer
liver surgery = karaciğer cerrahisi
98 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
livestock = çiftlik hayvanları
livestock pasture = otlak, mera
load (fiil) = yüklemek, doldurmak
load (isim) = yük
loan = kredi, credit
loan assassin = kiralık katil / suikastçı
local = 1) yerel, yöresel, bölgesel; 2) (tıbbi) lokal
(vücudun sadece bir kısmını kapsayan), zıt
anl.= general
local doctor = aile hekimi
local ethnic food = yerel / mahalli / belli bir kültüre
ait yemekler
local foodstuff = bir yere özgü / yöresel yiyecek
localise = belirli bir yere sınırlamak
locally = yerel / mahalli olarak
locate = konumlandırmak, yerini saptamak, (bir
yerde) yerleşmek, position, spot, station
located = bir yerde bulunmak, situated
location = belirli bir yer, konum, mahal, (A new job
means a new employer, a new location and a
new set of colleagues. = Yeni bir iş, yeni bir
işveren, yeni bir mekan ve yeni iş arkadaşları
demektir.)
lock = (kapıyı, valizi vs.) kilitlemek
lock away = kilitli tutmak / saklamak
locomotion = lokomosyon (enerji harcayarak ve
kuvvet uygulayarak yer değiştirme)
lodge in = 1) (bir yer)’e yerleş(tir)mek (bir yer)’de
yaşamak; 2) (bir şeyin) içinde sıkışıp kalmak,
içine gömmek, saplamak
log (fiil) = ağaç kesip kütük haline getirmek
log (isim) = kütük
logging = ağaç kesip kütük yapma işi
logical reasoning = mantıklı düşünme
logically = mantıken, mantıklı olarak
logistical = lojistik (nakliye, hareket etme / ettirme ile
ilgili)
logistics = 1) lojistik (askerlikte personel ve
teçhizatın nakledilmesi); 2) nakliyecilik
long (for) = hasretini çekmek, çok arzulamak, desire
long = 1) uzun zamandır, for a long time, (Have you
been waiting long? = Uzun zamandır mı
bekliyorsunuz?); 2) uzun uzadıya, (He took a
long look at the woman’s picture. = Kadının
resmine uzun uzadıya baktı.)
long exposure = 1) (fotoğrafçılıkta) uzun pozlama
(poz süresini ayarlayarak veya deklanşöre
basılı tutarak ışığın filme uzun bir süre
boyunca işlemesini sağlama tekniği); 2) uzun
pozlama yöntemi ile alınan görüntü
long periods = uzun süre(ler)
long-closed = uzun süredir kapalı
longevity = uzun ömürlülük
long-held contention = uzun zamandır
(doğruluğuna) inanılan bir görüş
longitude = boylam
long-lasting = uzun ömürlü, uzun süre dayanan,
long-lived
long-range = uzunmesafeli / menzilli
longstanding = çok eski, uzatmalı, uzun zamandır
gündemde / geçerli olan, (The elders of the
two families have finally agreed to shake
hands and put an end to the longstanding
feud. = İki ailenin büyükleri nihayet el sıkışıp
uzun zamandır var olan düşmanlığa bir son
vermeye razı oldular.), (a longstanding lover =
uzatmalı sevgili)
long-term effect = uzun vadede görülen etki
long-term memory = uzun süreli hafıza
longtime (ya da long-time) = uzun süreli (a longtime
friendship = uzun süreli bir arkadaşlık)
look after = (bebeğe, köpeğe vs.) bakmak, göz kulak
olmak, keep an eye on
look down on = küçümsemek, hor görmek, tepeden
bakmak, despise, scorn, zıt anl.= exalt, glorify
look forward to = sabırsızlıkla beklemek, iple
çekmek, can atmak, expect, hope for
look in (on) = (kısa bir) ziyaret yapmak, uğramak,
visit
look into = araştırmak, soruşturmak, incelemek,
check out, inspect
look out for = (bir şey)’e dikkat etmek, watch out for,
(The police warned the shopkeepers to look
out for forged notes. = Polis, dükkan
sahiplerini sahte banknotlara dikkat etmeleri
konusunda uyardı.)
look over = incelemek, göz gezdirmek, examine,
inspect
look through = 1) gözden geçirmek, incelemek,
examine, search; 2) (bir şeyin arasından /
içinden) bakmak
look up = 1) (sözlükte, kitapta vs. bir şey) aramak,
search; 2) iyileşmek, düzelmek, improve
lookout = 1) gözetleme yeri; 2) arayış
loom = dokuma tezgahı
loosely = gevşekçe, zıt anl.= tightly
looting = yağmalama
lorry = kamyon, truck
lose faith = inancını / güvenini kaybetmek
ÜDS Sözlüğü - 99
www.bademci.com
lose ground = gerilemek, rağbet görmemek, regress,
fall back, zıt anl.= gain ground
lose out = başarısız olmak, fail, zıt anl.= succeed
lose the favour of = (bir kişi)’nin gözünden düşmek
loss = azalma, eksilme, kayıp, zarar, ziyan, (loss of
life = can kaybı), (loss of appetite = iştah
kaybı)
loss of muscle = güç kaybı
lost in = 1) tamamen (bir şey)’e dalmış; 2) (bir şey)’in
içinde kaybolmuş
loudly = yüksek sesle, (speak loudly = yüksek sesle
konuşmak)
louse = (çoğul: lice) bit
Louvre = LouvreMüzesi (Paris’te bulunan ve içinde
pek çok ünlü sanatçının eserlerini barındıran
dünyaca ünlü bir müze)
lovely = sevimli, şirin, güzel, pretty
low-crime = suç oranı düşük
low in = (bir şey) açısından / bakımından fakir, (low
in vitamins = vitamin bakımından fakir)
low profile = reklamı sevmeyen ve geride duran bir
kişinin çizdiği profil
low-carbohydrate = düşük karbonhidratlı
low-density lipoprotein = düşük yoğunluklu
lipoprotein, LDL
lower = azaltmak, düşürmek, decrease, reduce, zıt
anl.= increase
lower back = sırtın alt kısmı
lower courses = temelin ya da su basmanın hemen
üzerindeki taş sıraları
lowercase = küçük harflerle yazılmış olan kısım,
küçük harf
low-impact = (düşmek, yaralanmak, bir yerini
incitmek gibi) darbeler ve tehlikeler açısından
daha güvenli olan (Walking is a low-impact
exercise for a pregnant woman to do. =
Yürüyüş, hamile bir bayanın güvenle
yapabileceği bir egzersizdir.)
lowland = düz arazi, ova
loyal (to) = sadık, vefalı, faithful (to), zıt anl.= disloyal
(to)
loyalty = sadakat, vefa, bağlılık
lubricant = kayganlaştırıcı
lubricate = kayganlaştırmak, yağlamak
lubrication = yağlama
lucid = kolay anlaşılır, açık, berrak, obvious, clear,
transparent, zıt anl.= ambiguous
luckily = iyi ki, şükürler olsun ki, fortunately, zıt anl.=
unfortunately
lumbar lordosis = omurganın bel bölümünün öne
doğru aşırı kavis göstermesi hali
lumbar puncture = bkz. spinal tap
lumen = lumen (bağırsak gibi tüp şeklindeki bir
organın iç boşluğu)
lump = yumru, şiş
lunar = aya ait, ayla ilgili
lunar soil = ay toprağı
lung = akciğer (Diğer organlar gibi the artikeli alır ve
genellikle çoğul kullanılır: the lungs)
lung disease = akciğer hastalığı
lupus = lupus (ülserleşme eğilimi gösteren
lezyonlarla belirgin herhangi bir kronik deri
hastalığı)
lure (into) = ayartmak, kandırmak, imrendirmek,
cezbetmek, charm, tempt (to)
lurk = gizlenmek, saklanmak, pusuya yatmak, hide,
lie in wait
lush = bitkisel yaşam ile dopdolu, zıt anl.= arid
Lyme disease = lyme hastalığı (geyiklerde yaşayan
bir tür kenenin taşıdığı bir bakteri yoluyla
bulaşan bir enfeksiyon)
lymph node = lenf nodülü (çok küçük lenf kitlesi)
lymphocytic leukemia = lenfatik lösemi
made up of = (bir madde vs.)’den yapılmış / oluşan
www.bademci.com
magic = sihir, büyü
magma = magma (yerkabuğunun altındaki manto
tabakasını oluşturan eriyik kaya)
magnetism =manyetizma
magnetostriction = manyetostriksiyon, manyetik
büzülme (manyetik alanamaruz
bırakıldıklarında bazımalzemelerin
boyutlarının küçülmesi)
magnificence = ihtişam, görkem
magnificent = görkemli, harika, marvellous
magnify = (büyüteç ile) büyütmek, büyük göstermek
magnifying glass = büyüteç
magnitude = büyüklük, boyut
main = ana, temel, birincil, primary, principle, zıt anl.=
secondary, subordinate
main stream of music = müziğin ana eğilimi /
gidişatı
mainland = anakara
mainly = büyük ölçüde, esas olarak, mostly, chiefly
mains electricity = (şehir) şebeke elektriği
mainstream = 1) bir topluluğa hakim tutum, düşünce
veya davranışları temsil eden; 2) ana / genel
görüş
maintain = 1) bakım yapmak, muhafaza etmek,
bakmak, service, keep, retain; 2) sürdürmek,
devam ettirmek, sustain; 3) sağlamak, temin
etmek, provide
maintain (that) = iddia etmek, (belli bir fikri)
savunmak, (fikirsel) pozisyonunu korumak,
assert (that), claim (that)
maintenance = 1) (makine vs. için) bakım, onarım,
muhafaza, idame, upkeep; 2) sürdürme /
koruma / direnme gücü
maintenance rules = bakım şartnamesi
maize = mısır, corn
major = geniş / büyük çaplı, büyük, başlıca, asıl,
chief, primary, great, zıt anl.= minor,
unimportant, little
majority = çoğunluk, büyük kısım, zıt anl.= minority
make a break with = yıkmak, kırmak
make a comeback = (anestezi sonrası) derlenme,
kendine gelme, uyanma
make a difference = fark yaratmak
make a fool of = (birisini) aptal durumuna
düşürmek, humiliate
make a living = hayatını kazanmak, earn a living
make a point of = özen göstermek, dikkat etmek ( I
always make a point of spending Saturdays
withmy children. = Cumartesi günlerini
çocuklarımla geçirmeye büyük özen
gösteririm.)
make smt available to smo = bir şeyi birisi için
kulanılabilir hale getirmek
make better paper = daha iyi kağıt olurlar,
(onlardan) daha iyi kağıt olur
make clear = açıklığa kavuşturmak, clarify, illuminate
make do with = (bir şey) ile yetinmek / idare etmek,
subsist, get by, (When we were young, we had
to make do with second-hand clothes. = Biz
küçükken, ikinci el kıyafetlerle yetinmek
zorundaydık.)
make effort = çaba / gayret göstermek, struggle
make for = 1) (bir yer)’e doğru yönelmek, (bir yer)’e
ulaşmaya çalışmak; 2) yapmak, ortaya
çıkarmak, ileriye götürmek, produce, advance,
contribute to, facilitate; 3) (bir şey)’e neden
olmak, cause (smt) to happen
make history = tarihe geçmek, tarih yazmak
make inroads (into) = gedik / yol açmak
make it clear (that) = açıklıkla ifade etmek, açıkça
belirtmek
make it possible = mümkün kılmak, olanaklı hale
getirmek, allow, enable, zıt anl.= disable
make life tougher for smo = bir kişiye zorluklar
çıkarmak
make matters worse = durumu kötüleştirmek
make money = para kazanmak
make no use of = kullanmamak, yararlanmamak, zıt
anl.= utilise, make use of
make off = aceleyle gitmek / çıkmak / terk etmek,
make away, escape
make on = (bir şey üzerinden) kar sağlamak, para
kazanmak
make one wonder = insanı düşündürmek, ister
istemez bir merak uyandırmak
make one’s way = ilerlemek, yol kat etmek, hayatta
başarılı olmak, advance
M M M M M
ÜDS Sözlüğü - 101
www.bademci.com
make out = 1) (bir şeyin ne olduğunu) kestirmek,
çıkarmak, seçmek, anlamak, çözmek,
perceive, understand; 2) başarmak, be
successful
make out to = ima etmek, üstü kapalı söylemek,
intimate, imply, suggest
make over = (bir malın) mülkiyetini (başkasına)
vermek, devretmek
make sense = mantıklı gelmek, anlaşılır olmak
make sense of = (bir şey)’den anlam çıkarmak,
doğru yorumlamak
make sure (of / that) = emin olmak, garanti etmek,
ascertain, zıt anl.= be uncertain, (Before
leaving home, make sure that the gas heater
is turned off. = Evden çıkmadan önce ocağın
kapalı olduğundan emin ol.)
make up = düzenlemek, hazırlamak, oluşturmak,
uydurmak, teşkil etmek, comprise, compose,
form, invent
make up for = (kaybedilen veya eksik kalan bir şeyi)
tamamlamak, yerine koymak, kapatmak, telafi
etmek, compensate for
make up smt out of smt = bir şeyden (başka) bir
şey imal etmek / yapmak
make up one’s mind (about) = (konusunda) karara
varmak, decide (on)
make up to = yaranmaya çalışmak, (People only
make up to him because of his wealth. =
İnsanlar, ona sadece zenginliğinden dolayı
yaranmaya çalışıyorlar.)
make use of = kullanmak, yararlanmak, utilise,
benefit from, zıt anl.= make no use of
make visible = görünür kılmak, açığa vurmak
make way for = yol vermek, önünü açmak
makeshift = derme-çatma, geçici
makeup = yapı, içerik, structure, composition,
formation
malady = hastalık, disease, illness
male fight = bazı hayvan türlerinin erkek bireyleri
arasında, dişileri ve / veya sürünün liderliğini
elde etmek amacı ile yapılan dövüş
Mali = Mali (Batı Afrika’da bir ülke)
malignancy = (tümör için) kötü tabiatlı / huylu olma
niteliği
malnourished = yetersiz / kötü / dengesiz
beslenmiş, undernourished, zıt anl.= wellnourished
malnutrition = kötü beslenme, beslenme bozukluğu
malpractice lawsuit = yanlış teşhis ya da tedavi
nedeniyle hekimlerin karşı karşıya kaldıkları
hukuki dava
malt = malt (genellikle bira yapmak için
çimlendirilmiş tahıl)
mammal = memeli
man = insan(lık), human(ity)
manage = 1) yönetmek, idare etmek, kontrol etmek,
administer, run, conduct; 2) başa çıkmak,
üstesinden gelmek, becermek, accomplish,
succeed (in / at), handle, tackle, deal (with),
cope (with), zıt anl.= fail (to)
management = 1) yönetim, idare, administration;
2) (hastalık vs. için) başa çıkma
management regime = yönetim sistemi
mandate = (resmi olarak) emretmek, zorunlu kılmak,
command
mandatory = zorunlu
manifest = açıkça göstermek, belirtmek, display,
reveal, zıt anl.= hide
manifestation = belirti, gösterge, indication,
symptom
manipulate = (bir çıkar veya amaç için) kullanmak,
değiştirmek, kurcalamak, fiddle with, tamper
with
manipulation = 1) (bir çıkar veya amaç için)
kullanma, fiddling; 2) dalavere
manipulator = 1) bir cihazı vs. idare eden kişi,
operatör; 2) manipülatör, aklını kullanarak
başkalarını yöneten kimse
mankind = insanlık, humanity, man
man-made = insan eliyle yapılmış, artificial, zıt anl.=
natural
manned = insanlı
manned mission = (örn. insanlı bir uzay aracı ile
yapılan) insanlı görev
manner = 1) şekil, biçim, way; 2) tavır, usul
manoeuvrable (ya damaneuverable) = manevra
yaptırılabilir, manevra yeteneği yüksek
mantle = manto (yerkürenin çekirdeğinin dışında, yer
kabuğunun ise altında yer alan magmanın
bulunduğu tabaka)
manual = rehber (kitap), elkitabı
manually operated = elle kullanılan / çalıştırılan
manufacture = imal etmek, produce
manufactured = imal edilmiş / üretilmiş
manufacturer = üretici, imalatçı, producer
manure = gübre, muck
manuscript = el yazması, müsvedde
many a = pek çok
marble = 1) mermer; 2) bilye, misket
march = yürüyüş
102 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
marginal = düşük, önemsiz, ufak, minor, slight, zıt
anl.= gross, vast
marijuana = mariyuana (kenevir bitkisinin
yapraklarının sigara gibi içilmesi ya da
çiğnenmesi yoluyla aşırı zindelik vemutluluk
hissi veren uyuşturucu)
marine (isim) = deniz piyadesi
marine (sıfat) = denize / denizciliğe ait, (canlılar için)
denizde yaşayan, maritime
marine biodiversity = deniz canlılarının çeşitliliği
marine life = deniz yaşamı, deniz canlılarının bütünü
marine reptile = deniz sürüngeni
marine species = denizde yaşayan canlı türü / türleri
maritime = deniz veya denizcilikle ilgili, marine
mark = göstermek, işaret etmek, ortaya çıkarmak,
point out, show
marked = belirgin, göze çarpan, obvious, noticeable,
zıt anl.= inconspicuous
markedly = belirgin şekilde, açıkca, noticeably,
clearly
marker = işaret, im, belirti
market = pazar, piyasa
marketing = pazarlama
marketplace = pazar (yeri)
marrow = ilik, öz, kemik iliği
marsh = batak, bataklık
Martian = Mars gezegeni ile ilgili, Mars gezegenine
ait
Maryland = Maryland (Batı ABD’de yer alan ve
bugün ABD’nin ortalama gelir düzeyi en
yüksek olan eyaleti)
mask = kamufle etmek, gizlemek, örtmek, cover
mass = hacim, yığın
mass production = seri üretim
mass unemployment = toplu / büyük çaplı işsizlik
mass vaccination = kitlesel aşılama, aşı
kampanyası
massacre = katletmek, kırıp geçirmek
masses = halk yığınları
massive = büyük, muazzam, çok büyük, büyük
kütleli, ağır, enormous, immense, heavy, zıt
anl.= tiny, (The social impact of this economic
crisis will be massive. = Bu ekonomik krizin
sosyal yaşama vuracağı darbe çok büyük
olacak.)
master = iyice öğrenmek, uzmanlaşmak, learn, grasp
masterly = ustaca, ustalıklı
masterpiece = başyapıt
mat = hasır, paspas
match (with) (fiil) = uymak, benzemek, eşleş(tir)mek,
bağdaşmak, uy(uş)mak, correspond (to)
match for (isim) = (bir şey) ile denk, (bir şey) ile
karşılaştırılabilir
matchstick = kibrit çöpü
mate (with) (fiil) = (hayvanlar için) çiftleş(tir)mek
mate (isim) = (genellikle hayvanlar için) eş
material = madde
materialise = gerçekleşmek, be realised, actualise,
zıt anl.= fail
maternal = anneliğe özgü, anne tarafından, motherly
maternity = annelik
mathematical precision = matematiksel kesinlik
mathematical reasoning test = matematiksel
mantık yürütme testi
mathematician = matematikçi
math-reasoning problem = matematiksel düşünme
gerektiren problem,matematik problemi
mating = çiftleşme
matriculate = (üniversiteye) öğrenci olarak
kaydolmak
matrix algebra = matris cebiri (matrisler üzerinde
yapılan işlemler ile ilgili matematik dalı)
matter = 1) konu, sorun, mesele, point, issue,
question; 2) madde, özdek
matter of dosing = (belli bir dozda) ilaç verme
sorunu / konusu
mature (fiil) = 1) olgunlaşmak; 2) (borç vs. için)
vadesi gelmek
mature (isim) = olgun, ergin, fully developed, ripe, zıt
anl.= immature
maturity = olgunluk, full development, zıt anl.=
immaturity
maul = (döverek) yaralamak, hırpalamak
maxim = özdeyiş, özlü söz
maximum = (çoğul: maxima) bir dalganın en üst
noktası
may well = pekala…(olabilir / yapabilir) de
Maya = Maya (Orta Amerika’da M. Ö. 6. yy ile M. S.
16. yy arasında etkili olmuş bir uygarlık)
meagre = yetersiz, eksik, az, inadequate, poor, zıt
anl.= abundant, sufficient
meal = yemek, öğün
mean (isim) = (matematikte) ortalama
mean (sıfat) = 1) ortalama, average; 2) saldırgan,
tehlikeli, hostile, dangerous, zıt anl.= kind
meaningful = anlamlı, zıt anl.= meaingless,
purposeless
ÜDS Sözlüğü - 103
www.bademci.com
means (of) = 1) (hem tekil hem çoğul) yol, yöntem,
vasıta, vesile, way, method; 2) imkan, bütçe,
varlık, gelir, para, wealth, income, funds
means of production = üretim araçları
means of treatment = tedavi şekilleri / yöntemleri
meanwhile = bu arada, bu esnada
measles = kızamık
measure (fiil) = ölçmek, ölçüsü / değeri …olmak, . . .
olarak ölçülmek, sayıya dökmek, calculate
measure (isim) = 1) önlem, tedbir, precaution;
2) miktar, ölçü, düzey
measure up = istenilen ölçülere / kriterlere uygun
olmak
meat = et
mechanistic = mekanik, makine benzeri, sanatsal /
estetik / insani yönü olmayan, zıt anl.= artistic
meddle with = (birisi) ile uğraşmak, (işine) karışmak
/ burnunu sokmak
media = araçlar, ortam, medya
media attention = medyanın ilgisi
medial epicondylitis = medial / içyan epikondilit
(golfçu dirseği adıyla da bilinen, dirsek
ekleminin iç kısmında ve genellikle golf
oyuncularında görülen ağrılı durum)
mediate = aracılık / arabuluculuk etmek, araya
girmek, intercede
medical = tıbbi
medical advice = tıbbi öneri
medical attention = tıbbi müdahale
medical dominance = tıp alanında üstünlük,
hakimiyet
medical profession = tıp / sağlık mesleği
medical school = tıp fakültesi
medical science = tıp bilimi
medical subject = tıbbi konu
medical treatment = tıbbi tedavi
medically = tıbben, tıbbi olarak
Medicare = sağlık güvencesi (ABD ve bazı ülkelerde
65 yaş üzeri yaşlılar, engelliler ve kronik
böbrek hastaları için devletin sağladığı ücretsiz
sağlık hizmeti)
medication = medikasyon (tıbbi tedavi), ilaç verme,
ilaçla tedavi etme, ilaç
medicine = 1) tıp; 2) ilaç, medication, drug
medieval = ortaçağa ait / özgü
meditation = meditasyon (düşünceyi yoğunlaştırarak
bilinç düzeyini yükseltmeyi veya zihni
boşaltarak rahatlatmayı amaçlayan zihinsel
aktivite), derin düşünme
Mediterranean Sea = Akdeniz
medium = (çoğul: media) araç, ortam
meet = yerine getirmek, karşılamak, (belli bir gün
için) uymak, kaçırmamak, atlamamak,
accomplish, satisfy, fulfil, zıt anl.= fail tomeet
megacity = büyük şehir, megakent
megalith = megalit (anıtsal mimaride kullanılan çok
büyük yekpare taş)
megalithic = çok büyük yekpare taşlardan yapılma
melanin = vücutta deri, saç, göz, beyin ve diğer bazı
oluşumlara siyah renk veren pigment
melt = erimek, ergimek, eritmek
meltdown = (nükleer reaktör için) erime
meltwater = buzun erimesiyle ortaya çıkan su
member = üye
memorise = ezberlemek, learn by heart
memory = 1) hafıza, bellek; 2) hatıra, anı
memory loss = hafıza kaybı, amnesia
menace (fiil) = başa bela olmak, tehdit etmek,
threaten
menace (isim) = tehdit, baş belası
menagerie = küçük hayvanat bahçesi
menial job = hizmet, ağır emek, zorluk içeren,
genelde düşük ücretli iş
meningeal = membranlarla ilgili
meninges = beyni örten 3membrandan biri
meningitis = menenjit hastalığı (beyin zarlarının
iltihabı)
menstruation = menstruasyon, âdet, aybaşı
mental = mental, zihinsel (akıl, bellek, bilinç, zeka ile
ilgili)
mental activity = zihinsel faaliyet
mental alertness = zihinsel uyanıklık, tetikte olma
hali
mental computation = akıldan hesaplama
mental health = akıl sağlığı
mental health centre = akıl sağlığı merkezi
mental illness = akıl hastalığı
mental picture = zihinde canlandırma
mental retardation = zeka geriliği
mentally disturbed = akıl hastası
mentally handicapped = zihinsel özürlü / engelli
mentally stable = akıl sağlığı yerinde
mention = 1) söz etmek, bahsetmek, disclose, bring
up; 2) başvurmak, turn to, resort to
merchant = tüccar, tradesman
merciful =merhametli
mercuric chloride = civa klörür (tarım ilacı ya da
antiseptik olarak kullanılan çok zehirli bir
bileşik)
104 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
mercury = civa
mercury-based preservative = civa bazlı koruyucu
mere = sadece, yalnızca, basit, sole, simple
merely = sadece, yalnızca, only, just, solely
merge (into) = içine karışmak, mix, join, zıt anl.=
split
merge = birleş(tir)mek, combine, unite, zıt anl.=
separate, split
merit = değer, erdem, fazilet, worth, virtue, zıt anl.=
disadvantage
Mesopotamia = Mezopotamya (Fırat ile Dicle
nehirleri arasında kalan, M. Ö. 10. binyıl kadar
eskiye tarihlenen neolitik yerleşimlere ve
izleyen süreçte Sümer, Babil, Asur gibi birçok
öncü uygarlığa ev sahipliği yapmış olan bölge)
mesosiderite = mesosiderit (silikat ve nikel-demir
bakımından zengin bir çeşit meteorit)
mess = karışık şey / yığın
metabolise = metabolize etmek (yiyecek, mineral vs.
maddeleri kimyasal işlemler vasıtasıyla enerji
ve yeni hücreler oluşturmak amacıyla
kullanmak)
metabolism = metabolizma (bir organizmada
yaşamın sürdürülmesi sırasında gerçekleşen
tüm kimyasal işlemler)
metabolite = metabolit (metabolizmada kullanılan ya
dametabolizma esnasında veya sonunda
oluşan madde)
metaphor = mecaz, benzetme
metaphysical =metafiziksel, fizik ötesine ait
metastasize = tüm vücuda yayılmak
metastatic = metastatik (yayılmaya eğilimli)
meteor = meteor (atmosfere giren göktaşı)
meteor shower = meteor yağmuru
meteorite = meteorit (dünyaya düşen küçük göktaşı)
methane = metan (doğalgazda bulunan yanıcı bir
gaz)
methane emission = metan gazı çıkışı
methemoglobin = kanda bulunan, ancak
hemoglobinden farklı olarak oksijene
bağlanamayan kristal yapılı, kahverengi
pigment
methemoglobinemia =methemoglobinemi
(alyuvarlarda aşırı miktardamethemoglobin
bulunması hali)
methyl bromide = metil bromit (kimyasal formülü
CH3Br olan, yanıcı olmayan, renksiz, kokusuz
bir gaz)
meticulous = çok titiz, çok dikkatli
microbe = mikrop (hastalık yapan herhangi bir
mikroorganizma)
micro-credit = mikrokredi (işsiz veya yoksul
girişimcilere sağlanan çok düşük miktardaki
kredi)
mid-1990s = 1990’ların ortaları
mid-century =…yüzyılın ortaları
middle children = ortanca çocuklar
middle ear = orta kulak
middle-aged = orta yaşlı
middle-ground position = orta yollu bir tutum
middle-of-the-road = ılımlı bir yol veya politika
izleyen, ılımlı, moderate
middling = orta (büyüklükte), medium
midfoot = küboid, naviküler ve kuneiform kemiklerin
ve bunları çevreleyen yumuşak dokunun
bulunduğu ayağın orta kısmı
midshipman = deniz yardımcı subayı
midwife = ebe
might = güç, kuvvet, kudret, power, strength
mighty = güçlü, kudretli
migraine patient = migren hastası
migrant = göçmen
migrate = göç etmek
migrating = göç eden
migration = göç
migratory = göçle ilgili
mild = hafif, ılımlı, ılıman, moderate, slight, zıt anl.=
severe, intense
mild depression = hafif, şiddetli olmayan depresyon
(ruhsal çöküntü)
mild exercise = hafif, yormayan egzersiz
mild exposure to = (bir toksik madde vs.)’ye hafif
derecede maruz kalmak
miles per hour = saatte . . . mil (hız ölçme birimi),
mph
milestone = kilometre taşı, (önemli) aşama
Miletus = Milet (bugünAydın ili sınırları içinde kalan
bir antik kent)
militancy =militanlık
military campaign = askeri harekat
Milky Way = Samanyolu (Galaksisi)
mill = (genellikle kumaş, kağıt, kereste gibi ara
ürünler için) imalathane / fabrika
millennium = (çoğul: millennia) bin yıl
mimic = (çekim: mimicking,mimicked vs.) taklit
etmek, kopya etmek, benzemek, imitate, copy
mind = akıl, akıl sahibi kişi
mine (fiil) = (kömür, maden vs.) çıkarmak
mine (isim) = mayın
ÜDS Sözlüğü - 105
www.bademci.com
mine-sweeping = mayın tarama
miniaturize = minyatürleştirmek, minyatürize etmek
(bir şeyin, aynı işi gören ama daha küçük
ebatlı olanını üretmek)
minimal = asgari, en az, en düşük seviyede, least
minimally conscious state = (hastanın / kişinin)
bilincinin en alt seviyede olduğu durum
minimize = minimize etmek, en aza indirmek, zıt
anl.=maximize
minimum = (çoğul: minima) bir dalganın en alt
noktası
mining = maden çıkarma, madencilik
minister = bakan
minor = önemsiz, küçük, yok denecek kadar az,
unimportant, insignificant, trivial, zıt anl.=
major, considerable, significant
minority = azınlık
minstrel = ortaçağda halk şairi, aşık, bard
minuscule = çok küçük, minnacık, (For some time,
that great painter had to live in this minuscule
room. = O büyük ressam bir zaman için bu
minnacık odada yaşamak zorunda kaldı.)
minute (isim) = 1) dakika; 2) tutanak
minute (sıfat) = (maynyut şeklinde okunur) çok
küçük, very small, tiny
miracle = mucize
miraculous = mucizevi, doğaüstü, marvellous
mirror (isim) = ayna
mirror (fiil) = yansıtmak, reflect
mirror neuron = ayna nöron (sadece insanın kendi
hareketlerine değil, başka insanların
hareketlerine de cevap / tepki veren nöron)1
miscalculate = yanlış hesaplamak
mischief = yaramazlık, haylazlık, fesat, kötülük,
naughtiness, trouble, zıt anl.= good behaviour
misconception = yanlış kavram / yorum / kanı,
delusion
misdiagnose = yanlış teşhis koymak
misdirect = yanlış yol göstermek, yanlış öğüt
vermek, kötü yönetmek / yönlendirmek,
mislead, misinform
miserable = perişan, sefil, mutsuz, unhappy,
depressed
miserably = çok kötü şekilde, fena halde, badly
misery = perişanlık, sefalet, büyük üzüntü, suffering,
distress
misfortune = talihsizlik, aksilik
mishandle = kötü yönetmek, kötü kullanmak,
misconduct, maltreat, (The PrimeMinister
admitted that the crisis had been mishandled.
= Başbakan krizin kötü yönetildiğini kabul etti.)
misinterpret = yanlış anlamak, misunderstand
mislead = yanıltmak, yanlış yönlendirmek, deceive,
misguide
misleading = yanıltıcı, deceptive, zıt anl.= true, actual
mismanagement = kötü yönetim, yönetim
bozukluğu
misplace = yanlış yere koymak, mislay
mispricing = yanlış fiyatlandırma
misrepresentation = bilerek yanlış tanıtma
miss out (on) = (bir fırsat veya deneyimden)
mahrum kalmak, (Living in the country, I often
feel that I am missing out on the activities of
city life. = Kırsal bölgede yaşadığım için, şehir
hayatının etkinliklerindenmahrum kaldığım
gerçeği sıkça aklıma geliyor.)
missing = var olmayan, kayıp, absent, zıt anl.=
present
mission = (uçuş, operasyon vb.) görev
mistakenly = yanlışlıkla, yanılgı içinde, incorrectly
mistrust = güvensizlik, itimatsızlık, doubtfulness, zıt
anl.= trust
misunderstanding = yanlış anlama / anlaşılma
mitochondrial = mitokondriyal (hücre içinde enerji
üretiminden sorumlu organel ile ilgili)
mixture = karışım, birleşim, combination
moat = kale / saray hendeği
mobile phone = cep telefonu, cell phone
mobilize = harekete geçirmek, seferber etmek
mock = (yüzüne karşı) alay etmek, make fun of,
(The childrenmocked their handicapped
friend. = Çocuklar, özürlü arkadaşlarıyla alay
ettiler.)
mode = usul, tarz, üslup
model year = 1) (bir uygulamanın) ilk kez
başlayacağı / deneneceği (pilot) yıl; 2) (araba
vs. için) model yılı
modelling = modelleme (incelenen bir konuyu daha
iyi anlamak amacı ile onu daha basit ya da
daha küçük ölçekli bir modele indirgeme)
moderate (fiil) = hafifletmek, yumuşatmak,
ılımanlaştırmak, curb, soften
moderate (sıfat)= ılımlı, orta, ölçülü, sınırlı,
reasonable, zıt anl.= extreme
moderately = ölçülü / sınırlı şekilde, reasonably, zıt
anl.= extremely
modest = 1) ölçülü, sınırlı, moderate, zıt anl.=
excessive; 2) alçakgönüllü, gösterişsiz, ılımlı,
humble, plain, zıt anl.= grand, immodest
modification = değişiklik, tadilat, alteration,
reshaping
106 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
modify = (küçük) değişiklikler yapmak, tadil etmek,
alter
moist = nemli, rutubetli, damp, wet, zıt anl.= dry
moisture = nem, rutubet
mold = kalıp
molecule = molekül (iki veya daha fazla atomun
birleşmesiyle oluşanmadde unsuru)
molten = erimiş, sıvılaşmış
molten plate = eriyik plaka
momentum = moment (bir cismin hızı ile kütlesinin
çarpımı)
monarch = monark, kral, hükümdar, king, emperor
monetary = parasal, mali
money laundering = kara para aklama (yasa dışı
yollarla elde edilmiş parayı, kaynak ve kimlik
göstermeyi gerektirmeyen işlemler yaparak,
yasal bir yatırım veya depolama aracına
aktarma)
monitor = izlemek, denetlemek, gözetlemek,
gözlemlemek, takip altında tutmak, observe,
supervise
monk = keşiş
monkey love-potion = maymun aşk iksiri (cinsel
iktidar veya arzu yarattığı düşünülen bir orkide
ekstraktına verilen yerel bir isim)
monolingual = tek dilli, tek dil konuşan
monologue = 1) monolog (kişinin tek başına yaptığı
konuşma); 2) bir kişinin, genellikle
başkalarının konuşmasına izin vermeden tek
başına yaptığı konuşma
monotonous = monoton, tekdüze
monounsaturated fat = tekli doymamış yağ
monozygotic twins = tek yumurta ikizleri, identical
twins, zıt anl.= dizygotic twins
monsoon = muson
monument = anıt, abide
monument of stone = taş abide
mood = ruh hali, mizaç
mood disturbance = ruh hali bozukluğu /
dengesizliği
Moorish = Mağribi (8. ile 15. yy’lar arasında Fas’ta
yaşayan halka ait)
moral = ahlaki
moral judgements = ahlaki değerlendirmeler
morale = moral, iyi ruh hali
morally = ahlaki bakımdan, ethically
more or less = aşağı yukarı, az çok, hemen hemen
more than double = iki katından fazlaya çıkmak
more than unlikely = imkansızdan da öte, (Within
the limits of today’s technology, it is more than
unlikely to travel to stars. = Günümüz
teknolojisinin sınırları içerisinde, yıldızlara
yolculuk etmek imkansızdan da öte bir şey.)
moreover = bundan başka, ayrıca, üstelik,
additionally, furthermore
mores = töreler, görenekler, traditions
morphological = morfolojik (şekilsel, biçimsel)
mortality = ölümlülük, ölüm oranı
mortality rate = ölüm oranı
mortality risk = ölüm tehlikesi
mortgage = ipotek (satın alınacak evi teminat
göstererek düşük faizli ev kredisi kullanmak)
mosquito-borne = sivrisinek tarafından taşınan
Most certainly! = Kesinlikle!, Elbette!, Tabii ki!
most unfair = çok haksız
mostly = en çok
motherhood = annelik
motion = hareket
motivate = motive etmek, harekete geçirmek, teşvik
etmek, cesaretlendirmek, excite, inspire,
encourage, zıt anl.= discourage
motivated = motive olmuş / edilmiş, güdülenmiş
motive = güdü, motivasyon, neden
motor development = motor gelişim (doğuştan
itibaren hareketi mümkün kılan sinirlerin
gelişimi)
motor information = beyinden, kasların hareketi için
gönderilen uyarı
motor-command neuron = beyinden gelen emirle
hareket eden nöron
motorist = motorcu (motorsiklet kullanıcısı)
mould = küf mantarı
mound = yığma tepe
mount = monte etmek, asmak, takmak, kurmak,
install, place; 2) tırmanmak, yükselmek,
artmak, climb, rise, ascend, zıt anl.= descend,
fall
mountain range = dağ silsilesi, sıradağ
mountaineer = dağcı, mountain climber
mouse = (çoğul: mice) fare
movable = taşınabilir, nakledilebilir
move (fiil) = hareket etmek
move (isim) = hamle
move about = dolaşmak, dolanmak
move in = 1) (eve vb.) taşınmak; 2) içeri girmek
move off = yola çıkmak, (bir yerden) ayrılmak
ÜDS Sözlüğü - 107
www.bademci.com
move out = taşınarak / göçerek bir yerden ayrılmak
move round = (bir yerde) gezinmek / hareket etmek
move through = (bir şey)’in içinde hareket etmek
moveable type = hareketli / çıkarılabilir harfler
kullanılarak baskı yapılanmatbaa tekniği
movement = hareket, akım
mRNA= taşıyıcı ribonükleik asit (genetik bilgiyi
DNA’dan ribozoma taşıyan RNAmolekülü),
messenger ribonucleic acid
much-respected = çok saygı gören
mucous coat = bazı uzuvların iç yüzünü kaplayan
salgılı zar, sümüksü örtü
mucous membrane = sümüksü / müköz zar
mucus = mukus (sümüksü salgı)
multibiIlion-dollar industry =milyarlarca dolarlık
endüstri
multicellular = çokhücreli
multidisciplinary = birçok bilim dalını ilgilendiren,
disiplinler arası, interdisciplinary
multinational = çokuluslu şirket (dünyanın farklı
ülkelerinde ticari varlığı bulunan şirket)
multi-storey = çok katlı
mummify =mumyalamak
munch one’s way through = (bir şey)’i azaltarak /
tüketerek ilerlemek, yiyerek azaltmak
munitions = (çoğul kullanılır) savaş gereçleri,
mühimmat, cephane
murder = öldürmek, katletmek, kill
muscle power = kas gücü
muscle work = kas çalışması
musculature = kas sistemi
musculo-skeletal system = kas-iskelet sistemi
(kaslar ve iskelet aracılığı ile hayvanların
hareketini sağlayan sistem)
mushroom = büyümek, yükselerek genişlemek,
expand, zıt anl.= collapse
mushroomout = mantar gibi açılmak
muskrat = misk sıçanı
must result . . . = kesinlikle şöyle sonuçlanıyordur . .
.
mutant = mutant (mutasyona / genetik değişime
uğramış)
mutate = genetik değişim (mutasyon) geçirmek
mutation = mutasyon (gen diziliminin doğal
farklılaşma nedeniyle veya radyasyon,
sıcaklık, virüsler gibi dış etkilerle değişime
uğraması)
mutual = karşılıklı, common, reciprocal
mycobacteriumtuberculosis = tüberküloza sebep
olan bir mikobakteri türü
myocardial infarction = miyokard enfarktüsü (kalp
kasında besleyici damarın tıkanması
nedeniyle bölgesel doku ölümü), MI
myriad = çok büyük sayıda
mysterious = gizemli, esrarlı
mystery = gizem, sır, esrar, secret, enigma, zıt anl.=
revelation, explanation
myth = söylence, efsane, mit, story, tale
mythological =mitolojik, efsanevi
www.bademci.com
naively = safça, artlessly, zıt anl.= deviously
naked eye = çıplak göz
naming = isimlendirme
nanometre = nanometre, milimetreninmilyonda biri,
10-9 metre
nanoparticle = 100 nanometreden daha küçük
boyutlu parçacık, nanocluster, nanopowder
nanosize particle = 100 nanometreden daha küçük
boyutlu parçacık, nanoparticle
nanotube = nanotüp (nano boyutlarda boru benzeri
bir yapı)
nap = kestirmek, şekerleme yapmak
narcotic = narkotik (bilinci uyuşturan herhangi bir
kimyasal madde)
narrative = anlatım, account
narrative essay = hikaye tarzında yazılmış deneme
narrative poem = içinde bir hikayenin anlatıldığı şiir
narrow (fiil) = daral(t)mak, contract, tighten, zıt anl.=
broaden
narrow (isim) = kısıtlı, dar, partial, zıt anl.= broad
narrow visible range = elekromanyetik spektrumun
insan gözünün görebildiği yaklaşık 400-790
THz frekans aralığı, visible spectrum
narrowed = daral(tıl)mış
narwhale = narval, denizgergedanı (arktik denizlerde
yaşayan bir tür beyaz balina)
nasty = kötü, çirkin, ayıp, pis
nasty-tasting = tadı berbat olan
national health scheme = ulusal sağlık planı
national park = milli park (genellikle bir bölgedeki
doğal yaşamı koruma amaçlı olarak
oluşturulan koruma alanı)
nationalise = devletleştirmek, kamulaştırmak
nationals from other EU countries = uyruğu başka
AB ülkeleri olan kişiler
native (isim) = yerli, zıt anl.= foreign
native English speaker = anadili İngilizce olan
kimse
native to (sıfat) = (bir yer)’in yerlisi, (bir yer)’e ait /
özgü, indigenous, zıt anl.= foreign, (Kangaroo
is native toAustralia. = Kanguru Avustralya’ya
özgü bir hayvandır.)
natural causes = doğal nedenler / sebepler
natural selection = doğal seçilim (güçsüz bireylerin
doğada hayatta kalamayarak elenmeleri,
bunun sonucunda güçlü bireylerin hayatta
kalarak soylarını devam ettirmeleri)
naturalist = doğabilimci
naturalization = vatandaşlığa kabul etme
nature = doğa, mizaç, nitelik, tür, character, type
nature of gravity = yerçekiminin doğası
naughty = yaramaz, haylaz
nausea = mide bulantısı, noze
naval = denize ait, deniz kuvvetlerine ait
naval explorer = deniz araştırmacısı
navigate = yönlendirmek, (bir deniz aracıyla)
denizde gezmek, seyretmek, yön bulmak
navigation = denizde yön / pozisyon bulma,
denizcilik, deniz veya uçak yolculuğu
navigator = (bir deniz aracıyla) denizde gezen kişi,
(gemilerde) haritacı, yön bulucu
near future = yakın gelecek
near one another = birbirlerinin yanında
nearby = yakın, yakın(lar)da, yakında(ki), close
near-death = öleyazma, ölüme yakın
nearly = neredeyse, hemen hemen, almost
near-professional = profesyonele yakın
nearsighted = miyop (uzağı göremeyen)
neatly = düzgün / tertipli bir şekilde, tidily, carefully,
zıt anl.= carelessly, untidily
necessarily = ister istemez, muhakkak, illa ki,
unquestionably, undoubtedly, zıt anl.= possibly
necessary = gerekli, zorunlu, zaruri, önemli,
essential, zıt anl.= unnecessary
necessitate = gerektirmek, zorunlu kılmak, require,
call for
needlessly = boşu boşuna, ortada hiçbir şey yokken,
gereksiz yere, unnecessarily
needy = yoksul, ihtiyaç sahibi
negative press = gazetelerde bir kişi, konu vs.
hakkında kötü haber çıkması
neglect = ihmal etmek, savsaklamak, aldırmamak,
ignore, zıt anl.= care for, concern
negligence = ihmalkarlık, inattentiveness, zıt anl.=
diligence
negligent = ihmalkar, inattentive, zıt anl.= diligent
N N N N N
ÜDS Sözlüğü - 109
www.bademci.com
negligible = önemsiz, yok denecek kadar az, ihmal
edilebilir, insignificant, minor, zıt anl.=
considerable, significant
negotiate = müzakere etmek, görüşmek, discuss,
debate
negotiation = müzakere, görüşme, debate
negotiator = 1) bir antlaşmanın taraflarından biri;
2) arabulucu
neighbour = komşu olmak, çevresinde bulunmak
neighbourhood = semt, mahalle, district
neonatal = doğumdan sonraki dört hafta ile ilgili
neoplasia = neoplazi (yeni ve anormal hücre
çoğalması)
nephron = nefron (böbreğin işlev yapan en küçük
anatomik birimi)
nerve = sinir
nerve fibre = sinir lifi
nerve process = sinirlerin çalışması esnasında
gerçekleşen işlemler
nervous = sinirli, asabi, anxious, zıt anl.= calm
nervous system = sinir sistemi
nesting = yuvalanma, yuva yapma
Netherlandic (isim) = Hollandaca diline verilen
isimlerden biri, Dutch
Netherlandic (sıfat) = Hollanda’ya ait, Hollandaca’ya
ait, Dutch
Netherlands = (the Netherlands şeklinde kullanılır)
Hollanda, Holland
network = ağ, şebeke
neural network = nöral / sinirsel ağ
neural tissue = sinir dokusu
neurodegenerative = sinir dokusunun zamanla yok
olması ile ilgili, (hastalık, kimyasal madde vs.
için) sinir dokusunu zamanla yok eden
neurologic loss = nörolojik kayıp
neurological = nörolojik (sinir sistemiyle ilgili)
neurological disorder = nörolojik bozukluk /
hastalık
neurological wiring = sinirlerin yapısal şekli, sinir
sistemi
neuron = nöron, sinir hücresi
neuronal system = nöronal sistem (sinir hücresi
sistemi)
neuroscience = sinir bilimi
Neuroscience Research Programme = Sinir Bilimi
Araştırma Programı
neuroscientist = sinir bilimci
neurosurgeon = beyin ve sinir cerrahı, nöroşirurji
uzmanı
neurotransmitter = nörotransmitter, nörotaşıyıcı
(hücrelerarası sinirsel iletişimde görev alan
kimyasal madde)
neutrality = tarafsızlık
neutralize = 1) nötralize etmek (asidik veya bazik bir
çözeltiyi nötr hale getirmek); 2) (askeri) etkisiz
hale getirmek (esir etmek, savaşamaz hale
getirmek, yok etmek)
neutrino = nötrino (elektriksel yükü olmayan atomaltı
bir parçacık)
neutron emission = nötron emisyonu (bazı ağır
atomların çekirdeklerinden bir nötronun dışarı
atılması ilemeydana gelen radyoaktif
bozunma)
Nevada = ABD’de bir eyalet
never before = daha önce asla
never to return = geri dönmemek üzere
nevertheless = yine de, bununla birlikte, however,
even so
New England = Yeni İngiltere (İngiltere’den Kuzey
Amerika’ya göç eden ilk kolonistlerin yerleştiği
bölge)
New World = (the NewWorld şeklinde kullanılır)
Yeni Dünya (Kuzey ve GüneyAmerika)
newborn = yenidoğan
newcomer = yeni gelen kimse
news-editorial staff = muhabirlerden gelen ham
haberi düzenleyerek yayına hazırlayan
personel
niche = niş (duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre)
nickel = nikel (parlatılabilen bir metal)
nickname (isim) = takma ad, lakap
nickname (fiil) = takma isim koymak
Nigerian = Nijerya ile ilgili, Nijerya’ya ait
nightmare = kabus, karabasan
nightmare possibility = kabus senaryosu, en kötü
olasılık
Nineveh = Ninova (bugün Irak topraklarında yer
alan, Dicle Nehri üzerindeki antik bir Asur
kenti)
nitric acid = nitrik asit (kimyasal formülü HNO3 olan,
oldukça aşındırıcı, zehirli ve kuvvetli bir asit)
no doubt about it = hiç süphe yok
no easy matter = kolay bir şey değil
no grounds for… = (bir davranış vs.) için hiçbir
gerekçe / neden yok
no less promising (than) = (birşey)’den daha az
umut vaat etmeyen, en az o kadar umut vaat
eden
110 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
no less than = en az (başka bir şey ya da birisi)
kadar
no longer = artık / daha fazla bir durumun olmaması,
artık değil, no more, (I no longer trust him. =
Artık ona güvenmiyorum.)
no longer the case = artık durum öyle değil / artık
durum farklı
no more than smt = bir şey olmaktan öteye geçmez
no point in doing smt = bir şey yapmanın yararı /
anlamı yok
Noah’s flood = Nuh Tufanı
nobleman = asilzade, soylu
nocturnal = nökturnal (gece yaşayan)
nodule = yumru, düğüm, nodül
noise = (elektronikte) gürültü, istenmeyen sinyal
noise pollution = gürültü kirliliği
noise-induced = gürültü kaynaklı, gürültünün neden
olduğu
nomadic = göçebe, göçebelere ait, (These tribes
have a nomadic way of life. = Bu kabilelerin
göçebe bir yaşam tarzları var.)
nomenclature = terminoloji
nominally = önemsiz / düşük oranda
nominate = 1) aday göstermek; 2) atamak,
görevlendirmek, appoint
nomination = adaylık
noncancerous = kanserli olmayan
noncompliance (with) = (bir şeye) uymama / uygun
davranmama
noncompliance with medical directions = (bir
hasta için) (doktorun) tıbbi talimatlarına,
önerilerine uymama / uygun davranmama
nondepletable = tükenmez, tüketilemez
nondrug = ilaçsız
nonetheless = bununla birlikte, her şeye rağmen,
however, even so, nevertheless
non-evergreen = (bitkiler için) her mevsim yeşil
kalmayan
nonfiction = kurgusal olmayan düz yazı, zıt anl.=
fiction
nonlethal = öldürücü / çok zararlı olmayan
nonoil sector = petrol dışı sektör
nonparametric = (veri için) olasılık dağılımına bağlı
olmayan veya derecelendirilebilen ama sayısal
olarak kesin bir şekilde ifade edilemeyen
nonpharmacological = (tedavi vs. için) ilaç
kullanılmayan, ilaçsız
nonprescription drug = reçetesiz satılan / reçeteye
tabi olmayan ilaç, over-the-counter
medication, zıt anl.= prescription drug
nonsense = saçmalık, rubbish
normal pattern of growth = büyümenin normal
seyrinde gitmesi
not at all = hiç . . . değil, (be not at all helpful = hiç
yardımcı olmamak)
not necessarily = tam olarak değil, zorunlu değil,
mutlaka öyle olması gerekmez
not that I know of = bildiğim kadarıyla yok / değil,
not to my knowledge
not to mention . . . = . . . ’yı saymazsak / hesaba
katmazsak, (üstelik) bir de . . . yönü var, . . . da
cabası, (not to mention a lot of money =
gereken çok miktarda parayı saymazsak), (not
tomention ugly looking = çirkin görünmeleri de
cabası)
not to my knowledge = bildiğim kadarıyla hayır /
değil, benim bilgim dahilinde değil, not that I
know of
notable = dikkate değer, remarkable
notably = bilhassa, dikkat çekecek derecede, dikkate
değer bir şekilde, particularly, remarkably
notation = işaret veya rakamlarla gösterme sistemi,
notasyon
note (fiil) = 1) belirtmek, (bir şey)’e dikkat çekmek,
(bir şey)’den söz etmek, dikkat etmek, fark
etmek, farkına varmak, notice; 2) not tutmak
note (isim) = 1) banknot, not, nota, senet; 2) (derste
vs. tutulan) not
nothing at all = hiç ama hiçbir şey, (The man who
reads nothing at all is better educated than the
man who reads nothing but newspapers. =
Hiçbir şey okumayan bir adam, gazeteden
başka bir şey okumayan adamdan daha iyi
eğitimlidir.)
nothing but . . . = . . . ’dan başka hiç bir şey, nothing
other than . . .
nothing less than = hiç de önemsiz olmayan,
yabana atılamayacak
nothing short of perfection = mükemmelden daha
az / yetersiz değil
noticeable = belirgin, dikkate değer açık, farkedilir,
apparent, conspicuous, visible, detectable, zıt
anl.= ambiguous, hidden, (The new tax
system did not have any noticeable effect
upon the rate of economic growth. = Yeni vergi
sisteminin, ekonomik büyüme oranı üzerinde
dikkate değer bir etkisi olmadı.)
noticeably = belli / açık / fark edilir bir şekilde,
apparently, remarkably, markedly, clearly, zıt
anl.= ambiguously, vaguely
notion = düşünce, fikir, inanç, idea, thought
notorious = dile düşmüş, adı çıkmış, (kötü) ün
yapmış, aşikâr, well-known, obvious
ÜDS Sözlüğü - 111
www.bademci.com
not-too-distant = çok uzak olmayan, near
nourish = beslemek, feed
nourishment = beslenme
novel (isim) = roman
novel (sıfat) = yeni, yeni çıkmış, orijinal, original,
fresh, unique, zıt anl.= old, traditional
novelist = romancı
novelty = yenilik, yeni çıkmış şey, freshness
now that = artık şöyle olduğuna göre…, madem ki…
noxious = zararlı, öldürücü
NSAID = steroid içermeyen antienflamatuvar ilaç
(aspirin gibi ağrı, ateş ve iltihabı azaltan ancak
narkotik olmayan ilaç), non-steroidal antiinflammatory
drug
nuance = nüans, ince ayrıntı
nuclear = nükleer (atom çekirdeği ile ilgili)
nucleation = nüve / çekirdek halini alma
nucleus = (çoğul: nuclei) (atom, hücre vs. için)
çekirdek
nuisance = rahatsızlık, rahatsız eden şey, baş belası,
irritation, annoyance, pain in the neck
numb = uyuşmuş, hissizleşmiş, (I will give you an
injection and the tooth will go completely
numb. = Size bir iğne yapacağım ve diş
tamamen uyuşacak.)
numerical = sayısal
numerous = sayısız, çok, pek çok, many, several, zıt
anl.= few
nursery = 1) çocuk yuvası, kreş, çocuk odası;
2) fidanlık
nutrient = 1) besleyici madde; 2) yemek, gıda, food
nutrient absorption = gıda emilimi
nutrient composition = besin bileşimi
nutrient deficiency = besin yetersizliği, eksikliği
nutrition = beslenme, nourishment, (There are
alternative sources of nutrition to animal meat.
= Hayvan etine alternatif beslenme kaynakları
mevcuttur.)
nutrition status = beslenme durumu
nutrition supplement = genellikle ek vitamin ve
mineral içeren beslenme desteği
nutritional = beslenmeyle ilgili
nutrition-conscious = beslenme bilincine sahip olan
nutritionist = nütrisyonist (beslenme ya da gıda
uzmanı)
nutritious = besin değeri yüksek, besleyici,
nourishing, wholesome
nutritive = besleyici
www.bademci.com
oats = yulaf
obese = obez (aşırı şişman)
obesity = obezite (aşırı şişmanlık)
obesity epidemic = obezite (aşırı şişmanlık) salgını
object (to) (fiil) = itiraz etmek, karşı çıkmak, disagree
(with), disapprove (of), zıt anl.= agree (with),
approve (of)
object (isim) = amaç, hedef, purpose, goal, objective
objection (to) = itiraz, karşı çıkma, onaylamama,
doğru bulmama, disapproval (of), opposition
(to / against), criticism (of), zıt anl.= agreement
(to)
objective (isim) = amaç, gaye, goal, aim
objective (sıfat) = nesnel, objektif, unbiased, zıt
anl.= subjective
objectivity = nesnellik
obligation = yükümlülük, sorumluluk, zorunluluk,
responsibility, commitment
obligatory = (uyulması) zorunlu, compulsory,
binding, zıt anl.= optional, voluntary
oblige to = (bir şey)’e mecbur etmek, zorunlu /
yükümlü kılmak, compel, obligate
obliged (to) = zorunlu, mecbur, yükümlü, compelled
(to), forced (to)
obscure (fiil) = örtmek, (örn. duman ile) örterek
gizlemek, (fotoğrafı / görüntüyü) bulandırmak
obscure (sıfat) = belirsiz, bulanık, karanlık, dim,
mysterious, zıt anl.= clear
observation = gözlem, izleme
observatory = gözlemevi, rasathane
observe = 1) gözetlemek, gözlemlemek, gözlemek,
izlemek, monitor; 2) fark etmek, görmek,
notice, zıt anl.= be unaware of
obsession = obsesyon, takıntı, saplantı
obsessive = 1) saplantılı, compulsive; 2) aşırı,
excessive
obsessive behaviour = obsesif davranış (bir kişinin
zihnini, irade ve isteği dışında devamlı meşgul
eden davranış türü)
obsolete = (yenisi ve daha gelişmişi çıktığı için)
modası geçmiş, kullanılmayan, eski, demode
olmuş, terk edilmiş, yürürlükten kalkmış, oldfashioned,
outmoded, zıt anl.= new,
contemporary, modern
obstacle = engel, difficulty, hindrance
obstinately = inatla, dik başlılıkla, stubbornly
obstruct = engellemek, tıkamak, block, impede, zıt
anl.= clear
obstruction = engelleme, zorluk çıkarma,
impediment, hindrance, zıt anl.= release
obstructive = engelleyen
obtain = elde etmek, acquire, earn, get
obtainable = elde edilebilir, ulaşılabilir, acquirable,
within reach
obtrusive = göze batan, kendini belli eden,
conspicuous, prominent, zıt anl.= unobtrusive,
inconspicuous
obvious = açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze
çarpan, apparent, visible, evident, clear, zıt
anl.= obscure, hidden, ambiguous
obviously = açıkça, bariz bir şekilde, belli ki,
görünüşe göre, evidently, apparently
occasion = 1) (genellikle) önemli, büyük olay, event;
2) fırsat, vesile, opportunity; 3) gerek, neden,
cause
occasional = ara sıra olan, infrequent, zıt anl.=
frequent
occasionally = bazen, ara sıra, (every) now and then,
from time to time, once in a while, zıt anl.=
frequently, often
occupant = bir yeri işgal eden, işgalci
occupation = 1) işgal, invasion, seizure; 2) iş,
meslek, uğraş, profession, vocation
occupational = mesleki
occupy = 1) işgal etmek, invade; 2) (bir yer)’de
yerleşik olmak, reside (in)
occur = olmak, meydana gelmek, happen, take place
occurrence = tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans,
incidence, happening
oceanic = okyanuslar ile ilgili
odd = 1) garip, tuhaf, funny, strange, peculiar, (It is
odd that an anaesthetist’s role in an operation
is usually ignored. = Bir ameliyatta anestezistin
rolünün genellikle görmezden gelinmesi tuhaf
bir şey.); 2) tek (sayı)
odds = (çoğul kullanılır) şans, olasılık, ihtimal,
chances, probability
odour = koku, smell, scent
O O O O O
ÜDS Sözlüğü - 113
www.bademci.com
of a similar nature = benzer özellikleri olan
of its own accord = kendiliğinden, by itself
of no importance = önemsiz, of no account
of this nature = bu türden, bu mahiyette
of this type = bu tip(ten), bu tür(den)
off the coast (of) = (bir yer)’in kıyısından açıkta
offence = suç, crime
offender = saldırgan, suçlu
offensive = saldırgan, aggressive, zıt anl.= defensive
offensively = kaba şekilde, rudely, zıt anl.= politely
offer = 1) sunmak, arzetmek, sağlamak, provide,
present; 2) önermek, teklif etmek, propose,
suggest
offered = sunulan
offhand = düşünmeden
officer = subay, (polis için) memur
official = memur
offset = karşılamak, dengelemek, counterbalance
offshore = 1) kıyıdan uzak(ta); 2) (banka hesabı vs.
için) ülke dışında
off-stage = sahne dışında
oftentimes = sık sık, çokça, often, frequently
oil = ham ya da işlenmiş halde petrol
oil palm = yağlık hurma ağacı
oil supplies = petrol arzı, petrol rezervleri
oil tanker = tanker (ham petrol taşımakta kullanılan
büyük gemi)
oil weapon = (ekonomik olarak) petrol kozu / silahı
old-age pension = yaşlılık sigortası, emeklilik
sistemi
old-fashioned = geleneksel, eski moda
olive oil = zeytinyağı
Olympic Committee = Olimpiyat Komitesi
(Olimpiyatları düzenlemekle görevli komite)
Olympic Games = Olimpiyat Oyunları (4 yılda bir
düzenlenen uluslararası spor etkinliği)
Oman = Umman (Arap Yarımadası’nda bir ülke)
on a large scale = geniş çapta
on a mass scale = kütlesel boyutta
on a massive scale = muazzam boyutlarda
on a scale unseen for decades = onlarca yıldır
görülmeyen bir boyutta
on a vast scale = çok geniş ölçekte, büyük oranda
on account of = (bir şey)’den dolayı, için, nedeniyle,
because of, for the sake of
on average = ortalama olarak
on behalf of = (bir kişi)’nin / (bir şey)’in adına /
namına
on condition that = şartıyla, koşuluyla, in the event
that
on demand = istek / talep üzerine, on request
on its way to = (bir şey) olma yolunda, (bir yer)’e
ulaşma yolunda
on moral grounds = ahlaki açıdan / nedenlerle
on occasion = zaman zaman, bazı durumlarda
on one condition = bir şartla
on site = yerinde,mahallinde
on such a scale = bu boyutta
on that account = o nedenle, o yüzden
on the brink of extinction = nesli tükenmenin
eşiğinde
on the contrary = aksine, tersine, bilakis, contrarily
on the grounds that. . . = (bir olay vs.)’nin olması /
meydana gelmesi nedeniyle / gerekçesiyle, on
the basis (of / that), because
on the increase = artışta
on the issue of = … konusu üzerinde / … hakkında
on the one hand . . . on the other . . . = bir yandan . . .
diğer yandan . . .
on the one side = bir yandan, bir tarafta, on the one
hand
on the other hand = . . . diğer / öte yandan
on the other side = öte yandan, on the other hand
on the part of the pilots = pilotlardan yana, pilotlarla
ilgili
on the verge of = (bir şey olma)’nın sınırında, on the
brink of
on the whole = genel olarak, bütün olarak
alındığında, generally, by and large, overall
on their own = kendi başlarına
on trial = deneme safhasında
once = bir kez / sefer / defa
once more = bir kez daha, yeniden, again
once rarely found = bir zamanlar nadir
bulunur(lar)ken. . .
once-endangered = bir zamanlar tehlike altında
olan
one another = birbirleri(ni / ne), each other
one for one = bire bir
one in amillion = milyonda bir
one might presume that = şöyle bir tahmin
yapılabilir ki…, denilebilir ki…
one way or an / the other = bir şekilde, öyle veya
böyle
one-half = yarı, bir bölü iki
one-third = üçte bir, bir bölü üç
one-to-one = birebir, yüz yüze
114 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
one-to-one mapping = birebir eşleme
one-way = tek yönlü geçirgen, dışarıdan içini
göstermeyen (cam vs.)
ongoing = süregelen, devam eden, continuing, zıt
anl.= completed
online = çevrim içi (internet veya başka bir bilgisayar
ağına bağlı olma hali)
only recently = daha yeni
onset (of) = (bir şeyin) başlangıcı, ilk adım, hamle,
atılım, beginning, start, zıt anl.= end,
termination
onwards = (bir zaman)’dan başlayarak / itibaren
opacity = opaklık (saydam olmama hali)
open up = 1) başlatmak, yol açmak, pave the way
for; 2) (bir yerin) gelişmesine imkân vermek,
ulaşılabilir hale getirmek
open up the body to invasion = vücudu (mikrop
vs.) istilasına açık hale getirmek
openness = açıklık, şeffaflık
operate = çalış(tır)mak, işle(t)mek, run, function,
work
operating = çalışmakta / işlemekte olan, running,
functioning
operating room = ameliyathane, operating theatre
operation = 1) operasyon, harekat, ameliyat;
2) çalışma, işleme, iş, running, functioning
opioid = uyuşturucu etki yapan
opium poppy = haşhaş
opponent = rakip, hasım, düşman, muhalif, karşıt,
antagonist, competitor, enemy, rival,
opposition
opportunist = fırsatçı, (Some opportunist bacteria are
known to wait for years until a person’s
immune system is weakened. = Bazı fırsatçı
bakterilerin, kişinin bağışıklık sisteminin
zayıflamasını yıllarca bekledikleri
bilinmektedir.)
opportunity = fırsat, prospect, chance
oppose = karşı koymak, karşı çıkmak, itiraz etmek,
direnç göstermek, protest, resist, zıt anl.=
support
opposed to = karşı, aleyhinde, against, zıt anl.= in
favour of
opposing = karşı / karşıt, zıt
opposable thumb = işaret parmağına göre ters
durması sayesinde nesneleri kavrama
kabiliyetini arttıran başparmak
opposition = muhalefet, karşı koyma, direniş,
resistance
oppressed = ezilmiş / baskı altında, exploited, (the
oppressed = ezilmiş / baskı altında olan
kişiler)
optimism = iyimserlik, zıt anl.= pessimism
optimist = iyimser, zıt anl.= pessimist
optimistic = iyimser, zıt anl.= pessimistic
option = opsiyon, seçenek, seçim hakkı, alternative,
choice
optional = isteğe bağlı, seçmeli, voluntary, elective,
zıt anl.= obligatory, compulsory
oral cancer = ağız kanseri
oral hygiene = ağız temizliği
oral literature = sözlü edebiyat
orbit (fiil) = (bir şey)’in yörüngesinde dolanmak
orbit (isim) = yörünge, (in orbit of / around = (bir
şey)’in yörüngesinde)
orbital = yörüngesel, yörüngedeki
orbiter = görevi yörüngede dolanmak olan uzay
aracı, zıt anl.= lander
orchard = meyve bahçesi
orchid = orkide
ordeal = karakter veya dayanıklılık denemesi, büyük
sıkıntı
order = 1) düzen, işleyiş, zıt anl.= chaos; 2) sebep
ordered arrangement = düzenli yerleşim
orderly = düzenli, düzgün, sistemli, regulated, zıt
anl.= disorderly, chaotic
ordinary = 1) sıradan, alelade; 2) olağan, alışılmış,
her zamanki, usual, regular, zıt anl.= unusual
ore = cevher, (iron ore = demir cevheri, ham demir)
organic compound = organik bileşik (yapısında
karbon içeren bileşik)
organism = organizma, canlı varlık
orient = yöneltmek, ayarlamak, align, adjust
orientate = yönlendirmek, yöneltmek, alıştırmak,
familiarise (with)
orientated = odaklı, (chemically orientated = kimyasal
odaklı)
orifice = (bir organ, bir kanal ya da bir boşluğu
dışarıya ya da anatomik bir yapıya bağlayan)
açıklık ya da delik
origin = köken
originally = ilk başta, başlangıçta, in the beginning
originate = (ilk defa) ortaya çıkmak, doğmak,
meydana gelmek, emerge, arise, zıt anl.=
terminate
ornament = süsleme, süs
ornamental = dekoratif, süs olarak kullanılan
ÜDS Sözlüğü - 115
www.bademci.com
ornamentally = süs olarak, süsleme amacıyla
orthopedist = ortopedist (uzmanlık alanı, kemik,
eklem ve kaslardan oluşan hareket
sistemindeki bozuklukları tedavi etmek olan
doktor)
oscillate = salınmak, gidip gelmek, dalgalanmak
oscillation = salınma, dalgalanma
osteoclast = kemik hücrelerinin yıkımından ve
rezorpsiyonundan sorumlu hücreler
other than = dışında, haricinde
otherwise = yoksa, aksi takdirde, or else, or
otter = su samuru
ought to = -meli / -malı, should
oust = yerinden etmek, çıkarmak, kovmak
out of proportion = orantısız, ölçüleri uyumsuz
(aşırı büyük veya küçük), zıt anl.= in
proportion
outboard = (motor için) dıştan / kıçtan takma, zıt
anl.= inboard
outbreak (of) = 1) ortaya çıkma, baş gösterme,
patlak verme, happening; 2) salgın, epidemic
outcome = sonuç, result, aftermath
outcry = protesto, haykırış, bağırma, protest, uproar
outdated = modası geçmiş, kullanımdan kalkmış,
obsolete, out-of-date
outdo = geçmek, geride bırakmak
outer solar system = dış güneş sistemi (Güneş
Sistemi’nin, Neptün gezegeninin ötesindeki
bölgesi), trans-Neptunian region
outermost = en dışta kalan
outgrow = (büyüyünce) (bir alışkanlık vs.)’den
vazgeçmek, (yaşça) geride bırakmak
outlawed = yasaklanmış, yasadışı ilan edilmiş,
prohibited, banned, zıt anl.= allowed, permited
outlay = masraf, gider, harcama, expense,
expenditure
outlet = çıkış, çıkış noktası / yolu
outline (fiil) = taslağını çizmek, ana hatlarıyla
belirtmek, lay out, describe
outline (isim) = taslak, sketch, draft
outlook = bakış açısı, görünüm, gelecek, manzara,
viewpoint
outlying = uzak, uzakta bulunan
outnumber = sayıca geçmek, exceed, surpass
out-of-date = modası geçmiş, tarihi geçmiş, eski
tarihli, işe yaramaz, obsolete, outdated, zıt
anl.= up-to-date, (I don’t trust that dentist. He
is still using some out-of-date equipment and
apparatus. = O diş hekimine güvenmiyorum.
Halamodası geçmiş aletler kullanıyor.)
out-of-favour = gözden düşmüş, zıt anl.= in favour,
favoured
outpatient = ayakta tedavi edilen hasta
outperform = daha iyi performans göstermek,
surpass, excel, zıt anl.= fall behind
output = 1) randıman, çıktı, üretim, verim, product,
yield, zıt anl.= input; 2) belli bir zaman süresi
içinde bir organda oluşan ve organ aracılığıyla
dışarı atılan maddemiktarı
outrage = büyük öfke
outrageous = haddi aşan, ahlaksız, çirkin, insafsız,
(fiyat için) fahiş, disgraceful, horrible, wicked,
zıt anl.= decent
outright = kesin, tam, düpedüz, complete, definite,
zıt anl.= hidden
outset = başlangıç noktası, beginning
outsider = bir grubun dışında olan kişi
outstanding = önde gelen, başlıca, leading, zıt anl.=
ordinary
outstretched = iyice açılmış
outward = dışa doğru, outer, zıt anl.= inward
outweigh = daha ağır basmak, exceed, surpass, be
superior to
ovary = yumurtalık
over a cup of tea = bir yandan çay içerken
over against = tersine, karşısında, kıyaslandığında,
as opposed to, in contrast with, (Over against
heaven is hell. = Cennetin tersi cehennemdir.),
(the benefits of private education over against
state education = devlet eğitimiyle
kıyaslandığında özel eğitimin yararları)
over the course of centuries = yüzyıllar içerisinde
over the past 40 years = geçen 40 yılda / yıl
boyunca
over time = zamanla, zaman içinde
overall = genel, toplam, kapsamlı, general, total,
comprehensive, zıt anl.= particular, specific
overall negative impact = geniş çaplı olumsuz etki
overarousal = aşırı uyarılma (duygusal olarak uzun
süreli aşırı uyarılma / heyecanlanma)
overbearing = otoriter, zorba, ezici, despotic,
oppressive, zıt anl.= democratic
overcast = bulutlu / kapalı hava
overcome = aşmak, üstesinden gelmek, yenmek,
defeat, get over, zıt anl.= retreat, surrender
(to), (She overcame her fear of the dark by the
help of a psychiatrist. = Karanlık korkusunu bir
psikiyatrın yardımı ile yendi.)
overconcentration = aşırı yoğunlaşma
overcorrect = düzeltirken aşırıya kaçmak
116 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
overcrowded = aşırı kalabalık, çok dolu
overdraw = (bir kaynağı) aşırı kullanmak
overeating = aşırı yeme
overemphasised = aşırı vurgulanmış
overestimate = fazla tahmin etmek, abartmak,
overrate, zıt anl.= underestimate
overexercise = gereğinden fazla spor yapma
overfarming = aşırı tarım
overfed = aşırı beslenmiş
overflow = taşmak
overgrazing = aşırı otlatma
overgrow = (bitki için büyüyerek) (bir yeri) sarmak,
kaplamak
overgrown = aşırı büyümüş
overhanging = (saçak vs. şeklinde) dışarıya doğru
çıkıntı yapan / uzanan
overharvesting = aşırı avlanma
overhaul = onarım için elden geçirme
overland = karadan
overloading = aşırı yüklemek, doldurmak
overlook = dikkate almamak, gözden kaçırmak,
disregard, ignore, miss, zıt anl.= notice, spot
overlooking = tepeden / yüksekten bakan
overly = fazla, aşırı derecede, excessively
overnight = bir gece içinde (birdenbire anlamında)
overprotected = aşırı korunan
overprotective = aşırı koruyucu
overrate = gereğinden fazla önemsemek, magnify,
overestimate, zıt anl.= underrate
overreact = aşırı / kontrolsüz reaksiyon göstermek
override = (önemce) üstüne çıkmak, (diğerini) ikinci
plana itmek
overrun = 1) istila etmek, invade, occupy; 2) üzerini
kaplamak, üzerinden geçmek
overseas = denizaşırı
oversee = göz kulak olmak, bakmak, supervise, look
after
oversensitive = fazla hassas, çabuk kırılan (kişi),
easily hurt, zıt anl.= thick-skinned
oversight = gözetim
oversimplify = hafife almak, fazlaca basitleştirerek
açıklamak, aşırı yalınlaştırmak, simplify
overstimulate = aşırı uyarmak
overt = açık olarak, ortada, obvious, apparent,
visible, zıt anl.= hidden, covert
overtake = (yönetimi / idareyi / mülkiyeti) devralmak,
ele geçirmek, yerinden ederek yerine
yerleşmek
over-the-counter drug = reçetesiz ilaç,
nonprescription drug, zıt anl.= prescription
drug
over-the-counter sleep aid = reçetesiz satılan
uyumaya yardımcı ilaç
overtime = fazlamesai
overturn = altüst etmek, devirmek, bozmak, upset
overuse = gereğinden fazla kullanmak, overconsumption,
zıt anl.= spare
overuse = aşırı kullanım, over-consumption, zıt anl.=
economizing
overvalue = aşırı / ederinden fazla değerlenmek
overview = genel bakış, özet(leme) şeklinde sunum
overweight = fazla / aşırı kilolu
overwhelmingly = büyük / ezici bir çoğunlukla,
predominantly
overworked = 1) aşırı çalış(tırıl)mış, exploited;
2) (bir tiyatro oyunu vs. için) çok fazla
oynanmış
ovule = yumurtacık (bitkilerde döllenmeden sonra
tohuma dönüşen yapı)
owe = borçlu olmak
owing to = nedeniyle, yüzünden, because of, due to
owner = sahip
oxidative = oksidatif (oksitleyici gücü olan)
oxidative stress = oksidatif stres (biyolojik bir
sistemin ürettiği aktif oksijeni yeterli hızda
nötralize edememesi veya oluşan hasarı
yeterli hızda giderememesi durumu)
oxygen concentration = oksijen konsantrasyonu /
yoğunluğu
ozone layer = ozon tabakası (atmosferin üst
kısmında bulunan, güneşten gelen morötesi
ışınları tutan tabaka)
www.bademci.com
pace = 1) hız, tempo, rate, tempo; 2) adım, step,
footstep
pacemaker-like = kalp atışını düzenleyen /
ayarlayan cihaza benzer / benzeyen
pack = tıka basa / sıkı sıkıya doldurmak
pad = bazı hayvanların ayaklarının altındaki
yumuşak taban, yastıkçık
paddy = çeltik / pirinç tarlası
paediatrician = pediyatrist (çocuk hastalıkları
uzmanı)
pagan = çoktanrılı dinlere inanan, putperest
pain = ağrı, sızı, acı, ache, hurting
pain syndrome = ağrı sendromu (nöbetler halinde
ya da devamlı ağrı ile belirgin durum /
rahatsızlık)
painkiller = ağrı kesici / dindirici, analgesic (drug)
pale = soluk, uçuk renkli, donuk, faint, zıt anl.= dark,
bright
paleoanthropologist = paleoantropolog
(paleoantropoloji ile uğraşan bilim insanı)
paleoanthropology = paleoantropoloji (ilkel
insanları ve insanın evrimsel geçmişini
inceleyen bilim dalı)
paleoethnobotany = paleoetnobotanik (arkeolojik
alanlardaki bitki kalıntılarını inceleyen bilim
dalı), archaeobotany
paleontological = paleontolojik (paleontoloji ile ilgili)
paleontologist = paleontolojist (paleontoloji ile
uğraşan bilim insanı)
paleontology = paleontoloji (bitki ve hayvan
fosillerini inceleyerek tarih öncesi yaşamı
araştıran bilim dalı)
paleozoic = paleozoik dönem (balıkların, böceklerin
ve sürüngenlerin ortaya çıktığı 230 ile 570
milyon yıl öncesi arasındaki dönem)
palette = (boya için) palet
pallasite = palazit (bir çeşit zeytuni renkli meteorit)
Panama Canal = Panama Kanalı (OrtaAmerika’nın
en güney ülkesi Panama’da yer alan ve Atlas
Okyanusu ile Büyük Okyanus’u birbirine
bağlayan yapay suyolu)
Panamax (size) = Panama Kanalı’nın yükselme
havuzlarına sığabilecek en büyük gemi ebadı
pancreas = pankreas (midenin hemen altında yer
alan, kimi sindirim enzimlerini salgılamakla
görevli organ)
pancreatic = pankreatik (pankreas ile ilgili)
pandemic = pandemik, (geniş bir bölgede /
kıtalararası) salgın hastalık, epidemic
panel = panel (tartışma gurubu)
panic = paniğe kapılmak
paper = 1) gazete, newspaper; 2) makale, article;
3) araştırma, bildiri, dönem ödevi
papillary dilation = gözbebeğinin açılması /
genleşmesi
paralysed = felç olmuş, işlevini kaybetmiş
paralysis = paraliz, felç, inme
paralyze = felç / kötürüm etmek, sakatlamak,
çalışamaz hale getirmek, cripple, disable
paramount = üstün, en önemli, başlıca, principal
parasite = parazit, asalak (diğer bir organizma
üzerinde ya da içinde, gıdasını ondan temin
ederek ve karşılığında ona hiçbir yarar
sağlamadan yaşayan canlı)
paratyphoid = paratifo (tifoya benzer ama genellikle
daha hafif seyreden bir hastalık)
parent company = ana şirket (başka şirketlere sahip
olan veya onları kontrol eden şirket)
parent = (genellikle çoğul kullanılır) anne ya da
babadan herhangi biri
parental = ebeveyne (anne ve / veya babaya) ait
parental separation = ebeveynlerin (anne ve
babanın) ayrılığı
Parkinson’s disease = Parkinson hastalığı
(genellikle ileri yaşlılık döneminde görülen,
kaslarda, istemli hareketlerde, el ve
bacaklarda, çiğneme, yutma, konuşma ve
yürümede bozukluk ve anlamsız yüz ifadesi ile
belirgin nörolojik hastalık)
parliament = parlamento, meclis
parliamentary = parlamento ile ilgili
parliamentary election = genel seçim, milletvekili
seçimi
partial = kısmi, incomplete, zıt anl.= complete
partial alexia = yazılı metinleri anlama yeteneğinin
kısmen yitirilmesi
P P P P P
118 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
partial inability = (zihinsel vs.) kısmi yetersizlik
partially = kısmen, partly, zıt anl.= completely
participant = katılımcı
participate (in) = katılmak, yer almak, pay sahibi
olmak, rol almak, take part (in), share (in)
participation = katılma, yer alma, taking part
particle = parçacık
particular = belirli, özel, specific, special, zıt anl.=
common, overall
particularly = özellikle, özel olarak, especially,
specifically, zıt anl.= generally
particulate = çok küçük tanecik, zerre, partikül
partition = taksim, bölünme, bölme
partly = kısmen, partially, zıt anl.= completely
partner = ortak, partner (birisine eşlik eden kişi ya da
eşlerden biri)
pass = (yasa) geçirmek / çıkarmak, enact
pass along = (insandan insana) aktarmak, convey
pass by = (bir yer / birisi)’nin önünden geçmek, go
past
pass judgement on = hakkında hüküm vermek /
yargıya varmak
pass off = (zamanla) kaybolmak, fade away,
disappear
pass on smt to smo = (bilgi, söz vs. için) kişiden
kişiye iletmek / göndermek, (hastalık vs.)
geçirmek, send, (Will you please pass on this
message to your friends? = Bu mesajı lütfen
arkadaşlarına iletir misin?)
pass over = üstünden geçmek
pass sentence (on) = (bir şey hakkındaki) kararı
bildirmek / iletmek
pass through = (bir şey)’in içinden / arasından
geçmek
passage = geçiş
passageway = yol
passion = tutku
passionate = heyecanlı, ateşli, aşırı tutkulu, (She
made a passionate speech on women’s rights.
= Kadın hakları üzerine tutkulu bir konuşma
yaptı.)
passionately = heyecanlı / ateşli / aşırı tutkulu /
hiddetli bir şekilde, intensely, movingly, zıt
anl.=moderately, unemotionally
pasteurization = pastörizasyon (gıda sanayinde,
besinmaddelerini hastalık yapıcı
mikroorganizmalardan arındırmak amacıyla
uygulanan ısıtma yöntemi)
pasture = (arazi için) otlaklık, meralık
pasture land = otlak alanı, mera
patch = 1) yama, benek, parça, kısım, spot, piece,
section; 2) arazi parçası, bölge, region
patent (fiil) = patentini almak
patent (isim) = patent (bir icat veya ticari bir ürün için
taklitleri engellemek vemucit / üretici dışındaki
kimselerin haksız kazanç elde etmesini
önlemek amacıyla devlet tarafından verilen
sicil)
patent (sıfat) = görünür, açık
paternal = baba tarafından / ile ilgili, zıt anl.=
maternal, (a paternal relative = baba
tarafından bir akraba)
pathogen = patojen (hastalığa yol açan bakteri, virüs
vs.)
pathological = patolojik (patoloji ile ilgili)
pathology = patoloji (hastalıkların nedeni olan
yapısal ve fonksiyonel sapmaları inceleyen
bilim dalı)
pathway = yol, patika
patient (isim) = hasta
patient (sıfat) = sabırlı, zıt anl.= impatient
patient noncompliance = hastanın üstüne düşeni
yapmaması
patrol = devriye gezmek, gözlemek, kontrol altında
tutmak, inspect, watch
patron = 1) hami, koruyucu; 2) sadık müşteri
pattern = tür, tarz, model, şablon, yöntem, oluş
düzeni, diziliş şekli, yinelenen şekil, style, type,
method, system, order
pattern of daily life = günlük hayatın alışıldık seyri
pauper-school = yoksullar okulu
pause = duraklamak, mola vermek
pave = (cadde, kaldırım vs.) döşemek, kaplamak
pave the way for = başlatmak, yol açmak, open up
paved = üstü (asfalt, beton vs.) kaplı
pay attention (to) = dikkat etmek, ilgilenmek,
önemsemek, dikkate almak, mind, consider,
take notice (of), zıt anl.= disregard, ignore
pay consideration = saygı göstermek, (birisine) karşı
düşünceli davranmak, göz önüne almak, pay
attention (to)
pay off = 1) tamamını ödemek, (borç) kapatmak;
2) kar getirmek
pea = bezelye
peacekeeping = barışı koruma
peak (fiil) = doruğa çıkmak, en yüksek düzeye
ulaşmak, climax, crest
peak (isim) = zirve, doruk (noktası), en üst seviye, en
yüksek düzey, zenith, maximum
peasant = köylü, villager
ÜDS Sözlüğü - 119
www.bademci.com
pebble = çakıl taşı, çakıl
peculiar = 1) (bir şeye) özgü, kendine has, specific
(to), (This type of building is peculiar to the
south of the country. = Bu tip bina ülkenin
güneyine özgüdür.); 2) tuhaf, garip,
alışılmamış, strange, odd, (It seems very
peculiar that no one has seen or heard
anything. = Kimsenin bir şey görmemiş ve
duymamış olması çok tuhaf.)
pedestrian = yaya
pedestrian crossing = yaya geçidi
peel (off) = 1) kabarıp pul pul dökülmek;
2) (kabuğunu, derisini) soymak
peer = akran, emsal
pelagic = açık denizlerde yaşayan
pendant = kolye ucu
penetrate = girmek, içine işlemek, nüfuz etmek,
enter, get in, go through
penetrating = içe işleyen, etkili
pentagon = beşgen
people = (çoğul: peoples) halk
pepper spray = biber gazı (spreyi)
per capita / head / person = kişi başı
perceive = algılamak, anlamak, kavramak, fark
etmek, sezmek, understand, comprehend,
notice, recognise, zıt anl.= misunderstand,
miss
percent = yüzde
percentage = yüzde, yüzde oranı
perception = algılama, algı, idrak, sezgi,
understanding, apprehension, viewpoint
perceptivity = idrak kabiliyeti, anlayış
perch = tünemek
perfect (fiil) = mükemmelleştirmek, refine
perfect (sıfat) = mükemmel, kusursuz, excellent,
flawless, zıt anl.= imperfect, flawed
perfectly = tamamen, tam anlamıyla, totally
perforation = 1) delik, hole; 2) delme, delik açma,
aperture
perform = yapmak, yerine getirmek, uygulamak,
(mücadele, uğraş vs.) vermek,
gerçekleştirmek, başarmak, do, accomplish,
fulfil, implement, carry out, function, actualise,
zıt anl.= fail
performing arts = sahne sanatları (tiyatro, müzik,
sinema gibi, sanatçının kendisinin bir gösteri
sunduğu sanat alanları)
perhaps = belki, muhtemelen, possibly, probably, zıt
anl.= certainly, absolutely
peril = tehlike
perimetre = çevre ölçüsü, (sınır, sur vs. için) çevre,
circumference
period = dönem, süre
periodically = periyodik olarak, düzenli / belirli
aralıklarla, belirli zamanlarda, zaman zaman,
occasionally, seasonally
peripheral = 1) dış yüzey veya kenara ait, çevresel,
external; 2) ikincil, marjinal, secondary;
3) periferik, civarda, etrafta bulunan, zıt anl.=
central
perish = yok olmak, ölmek
perishable = dayanıksız, kolay bozulur, short-lived,
spoilable, zıt anl.= durable
peritoneal cavity = peritonal boşluk (karın zarının
içi; karın zarının tabakaları arasındaki
potansiyel boşluk), peritoneal space
peritoneal dialysis = periton diyalizi (böbrek
hastalarının kanını temizlemek için uygulanan
bir hemodiyaliz yöntemi)
permafrost = kutuplara yakın bölgelerde sürekli don
altında kalan toprak tabakası
permanent = kalıcı, daimi, sürekli, lasting,
unchanging, zıt anl.= temporary
permanently = kalıcı, daimi, sürekli olarak, for good,
zıt anl.= temporarily, (He was permanently
disabled after the accident. = He was disabled
for good after the accident. = Kazadan sonra
kalıcı olarak sakatlandı.)
permeability = permeabilite (geçirgenlik)
permeable = geçirimli, geçirgen
permission = izin
permit = izin vermek, ruhsat / yetki vermek, imkan
vermek, (bir şey) için elverişli olmak, allow, zıt
anl.= ban, forbid
perpetually = daima, sürekli olarak, constantly,
continuously, zıt anl.= never, rarely
perplex = kafasını karıştırmak, şaşırtmak, confuse,
astonish
perplexed = şaşkın
persecution = zulüm, eziyet, cruelty, brutality, zıt anl.=
benevolence
Persian Gulf = Basra Körfezi (Hint Okyanusu’nun
İran ile Arap Yarımadası arasındaki uzantısı)
persist = 1) (bir şeyde) ısrar etmek, inat etmek,
direnmek, persevere, zıt anl.= give up, (My
son persists in asking awkward questions. =
Oğlum garip garip sorular sormaya inatla
devam ediyor.); 2) devam etmek, sürüp
gitmek, prevail, zıt anl.= stop, (If the pain
persists, consult a doctor. = Eğer acı devam
ederse bir doktora danış.)
120 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
persistent vegetative state = devamlı bitkisel
yaşam hali
persistence = süreklilik, devamlılık, sebat,
continuity, decisiveness
persistency = kalıcılık, inat
persistent = ısrarlı, inatçı, sürekli, determined,
insistent, relentless, zıt anl.= irresolute
personal = kişisel, bireysel, zıt anl.= public
personal transportation vehicle = kişisel ulaşım
aracı (bisiklet, otomobil vs.)
personalised medicine = kişiselleşmiş tıp (kişinin
özel ihtiyaçlarına / durumuna göre belirlenecek
tıbbi bakım vs.)
personnel = personel (bir işte veya organizasyonda
çalışan / görev alan insan grubu), staff
perspective = perspektif, bakış açısı, viewpoint,
approach
persuade = ikna / razı etmek, inandırmak, convince,
induce, zıt anl.= dissuade (from)
persuasion = ikna etme, inandırma, convincing
pertain to = (bir şey / birisi)’ne ait olmak, sadece (bir
şey ya da birisi) ile ilgili olmak, onu
ilgilendirmek, relate to, (The news pertaining
to the latest terrorist act is on all TV channels.
= En son terörist eylem ile ilgili haberler tüm
TV kanallarında gösteriliyor.)
pertaining to = ile ilgili olarak, with regard to, related
to
Peru = Peru (Güney Amerika kıtasında bir ülke)
Peruvian = Peru’ya ait, Peru ile ilgili
pervade = istila etmek, kaplamak, yayılmak,
bürümek, sarmak, spread
perverse = ters, aksi
pessimistic = kötümser, karamsar, zıt anl.=
optimistic
pest = haşere (insanın yaşama ortamına veya
üretimlerine zarar veren küçük hayvan, böcek,
mantar vs.)
pesticide = pestisit (tarım zararlılarını öldürmekte
kullanılan kimyasal madde / tarım ilacı)
PET scan = pozitron emisyon tomografi taraması
(vücuttaki tümör hücrelerini saptamak için
kullanılan bir tarama yöntemi), positron
emission tomography scan
petiole = yaprak sapı
petition = dilekçe vermek, başvurmak
Petrarch = 1304-1374 yılları arasında yaşamış, aşk
şiirleriyle ünlü bir İtalyan ozan
pharaoh = firavun (antik Mısır’da, kendisine tanrısal
bir kimlik atfedilmiş olan kral)
pharmaceutical (isim) = insan veya hayvan üzerinde
kullanılma amaçlı kimyasal madde, ilaç
pharmaceutical (sıfat) = farmasötik (ilaç ya da ilaç
yapımıyla ilgili)
pharmacist = eczacı
pharynx = (çoğul: pharynges) farenks (yutak)
phase = evre, safha, faz, stage
phenomenal = olağanüstü, şaşılacak
phenomenal promise = parlak bir gelecek
phenomenon = (çoğul: phenomena) önemli /
olağanüstü olay, fenomen, occurence
phenotype = fenotip (bir organizmada genetik ve
çevresel faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya
çıkan dış görünüş)
philanthropist = yardımsever, hayırsever
philanthropy = hayırseverlik, yardımseverlik, charity,
generosity
philosopher = filozof
phonological = sesbilimsel, fonolojik
photo interpretation = fotoğraf yorumlama
photon = foton (elektromanyetik ışınımları oluşturan
enerji birimleri)
physical = bedensel
physical appearance = dış görünüm
physical dependence = fiziksel bağımlılık, bir kişi ya
da (bir şey)’e fiziksel olarak bağımlı olma
durumu
physical education = beden eğitimi
physical functioning = fiziksel işlev, bedenin
çalışması
physical inactivity = bedensel hareketsizlik
physical laws = fizik kanunları
physical scientist = bilimin, genellikle fizik, kimya
gibi canlılar ile ilgili olmayan alanlarıyla
uğraşan bilim insanı
physically demanding jobs = bedensel güç
gerektiren işler
physician = tıp doktoru, hekim, doctor
physicist = fizikçi
physiological = fizyolojik (organizmanın işleyişi ile
ilgili)
physiological response = fizyolojik tepki
physiologist = fizyolog (vücudun organ ve
sistemlerinin işlevlerini inceleyen tıp doktoru)
pick out = (dikkatle) seçmek, ayırt etmek, (The
witness picked out the wrong man in the
identification parade. = Tanık, teşhis odasında
yanlış adamı seçti.)
ÜDS Sözlüğü - 121
www.bademci.com
pick up = 1) (başkasından bir alışkanlık, hastalık
vs.)’yi kapmak, contract, zıt anl.= infect,
transmit, (He seems to have picked up the
infection while he was in hospital for another
reason. = Enfeksiyonu, galiba başka bir
sebepten hastaneye gittiğinde kapmış.); 2) (bir
şeyi yerden ve genellikle elle) kaldırmak,
almak, lift
picturesque = tablo gibi
piece = (satranç vs. için) taş
pier = (bina için) kolon
pigeon = güvercin
pigment = pigment (deriye, irise, sebzelere vs. renk
verenmadde)
pile (fiil) = yığmak, kümelemek
pile (isim) = yığın
pile foundation = kazıklı temel
pile up = topla(n)mak, birik(tir)mek
pillar = sütun, dikme
pioneer (fiil) = yol açmak, öncülük etmek, initiate
pioneer (isim) = öncü, bir alanda yenilikler yaratan
kişi
pioneering = öncülük eden, öncü, leading
pipe = boru
piracy = korsanlık
pit = çukur
pitch = ses tonu / perdesi, tone
pitcher = (bitki için) yaprakları ibrik şeklinde olan
pitifully = 1) acıklı / acınası bir şekilde; 2) gülünç
derecede
pivotal = asıl, esas, çok önemli, birinci derecede
önem ve etkisi olan, crucial, vital
place = yerleştirmek, koymak, put
place emphasis on = bkz. put emphasis on
place greater importance (on) = daha büyük değer
/ önem vermek
place in charge (of) = (bir işin, görevin) başına
getirmek, sorumluluğunu vermek
place in context = yerli yerine oturtmak
placenta = plasenta, döleşi (birçok memelinin ana
rahminde bulunan, cenine oksijen ve besin
sağlayan yapı)
placental = plasental (doğmamış yavrusunu
rahminde plasenta aracılığı ile besleyen)
plague (fiil) = acı / dert / rahatsızlık vermek, annoy,
bother, (My shoulder has been plaguing me all
week. = Omzum bana bütün hafta acı verdi.)
plague (isim) = 1) veba, black fever; 2) bela, trouble
plain = ova, düz alan
plan view = plansal görünüş, üstten görünüş
planet = gezegen
planetary = gezegenlerle ilgili
planetary formation = gezegen oluşumu
planetary gear (system) = bir dış dişli ve içerisinde
dönerek çalışan iç dişlilerden oluşan güç iletim
sistemi, epicyclic gear
planing = (marangozlukta) planyalama, rendeleme,
silme (yüzeyi, genelliklemakine kullanarak düz
ve pürüzsüz hale getirme işlemi)
plant (fiil) = (bitki) ekmek / dikmek
plant (isim) = 1) fabrika, tesis, enerji santrali; 2) bitki
plant kingdom = bitkiler alemi
plant protein = bitkisel protein
plaque = plak (bir yüzey üzerinde herhangi bir
maddenin birikmesi nedeniyle oluşan ince
tabaka), diş taşı
plasma = plazma (kan sıvısı)
plastic mass = plastik yığını
plate = plaka
plateau = (çoğul: plateaux veya plateaus) 1) yayla,
plato; 2) düzey, level
platelet = trombosit (kanın pıhtılaşmasında rol
oynayan, çekirdeksiz kan hücresi)
plate-like = levha benzeri
plate-tectonic activity = levha hareketleri
(yerkabuğunu oluşturan levhaların hareketleri
ve birbirleriyle olan etkileşimleri)
plausible = akla yakın, makul, reasonable, logical, zıt
anl.= implausible, unlikely
plausibly = makul / akla yakın bir şekilde, reasonably
play a basic role (in) = temel rol oynamak, play a
central role (in)
play a central role (in) = temel rol oynamak, play a
basic role (in)
play a crucial role (in) = hayati rol oynamak
play a part (in) = rol oynamak, etkisi / katkısı olmak,
contribute (to), take part (in)
play down = hafife almak, önemsememek
play down to = (birisi)’nin seviyesine inmek
play for = (bir kulüp / takım vs.) için (futbol vs.)
oynamak, (bir kulübün / takımın vs.) oyuncusu
olmak
play out = (mücadele, uğraş vs.) vermek, yapmak,
perform
play up = 1) (bir şey)’e dikkat çekmek, olduğundan
önemli göstermek, draw attention (to); 2) kötü
davranışlarda bulunmak, yaramazlık yapmak,
misbehave
122 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
playground = oyun sahası / parkı, çocuk bahçesi,
(mecazi anlamda) arka bahçe
playwright = oyun yazarı
pleasantly = hoşa gider bir şekilde, hoşça
pleasingly = hoşnut edici bir şekilde, memnuniyet
verici bir şekilde, pleasantly
pleasurable = zevkli, keyifli, enjoyable, pleasant, zıt
anl.= mean, nasty
pleasure centres of the brain = beyindeki haz
merkezleri
pledge = 1) söz, vaat, promise; 2) teminat, rehin,
guarantee, surety
plentiful = bol, çok, bereketli, verimli, abundant,
fertile, zıt anl.= meagre, scarce
plentifully = bolca, çokça, bereketli bir şekilde,
abundantly, zıt anl.= sparingly
plenty = pek çok (şey), a lot, zıt anl.= very little
plenty of = bolca, lots of
plot (fiil) = (plan, harita,matematiksel fonksiyon vs.
için) çizmek, kağıda dökmek
plot (isim) = 1) fesat, entrika; 2) (sinemada) olayların
kurgusu veya ana öykü
pluck = (çiçek, meyva) koparmak
plum = erik
plume = pamuk gibi bazı bitkilerdeki tohumları saçan
beyaz tüy gibi kısım
plunge = (fiyatlar vs. için) aniden ve büyük oranda
düşmek, baş aşağı gitmek, drop
plurality = çokluk
poach = yasak bölgede avlanmak
poem= şiir, nazım
poet = şair
poetry = şiir sanatı
point = 1) gaye, maksat, goal; 2) nokta, durum,
mesele
point out = (bir şey)’e dikkat çekmek, belirtmek, call
attention (to), indicate, bring up
point to = işaret etmek, göstermek, denote, indicate
poisonous = zehirli, toxic
polar = 1) kutupsal, (polar orbit = kutupların
üzerinden geçerek izlenen yörünge); 2) taban
tabana zıt, opposite
polar bear = kutup ayısı
polar liquid = polar sıvı, hidrofob / suyu iten sıvı (etil
asetat, heksan gibi, elektronları molekülün bir
tarafında toplanma eğiliminde olduğu için,
molekülleri elektriksel kutuplanma sergileyen
sıvı)
policing mission = polislik görevi (asayişi sağlama /
koruma ile ilgili görev)
policy = 1) sigorta poliçesi; 2) (bir konuda izlenecek)
siyaset, politika, tutum
policy makers = (bir konuda izlenecek) siyaseti
belirleyen kişiler
policy-making = (bir konuda izlenecek) siyaseti
hazırlama, yönerge hazırlama
polio = çocuk felci
polish = 1) cilalamak, parlatmak; 2) (pirincin
kabuğunu) ayıklamak
polished = cilalanmış, parlatılmış
polished rice = kabuğu ayıklanmış / cilalanmış
beyaz pirinç, white rice
poll = gayri resmi anket
pollinate = tozlaşmak, polen yaymak
pollutant = kirleticimadde
pollute = kirletmek, contaminate
polluted = kirletilmiş, pisletilmiş, kirli, contaminated,
(Our water supply is becoming polluted with
nitrates disposed of by several industries. = Su
kaynağımız, çeşitli sanayi kuruluşları
tarafından atılan nitratlar nedeniyle kirleniyor.)
pollution = kirlenme, kirlilik, contamination
polygon = çokgen
polyphony = çokseslilik
polypill = kalp-damar, diabet ve benzeri kimi
hastalıkların tedavisi için önerilen ve birden
fazla ilacın bir araya getirilmesi yoluyla elde
edilen ilaç, çoklu / kombine ilaç
polyploid = poliployid (monoployid sayının iki
katından daha fazla kromozoma sahip hücre
ya da organizma)
polyunsaturated fat = çoklu doymamış yağ
(molekülleri, pek çok doymamış (hidrojene
olmamış) bağ içeren yağ)
Pompeii = Pompei (Bugün İtalya’nın Napoli kenti
yakınlarında yer alan ve Vezüv volkanının
lavları altında kalmış olması sebebiyle çok iyi
korunmuş bir Roma Dönemi kenti)
pool (fiil) = birikmek, toplanmak
pool (isim) = küçük göl, gölet, havuz, su birikintisi
poor = kötü, düşük kalitede, yetersiz, eksik, az,
inadequate, zıt anl.= abundant, sufficient
poor appetite = zayıf iştah, iştahsızlık
poor at = (bir konu)’da kötü / başarısız, zıt anl.=
good at
poor folate status = folik asit yetersizliği
poor quality = düşük kalite
pop in and out of = (bir şey)’in içine girip çıkmak
popular culture = popüler kültür
ÜDS Sözlüğü - 123
www.bademci.com
population = nüfus, popülasyon (biyolojide, bir türün,
belli bir alanda yaşayan bireylerinin tamamı)
populous = yoğun nüfuslu, kalabalık, crowded
porch = sundurma
porous = gözenekli, süngerimsi
port = 1) iskele tarafı (sol), zıt anl.= starboard;
2) liman, harbour, dock
portray = betimlemek, tanımlamak, resmetmek,
illustrate, depict
ports of call = ziyaret edilen limanlar
pose = (sorun, zorluk, risk vs.) yaratmak /
oluşturmak, present
pose a serious danger = ciddi bir tehlike oluşturmak
pose a threat = tehdit oluşturmak
posit = öne sürmek, varsaymak, önermek, put
forward, hypothesize
positively charged = pozitif yüklü, zıt anl.=
negatively charged
possess = ele geçirmek, sahip olmak, have, own
possessions = sahip olunan mallar
possibility = olasılık, ihtimal, zıt anl.= impossibility
possible = mümkün, olanaklı, zıt anl.= impossible
post = 1) makam, mevki, pozisyon; 2) kazık, destek,
direk
post- = sonrası, (post-World War II = 2. Dünya
Savaşı sonrası)
posterior = (anatomide) arka, arkadaki, zıt anl.=
anterior
posterior wall of abdomen = karnın arka duvarı
posterity = gelecek kuşaklar, next generation
post-marketing surveillance = satış sonrası
denetim
postpone = ertelemek, put off
post-traumatic = travma / sarsıntı sonrası
postulate = gerçek olduğunu varsaymak
posture = postür (bedenin oturma vs. esnasındaki
duruş şekli), duruş, hal, tutum, position,
attitude
post-war = savaş sonrası, zıt anl.= pre-war
pot = tencere, pişirme kabı
potency = (cinsel) iktidar
potent = güçlü, etkili, strong, effective, zıt anl.= weak,
impotent
potential = potansiyel, olası, possible
potentially = potansiyel olarak, muhtemelen, pekala
pottery = çömlekçilik
poultry = kümes hayvanları
pour into = 1) (içine) akıtmak, akmak, yağmak; 2)
büyük kalabalıklar halinde gelmek, üşüşmek
pour out (of) = (bir yer)’den dışarı / (bir şey)’in dışına
ak(ıt)mak / dök(ül)mek
pourable = dökülebilir
poverty = yoksulluk, fakirlik, zıt anl.= wealth
powdered = toz haline getirilmiş
power (fiil) = itici güç vermek
power (isim) = güç, kabiliyet
power plant = enerji santrali
powerful = güçlü, etkili, yetkili, effective, strong, zıt
anl.= weak
power-operated = makine yardımıyla çalıştırılan
practicable = uygulanabilir, yapılabilir, elverişli,
possible, zıt anl.= impracticable
practical = pratik, elverişli, uygulamaya yönelik,
practicable, feasible, zıt anl.= impractical,
theoretical
practically = 1) pratik olarak, pratikte, uygulamada, in
practice, zıt anl.= theoretically; 2) hemen
hemen, almost
practice (fiil) = 1) tatbik etmek, uygulamak; 2) (bir
bilim ya da spor dalında çalışma) yapmak, icra
etmek, do
practice (isim) = uygulama, aktivite, iş
practitioner = pratisyen hekim
praise (fiil) = övmek, appreciate, zıt anl.= criticize
praise (isim) = övgü, appreciation, zıt anl.= criticism
prayer = dua
prayer hall = (bir din görevlisinin idaresi altında
olmayan, insanların kendi kendilerine
kullandıkları istasyon, alışverişmerkezi gibi
yerlerdeki) küçük ibadethane / mescit
precarious = güvenilmez, istikrarsız, kuşkulu,
doubtful, delicate, zıt anl.= secure, safe
precast concrete = önceden dökülmüş beton
precaution = önlem, tedbir, safeguard, (Effective
precautions were taken during the Olympic
games held in Athens. = Atina’da yapılan
Olimpiyat Oyunları sırasında etkili önlemler
alınmıştı.)
precede = (bir şey)’den önce gelmek, (bir şey)’in
önünde / öncesinde olmak, come before,
come first, zıt anl.= succeed, follow
precedence = öncelik, priority, (Applications arriving
first will have precedence. = Başvurular
öncelik sırasına göre değerlendirilecektir.)
precious = değerli, kıymetli, yararlı, valuable, (Salt
was nearly as precious as gold in the ancient
world. = Tuz, antik dünyada neredeyse altın
kadar kıymetliydi.)
precipitate = hızlandırmak
precipitation = yağış
124 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
precise = 1) tam, kesin, definite; 2) dikkatli, titiz,
rigorous, zıt anl.= indefinite, inaccurate
precisely = tam olarak, kesinlikle, titizlikle, exactly,
definitely, zıt anl.= probably, questionably
precision = kesinlik, doğruluk, açıklık, accuracy, zıt
anl.= imprecision, inaccuracy
pre-condition = ön koşul / şart
predator = yırtıcı / alıcı / avcı hayvan
predecessor = 1) ata, cet, ancestor; 2) selef (aynı
alanda mevcut kişilerden daha önce çalışma
yapmış veya aynı görevdemevcut kişilerden
daha önce görev almış kişi), forerunner;
3) aynı amaçla daha önce yapılmış araç vs. ,
öncü, forerunner
predict = tahmin etmek, öngörmek, anticipate, guess
predictable = önceden söylenebilir, öngörülebilir,
foreseeable, zıt anl.= unpredictable
prediction = tahmin, öngörü, kestirim, anticipation
predictive = sonucu önceden gösteren, prognostic
predictor = 1) belirleyici, öncü, haberci, işaret(çi),
belirteç, indicator; 2) uçaksavar atış noktasını
belirleyen alet
predispose (to) = predispoze olmak (bir hastalığa
önceden eğilimi, duyarlılığı ya da yatkınlığı
olmak)
predominant = ağır basan, hakim olan, çoğunlukta
olan, en etkili, ruling, prime, prevailing, zıt
anl.=minor, subsidiary
predominantly = genelde, çoğunlukla, above all, in
general, zıt anl.= least of all
predominate = yaygın olmak, hüküm sürmek, hakim
olmak, üstün olmak, prevail
pre-dynastic Egypt = hanedanlık öncesi Mısır (Eski
Mısır’ın henüz hanedanlarca yönetilmeye
başlamadığı, M. Ö. yaklaşık 3150 yılı
öncesindeki dönem)
pre-eminence = üstünlük, seçkinlik, superiority,
dominance, zıt anl.= inferiority
pre-eminent = üstün, seçkin, superior, distinguished,
zıt anl.= inferior, second-rate
preface (fiil ) = (bir şey)’in önsözü olmak, (bir şey)’e
önsöz sağlamak
preface (isim) = önsöz
prefer = tercih etmek
preferably = tercihen, more desirably, rather, sooner,
more readily / willingly
preference = tercih
preglass = cam üretiminin icat edilmesi sürecinde,
henüz tam anlamıyla camlaştırılamamış
malzeme
pregnant = hamile, gebe
prehensile tail = (hayvanlarda) nesneleri
kavrayabilme becerisine sahip kuyruk
prehistoric = tarih öncesi (dönemler) ile ilgili
prehistory = tarih öncesi (tarih kaydedilmeye
başlamadan önceki dönem)
prejudice = ön yargı, peşin hüküm, bias
preliminary = preliminer, ön, ilk, initial
premarketing study = pazarlamaya başlamadan
önce yürütülen araştırma / çalışma
premature = 1) zamansız, gereğinden önce, vakitsiz,
zamanı gelmemiş, early, untimely, zıt anl.=
overdue; 2) prematüre, erken doğmuş,
gelişmemiş, olgunlaşmamış, immature,
undeveloped, unripe, zıt anl.= mature,
developed
prenatal care = doğum öncesi bakım
preoccupation (with) = (zihni bir şey) ile meşgul
olma
prepare = düzenlemek, hazırlamak, get (smt) ready
prepared (to) = (bir şey yapmaya) hazır / hazırlıklı,
ready (to)
pre-Roman = Roma (devri) öncesi
prescribe = 1) (ilaç, tedavi vs. için) reçete yazmak /
vermek; 2) emretmek, kural olarak koymak,
enjoin, dictate
prescription = reçete
prescription drug = reçeteli ilaç, zıt anl.= over-thecounter
/ nonprescription drug
presence = varlık, (hazır) bulunma, existence,
attendance, zıt anl.= absence
present (fiil) = 1) ortaya koymak, tanıtmak, sunmak,
takdim etmek, demonstrate, manifest,
introduce; 2) sergilemek, göstermek, ibraz
etmek, reveal, illustrate, exhibit, zıt anl.=
conceal, cover, hide
present (isim) = hediye, gift
present with = vermek, göstermek, give
presentably = prezantabl / sunulabilir bir şekilde,
suitably
presentation = sunum, sergileme
preservative = koruyucu
preserve = korumak, saklamak, maintain, conserve,
secure
presidency = başkanlık (dönemi)
president = başkan, devlet başkanı
press ahead = (zorluklara rağmen) ilerlemek, devam
etmek, push ahead
press conference = basın toplantısı
press-coverage = basına konu olma
pressing = acil, ivedi, sıkboğaz eden
ÜDS Sözlüğü - 125
www.bademci.com
pressure = basınç
pressurising = basınç altında tutan
pressurize = basınç altında tutmak
prestigious = saygın, itibarlı, prestijli, respectable
presumably = tahminen, herhalde, galiba, by
reasonable assumption, probably, (The bomb
was presumably intended to go off while the
meeting was in progress. = Bombanın,
tahminen toplantı devam ediyorken patlaması
planlanmış.)
presume = sanmak, tahmin etmek, varsaymak,
believe, suppose, think
pretence = 1) rol yapma, numara; 2) bahane
pretend = numara yapmak, -miş gibi davranmak, act
pretended = sözde, gerçek dışı
pretentious = gösterişçi, extravagant
pretentiously = gösterişçi bir şekilde, zıt anl.=
modestly
pretty = 1) güzel, şirin; 2) oldukça, epey, quite, rather
pretty much = büyük ölçüde
prevail = hüküm sürmek, hakim olmak, yaygın
olmak, be common, dominate
prevailing = geçerli, yaygın, hakim olan, dominant,
current, widespread, zıt anl.= unusual, rare
prevalence = yaygınlık, etkinlik, sıklık, prevalans (bir
hastalığın görülme oranı), predominance,
pervasiveness, zıt anl.= rarity
prevalent = 1) olagelen, yaygın, sıkça rastlanan,
prevailing, common, current, widespread, zıt
anl.= rare, uncommon; 2) hüküm süren, etkin,
predominant, ruling
prevent = (bir şey)’den alıkoymak, önlemek, önüne
geçmek, engellemek, hinder, stop, zıt anl.= let,
allow
preventable = önlenebilir
preventative = önlemeye yönelik, koruyucu, preemptive
prevention = önleme, engelleme, avoidance,
protection
preventive = önleyici, engelleyici, defensive
preventive detention = gözetim altında tutulma
previous = önceki, eski, former, old, zıt anl.= latter,
future, next
previously = önceden, daha önceleri, earlier,
formerly, zıt anl.= subsequently, in the future
prey = av, game, zıt anl.= predator
pricing mechanism = fiyatlandırma sistemi
pride oneself on (doing) smt = bir şeyden / bir şey
yapmaktan gurur / kibir duymak, (He prides
himself on being a good singer. = İyi bir şarkıcı
olmaktan (ötürü) gurur duyuyor.)
primarily = başlıca, öncelikle, aslında, esasen,
initially, essentially, mainly, mostly
primary = birincil, ana, temel, main, principle, zıt
anl.= secondary, subordinate
primary education = temel eğitim, ilköğretim
primate = primat (en gelişmiş ve zeki memeli
gruplarına ait herhangi bir üye), (The human
differs from the lesser primates in his passion
for football. = İnsan, futbol tutkusu ile diğer
daha aşağı primatlardan ayrılır.)
prime (fiil) = harekete / patlamaya hazır hale
getirmek, make ready
prime (isim) = 1) asıl, baş, başlıca, chief;
2) mükemmel, birinci kalite, perfect
primeval = tarih öncesi çağlara ait, başlangıçtan beri
var olan, aboriginal
primitive = 1) basit, simple; 2) primitif, ilkel,
uncivilised
princeling = küçük prens, şehzade
principal (isim) = müdür, okul müdürü, director,
headmaster
principal (sıfat) = başlıca, en önemli, ana, esas,
main, major
principally = esas olarak, mainly, chiefly
principle = prensip, ilke
printing press = matbaamakinası
prior (to) = önceden, önceki, preceding
priority = öncelik, precedence, (In an emergency
ward it is hard to decide who to give priority to.
= Acil serviste, kime öncelik verileceğine karar
vermek zordur.)
prism = prizma
prisoner = mahkum, tutuklu, esir, tutsak
pristine = bozulmamış, saf
privacy = gizlilik, (özel dolap, kapalı banyo / tuvalet
vs. gibi) kişinin bazı özel ihtiyaçlarını gizlilik
içinde görebilme olanağı, (May I have some
privacy, please? = Biraz yalnız kalabilir miyim
lütfen? (“Özel ihtiyaçlarımı görebilmem için
odadan çıkabilir misiniz?” anlamında.))
private = özel, hususi, zıt anl.= public
privatisation = özelleştirme
privilege = ayrıcalık, concession
privileged = ayrıcalıklı, imtiyazlı, advantaged,
favoured, zıt anl.= underprivileged
126 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
prize = çok değer vermek, regard highly, greatly
value
pro- = lehinde, -den yana
proactive = muhtemel sorunları, ihtiyaçları vs.
öngörüp (onlarınmeydana gelmesini
beklemeden) harekete geçen, zıt anl.=
retroactive
Proba satellite = 2001’de uzaya gönderilen bir
dünya görüntüleme uydusu, Project for On-
Board Autonomy
probability = olasılık, possibility
probably = muhtemelen, olasılıkla
probe (fiil) = araştırmak, incelemek, investigate,
explore
probe (isim) = sonda (insansız, küçük uzay aracı)
problematic = sorunlu, problemli
problems of this nature = bu türden sorunlar
procedural = usule ait
procedure = işlemler sırası, yol, yöntem, prosedür
(araştırma, tanı koyma, tedavi etme vb.
amaçla uygulanan, belli bir yönteme dayalı
işlem)
proceed = 1) ilerlemek, devam etmek, advance,
continue, zıt anl.= stop; 2) (bir şeyden)
kaynaklanmak / ortaya çıkmak
proceeding = yargılama usulü,muamele
proceeds = (çoğul kullanılır) gelir, kazanç
process = süreç, procedure, progression
processing = işleme, treating, working on
proclaim = ilan etmek, açıklamak, declare,
announce
Proctor Prize =William Proctor Ödülü (bilimsel
araştırmalar yapan ve bu araştırmaları bilim
dünyasıyla paylaşan üstün başarılı bilim
insanlarına verilen ödül)
produce (isim) = ürün, tarım ürünleri
produce (fiil) = üretmek, generate, make
product = ürün
production = yapım, prodüksiyon, eser, yapıt
production chain = üretim zinciri (bir üretim ile ilgili
olarak hammadde sağlanması, işleme,
pazarlama gibi tüm aşamalar)
productive = üretken, prolific, fruitful, zıt anl.=
unproductive
productivity = üretkenlik, output, efficiency
professional = profesyonel
professional association = meslek birliği
profit = kar, zıt anl.= loss
profitability = karlılık
profitable = kârlı, kazançlı, rantabl, profit-making
profit-oriented = kar amacı güden
profound = derin, büyük, kapsamlı, deep, serious,
intense, zıt anl.= superficial
profoundly = derin, kuvvetli, deeply, thoroughly, zıt
anl.= weakly, superficially
profusely = çokça, bolca
prognosis = (çoğul: prognoses) prognoz (bir
hastalığın süresi ve gelişimi hakkında tahmin)
programmed cell death = programlanmış hücre
ölümü
progress (fiil) = ilerlemek, gelişmek, advance
progress (isim) = ilerleme, gelişme, advancement,
development, zıt anl.= regress
progressive = 1) ilerici, reformist, zıt anl.=
conservative; 2) (hastalık için) ilerleyen;
3) derece derece
progressively = gittikçe, gitgide, gradually
progressively blurred = zamanla bulanık hale gelen
prohibit = yasaklamak, forbid, ban
prohibition = yasak, ban
prohibitive = 1) (fiyat için) fahiş; 2) yasaklayıcı;
3) engelleyici
project = 1) planlamak, tasarlamak; 2) yansıtmak,
izdüşürmek
project back = geri yansıtmak
proliferate = (hızla) çoğalmak, artmak, prolifere
olmak
proliferation = çoğalma
prolific = üretken, verimli, doğurgan, productive,
fruitful
prolong = uzatmak, sürdürmek, extend, carry on, zıt
anl.= shorten
prolonged = uzun süreli
prominence = ün, çarpıcı şey, şöhret, distinction,
fame
prominent = öne çıkan, dikkat çeken, ünlü, şeçkin,
önemli, well-known, famed, remarkable,
outstanding
promise (fiil) = (bir olguya) işaret etmek, (bir şeyin
olacağını) vaat etmek, söz vermek, give one’s
word
promise (isim) = vaat, söz
promising = umut verici, geleceği parlak, hopeful,
bright, zıt anl.= discouraging, unfavourable,
unpromising
promote = desteklemek, geliştirmek, oluşmasına izin
vermek, uygun ortam hazırlamak, (reklamla)
tanıtmak, advocate, encourage, publicise, zıt
anl.= impede, obstruct
ÜDS Sözlüğü - 127
www.bademci.com
promotion = reklam, tanıtım
prompt (fiil) = harekete geçir(t)mek, teşvik etmek,
bring about, encourage
prompt (sıfat) = çabuk, acele, speedy, rapid, zıt anl.=
late, slow
promptly = çabucak, hızla, kolayca, rapidly, easily,
readily, zıt anl.= slowly, late
prone (to) = eğilimli, yatkın, sensitive, susceptible, zıt
anl.= immune, resistant
proof = kanıt, delil, evidence
propagate = üre(t)mek, çoğal(t)mak, yay(ıl)mak,
reproduce, multiply, spread
propel = itmek, ileriye hareket ettirmek, yürütmek
propeller = pervane
propeller plane = pervaneli uçak
propensity = eğilim,meyil, tendency, inclination
proper = 1) doğru, uygun, münasip, olması gereken,
correct, suitable, appropriate, right, zıt anl.=
wrong, improper, (We are in the middle of an
operation. This is not a proper moment for a
joke. = Bir ameliyatın ortasındayız. Espri
yapmak için uygun bir zaman değil.);
2) kendine özgü, peculiar, (Every animal has
its proper instincts. = Her hayvanın kendine
özgü içgüdüleri vardır.)
proper handling = gereği gibi ele alma / halletme
proper sitting posture = düzgün oturma şekli
properly = doğru dürüst / düzgün, gerektiği gibi,
uygun bir şekilde, doğru olarak, adam gibi,
adequately, correctly, duly, zıt anl.= improperly,
unduly, (He didn’t close the door properly, and
the room got colder and colder in a few
minutes. = Kapıyı doğru dürüst kapatmadığı
için oda birkaç dakika içinde gittikçe soğudu.)
property = 1) (bir madde vs. için) özellik, nitelik,
characteristic, feature; 2) mülkiyet, mal-mülk,
belongings
prophecy = kehanet
prophesy = kehanette / tahminde bulunmak
proportion = oran, orantı, nispet, percentage, zıt anl.=
disproportion
proportional = orantılı, (directly proportional = doğru
orantılı)
proportionally = orantılı (olarak), relatively
proposal = öneri, teklif, evlenme teklifi, suggestion
propose = 1) önermek, teklif etmek, ileri sürmek,
recommend, offer, suggest, put forward, (The
Minister proposed that tobacco advertising
should be banned. = Bakan, tütün
reklamlarının yasaklanmasını önerdi.);
2) evlenme teklif etmek
proposition = öneri, teklif, suggestion
propulsion = itici güç
pros and cons = bir şeyin olumlu ve olumsuz yanları
/ avantaj ve dezavantajları
prose = nesir, düzyazı
prosecute = (aleyhine) dava açmak, litigate, sue
prosecution = 1) ceza davası, cezai takibat; 2) iddia
makamı
prospect = başarı şansı, olasılık, ihtimal,
expectancy, likelihood
prospective = müstakbel, olası, expected, likely, (a
prospective mother = müstakbel anne / anne
adayı)
prosper = gelişmek, zenginleşmek, flourish, thrive,
develop
prosperity = refah
prosperous = başarılı, kazançlı, karlı, zengin, refah
içinde, affluent, (He was born sixty-four years
ago to a prosperous family. = Altmış dört yıl
önce hali vakti yerinde bir ailenin çocuğu
olarak doğdu.)
prostate cancer = prostat kanseri
prostitute = fahişe, hayat kadını
protect = korumak, kollamak, defend, keep safe,
secure
protect against = (bir şey / birisi)’ne karşı koru(n)mak
protection = koruma, shelter, security
protective = koruyucu
protein aggregate = protein yığını / kümesi
protein fiber = protein lifi
protein-binding partner = protein bağlayıcı kısım /
bölge (proteinin kendisine bağlanmasını
sağlayan ve bunu vücudun belirli bölgelerine
taşıyan hücre yapısı)
protein-rich food = proteinden yana zengin yiyecek
protocol = 1) protokol (yapılacak bir iş ya da
araştırma ya da işlem için hazırlanan ayrıntılı
plan, izlenecek yöntem ve işlem sırası);
2) (tıpta) bir ilaç veya tedavi için uygulama
planı
protract = küçük ölçekle kopyasını yapmak
prove = 1) (bir şey olduğu) ortaya çıkmak /
anlaşılmak, (proved problematic = problemli
çıktı); 2) kanıtlamak, ispatlamak, confirm,
establish, zıt anl.= disprove, deny
prove (smo) right = (birisi)’ni haklı çıkarmak
prove successful = başarılı olmak, işe yaramak
prove useful = yararlı olduğu ortaya çıkmak
prove valuable = değerli olmak, yarar sağlamak
128 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
proverb = atasözü
provide (with) = sağlamak, bulmak, temin etmek,
supply, render, zıt anl.= withhold
provide for = geçimini sağlamak, imkan hazırlamak,
bring up, foster, zıt anl.= neglect, ignore
provided that = koşuluyla, şartıyla
province = eyalet, vilayet
provincial = eyaletlere ait, eyaletlerle ilgili
provision = 1) sağlama, tedarik, sağlanan imkanlar,
supply; 2) hüküm; 3) koşul, şart
provisional = geçici, temporary, zıt anl.= permanent
proximity = (pozisyon olarak) yakınlık
psyche = (felsefede) ruh, tin
psychiatric disorder = psikiyatrik bozukluk (akıl ve
ruh hastalığı)
psychiatrist = psikiyatrist, psikiyatr (akıl ve ruh
hastalıkları uzmanı)
psychic = psişik, ruhsal
psychoactive drug = psikoaktif ilaç (zihinsel
prosesler üzerinde etkili olan ilaç)
psychological = psikolojik (psikoloji / ruhsal durum
ile ilgili)
psychologist = psikolog, psikoloji uzmanı
psychopathology = psikopatoloji (anormal
davranışlar ya da akıl hastalıkları bilimi)
psychophysiological = psikofizyolojik (normal ya da
normal olmayan fizyolojik proseslerin zihinsel
fonksiyonlar üzerindeki etkisiyle ilgili)
psychosocial = psikososyal
psychotherapeutic drug = ruhsal bozukluğu tedavi
etmeye yarayan ilaç
psychotherapy = psikoterapi (hastayı telkin, ikna vb.
psikolojik yöntemlerle tedavi etme)
psychotic behaviour = psikoz davranış (ağır ruh
hastalığı olan bir kişinin davranışı)
psychotic episode = psikoz nöbeti (ağır ruh
hastalığı nöbeti)
puberty = ergenlik dönemi
public = kamu, halk
public apology = kamu önünde özür dileme
public decision-making = kamu adına karar alma
(işi)
public expenditure = kamu harcamaları (devletin
kamu yararı için yaptığı harcamalar)
public finance = kamu finansmanı
public interest = kamu yararı
public land = kamu arazisi, zıt anl.= private property
public relations = halkla ilişkiler
public safety = kamu güvenliği
public servant = devletmemuru, civil servant
public spending = kamu harcamaları (kamu
kuruluşlarınca yapılan harcamalar)
public square = kent meydanı
publication = yayın, basılı metin
public-health measure = halk sağlığı için alınan
önlem
publicity = 1) aleniyet, herkesçe bilinme, şöhret;
2) reklam, propaganda, tanıtım, promotion,
advertising
publicize = (bir şey)’in reklamını / propagandasını
yapmak, advertise
publish = 1) ilan etmek, açıklamak; 2) yayımlamak,
basmak
published = açıklanmış, ilan edilmiş, yayınlanmış
pull apart = ayırarak uzaklaştırmak
pull down = yıkmak, demolish, destroy, zıt anl.=
erect, set up
pull in = toplamak, gather
pull out = çekip / söküp çıkarmak, koparmak
pull out of = (bir yerden)’den ayrılmak / çıkmak, quit,
leave, zıt anl.= join
pull through = (bir bela veya hastalıktan) kurtulmak /
kurtarmak, paçayı kurtarmak
pull up to / with = (diğer bir yarışmacı vs.) ile aynı
düzeye gelmek, (diğeri)’ni yakalamak
pull up = kaldırmak, sökmek, dışarı çekmek
pulley = makara, kasnak
pulmonary = pulmoner, akciğere ait
pulmonary ventilatory system = akciğerli solunum
sistemi (insanların, memelilerin, sürüngenlerin
ve kuşların sahip olduğu, asıl gaz değişiminin
akciğer içerisinde gerçekleştiği solunum
sistemi türü)
pulp = kağıt hamuru
pulse = 1) nabız, kalp atışı; 2) kısa frekanslı ışık
huzmesi; 3) (elektrik vs. ile) şok (verme /
gönderme işi)
pump out = dışarı pompalamak, püskürtmek
punching = zımbalama
punishment = ceza, cezalandırma, penalty
punitive = cezai, penal
purchase (fiil) = satın alma, buying
purchase (isim) = satın alınan şey, (Among his
purchases were several books. = Satın aldığı
şeyler arasında birkaç kitap da vardı.)
purchasing power = alım gücü (birim paranın veya
birim çalışma karşılığı kazanılan paranın, satın
alabileceği ticarimallar bakımından kıymeti),
buying power
ÜDS Sözlüğü - 129
www.bademci.com
pure = saf
pure alexia = yazılı metinleri anlama yeteneğinin
tamamen yitirilmesi durumu
purely = 1) yalnızca, sadece, exclusively;
2) tamamen, bütünüyle, completely
Purgatory = Katoliklik inancına göre, insanların
cennete gitmeden önce dünyada işledikleri
günahlar için cezalandırılacakları yer
Puritan = Püriten (Hıristiyanlık dininde, Protestan
Kilise’ye bağlı olan Püritenlik mezhebi ile ilgili)
pursue = izlemek, peşine düşmek, aramak, (bir
uğraşı) sürdürmek, chase, trail, seek, zıt anl.=
give up, quit
pursuit = izleme, takip, peşinde olma, chase,
accomplishment
push = itme, zorlayarak ileriye götürmek
push up = yukarı çekmek / itmek, yükseltmek, raise,
zıt anl.= push down, lower
put a premium on = prim / değer vermek
put a stop = bir son vermek, (kötü bir gidişe vs.) dur
demek
put across = etkili bir şekilde anlatmak / açıklamak /
söylemek, convey, express
put ahead of = (bir şey)’in önüne / ilerisine geçirmek
put an end to = (bir şey)’e son noktayı koymak, onu
bitirmek
put aside = bir kenara koymak, biriktirmek,
saklamak, save, spare
put at risk = tehlikeye atmak, riske sokmak, risk
put down = 1) (yere, geri veya aşağı) koymak, lay;
2) yazmak, kaydetmek, enter, make a record
of
put emphasis on = vurgulamak, emphasise, stress
put forward = 1) önermek, öne çıkarmak, ileri
sürmek, fikir ortaya atmak, assert, propose;
2) (tarihi, saati vs.) ileri almak
put high on (one’s) list of priorities = öncelik
listesinin üst sıralarına koymak
put in = 1) içeri koymak, eklemek; 2) (zaman)
harcamak, spend (time)
put in its simplest terms = en basit anlatımla
put into effect = yürürlüğe koymak, put into force
put into force = yürürlüğe koymak, put into effect
put into practise = uygulamaya koymak / geçmek
put like that = o şekilde ele alınırsa
put off = 1) ertelemek, postpone; 2) (bir şey)’den
soğutmak, tiksindirmek, repel
put on = 1) (elbise vs.) giymek, wear; 2) (ışık vs.)
açmak, turn on; 3) eklemek, add
put on trial = yargılamak, mahkemeye göndermek
put out = 1) söndürmek, extinguish;
2) sinirlendirmek, upset
put out of = (bir yerden) çıkarmak, dışarı atmak
put over = 1) başarılı / güzel bir şekilde ifade etmek /
anlatmak, (bir şeyin) anlaşılmasını sağlamak,
put across, (She is very good at putting her
views over inmeetings. = Toplantılarda,
görüşlerini güzel bir şekilde ifade etmekte çok
başarılı.); 2) ertelemek, postpone, defer
put pressure on = baskı yapmak, (bir şey yapmaya)
zorlamak
put right = düzeltmek, yoluna koymak, rectify, zıt
anl.= damage, worsen
put the focus on = (bir yer)’e, (bir şey)’e
odaklanmak
put through = 1) (başarılı bir) sonuca ulaştırmak,
implement; 2) (telefonda) bağlamak, connect
put to good use = iyi bir şekilde kullanmak
put to the test = test etmek, teste tabi tutmak
put together = (parçaları) bir araya getirerek üretmek,
birleştirmek, toplamak
put up = 1) (çadır vs.) kurmak, zıt anl.= take down;
2) (poster, ilan, not vs.) asmak, post; 3) (fiyatı)
yükseltmek, arttırmak, increase, (Sales began
to decline after they put up the prices. =
Fiyatları arttırdıklarından beri satışlar düşmeye
başladı.)
put up with = tahammül etmek, dayanmak, tolerate,
(There are many inconveniences and pain that
have to be put up with after you have
undergone a major operation. = Büyük bir
ameliyat geçirdikten sonra, tahammül edilmesi
gereken pek çok rahatsızlık ve acı olur.)
puzzle (fiil) = şaşır(t)mak, hayrete düş(ür)mek,
confuse, baffle
puzzle (isim) = bilmece, bulmaca, baffle
puzzle over = anlamaya / çözmeye çalışmak
puzzlingly = şaşırtıcı, hayret verici, confusing, baffling
Pyramid of the Sun = Güneş Piramidi (Bugün
Meksika sınırları içindeki Teotihuacan antik
kentinde yer alan, Aztekler’den kalma büyük
bir piramit)
www.bademci.com
quadrant of meridian = bir meridyen dairesinin
dörtte biri, kutup ile Ekvator arasındaki uzaklık
quake = yer sarsıntısı, deprem, earthquake
qualified enough = yeterince vasıflı
qualify (for) = (bir iş) için gerekli niteliklere sahip
olmak, hak kazanmak, be eligible (for)
qualitative = nitel, niteleyici, kalitatif
quality = kalite, nitelik, vasıf
quality-control = kalite kontrol (özelliklemühendislik
ve üretim alanlarında, müşteri gereksinimleri
ve standartların yakalanması konularında
çalışmalar yürüten disiplin), quality engineering
quantifiable = miktarı belirlenebilir / ölçülebilir
quantify = nicelemek, sayıya dökmek, count,
measure
quantitative = nicel, kantitatif
quantitative trait = nicel (kantitat if) özellikler
quantity = miktar, nicelik, amount
quantum = (çoğul: quanta) kuantum (fizikte,
genellikle temel parçacıkların enerji ve
momentumlarını tanımlamakta kullanılan
bölünemez birim)
quantum mechanics = kuantum mekaniği (fizik
biliminin, özellikle atomik ve atomaltı
seviyelerde, madde ile enerji arasındaki ilişkiyi
araştıran alanı)
quarter = 1) makam, (kendisinden bir şey gelen
veya beklenen) merci; 2) yer, yön, çevre,
topluluk; 3) çeyrek, one fourth
quarters = (çoğul kullanılır)mahalleler, semtler,
yaşananmekanlar
query = sorgulamak, question
quest = arayış, search
question = 1) doğruluğundan kuşku duymak,
sorgulamak, doubt, dispute; 2) tartışmak,
argue
queue = sıra, kuyruk, waiting line
quintessence = mükemmel bir örnek
quit = bırakmak, vazgeçmek, leave, give up, halt
quite = 1) oldukça, pek, epey; 2) tamamen, (You are
quite right. = Tamamen haklısınız.)
quota = kota (alınmasına / satılmasına / üretilmesine
vs. izin verilen en az ya da en çok miktar)
quote = alıntı yapmak, (bir metinde) tırnak içinde söz
aktarmak
Q Q Q Q Q
www.bademci.com
rabies = kuduz hastalığı
race (fiil) = yarışmak
race (isim) = yarış
racial discrimination = ırk ayrımcılığı
racially = ırk yönünden
racism= ırkçılık
racist = ırkçı
radar reflection = radar yansıması (radar cihazının
gönderdiği ve hedefe çarpıp yansıyarak radara
geri dönen radyo dalgası)
radiate = yayılma, spread out
radiation = yüksek hızlı parçacık veya
elektromanyetik dalgalar yoluyla enerji iletimi,
radyasyon
radiation portal monitor = içinden geçen araçlarda
radyoaktif madde taşınmakta olup olmadığını
anlamaya yarayan, güvenlik aramalarında
insanların içinden geçtiği metal dedektörlerini
andıran bir alet
radiation-therapymachine = radyasyon tedavi
cihazı
radical = radikal, kökten, esaslı, fundamental
radically = alışılmışın çok dışında bir şekilde,
extraordinarily
radioactive = radyoaktif, radyoaktivite ile ilgili
radioisotope thermal generator = radyoaktif
bozunmadan açığa çıkan enerjiyi kullanarak
elektrik üreten jeneratör, radioisotope
thermoelectric generator, RTG
radionuclide = radyonüklid (bir elementin radyoaktif
izotopu)
radius = (çoğul: radii) yarıçap
rage = şiddetle devam etmek, storm, surge
raid = baskın, akın
rain down = (yağmur gibi) yağarak düşmek
rain forest = yağmur ormanı (yüksek miktarda yağış
alan ve yüksek düzeyde biyoçeşitlilik içeren
orman)
rainfall = bir bölgeye, belli bir zaman aralığı içinde
düşen toplam yağış
rainwatermonitoring station = yağış izleme
istasyonu
raise = 1) yükseltmek, arttırmak, elevate, increase,
zıt anl.= lower, decrease; 2) (para) toplamak,
collect, gather; 3) yetiştirmek, büyütmek,
nurture, breed; 4) (soru) sormak
raise doubts = şüphe uyandırmak
rampant = alıp yürümüş, dal budak sarmış,
widespread, uncontrollable, zıt anl.= under
control
random = rasgele, tesadüfi, haphazard, accidental,
zıt anl.= systematic
randomly = düzensiz olarak, rasgele, arbitrarily, zıt
anl.= systematically
range (from . . . to . . .) = 1) (bir şey ile) (başka bir
şey arasında) değişmek, vary (between . . .
and . . .); 2) dizmek, sıralamak, sınıflandırmak,
rate, rank, classify
range = 1) seri, dizi, sıra; 2) erim, menzil; 3) mutfak
ocağı; 4) pek çok, farklı, variety
rank = sırala(n)mak, (örn. bir listede) belli bir sırada
olmak, (Harry Potter series rank first among
the best-selling books of all-time. = Harry
Potter dizisi tüm zamanların en çok satan
kitaplarının başında geliyor.), (Istanbul ranks
among the most popular cities in the world. =
Istanbul, dünyanın en popüler şehirleri
arasında yer alır.)
rank above / below = (birisi)’nden yüksek / aşağı
rütbede / düzeyde olmak
rank fake = yüzde yüz sahte, safi sahtekarlık
rank first = birinci olmak, birinci sırayı almak
rank high = üstlerde olmak, (sıralamada) yukarıda
olmak
rapid = çabuk, hızlı, tez, quick, zıt anl.= slow
rapidly = hızla, çabucak, quickly, fast, zıt anl.= slowly
rare = nadir, az görülür / bulunur, uncommon, scarce,
zıt anl.= common
rarely = nadiren, barely, seldom, zıt anl.= often,
frequently
rarity = nadirlik, seyreklik, rareness, infrequency, zıt
anl.= commonness, amplitude
rash = deride ortaya çıkan kızarıklıklar, kurdeşen,
isilik
rate = 1) hız, sürat, pace; 2) oran, nispet
rate of absorption = emilim oranı
R R R R R
132 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
rate of damage = hasar oranı
rather = oldukça, epeyce, bir hayli, quite, somewhat
rather than = (bir şey)’den çok / ziyade
ratify = onaylamak, tasdik etmek
ratio = oran
ravenous = saldırgan, yırtıcı
raw = ham, işlenmemiş
ray = ışık huzmesi, ışın
reach = ulaşmak, varmak, arrive, come
reach back (to) = eskilere uzanmak, hatırlamak
reach back to a 1993 law = 1993’te çıkartılmış bir
yasayı gündeme taşımak / yasadan
yararlanmak
reach up to = uzanarak (bir şey)’e yetişmeye
çalışmak, uzanmak
react to = (bir şey ya da bir kişi)’ye tepki göstermek,
respond to, oppose
react with = (bir şey) ile (kimyasal) tepkimeye girmek
react chemically = kimyasal reaksiyon göstermek
readily = çabucak, hızla, kolayca, hazırda / kolayda,
zamanında, seve seve, promptly, willingly,
rapidly, easily, zıt anl.= slowly, late, (These
bacteria can be identified readily. = Bu
bakteriler kolaylıkla tanımlanabilir.)
readiness = hazır olma, çabukluk, isteklilik,
preparedness
reading public = halkın okuyan kesimi
readjust = yeniden uyum sağlamak / alışmak
real estate = gayrimenkul (arsa, bina vb. taşınmaz
mal)
real time = gerçek zamanlı olarak, canlı, live
real wage = reel ücret (enflasyonun erittiği kısım
düşülerek hesaplanan gerçek ücret)
realize = 1) farkına varmak; 2) gerçekleştirmek
rearrange = yeniden düzenlemek, reorganize
reason = sebep, neden, cause
reasonable = 1) makul, mantıklı, fair, sound, logical,
zıt anl.= unreasonable; 2) yeteri kadar, uygun
miktarda / ölçüde, (All we need is a
reasonable amount of land and sunlight to
grow our vegetables. = İhtiyacımız olan tek
şey sebzelerimizi yetiştirmeye yetecek kadar
arazi ve güneş ışığı.)
reasonably = makul oranda / düzeyde, oldukça,
acceptably
reassemble = tekrar bir araya getirmek
reassurance = (bir kişinin) endişelerini gidermeye
çalışma, encouragement
rebel = asi
reborn = yeniden doğmuş
rebound (fiil) = çarpıp geri sıçramak, geri tepmek
rebound (isim) = 1) çarpıp geri sıçrama, geri tepme;
2) düzelme, recovery
rebuild = yeniden yapmak / inşa etmek
recall = anımsamak, hatırlamak, remember, zıt anl.=
forget
recast = yeniden biçim vermek
recede = yavaş yavaş azalmak, geri çekilmek
receive = 1) almak, pick up, take, zıt anl.= give, emit;
2) (bakım, ilgi vs.) görmek
receive medical attention = 1) tıbbi müdahale /
bakım görmek; 2) tıbbi çevrelerin ilgisini
çekmek
receive more than one’s share of smt = payına
düşen şeyden fazlasını almak
receive the blame = suçlamaya maruz kalmak,
suçlanmak, suç (onun) üstüne kalmak
recent = (yakın geçmişten bahsederken) en son, en
yakın / yeni, late, current, zıt anl.= past
recent finding = en son bulgu
recently = yakın zamanda, son zamanlarda, lately
receptacle = kap, hazne, container, holder
receptor = reseptör, alıcı
recession = (ekonomide) durgunluk
recessive = çekinik, geri plandaki, diğeri tarafından
bastırılan, withdrawing, zıt anl.= dominant
recipe = 1) formül, yöntem; 2) (yemek vs. için) tarif
recipient = alıcı, hizmet gören
reciprocating = karşılık gelen, dengi olan
recite = ezberden okumak
reckon = sanmak, düşünmek, saymak, hesaplamak,
think, calculate, (Do you reckon it is going to
rain tomorrow? = Yarın yağmur yağacağını
düşünüyor musun?)
reclaim = kullanılabilir hale getirmek, regain
recognise (as) = (olarak) tanımak, remember,
identify, distinguish, zıt anl.= forget
recognise = 1) farkına varmak, realise, acknowledge,
be aware of; 2) (resmi olarak) tanımak,
varlığını kabul etmek
recognised = kabul gören
recognition = kabul, onay, tanıma, popülarite,
acceptance, approval, acknowledgement, zıt
anl.= refusal, rejection
recognizable = tanınabilir, ayırt edilebilir, discernible,
distinguishable
recognizably = tanınabilir / ayırt edilebilir şekilde,
discernibly, distinguishably
ÜDS Sözlüğü - 133
www.bademci.com
recognized citizen = vatandaşlık haklarına sahip
kişi
recombine = birleştirmek, yeniden bir araya
getirmek
recommend = tavsiye etmek, önermek, teklif etmek,
ileri sürmek, offer, suggest
recommendation = tavsiye, öneri, advice,
suggestion, proposal
recommended = tavsiye olunur / edilir, suggested
recommended daily allowance = tavsiye edilen /
önerilen günlük tüketim miktarı
reconcile = aralarını bulmak, uzlaş(tır)mak,
harmonise, integrate, zıt anl.= alienate
reconfigure = tekrar değiştirmek / ayarlamak
reconnaissance = (askeri veya bilimsel amaçlı)
keşif, istihbarat toplama
reconnaissancemission = keşif görevi
reconsider = tekrar ele almak, yeniden incelemek
reconstruct = (kısmen bilinen bir şeyin) bütününü
belirgin hale getirmek, (olayları) yerli yerine
koymak, restructure
reconstruction = yeniden inşa, yeniden yapma /
düzene sokma
record (fiil) = kaydetmek, kayda geçirmek
record (isim) = 1) kayıt; 2) rekor
record levels = rekor düzeyler / seviyeler
record-breaking = rekor kıran
recorded history = kayıtlı / yazılı tarih
recount = anlatmak, hikaye etmek, (bir şeyin
öyküsünü) aktarmak, tell, narrate
recover = 1) iyileşmek, kendine gelmek, improve, get
well, zıt anl.= deteriorate; 2) kurtarmak, geri
kazanmak, salvage
recoverable = yeniden kazanılabilir
recovery = 1) (hastalıktan, yok olmaktan vs.)
kurtulma, iyileşme, cure, remedy, healing,
revival, zıt anl.= deterioration, worsening;
2) yeniden elde etme, telafi, retrieval
recovery ward = ameliyat sonrası derlenme
(kendine gelme) odası
recreate = yeniden yaratmak, reinstitute
recreational = eğlence türünden
recruit = 1) asker toplamak, asker yazmak, enlist;
2) (bir iş için) eleman aramak, işe almak,
employ
recruitment = eleman / personel alma
recur = (hastalık, öksürük vs. için) nüksetmek,
tekrarla(n)mak, happen again, repeat itself
recurrence = yineleme, tekrarlama, repetition
recurrent = yinelenen, tekrarlayan, repetitive, zıt anl.=
single, unique
recurring = tekrarlayan, recurrent
recycling = geri dönüşüm
red blood cell = alyuvar
redate = yeniden tarihlemek
rediscovery = tekrar keşfetme
redistribute = dağılımını değiştirmek, yeniden
dağıtmak
reduce = azal(t)mak, cut down, diminish, decrease,
lower, zıt anl.= increase
reduced = azal(tıl)mış, indirgenmiş
reduced intake = azaltılmış alım / tüketim
reduced mortality = azalan ölüm oranı
reduction = azal(t)ma, in(dir)me, indirim, decrease,
zıt anl.= increase
redundant = 1) gereksiz, unnecessary; 2) işsiz,
unemployed
reef = resif, sığ su kayalığı
re-establish = yeniden kurmak, eski haline
dön(dür)mek, restore
refer to = 1) atıfta / göndermede bulunmak, direct to,
guide; 2) söz etmek, bahsetmek, mention,
bring up; 3) başvurmak, turn to, resort to;
4) (bir şey) ile ilgili olmak, be related to
reference = 1) başvuru, kaynak, source; 2) bahis,
remark, mention
refine = saflaştırmak, arıtmak, düzeltmek, purify,
improve
refined = 1) rafine, arıtılmış, processed, zıt anl.=
coarse, crude; 2) ince, kibar, zarif
refinement = arıtma, saflaştırma
refit = yeniden kullanıma hazır hale getirmek
reflect = yansıtmak, göstermek, show, (The words of
thematron clearly reflected concern over the
patient’s situation. = Başhemşirenin sözleri,
hastanın durumu ile ilgili kaygısını açıkça
yansıtmaktaydı.)
reflection = yansıma
reflux = reflü (yenen yemeğin, uyku vs. esnasında
tekrar ağza gelmesi)
reform (fiil)= ıslah etmek, düzeltmek, improve
reform (isim) = reform, yenilik, improvement, revision
refraction = (ışık için) kırılma
refrain (from) = çekinmek, sakınmak, kendini tutmak,
abstain (from), avoid, zıt anl.= give in, indulge
refreshed = yenilenmiş, tazelenmiş, canlanmış,
revitalized
134 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
refreshingly = canlandırıcı / diriltici / umut verici
şekilde, stimulatingly, zıt anl.= exhaustingly
refrigerant = soğutucu, coolant
refrigerated chamber = soğutulmuş oda
refuge = koruma alanı, barınak, preserve
refuse = geri çevirmek, kabul etmemek, reddetmek,
turn down, reject, zıt anl.= accept
refute = (delillerle) çürütmek, yanlışlığını kanıtlamak,
discredit, invalidate, zıt anl.= confirm
regain = yeniden elde etmek / kazanmak
regard = ilgilen(dir)mek, dikkate almak, pay attention,
consider
regard as = saymak, gözüyle bakmak, (olduğuna)
inanmak, (olarak) görmek / değerlendirmek,
believe, deem, consider as, view as
regard with = (şüphe, korku vs.) ile bakmak /
yaklaşmak
regarding = ile ilgili, with reference to, concerning,
about
regardless of = (bir şey)’e bakılmaksızın / bağlı
olmaksızın, in spite of, without considering
regardless of the fact that. . . = . . . gerçeğine
bakılmaksızın, although, despite the fact that
regardless of their income = gelirlerine
bakılmaksızın
regenerate = yenilemek, yeniden oluş(tur)mak,
iyileşmek, regrow
region = yöre, bölge, alan, çevre, zone, area, location
register (fiil) = 1) kaydetmek, tescil etmek, record;
2) (bir şeye) sahip olduğu görülmek /
gözlemlenmek, anlaşılmak, (Her surprise
registered on her face. = Şaşkınlığı yüzüne
vurmuştu / yüzünden anlaşılıyordu.)
register (isim) = sicil, kayıt
registrar = 1) İngiltere’de orta konumda hastane
doktoru (stajyere üst, uzman doktora ast);
2) kayıt memuru
registry = bkz. register
regret = pişmanlık duymak, esef etmek, feel sorry
(about), repent, zıt anl.= welcome
regrettable = üzüntü veren, pişmanlık uyandıran,
unfortunate, pitiful, zıt anl.= desirable
regrettably = ne yazık ki,maalesef, unfortunately
regular = düzenli, tutarlı, istikrarlı, devamlı,
consistent, steady, zıt anl.= irregular, unsteady,
inconsistent
regular hours = düzenli saatler
regulate = denetim altında tutmak, düzene sokmak,
düzenlemek, ayarlamak, monitor, adjust,
arrange, zıt anl.= upset, confuse, mess up
regulation = düzenleme, denetim, ayarlama, kontrol,
işleyiş, çalışma, arrangement, monitoring,
adjustment, zıt anl.= confusion, messing up
regulator = düzenleyici, kural / kanun koyucu
regulatory = düzenleyici
rehabilitate = hasarını gidermek, rehabilite etmek,
restore
rehabilitation = rehabilitasyon (herhangi bir sebeple
çalışma yeteneği azalmış bir organa ya da
vücut parçasına, uygun egzersiz uygulayarak
tekrar eski güç ve yeteneğini kazandırma)
reign = saltanat, hükümdarlık, rule
reinforce = desteklemek, takviye etmek,
sağlamlaştırmak, güçlendirmek, pekiştirmek,
strengthen, zıt anl.= weaken, (The final
technical report of the accident reinforces the
findings of initial investigations. = Kaza ile ilgili
son teknik rapor, ilk araştırmalarda elde edilen
bulguları destekliyor.)
reinforced = güçlendirilmiş
reinforced concrete = betonarme
reinforcing = destekleyici, takviye edici
reinstate = eski mevkisini / görevini geri vermek
reinstitutionalization = tekrardan bir kuruma /
yapıya dahil etme, tekrar kurumlaştırma
reintroduce = yeniden tanıştırmak, tekrar piyasaya
sunmak, bir yasa vs. ’yi tekrar yürürlüğe
koymak
reintroduction = tekrar ortaya çıkma
reiterate = tekrarlamak, repeat
reject = yadsımak, reddetmek, dismiss, refuse, deny,
zıt anl.= accept
rejected = reddedilmiş, geri çevrilmiş
rejection = ret, geri çevirme
rejuvenate = beslemek, canlandırmak
relapse = 1) sağlığı kötülemek, depreşmek, get
worse; 2) eski kötü huylarına geri dönmek, fall
back
relate = 1) (olaylar, durumlar, insanlar) arasında
bağlantı kurmak, connect, link; 2) (bir şey) ile
ilgili olmak, have a connection with
related = ilgili, bağlantılı, in connection, zıt anl.=
unrelated
related to = (bir şey) ile ilgili
relating to = (bir şey) ile ilgili olarak
relation = bağlantı, ilişki, münasebet
relationship = ilişki, ilinti
relative (isim) = akraba
relative (sıfat) = göreceli
ÜDS Sözlüğü - 135
www.bademci.com
relative to = (bir şey) ile karşılaştırıldığında, (bir
şey)’e nazaran
relatively = göreceli olarak, nispeten, comparatively
relativism = bağıntıcılık, görecelik
relativity theory = görelilik (izafiyet) teorisi
relax = gevşemek, rahatlamak, loosen, zıt anl.=
tighten up
relaxation = gevşeme, dinlenme
relaxed pace = yorucu olmayan tempo
relay = aktarmak, nakletmek, pass on, transmit
release (fiil) = 1) salıvermek, kurtarmak, dışarı
vermek, discharge, liberate, zıt anl.= detain,
imprison; 2) (ilacı bedene) yaymak; 3) (haber,
bildiri vs.) basıp yaymak, (film, albüm vs.)
piyasaya çıkarmak, issue
release (isim) = salma / salıverilme, dışarı verme,
yayma, discharge
release into = (bir şey)’in içine salmak, yayılmak,
vermek
relentless = 1) bitmez tükenmez, endless, (Her
relentless efforts in the clinic were at last
rewarded by a promotion. = Klinikteki bitmez
tükenmez çabaları sonunda bir terfi ile
ödüllendirildi.); 2) acımasız, merhametsiz,
insafsız, pitiless, merciless, (Tuberclosis has
been one of the most relentless enemies of
mankind throughout history. = Tüberküloz,
tarih boyunca insanlığın enmerhametsiz
düşmanlarından birisi olmuştur.)
relevance = ilinti, (konuya) uygunluk, ilişki, bearing,
connection
relevant = konuyla ilgili, yerinde, appropriate, zıt
anl.= irrelevant
reliability = güvenilirlik, credibility
reliable = güvenilir, emin, sağlam, trustworthy,
dependable, zıt anl.= unreliable
reliably = güvenilir bir biçimde, trustily, zıt anl.=
unreliably
reliance = güvenme, bel bağlama, dependence
reliant on = (bir şey)’e güvenen / güvenir bir halde,
bağımlı
relic = (genelliklemanevi değeri olan) kalıntı,
yadigar, kutsal emanet, (There is a plan as to
bringing St. Nicholas’ bones and other relics
back to The Church of St. Nicholas in Demre.
= Aziz Nikolas’ın kemiklerinin ve diğer kutsal
emanetlerinin Demre’deki Aziz Nikolas
Kilisesi’ne getirilmesine dair bir plan var.)
relief = 1) ferahlama, rahatlatma, alleviation;
2) yardım, help; 3) nöbeti devralan kişi
relief supplies = yardım malzemesi
relief workers = kurtarma ekibi (çalışanları), rescue
workers
relieve = 1) rahatlatmak, ferahlatmak, dindirmek,
hafifletmek, yatıştırmak, azaltmak, alleviate,
ease, comfort, zıt anl.= aggravate, intensify;
2) kurtarmak, rescue; 3) nöbeti devralmak
religious = 1) dinsel, din ile ilgili; 2) dindar, pious
reluctance = isteksizlik, gönülsüzlük, unwillingness,
zıt anl.= keenness, (It was with reluctance that
I accepted their invitation because I was too
busy to attend any such occasion. =
Davetlerini gönülsüzce kabul ettim, zira öyle
bir olaya katılamayacak kadar meşguldüm.)
reluctant = isteksiz, gönülsüz, unwilling, hesitant,
uneager, zıt anl.= willing, eager
reluctantly = isteksizce, gönülsüzce, unwillingly, zıt
anl.= willingly, eagerly
rely on = 1) (bir şey ya da bir kişi)‘ye güvenmek /
itimat etmek / bel bağlamak / bağımlı olmak,
depend on, entrust, zıt anl.= distrust; 2) (bir
şey ya da birisi)’nin yardımıyla (bir işi)
başarmak, (Today we rely on computers to
perform innumerable tasks. = Bugün pek çok
işi bilgisayarların yardımıyla başarmaktayız.)
REM = uykuda rüyaların görüldüğü süreç, rapid eye
movement
remain = değişmeden kalmak, durumunu korumak,
stay, zıt anl.= vary
remain awake = uyanık kalmak, stay awake, zıt anl.=
fall asleep
remain stable = sabit kalmak, değişmemek
remain uncurtailed = azalmadan kalmak
remain virtually unchallenged = neredeyse
rakipsiz olmak
remaining = geriye kalan
remains = (çoğul kullanılır) 1) kalıntı(lar), arta kalan,
harabe, ruin, leftover; 2) ceset, corpse, (His
remains were never found. = Cesedi hiç
bulunamadı.)
re-make = yeniden / baştan yapmak
remarkable = dikkate değer, olağanüstü, notable,
extraordinary, zıt anl.= ordinary
remarkably = dikkate değer bir şekilde, belirgin bir
şekilde, considerably, noticeably, zıt anl.=
slightly
remedy (fiil) = çaresini bulmak, düzeltmek, cure,
treat, restore
136 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
remedy (isim) = çare, ilaç, deva, cure, relief
reminder = hatırlatma, hatırlatıcı şey
remission = hafifle(t)me, azal(t)ma, alleviation,
relaxation, zıt anl.= worsening
remnant = 1) kalıntı, arta kalan şey; 2) parça kumaş
remote = 1) uzak, distant, (His stories are too remote
from everyday life. = Hikayeleri, gündelik
hayattan çok uzak.); 2) etkisini geç gösteren
remote-control = uzaktan kumanda
remote-controlled = uzaktan kumandalı / kumanda
edilen
remotely = uzaktan, uzaktan kumanda ile, from a
distance, zıt anl.= closely
remotely operated = uzaktan kumandalı
remoteness = uzak olma
removal = yerini değiştirme, ortadan kaldırma
remove = 1) ortadan kaldırmak, çıkarmak, take
away, eliminate, zıt anl.= install; 2) (kabuk,
kılçık vs. için) temizlemek, çıkarmak;
3) (vücuttan dışarı) atmak, çıkarmak
render = 1) vermek, sağlamak, give, provide, supply;
2) belli bir duruma / hale getirmek, make
renew = yenilemek, onarmak, re-establish, mend
renewable = yenilenebilir
renewable energy = yenilenebilir enerji
renewable resources = yenilenebilir kaynaklar
renovate = yenilemek, tadilat yapmak, recondition,
restore
renovation = yenileme, tadilat
rental site = (araç vs. için) kiralama noktası
reorder = yeniden düzenlemek
reorganisation = yeniden düzenle(n)me
repair = onarmak, düzeltmek, iyileştirmek
repay = geri vermek, ödemek, return, pay back
repeat = tekrarla(n)mak, yinele(n)mek, (Will you
please repeat what I say? = Lütfen benim
söylediklerimi tekrarlar mısınız?), (History
repeats itself. = Tarih tekerrürden (tekrardan)
ibarettir.)
repeatedly = tekrar tekrar, defalarca, over and over
repetition = tekrar, recurrence
repetitive = yinelenen, tekrarlayan, recurrent, zıt anl.=
single, unique
replace = (bir başkası)’nın yerini almak / yerine
geçmek, yenilemek, change, substitute,
supplant
replace with = (bir şeyi başka bir şey) ile değiştirmek,
substitute
replacement = replasman, yenileme, değiştirme,
yerine koyma, yerini alma, yer değiştirme,
substitution
replacement kidney = (eskisinin yerine)
nakledilecek böbrek
replenish = tekrar doldurmak
replenishment = (bir kaptaki eksilmiş olan sıvıyı vs.)
doldurma, yenileme
replica = kopya
replicate (fiil) = 1) (hücre bölünmesiyle vs.)
çoğalmak, multiply; 2) benzerini / kopyasını
yapmak, duplicate
replicate (isim) = 1) yinelenen deney / deneme;
2) aslına çok yakın ya da tamamen benzeri
kopya, tıpkı basım, replica
replication = 1) tekrar(lama), yineleme, yinelenen
deney / deneme; 2) kopya, tekrarlamak yolu ile
üretilen şey, copy, replica, replicate
report (fiil) = rapor etmek, bildirmek
report (isim) = 1) rapor; 2) karne; 3) haber
reportedly = bildirilene göre, anlatılana göre
reporting staff = muhabirlik yapan personel
repository = ambar, depo
represent = 1) temsil etmek, simgelemek, örneği
olmak, act as; 2) göstermek, betimlemek,
depict, display, correspond to
representation = tasvir, betimleme
representative = 1) örnek, tipik, exemplary, typical;
2) mümessil, temsilci
representative democracy = temsili demokrasi
(halkın, egemenliğini, seçtiği temsilciler
aracılığı ile kullandığı, kararların bu temsilciler
tarafından alındığı demokrasi türü)
reprocessing plant = yeniden işleme tesisi
reproduce = 1) kopyalamak, taklit etmek, imitate,
redo, make more; 2) üremek, çoğalmak,
yavrulamak, propagate
reproduction = üreme, reprodüksiyon
reproductive = reprodüktif (üreyebilen), yavrulayan,
çoğalan, yeniden oluşturan, fruitful, fertile, zıt
anl.= infertile
reproductively = üreme bakımından / ile ilgili olarak
repulsive = itici, tiksindirici, repellent, revolting
reputable = saygın, respectable, esteemed, zıt anl.=
disreputable
reputably = saygın bir şekilde, honourably
reputation = ün, şöhret, nam, ad, credit, esteem
repute = ad, şöhret
reputedly = sözde, güya, rivayete göre, according to
general belief
ÜDS Sözlüğü - 137
www.bademci.com
request (fiil) = talep etmek, demand, ask for
request (isim) = istek, rica, dilek, demand
require = (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek,
zorunlu kılmak, ask, call for, compel, oblige,
demand
requirement = gereksinim, ihtiyaç, talep, necessity,
claim
requisite = gerekli şey, necessity
research = araştırma
research position = (üniversitedeki) araştırma(cı)
pozisyonu
researcher = araştırmacı
resemblance = benzerlik, similarity, zıt anl.=
distinction
resemble = benzemek, andırmak, look / be like, take
after, zıt anl.= differ from
resent = içerlemek
resentful = küskün, dargın, gücenik, offended
reserve = saklı tutmak, ayırmak
reserves = rezerv, kaynaklar, supplies
reservoir = hazne, havza, depo, rezervuar
reset = yeniden ayarlamak / başlatmak
re-settle = yeniden yerleşmek, göçmek, taşınmak
resettlement = yeni bir yere / bölgeye yerleşme
reshape = yeniden şekillendirmek, alter
reside = ikamet etmek, oturmak, live, dwell
residency = 1) ikametgah, mesken, residence;
2) doktorluk ihtisas devresi
resident = bir yerde oturan kimse, sakin, dweller,
inhabitant
residential = 1) yatılı; 2) ikamet ile ilgili, (residential
area = ikamet alanı, konutlar için ayrılmış
bölge)
residual = artık, arta kalan, leftover, remaining
residue = artık, kalıntı, leftover, remainder
resiliency = esneklik, elastikiyet, elasticity
resilient = çabuk iyileşebilen, kendini çabuk
toparlayan, güçlükleri yenme yeteneği olan
resin = reçine
resist = direnmek, karşı koymak, oppose, withstand,
confront, zıt anl.= surrender, yield to
resistance = direniş, karşı koyma, hindrance,
opposition
resistant (to) = dayanıklı, dirençli, enduring, hardy,
zıt anl.= delicate, tender
resistivity = özdirenç (birim uzunluktaki bir
materyalin, içinden geçen elektrik akımına
gösterdiği direnç)
resolution = 1) karar, çözüm, decision; 2) çözünürlük
(bilgisayar ekranı, fotoğraf makinesi gibi
cihazların detayları görüntüleme kapasitesi)
resolve = 1) çözmek, solve; 2) karar vermek, decide;
3) azalmak, iyiye gitmek, recover
resort = tatil beldesi, dinlenme yeri
resort to = (çare olarak bir şey)’e başvurmak,
employ
resource = kaynak, olanak, supply, means
respect = 1) (kurala) uymak, obey; 2) itibar
göstermek, regard highly
respectability = saygınlık, dignity, zıt anl.= vulgarity
respectful = saygılı
respective = (birden fazla unsur için) her birinin ayrı
ayrı (özelliklerinden bahsederken)
respectively = sırasıyla, (birden fazla unsur için) her
birinin ayrı ayrı (özelliklerinden bahsederken),
(The cities of Basle and Brussles are in
Switzerland and in Belgium respectively. =
Basel ve Brüksel kentleri sırasıyla İsviçre ve
Belçika’dadır.)
respiration = soluma, hava alıp verme
respiratory = solunumla ilgili, solunuma ait
respiratory bronchiole = akciğerlerde hava
keseciklerine kadar ulaşan en küçük kanallar
respiratory surface = solunum yüzeyi (canlılarda
akciğer, solungaç gibi gaz alışverişinin
gerçekleştiği kısım)
respiratory system = solunum sistemi
respite = erteleme, mola, pause, relief
respond (to) = karşılık vermek, tepki göstermek,
react (to)
response = yanıt, karşılık, tepki, reply, reaction
responsibility = sorumluluk, yükümlülük, blame,
liability, zıt anl.= immunity, exemption
responsible (for) = (bir şeyden) sorumlu, (bir şeyin)
sorumlusu, zıt anl.= irresponsible
responsive = 1) duyarlı, hassas; 2) cevap vermeye
istekli, reactive, zıt anl.= unresponsive
rest = 1) (‘the rest’ şeklinde kullanılır) geri kalan
kısım; 2) dinlenme
rest on = (bir şey)’e dayanmak, (bir şey)’den destek
almak, (kökünü / temelini bir yerden) almak,
üzerinde bulunmak, count on, depend on, be
supported by
rest with = (bir kişi)’nin sorumluluğunda olmak, be
(under) the responsibility of
rested = dinlenmiş, relaxed
resting blood pressure reading = istirahat halinde
tansiyon ölçümü
138 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
restless = hiç durmayan, huzursuz, hurried, uneasy,
zıt anl.= calm, peaceful
restless leg syndrome = huzursuz ayak / bacak
sendromu (huzursuzluk nedeniyle ayakları /
bacakları devamlı hareket ettirme hali)
restorative= şifalı, iyileştirici, healing, curative
restore = restore etmek, eski haline döndürmek, fix,
reestablish, reconstruct
restrain = 1) dizginlemek, kontrol altına almak,
control, zıt anl.= set free; 2) kısıtlamak,
sınırlamak, suppress, zıt anl.= relieve
restraint = kısıtlama, dizginleme, baskı, restriction,
control, suppression, zıt anl.= relief,
indulgence
restrict = kısıtlamak, sınırlamak, limit, restrain, zıt
anl.= broaden, enlarge
restricted = 1) yasak, forbidden; 2) kısıtlı, sınırlı,
limited, confined, zıt anl.= free, unlimited
restricted = kısıtlı, sınırlı, yasaklanmış, yasak,
limited, zıt anl.= free, unlimited, (The town is
announced to be a restricted area barred to
people and journalists without special
authorisation. = Kasaba, özel izni olmayan
gazeteciler ve halk için yasak bölge ilan edildi.)
restriction = kısıtlama, limitation
restrictive = kısıtlayıcı, sınırlayıcı, limiting
restructure = yeniden yapılandırmak, reorganise
restructuring = yeniden yapılandırma
result from = (bir şey)’den meydana gelmek / çıkmak
/ doğmak / kaynaklanmak, (bir şey)’in sonucu
olmak, be caused by, come from
result in = (bir şey) ile sonuçlanmak, (bir şey)’e yol
açmak / neden olmak, cause
resulting = sonuç olarak ortaya çıkan, sonuçtaki
resume = yeniden başlamak, kalınan yerden devam
etmek, continue, restart, carry on, zıt anl.=
abandon, suspend
resumption = yeniden başlama, sürdürme
resurgence = tekrar faaliyete geçme, aktif hale
gelme, canlanma, revival
resurrect = yeniden diriltmek / canlandırmak / ortaya
çıkarmak, revive
resuscitation = yaşama döndürme, canlandırma,
diriltme, revival
retain = 1) tutmak, alıkoymak, muhafaza etmek,
kendinde saklamak, sahip olmak, keep, hold,
zıt anl.= give up, let go; 2) akılda tutmak, keep
in (one’s) mind
retaliation = (bir saldırıya) yanıt / karşılık, karşı
saldırı, reaction
retardation = retardasyon (zeka vs. için gerilik)
retention = 1) alıkoyma, tutma, holding, keeping, zıt
anl.= release; 2) hafızada / akılda tutma,
keeping inmemory, zıt anl.= forget
rethink = yeniden / tekrar düşünmek
retire = emekliye ayrılmak
retirement = emeklilik
retract = geri / içeri çek(il)mek, withdraw
return = 1) geri dön(dür)mek, geri gitmek, go back;
2) geri verme, iade etme
return to favour = şansı dönmek, yeniden popüler
olmak
return to power = iktidara dönmek
return to prominence = tekrar ünlenmek / rağbet
görmek
return to the fore = tekrar ön plana çıkmak
reveal = göstermek, açığa vurmak, ortaya çıkarmak,
tell, show, disclose, zıt anl.= conceal, hide
revelation = 1) açığa çık(ar)ma, keşif, disclosure, zıt
anl.= covering up; 2) vahiy, ayet
revenue = gelir, kazanç, hasılat, income
reverberate = yankılanmak, aksetmek
revere = hürmet etmek, saygı göstermek
reversal = 1) (bir siyasi anlayışı, kararı vs.) köklü bir
şekilde değiştirme; 2) (işlerin vs.) tersine
dönmesi
reverse (fiil) = (pervaneyi vs.) ters yönde çalıştırmak,
tornistan etmek, tersine / geri çevirmek,
change to the contrary
reverse (sıfat) = aksi, ters, geri, opposite, contrary,
backward, zıt anl.= forward, parallel, same
reversible = geri döndürülebilir, eski haline
getirilebilir, zıt anl.= irreversible
revert to = (bir şey)’e geri gitmek, (bir şey)’e dönmek
review = yeniden gözden geçirmek, yeniden
incelemek, go over
revise = gözden geçirip düzeltmek, modify
revision = gözden geçirip düzeltme, modification
revitalize = yeniden canlandırmak, diriltmek, revive
revival = 1) yeniden canlanma, diriliş, uyanış; 2) (film,
tiyatro oyunu için) geçmişte sahnelenmiş bir
eseri (farklı oyuncular ve farklı yorum ile)
yeniden sahneleme, remake
revive = canlan(dır)mak, (yeniden) hayat vermek
revolt = isyan, ayaklanma
revolution = devrim
revolutionary = devrimci, çığır açan, devrim
niteliğinde
revolutionise = devrim niteliğinde değişiklik
yaratmak, tabuları yıkmak, tamamen
değiştirmek
ÜDS Sözlüğü - 139
www.bademci.com
revolve = bir nokta veya eksen etrafında dönmek
reward = ödül, prize, zıt anl.= punishment
rewarding = doyurucu, tatmin edici, satisfactory
rewind = geri almak, (kaseti) geri sarmak, fastforward
rewire = (elektrik tesisatını) yeniden bağlamak /
çalışır hale getirmek
Reye’s syndrome = Reye sendromu (genellikle
çocuklarda, muhtemelen virüs enfeksiyonuna
bağlı olarak gelişen, kusma, baş ağrısı,
zihinsel işlevlerde bozukluk gibi belirtilerle
başlayıp kısa zamanda bilinç kaybı ve ölüme
uzanabilen akut hastalık)
rhetorical = söz sanatına özgü
rheumatoid arthritis = romatoid artrit (genellikle el
parmakları, el ve ayak bilekleri, ayak, kalça ve
omuz eklemlerinde görülen ve şekil
bozukluklarına yol açan eklem iltihabı)
rhodanese = rodanaz (hücre ve bakterilerde
bulunan, kristalize olabilen ve katalizör görevi
görerek siyaniti zararsız hale getiren bir tür
enzim)
rhyme = uyak, kafiye
rhythm = ritm, beat
rib = kaburga
ribozyme = ribonükleik asit enzimi (diğer RNA
moleküllerinin bölünmesinde katalizör olarak
görev gören RNA molekülü)
rice hull = pirincin dış kabuğu
rice-based diet = pirince dayalı beslenme
rich in vitamins = vitamin bakımından zengin
riches = zenginlikler
Richter Scale = Richter Ölçeği (sismolojide
kullanılan, dünya genelindemeydana gelen
depremlerin aletsel büyüklüklerini ve sarsıntı
oranlarını belirleyen ve sınıflara ayıran
uluslararası bir ölçüm birimi)
rickets = raşitizm (çocuklarda D vitamini eksikliği ve
yeterince güneş ışığı görmeme sebebiyle
oluşan, kemik yumuşaması ile belirgin bir
hastalık)
rid of = (bir şey)’den kurtarmak, free from, relieve
rid (oneself) of = (kendini) (bir şey)’den kurtarmak,
break free from
ridge = (coğrafya terimi olarak) sırt, küçük dağ
sırası, dağ silsilesi
ridicule = alay konusu etmek, gülünç duruma
düşürmek
ridiculous = gülünç, saçma, silly
right (fiil) = düzeltmek
right (isim) = 1) hak, (Arabic women must stand up
for their voting rights. = Arap kadınlar oy
verme hakları için seslerini yükseltmeliler.);
2) sağ (taraf), zıt anl.= left
right across = her tarafına, throughout, (The disease
spread right across the country. = Hastalık,
ülkenin her tarafına yayıldı.)
right across the world = dünyanın diğer ucu(ndaki)
right away = hemen, derhal, at once, immediately
right from the very start = ta en başından beri
right of appeal = temyiz hakkı, üst mahkemeye
itirazda bulunma hakkı
right-hand side = sağ taraf, zıt anl.= left-hand side
rightly = haklı olarak, correctly
right-wing = sağcı
rigid = katı, sert, şekli bozulmayan, eğilip
bükülmeyen, sağlam, dayanıklı, firm, zıt anl.=
flexible, floppy, deformable
rigidity = katılık, sertlik, strictness, zıt anl.= lenience
rigidly = sıkıca, sağlam bir şekilde, stiffly, zıt anl.=
loosely
rigorous = özenli, dikkatli, sıkı, kurallardan
şaşmayan, strict, tight, zıt anl.= lax, relaxed
rim = kenar, border, edge
riot = ayaklanma, başkaldırı, isyan
rioter = isyancı, asi, ayaklanmacı, rebel, insurgent
ripe = olgun
ripen = olgunlaş(tır)mak, mature
rise = yükselmek, artmak, tırmanmak, increase, zıt
anl.= decrease
rise to importance = önem kazanmak
rise to the challenge = zorluklara göğüs germek,
(bir duruma vs.) meydan okumaya
hazırlanmak
risk of infection = enfeksiyon riski (bulaşma
tehlikesi)
risk-free = tehlikesiz
risk-taking = risk alan
risky = riskli, unsafe, zıt anl.= safe
ritual = ayin, adet
rival (fiil) = (birisi) ile rekabet etmek, (birisi) kadar iyi
olmak, compete with
rival (isim) = rakip, opponent, competitor
rivalry = rekabet, competition
RNA = ribonükleik asit (protein sentezinde rol alan
genetik materyal), ribonucleic acid
roar = gürleme, kükreme
roast = (kahve çekirdeği vs. için) kavurmak, (et ve
diğer yemekler için) fırında pişirmek
140 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
rob (of) = yağma / talan etmek, elinden almak,
çalmak, yoksun bırakmak, take, steal
robotics = robot bilimi
robust = sağlam, gürbüz, güçlü, dinç, sound, strong,
zıt anl.= frail, weak
rogue = beklenmedik, unexpected
rogue state = uluslararası antlaşmaları tanımayan,
kendi başına buyruk, düzen bozucu ülke
role model = rol modeli, örnek alınan kişi veya şey
roll (on / by) = (zaman için) geçip gitmek
Roman = Romalı, Roma’ya veya Roma Devri’ne ait
Roman Empire = Roma İmparatorluğu (M. Ö. 1. yy
ile M. S. 4. yy arasında tümAkdeniz havzası
çevresine egemen olmuş ve edebiyat, hukuk,
mühendislik, mimari alanlarında derin kültürel
izler bırakmış, para ve ölçü birimleri
konusunda standartlar geliştirmiş,
Makedonya’danMezopotamya’ya kadar tüm
bölgeleri, döşediği taş yollar ile birbirine
bağlamış, Türkiye’de bulunan Side, Perge,
Aspendos, Myra gibi tanınmış antik kentlerde
kalıntıları görülebilen tiyatro, hamam, bazilika
gibi binaların yüzde doksanından fazlasının
yapımına önayak olmuş, büyük ekonomik ve
askeri gücü ile egemenlik alanındaki halkları
özellikleM. S. 2. yy içerisinde savaşlardan
uzak, refah içinde yaşatarak “Roma Barışı”
diye bir kavramın oluşmasını sağlamış,
dünyanın gelmiş geçmiş en büyük
imparatorluklarından biri)
Roman times = Roma Devri (M. Ö. 30 ile M. S. 376
yılları arasında kalan dönem)
root out = ayıklayıp atmak, kökünü kazımak,
kökünden sökmek
rot = çürümek, decompose, go bad
rotary = dönel, (bir eksen etrafında) dönen
rotate = 1) (kendi ekseni veyamerkezi etrafında)
dön(dür)mek; 2) (bir işi) sırayla yapmak
rotation = 1) (kendi ekseni veyamerkezi etrafında)
dönme; 2) (personel, ekin vs. için) rotasyon,
(eleman ya da ekin türünü değiştirme işi)
rough = 1) kaba, takribi, approximate, zıt anl.=
accurate, precise, exact; 2) zor, sıkıntılı;
3) engebeli
roughly = kabaca, yaklaşık olarak, aşağı yukarı,
approximately, about, more or less; zıt anl.=
accurately, exactly
route = hat, güzergah, rota
routine = rutin, düzen (aynı işin / işlerin belli
aralıklarla tekrar edilmesi)
routinely = rutin olarak
row = sıra, dizi
royalty = 1) imtiyaz / patent / telif hakkı / ücreti;
2) kraliyet ailesi
rubber bullet = plastik mermi
rubber-coated = plastik kaplı
rubbish = 1) saçma, saçmalık, nonsense; 2) çerçöp,
döküntü, garbage
ruin (fiil) = harap / perişan etmek, yıkmak, devastate,
destroy, zıt anl.= restore, construct
ruin (isim) = yıkım, yıkılma, çöküş, tahrip, downfall
ruined = harabe halinde, yıkıntı halde, devastated,
derelict, destroyed, zıt anl.= restored,
reconstructed
ruins = yıkıntı, kalıntı, harabe, remains
rule = karar vermek, hükmetmek, judge, decide
rule of law = 1) hukuk kuralı; 2) hukukun üstünlüğü
rule of survival = hayatta kalma kuralı
rule out = yok saymak, ortadan kaldırmak, devre dışı
bırakmak, önlemek, meydan vermemek,
engellemek, elemek, exclude, zıt anl.= include
ruler = 1) ülke yöneticisi; 2) cetvel
ruling = 1) yasa, kural, hüküm; 2) hüküm verme,
karar alma
run = 1) işletmek, çalıştırmak, yönetmek, operate,
manage; 2) (ilacı damarlara vs.) enjekte
etmek
run about = etrafta koş(uş)turmak
run aground = karaya oturmak
run away from = (bir yer / birisi / bir şey)’den kaçmak,
escape from
run counter (to) = (bir şeyin) aksi yönünde olmak /
seyretmek
run down = 1) kötülemek, aleyhinde konuşmak;
2) azal(t)mak, küçül(t)mek
run in a family = bir aileye ait bir vasıf / özellik olmak,
o ailede sıkça görülmek
run off the same system = aynı sistemi kullanarak
çalışmak
run on = 1) durmadan konuşmak; 2) (zaman)
geçmek, pass; 3) (bir şey) ile çalışmak,
operate on
run out (of) = 1) yit(ir)mek, bit(ir)mek, tükenmek,
tüketmek, exhaust, use up, deplete, (I am
afraid we have run out of antibiotics. =
Korkarım ki antibiyotiğimiz tükendi.);
2) geçerliliğini yitirmek, expire
run over = 1) ezmek; 2) taşmak; 3) tekrarlamak,
gözden geçirmek
run through = 1) çabucak tüketmek, israf etmek,
use up; 2) (kılıç, bıçak vs. ile) delmek, delip
geçmek, pierce
ÜDS Sözlüğü - 141
www.bademci.com
run up = art(tır)mak, yüksel(t)mek, rise, raise,
increase, zıt anl.= fall, decrease
running cost = işletmemaliyeti
running water = su tesisatından sağlanan / akan su
runway = pist, uçak pisti, tarmac
rupture (fiil) = kırmak, yırtmak, break, tear apart
rupture (isim) = yırtık, kırık, kırılma
rural = kırsal, taşra, köy hayatına ait, kentsel
olmayan, zıt anl.= urban
rush (fiil) = 1) koşarak gitmek, acele et(tir)mek, hurry,
zıt anl.= delay, linger; 2) saldırmak, hızla
akmak
rush (isim) = koşuşturma, acele etme
rushing = hızla akan
rush hour traffic = trafiğin en yoğun olduğu saat(ler)
www.bademci.com
sacred = kutsal
sacrifice = feda etmek, give up, forfeit
sad = üzgün, üzücü, depressed, depressing, zıt anl.=
cheerful
safe = emniyetli, güvenli, secure, harmless, zıt anl.=
dangerous, hazardous
safe haven = güvenli sığınak
safeguard = korumak, kollamak, himaye etmek,
muhafaza etmek, protect
safely = güvenli bir şekilde
safety = emniyet, güvenlik, security, refuge, zıt anl.=
danger, hazard
safety rule = emniyet kuralı, emniyet yönergesi
sail = yelken
sales literature = satış sloganları, reklam / tanıtım
yazıları
saline = tuz içeren (serum ve benzeri sıvı)
salinity = tuzluluk derecesi
salmon farming = çiftliklerde somon balığı
yetiştiriciliği
salon = salon, sergi salonu
sample (fiil) = denemek, try
sample (isim) = örnek, numune, example, specimen
sampling = örneklem(e)
sanction = 1) yaptırım, ceza; 2) onay, kanun, karar
sanctuary = kutsal yer, mabet
sandstone = kumtaşı (kum tanesi büyüklüğünde
mineral veya kaya tozlarından oluşmuş bir
tortul kayaç türü)
sandstorm-scoured = kum fırtınaları tarafından
aşındırılmış, kum fırtınaları sebebiyle
erozyona uğramış
sane = aklı başında, zihinsel bir hastalığı olmayan,
zıt anl.= insane
sanitary = sıhhi, sağlıkla ilgili
sanitary condition = hijyen, temizlik
sanitary sewer = sıhhi kanalizasyon tesisatı
sanitation = 1) sanitasyon (temiz, hijyenik olma hali);
2) temizleme, hijyenik hale getirme
sassafras = Kuzey Amerika veAsya’da yetişen bir
tür küçük ağaç
satellite = uydu
satellite-borne = uyduya yerleştirilmiş
satiate = doyurmak, tatmin etmek
satiation = doygunluk
satiety = doyum, doygunluk, fullness
satiety centre = (beyindeki) doyma / tokluk merkezi
satisfactorily = tatmin edici bir şekilde, adequately, zıt
anl.= unsatisfactorily, poorly
satisfactory = doyurucu, tatmin edici, rewarding,
acceptable, adequate, zıt anl.= unsatisfactory,
poor
saturate (with) = doyurmak, emdirmek
saturated = doymuş
saturated fat = doymuş yağ, zıt anl.= unsaturated fat
saturation = doyma, doygunluk
save up = bir süre içinde yavaş yavaş biriktirmek
say = örneğin, söz gelimi
scale = ölçek, derece, skala
scale model = ölçekli model
scaling = pullanma, pul pul olma
scan (fiil) = 1) taramak (ışınların hareketini algılayan
bir aygıtla görüntülemek); 2) yakından
incelemek browse, look through
scan (isim) = tarama, yakın inceleme
scandal = skandal, rezalet, kepazelik
scandalous = skandallarla / kepazeliklerle dolu,
utanç verici, rezil, shameful
Scandinavia= İskandinavya (KuzeyAvrupa’da,
Norveç, İsveç ve Finlandiya’yı içeren
yarımada)
scanning tunnellingmicroscope = kuantum
tünelleme yöntemiyle çalışan, maddeleri atom
seviyesinde görüntülemeye yarayan
mikroskop
scant = sınırlı, yetersiz, az, limited, inadequate, zıt
anl.= abundant, ample
scar (fiil) = yara izi bırakmak
scar (isim) = yara izi
scarce = az bulunur, kıt, rare, scant
scarcely = nadiren, güçlükle, çok az, barely, hardly,
zıt anl.= enough, sufficiently, (She is not a
friend of mine. I scarcely know her. = O benim
arkadaşlarımdan biri değil; onu çok az
tanıyorum.)
scarcity = kıtlık, az bulunma, deficiency, inadequacy,
zıt anl.= abundance
S S S S S
ÜDS Sözlüğü - 143
www.bademci.com
scare = korku
scare away = korkutup kaçırmak
scarlet fever = kızıl hastalığı
scary = korkutucu, ürkütücü
scatter = serpmek, saçmak, dağıtmak, yaymak,
disperse
scattered = (oraya buraya) dağılmış, yayılmış,
dispersed
scene = manzara, görüntü, sahne, olay, sight
scene of disaster = felaket bölgesi
scenery = doğal manzara
scenic = manzaralı
scent = koku, smell, odour
sceptic = şüpheci kimse
sceptically = kuşkucu bir şekilde, suspiciously
scepticism = kuşkuculuk, şüphecilik
schedule = program, tarife, ders programı
scheduled = programlanmış
scheduled for = (belli bir zaman)’da
(gerçekleştirilmek üzere) programlanmış /
planlanmış
scheme = hareket planı, proje, düzen, tertip, strategy,
(If one scheme of happiness fails, human
nature turns to another. = Eğer bir mutluluk
planı başarısızlığa uğrarsa, insan doğası bir
başka plana yönelir.)
schizophrenia= şizofreni hastalığı
scholar = bilgin, akademisyen
scholarship = 1) bilim; 2) burs
school = ekol, okul
schooling = eğitim, education
science fiction = bilimkurgu
scientific = bilimsel
scientific definition = bilimsel tanım
scientific discovery = bilimsel buluş
scientific potential = bilimsel potansiyel
scoff at = (bir şey) ile alay etmek, (bir şey)’i
küçümsemek
scope = 1) kapsam, saha, alan, faaliyet alanı, range,
extent; 2) fırsat, olanak
score = puan
scores of = çok sayıda (score = 20, scores of =
yirmilerce (düzinelerce gibi bir ifade)), lots of
scourge = 1) bela, felaket; 2) kırbaç
scouring = aşındırma
scrape = sürtmek
scratch = kaşımak, tırmalamak
scream = çığlık
screen = 1) incelemeden geçirmek, monitor;
2) gizlemek, korumak, perdelemek, hide,
conceal
screening = tarama, (belirli niteliklere sahip şey veya
kişilerin kapsamlı araştırmalar sonucunda
belirlenmesi)
screening programme = tarama programı (belli bir
hastalığı belirleme amacıyla insanların
muayeneden geçirilmesi / taranması)
screening test = eleme testi, tarama testi
screw thread = vida dişi (vida bedeninin
çevresindeki sarmallardan her biri)
script = el yazısı
scroll = parşömen tomarı / rulosu
scrutiny = derinlemesine inceleme, araştırma,
investigation
scuba diver = (oksijen tüpü ile dalan) balıkadam,
dalgıç
sculpt = heykel yapmak
sculpture = yontu, heykel, heykeltıraşlık
scurvy = iskorbit (yetersiz C vitamini alımına bağlı,
eskiden denizciler arasında yaygın olan bir
hastalık)
sea bindweed = denize yakın kumullarda yaşayan
pembe-mor çiçekli asma türü bir bitki
seabed = deniz dibi
seafloor = deniz tabanı
seafood harvest = deniz mahsulleri hasadı
seal (fiil) = 1) sızdırmayacak / ayrılmayacak şekilde
birleştirmek; 2) mühürlemek
seal (isim) = 1) fok; 2) mühür
seal off = sızdırmayacak şekilde kapamak,
mühürlemek, block off
seamount = sualtı dağı (zirvesi de dahil, tamamı
denizin altında bulunan dağ)
seaport = liman
sea-route = deniz yolu
seashell = deniz kabuğu
season = sezon, mevsim, dönem, period
seasonal = mevsimlik, bir mevsime özgü
seat (fiil) = otur(t)mak, oturacak yer sağlamak
seat (isim) = 1) (herhangi bir konuda otorite olan)
merkez (şehir, kurum vs.); 2) koltuk
seaward = denize doğru
seaweed = deniz yosunu
second year running = üst üste ikinci yıl
secondary = ikinci derecede, sekonder, ikincil, tali,
subordinate, subsidiary, zıt anl.= fundamental,
essential, primary
144 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
secondary condition = ikincil sağlık sorunu (bir
hastalıktan kaynaklanan nispeten daha
önemsiz ikinci bir rahatsızlık, örn. diyabete
bağlı gelişen böbrek yetersizliği)
second-hand smoke = pasif sigara dumanı (sigara
içmeyen insanları etkileyen sigara dumanı)
second-rate = (kalite bakımından) ikinci sınıf, düşük
kalitede
secret = sır, gizem, esrar
secrete = salgılamak
secretion = salgılama, salgı
sect = mezhep
sectarian = mezhepler ile ilgili, mezhepsel
section = kısım, kesim, parça, dilim, kesit, part
secular = laik (dinsel konular ile devlet yönetimini
ayrı tutan)
secure = güvence altına almak, ele geçirmek,
sağlamak, ensure
securities = menkul kıymetler (bir finansal değeri
temsil eden banknot, hisse senedi, tahvil gibi
belgeler)
security = güvenlik, protection
sedate = (hastayı operasyon vs. öncesi) uyutmak,
ilaçla sakinleştirmek
sedation = (yatıştırıcı bir ilaçla) yatıştırma,
sakinleştirme
sedative = sakinleştirici, sedatif (ilaç)
sedentary = hareketsiz olarak devamlı oturan,
oturarak geçirilen / yapılan
sediment = tortu, çökelti
seduce = ayartmak, kanına girmek, baştan
çıkartmak
sedum = damkoruğu bitkisi
see at a glance = ilk bakışta görmek / farkına
varmak
see (to it) (that) = . . . olduğundan emin ol(un), (See
to it that he eats plenty of meat. = Bol miktarda
et yesin / yedirin / yediğinden emin olun.)
see off = (bir kişiyi) geçirmek / uğurlamak / yolcu
etmek
see through = (zor bir durumda) desteklemek,
yardım etmek, support, help
seed = tohum
seed coat = tohum kabuğu
seek = 1) (bir şey yapma)’ya çalışmak, try (to);
2) aramak, araştırmak, peşine düşmek,
inquire, look for, pursue
seek to do smt = bir şey yapmaya çabalamak, bir şey
yapmak için uğraşmak
seek waiver = (aleyhte bir kuralın / kanunun
uygulanmasından) vazgeçilmesini istemek,
(bir tür) taviz / ödün beklemek
seeker = arayan kişi
seem to = (bir şey yapar) gibi görünmek, (bir şey)
olduğu anlaşılmak, appear to
seem to be = gibi görünmek, appear to be
seemingly = görünüşe göre, apparently
seep = sızmak
segment = parça, bölüm, kısım, kesim, dilim
segregation = fark gözetme, ayrı tutma, ayrım
seismologist = sismolog (deprembilimci)
seize = tutmak, yakalamak, el koymak, ele geçirmek,
grab, catch, get, take, take over, zıt anl.= give
up, release, free
seize on = alıp kullanmaya hevesli olmak, hook onto
seizure = (sara vs. hastalıklar nedeniyle geçirilen)
nöbet
seldom = nadiren, pek az, seyrek, rarely, zıt anl.=
often
selected = seçilmiş
selection = seçim, seçme şeyler bütünü, seçki,
collection
selective = seçici (kişi), özellikle itinayla seçilmiş
(şey)
selectively = seçici olmaya çalışarak, titizlikle,
discriminatingly, carefully
self-confidence = kendine güven
self-esteem = özsaygı, haysiyet
self-maintenance = kendini idame etme, kendi
kendine bakma
self-perception = kendini idrak / algılama / kavrama
self-replicating = kendi kendini çoğaltan
self-satisfaction = kendinden hoşnut olma
self-sufficient = kendine yeterli, zıt anl.= dependent
self-supporting = kendi kendine yeterli
semester = sömestr, yarıyıl
semiconducting = yarı iletken özellik gösteren
semiconductor = yarı iletken (elektronik devre
üretiminde kullanılan bir tür malzeme)
semi-dome = yarım kubbe
seminal = kendisinden sonrakilere kaynak teşkil
eden türden (araştırma / çalışma)
semi-saline = yarı tuzlu
semi-settled = yarı yerleşik
semi-transparent = yarı-saydam
send for = (birisi)’ni çağırtmak, (bir şey) getirtmek,
summon
ÜDS Sözlüğü - 145
www.bademci.com
send off = 1) (mektup, paket vs.) göndermek,
postaya vermek; 2) yolcu etmek
send out for = (bir şeyin) gönderilmesi için sipariş
vermek
send smt tumbling = bir şeyi devirmek / yıkmak
Senegal = Senegal (Batı Afrika’da yer alan bir ülke)
senescence = yaşlılık, senesans
senile = bunak, eli ayağı tutmaz olmuş, infirm
senior = yaşça büyük, kıdemli / üst düzey
senior management = kıdemli / üst düzey
yöneticiler
sensation = 1) duyu, duygu, duyarlık, feeling,
emotion; 2) heyecan uyandıran olay,
sansasyon
sense = algılamak, anlamak, sezmek, perceive,
grasp
sense of community = topluluk / birliktelik duygusu,
bir gruba ait olma hissi
sense of humour = espri / mizah anlayışı
sense of pattern = desen anlayışı
sensibility = ayırt etme yetisi, duyarlılık
sensible = mantıklı, akla uygun, aklı başında,
realistic, rational, zıt anl.= foolish, insensible
sensibly = mantıklı bir şekilde, akıllıca, reasonably,
zıt anl.= foolishly
sensitive = duygulu, duyarlı, hassas, alıngan,
emotional, delicate, zıt anl.= insensitive, thickskinned
sensitively = duyarlı şekilde, hassas biçimde,
sympathetically
sensitivity = duyarlılık, hassasiyet, responsiveness,
zıt anl.= insensitivity
sensory neuron = duyusal nöron / sinir
sensory response = duyusal tepki
sensuous = duyulara hitap eden, exciting, sensual
sentence = karar, hüküm
sentence of death = idam kararı
sentence smo to (a punishment) = ceza vermek,
(bir şey)’e mahkum etmek, punish smo with (a
punishment)
sentiment = duygu, düşünce, emotion, opinion
separate (fiil) = ayırmak, birbirinden uzaklaştırmak,
bölmek, zıt anl.= unify
separate (isim) = (birbirinden) ayrı, bağımsız, farklı,
unconnected, unrelated, zıt anl.= united
separation = ayrılma, ayırma, birbirinden
uzaklaştırma, break-up, split, zıt anl.=
unification
separatism = ayrılıkçılık
septic sore throat = septik (mikrobik) farenjit
sequence (fiil) = sıralamak, birbirini izlemek, birbiri
ardına gelmek, order
sequence (isim) = ardışıklık, sıra, dizi, sekans, (The
paintings of the artist are exhibited in a
chronological sequence. = Ressamın tabloları,
kronolojik bir sıra içerisinde sergilenmiş.)
sequenced = sıralanmış, dizilmiş
sequencing = sıraya sokma
serene = berrak, durgun, dingin, huzurlu, tranquil,
peaceful
series = dizi, seri, sıra
serious = ciddi, önemli, significant
serious health consequence = (bir şeyin sonucu
olarak ortaya çıkan) ciddi sağlık problemi
seriously = önemli ölçüde, ciddi miktarda
serve (to) = (bir şey)’e faydası olmak / hizmet etmek,
cevap vermek, perform
serve a purpose = bir amaca hizmet etmek
serve as = görevini görmek, (bir şey)’e yaramak,
…olarak hizmet etmek
serve to = (bir şey)’e yaramak
serve up = sağlamak, temin etmek, provide
service (fiil) = hizmet etmek, serve
service (isim) = hizmet, servis
serving = porsiyon
session = (tedavi, tartışma, sınav vb. amaçlarla
yapılan) oturum, celse
set (fiil) = 1) ayarlamak, yerleştirmek; 2) (ateş için)
yakmak
set (isim) = seri, dizi
set a good example = iyi örnek olmak, iyi bir örnek
oluşturmak
set aside = 1) bir tarafa koymak, kenara bırakmak;
2) feshetmek, iptal etmek
set back = (ilerlemesini) geciktirmek, geriye atmak,
delay
set down = 1) (kural vs.) koymak / belirlemek, fix,
establish; 2) yazarak kaydetmek, record
set down to = (bir şey)’i bir nedene bağlamak
set foot = (bir işe / yere) adımını atmak
set in = 1) (hastalık vs. için) kalıcı hale gelmek,
yerleşmek, develop, become, established;
2) yerine otur(t)mak, yerleş(tir)mek, fit into, fix
in
set in motion = harekete geçirmek, başlatmak, start
set off = 1) çalıştırmak, başlatmak, start; 2) (bir işe)
girişmek; 3) yola çıkmak
set out = başlamak, yola koyulmak, girişmek,
embark (on), start, begin, commence, leave,
set off, zıt anl.= stay, halt
146 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
set over = (bir şeyi bir şeyin) üstüne yatırmak /
koymak
set up = (sistem, bina vs.) kurmak, dikmek, inşa
etmek, institute, erect, build, found, zıt anl.=
destroy, demolish, abolish
setback = aksama, başarısızlık, misfortune,
disappointment, zıt anl.= breakthrough
setting = 1) (bir romanın vs. konusunun geçtiği)
mekan ve zaman; 2) ortam, dekor
settle = 1) (bir yere) yerleş(tir)mek, iskân etmek,
dwell, inhabit; 2) halletmek, çözmek, karara
varmak / bağlamak, conclude, resolve
settle back = çökmek, çökerek yerleşmek
settle down = 1) (bir yere) yerleşmek / yerleşmeyi
tamamlamak; 2) uslanmak, yola gelmek,
sakinleşmek, calm
settle on = (konusunda) karara varmak, mutabık
kalmak, decide on
settlement = 1) yerleşim yeri, community; 2) ödeme,
payment
sever = ayırmak, ayrılmak, kop(ar)mak, kır(ıl)mak,
break, (While he was chopping wood, his hand
was severed. = Ağaç keserken eli koptu.)
several = ikiden çok, çok, pek çok, many, various
severe = sert, katı, şiddetli, ciddi, firm, hard, rigid,
serious, difficult, zıt anl.= soft, mild
severely = sertçe, şiddetle, harshly, sharply, zıt anl.=
softly, leniently
severity = sertlik, şiddet, ciddiyet, harshness,
seriousness
sewage = pis su, lağım suyu, waste
sewerage = kanalizasyon
sewing machine = dikişmakinesi
sextant = sekstant (eskiden genellikle gemiciler
tarafından kullanılan ve yıldızlar arasındaki
açısal uzaklıkları ölçerek yön bulmaya yarayan
alet)
shadow = gölge
shadowed = 1) gölge altında; 2) (ayın) karanlık
tarafında
shaft = şaft, mil
shake = sarsmak, sallamak
shallow = derin olmayan, sığ
shape = şekil
share (fiil) = paylaşmak
share (isim) = 1) kısım, kesim; 2) pay
share a common origin = ortak bir köke / geçmişe
sahip olmak
share in = pay sahibi olmak, rol almak, participate in
shark = köpekbalığı
sharply = 1) sertçe, harshly, sternly, zıt anl.= lightly,
gently; 2) keskin bir şekilde, aniden büyük
miktarda
shatter = 1) paramparça etmek, tuzla buz etmek,
smash; 2) bozmak, harap etmek, ruin
shear = kırpmak, (yün) kırkmak, biçmek
shearing = kesme, kırkma
shed (fiil) = 1) (yaprak, gözyaşı, tüy vs.) dökmek;
2) (bir şey)’i aydınlatmak (bilgi vermek);
3) (ışık vs.) yaymak, diffuse; 4) (bir şey)’den
kurtulmak, üstünden atmak
shed (isim) = 1) sundurma; 2) baraka; 3) hangar
shed light on = (bir olay vs.)’yi aydınlatmak, (bir
olay)’a ışık tutmak
shed new light on = (bir şey)’i yeni bir anlayışla
açıklamak / aydınlatmak
sheep-rearing = koyun yetiştirme
sheer = saf, halis, yalnız, ancak, tam, pure, complete
sheer nonsense = safi saçmalık
shell = (yumurta, salyangoz vs. için) kabuk
shelter (fiil) = 1) korumak, örtmek, cover;
2) sığınmak, take refuge (in)
shelter (isim) = sığınak, barınak, korunak
sheltered = korunmuş, korunaklı
shield (fiil) = korumak, siper olmak, protect
shield (isim) = kalkan
shift = kaymak, yönelmek, değişmek, switch, alter
shift from …to . . . = (bir şey)’den (bir şey)’e kaymak,
yön değiştirmek, sapmak, switch from . . . to . .
shift position = pozisyon değiştirmek
shipping = gemicilik, gemi ile gönderme
shipyard = tersane
shock wave = şok dalgası
shoot (fiil) = ateş etmek
shoot (isim) = filiz, sürgün
shop display material = dükkanda sergilenecek
malzeme
shoplifting = dükkanlardanmal çalma
shortage = eksiklik, kıtlık, deficiency, scarcity, zıt
anl.= abundance
shortcomings = eksiklikler, kusurlar, deficiencies
shortcut = kestirme, kısa yol
shortfall = eksik, açık, deficit, shortage
short-lived = kısa ömürlü, kısa süreli, geçici
short-lived benefit = kısa ömürlü fayda
shortness of breath = nefes darlığı
short-term = kısa vadeli / süreli, yakın zamanlı, zıt
anl.= long-term
short-term memory = kısa süreli hafıza
ÜDS Sözlüğü - 147
www.bademci.com
short-wavelength = dalga boyu kısa olan
shot = 1) fotoğraf, picture; 2) enjeksiyon, iğne,
injection
should demand exceed supply = talep arzdan fazla
olursa
shoulder = sırtlamak
show off = gösteriş yapmak, caka satmak
show up = 1) gözükmek, meydana / ortaya çıkmak,
appear, zıt anl.= disappear; 2) (bir toplantı
vs.)’ye gelmek / katılmak, attend
shower = (bir şey)’e boğmak, yağdırmak
shrewd = kurnaz, açıkgöz, clever, artful, zıt anl.=
stupid
shrine = kutsal yer, yatır, türbe
shrink = 1) (kumaş vs. için) çekmek, contract;
2) azal(t)mak, değeri(ni) azal(t)mak, diminish
shrinkage = 1) fire (üretimde kullanılmak üzere
(kesilme vb.) işlemlerden geçirildikten sonra
hammadenin arta kalan kısmı);
2) (yıkandıktan sonra kumaşta meydana
gelen) küçülme, çekme
shroud = kaplamak, örtmek, gizlemek, gömmek,
bury, conceal, zıt anl.= expose, reveal
shrubby = çalı ile kaplı, çalılık
shun = (bir şey)’den uzak durmak, avoid, evade
shut down = kapamak, faaliyetini durdurmak, close
down
shuttle = mekik
Siberia = Sibirya (Kuzey Rusya’da bir bölge)
sibling = kardeş
Sicily = Sicilya (İtalya’ya bağlı bir ada), Sicilia
sick = hasta, rahatsız
sickle cell anaemia = orak hücre anemisi (genetik
bir bozukluk sebebiyle alyuvarların orak şekilli
olması sebebiyle oluşan anemi), sicklemia
side benefit = faydalı yan etki
side effect = yan etki, adverse effect
side with = (bir şey / birisi)’nin tarafını tutmak /
yanında yer almak
sidestep = (bir şey)’i bertaraf etmek, (bir şey)’den
kaçınmak, avoid, bypass, zıt anl.= confront,
seek
siesta = siesta (İspanya ve Latin Amerika’nın
İspanyol etkisi altındaki kesimine özgü
geleneksel öğle uykusu), şekerleme
sift out = inceleyerek bir grubu diğer bir gruptan
ayırmak, sort out, classify
sight = görüş, görme yetisi, manzara, vision, scene
sign (fiil) = imzalamak, imza etmek
sign (isim) = işaret, belirti, gösterge, signal, indication
sign language = işaret dili
signal = (bir olayın) sinyalini vermek, habercisi
olmak, indicate, signify
significance = önem, importance
significant = kayda / dikkate değer, önemli,
considerable, important, zıt anl.= insignificant,
unimportant, (Meat offers a significant amount
of protein. = Et, kayda değer miktarda protein
sağlar.)
significantly = epeyce, oldukça, önemli ölçüde, büyük
oranda, considerably, substantially, zıt anl.=
slightly, insignificantly
signify = 1) göstermek, belirtmek, show; 2) anlamına
gelmek, mean, stand for
silent = sessiz, quiet, zıt anl.= audible, loud
silicate sheetminerals = silikat levhamineralleri
(granitin aşınması ile oluşan, genellikle ince
pullar halinde bulunanmineraller)
silicon solar cell = silikon güneş pili (temel
malzemesi silikon olan güneş pili)
silicon-on-insulator technology = yarıiletken
üretiminde, geleneksel silikonmalzeme yerine
silikon-yalıtkan-silikon düzeninde bir
tabakalanmanın kullanıldığı yöntem
silver-clad = gümüş kaplı
similar (to) = yakın, benzer, akin (to), alike, zıt anl.=
different
similarity = benzerlik, resemblance, zıt anl.=
distinction
similarly = keza, bunun gibi, benzer şekilde, likewise
simple = sade, basit, easy, uncomplicated,
elementary, zıt anl.= complicated, difficult
simplicity = sadelik, basitlik, plainness, zıt anl.=
difficulty
simplistic = (gerçekçi olmayan ve aşırı bir şekilde)
basite indirgenmiş, dar kapsamlı, zıt anl.=
comprehensive
simulation = simülasyon (belli bir durumun veya
koşulların, bilgisayar ortamında
canlandırılması)
simultaneous = aynı anda, eşzamanlı, concurrent
simultaneously = aynı anda (olan / yapılan),
eşzamanlı, concurrently, synchronically, zıt
anl.= consecutively
sincere = içten, samimi, açık yürekli, frank, genuine,
zıt anl.= insincere, false
single = tek, bir, one, sole
single digit = tek haneli (sayı)
single-storey = tek katlı
singly = tek başına, individually
sinister = uğursuz, kötü
148 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
sink = 1) (değer, seviye vs. için) azalmak, decrease;
2) batmak
sink into poverty = yoksulluğa düşmek, yoksulluk
batağına saplanmak
sinus headache = sinuzal başağrısı (sinüslerin
tıkanması ya da enfekte olması nedeniyle
çekilen başağrısı)
sit on = (bir şikayetin, talebin vs.) üstüne oturmak /
yatmak, işlem yapmayı geciktirmek, (That
GSM company has been sitting on my
complaint for a month. = O GSM firması bir
aydır yaptığım şikayetin üstüne yatıyor.)
sit with an upright trunk = gövde dimdik olacak
şekilde oturmak
site = 1) yer, yerleşim; 2) sit alanı; 3) inşaat sahası,
şantiye; 4) bölge, bölüm, location
site-specific = mekana özgü
situation = durum, vaziyet, state of affairs
sizeable = oldukça büyük, big, large, zıt anl.= small,
tiny
skeletal = iskelete ait, iskeletle ilgili, (skeletal size =
iskelet büyüklüğü)
skeletal system = iskelet sistemi
skeleton = iskelet
sketch = skeç (asıl tasarım veya resim hakkında fikir
vermek ve planlamayı kolaylaştırmak amacıyla
yapılan kabataslak çalışma), taslak, kroki
skilfully = becerikli bir şekilde, maharetle
skill = ustalık, hüner, beceri, expertise, ability
skilled = yetenekli,marifetli, ehil
skin = deri, cilt
skin stimulation = (bir ağrıyı dindirmek vs. için
akupunktur yönteminde olduğu gibi) derinin
uyarılması2
skip = (gidilmesi gereken bir yere) gitmemek, (bir işi
vs.) es geçmek, (okul) asmak, avoid, escape
ski-resort = kayak tatili beldesi
skull = kafatası
skylight = dam penceresi
skyscraper = gökdelen
slab = inşaatta kullanılan kalın ve yassı parça, kalın
dilim / levha
slack water = (akıntının olmadığı) durgun su
slam = şiddetle (ve gürültü ile) çarpmak
slap = vurmak, tokat atmak, çarpmak
slave = köle, esir, zıt anl.= master
slavery = kölelik
sleep aid = uyumaya yardımcı ilaç
sleep apnea = uyku apnesi (uyku sırasında
solunumun zaman zaman 15-30 saniye süren
kesintiler göstermesi)
sleep face-down = yüzükoyun uyumak
sleep on one’s side = yan yatarak uyumak
sleep through = (bir gürültü vs. ’ye rağmen)
uyumaya devam etmek, (bir şey boyunca)
uyumak
sleepiness = uyuklama hali
slender = ince uzun
slide = kaymak, kayarak gitmek
slight = ufak ve ince yapılı, küçük
slightly = az miktarda, yüzeysel, bir parça, a little,
insignificantly, zıt anl.= immensely
slip = (ıslak, cilalı zemin vs. ’de) kaymak, slide
slip into = (gırtlağa, göze, kulağa, odaya vs.)
(yemek, su, toz, böcek vs.) kaçmak / girmek
slippage = performans düşüklüğü, kayma, düşüş
sloping = meyilli
slot = (uçak için) sefer
slotting = yarık / delik açma
slowdown = yavaşlama, azalma, retardation,
decline
sluggish = yavaş, durgun, kesat, dragging, zıt anl.=
active, energetic
slump = (fiyat, oy, müşteri sayısı vs. ’de) belirgin
düşüş
slur = sözü ağızda geveler gibi konuşmak, (He was
slurring his words like a drunk. = Bir sarhoş
gibi kelimeleri ağzında geveliyordu.)
small bowel obstruction = ince bağırsak tıkanması
small intestine = ince bağırsak
small-scale = küçük çaplı
smart = zeki, yetenekli, işlevsel, brilliant
Smart Cut = akıllı kesim tekniği (yarıiletken
üretiminde kullanılan ve SOITEC adlı bir firma
tarafından geliştirilmiş olan özel bir kristal
kesim tekniği)3
smelt = madeni eritmek
smog = (endüstrinin yol açtığı) kirli hava kütlesi,
dumanlı sis, (Black smog reduced visibility to
about fifty metres. = Siyah sis görüş
mesafesini yaklaşık elli metreye düşürdü.)
smoke inhalation = duman inhalasyonu (duman
soluma)
smoke plume = havada uzanan duman
smoking-related = sigaradan kaynaklanan
smoothly = pürüzsüzce, sorunsuzca
smother = boğmak, havasız bırakmak
ÜDS Sözlüğü - 149
www.bademci.com
smuggle = kaçakçılık yapmak, gümrükten kaçırmak
snack on = (bir şeyler) atıştırmak
sniff = koklamak, koku almak amacıyla burundan
hızlı hızlı nefes almak
snore = horlamak
snoring = horlama
snout = hayvanlarda burun, ağız ve çeneyi içeren
ileri çıkık kısım, nozzle
snowfall = bir bölgeye belli bir zaman aralığında
yağan toplam kar miktarı
snowflake = kar tanesi
so as to = (bir şey) yapabilmek için / yapacak
şekilde, in order to
so far = şimdiye kadar, bugüne dek, şu ana kadar, up
to now, (up) until now, to date
so far as = kadar, kadarıyla, as far as, (So far as I
am concerned. . . = Bana kalırsa / göre. . .)
so far as possible = mümkün olabildiğince, eğer
mümkünse
so little is known = o kadar az şey biliniyor ki
so long as = sürece, müddetçe, as long as
so that = öyle ki …, . . . mek / . . . mak için, in order
that
SO2 = sülfür dioksit (volkanlardan ve kimi endüstriyel
işlemlerden ortaya çıkan, çevre için zararlı,
bozuk yumurtaya benzeyen kokusu ile tanınan
bir gaz), sulphur dioxide
soar = yükselmek, artmak, (yukarıya) fırlamak,
süzülerek uçmak, ascend, glide
so-called = 1) sözde, (It was one of his so-called
friends who supplied him with the drugs that
killed him. = Onu öldüren, ona uyuşturucu
sağlayan sözde arkadaşlarından birisiydi.);
2) denilen, adı verilen (fazlaca bilinmeyen
şeyler için), (It isn’t yet clear how destructive
this so-called “super virus” is. = Bu “süper
virüs” denilen şeyin ne kadar zararlı olduğu
henüz bilinmiyor.)
soccer = futbol
social ill = sosyal sorun, social problem
social isolation = toplumdan soyutlanma
social psychologist = sosyal psikolog (toplumsal
şartların insanlar üzerindeki etkisini araştıran
bilim insanı)
social safety net = sosyal güvenlik ağı
(vatandaşların temel ihtiyaçlarını güvence
altına almak amacıyla devletin sağladığı
sağlık, iş bulma, evsizleri barındırma gibi
hizmetlerin bütünü)
social scientist = sosyal bilimci (dünyanın ve
yaşamın insani ve toplumsal yönlerini
inceleyen bilim insanı)
social space = (parklar, alışverişmerkezleri gibi)
sosyal mekanlar
socialisation = sosyalleşme
socially-minded = sosyal kaygılar güden, insanları
düşünen
society = dernek, topluluk, toplum
socioeconomic status = sosyoekonomik statü
(bireyin bir toplum içindeki ekonomik durumu)
socket = oyuk, yuva
sodium chlorate = sodyum klorat (renksiz bir tuz
olup ayrık otlarını yok etmek için ve antiseptik
olarak kullanılır), NaClO3
sodiumnitrite = sodyum nitrit (özellikle et ve balık
ürünlerinin boyanmasında kullanılan ve
kanserojen olduğundan şüphelenilen madde),
NaNO
sodiumthiosulphate = sodyum tiyosülfat
(fotoğrafçılıkta kullanılan bir tür kimyasal
madde)
soft tissue = yumuşak doku
soften = yumuşatmak
software = yazılım (bilgisayar programı)
soil = toprak(lar)
soil core samples = topraktaki tabakalanmayı
görmek amacı ile çıkarılmış silindir şekilli
örnek
soil-marks = topraktaki izler
solar = güneşle ilgili
solar cell = güneş paneli / pili (güneş ışığından
elektrik elde etmeye yarayan cihaz)
solar system = Güneş Sistemi
solar year = güneş yılı (365 gün)
solar-type = güneş benzeri
soldier = asker
sole = yalnız, tek, yegane, only
solely = sadece, yalnızca, tek başına, only, just,
merely
solicitor = avukat
solid (isim) = 1) katı madde / hal; 2) cisim (yüzeyleri
arasında tamamen kapalı bir hacim oluşturan
üç boyutlu şekil)
solid (sıfat) = 1) katı; 2) sağlam, güvenilir, sound,
reliable, zıt anl.= unreliable; 3) bütün
solid wood = masif ahşap
solidarity = dayanışma, birlik
solidity = elle tutulur olma, belli bir şekle sahip olma
solitary = yalnız, tek başına, lonely
solo = (gösteri vs. için) tek başına (yapılan)
soluble = çözünebilir, eriyebilir
150 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
solute = solüt, çözelti (bir solüsyon içinde çözünmüş
madde)
solvable = çözülebilir, halledilebilir, resolvable, zıt
anl.= insolvable
somatic = somatik, bedensel (zihinsel değil,
vücudun fiziki yapısıyla ilgili olan), (a somatic
disease = bedensel bir hastalık)
some = 1) bazı; 2) yaklaşık; 3) tam, certain,
particular
somehow = bir şekilde, her nasılsa, bir yolunu bulup,
nedense, in some way, for some reason, (Her
recovery has somehow encouraged others
who are suffering from the same ailment. =
Onun iyileşmesi, her nasılsa aynı hastalıktan
muzdarip diğer insanlara da cesaret verdi.)
something of a battlefield = zorlu bir savaş alanı
something over = (bir miktar)’ın biraz üzerinde, (bir
miktar)’dan biraz fazla
somewhat = biraz, bir dereceye kadar
sooner or later = er (ya da) geç
soot = is, kurum
soothe = sakinleştirmek, yatıştırmak, calm, ease, zıt
anl.= excite, aggravate
sooty = isli, kurumlu, duman rengi
sophisticated = ileri düzeyde, gelişmiş, komplike,
rafine, ince zevk sahiplerine hitap eden,
advanced, elaborated, refined, complex, zıt
anl.= simple, naive
sophistication = olgunlaşma, gelişmişlik
sore throat = farenjit, pharyngitis
soreness = ağrı, vücutta kırıklık / kırgınlık
sorry = üzücü, kötü, fena
sort out = 1) düzenlemek, sınıflandırmak, classify;
2) (sorun vs.) çözmek, yoluna koymak, settle,
solve
soul-deadening = ağır depresyona neden olan
sound = 1) sağlam, sağlıklı, esaslı, güvenilir, solid,
healthy, reliable, safe, secure, zıt anl.=
unhealthy, unreliable; 2) makul, akla yakın,
mantıklı, reasonable, intelligent, fair
sound barrier = ses duvarı (ses hızı)
sound interesting = ilginç görünmek / kulağa ilginç
gelmek
source = kaynak, köken, origin, root, supply
souring = ekşime, bozulma
sovereignty = egemenlik, dominion
soybean = soya fasulyesi
spa = ılıca, kaplıca
space = uzay
space port = uzay limanı
space probe = uzay sondası (küçük, insansız uzay
aracı)
space shuttle = uzay mekiği
space sickness = uzay tutması (uzayda yerçekimsiz
ortamda bedenin dengesini sağlayamaması
sonucu bulantı, baş dönmesi gibi belirtiler ile
ortaya çıkan rahatsızlık)
space-bound = 1) uzayda mahsur kalmış; 2) (roket
vs. için) uzaya doğru yükselmekte
spacecraft = uzay aracı
space-related = uzay ile ilgili
span (fiil) = (bir süreyi) kapsamak, bir yandan bir
yana uza(n)mak, stretch
span (isim) = 1) süre, duration, term; 2) köprünün
ayakları arasındaki açıklık; 3) karış
spare = kıymamak, (tatsız bir şeyden) kurtarmak,
relieve / save (from)
sparingly = tutumlu bir şekilde, thriftily, zıt anl.=
extravagantly
spark (fiil) = tetiklemek, kışkırtmak, ateşlemek,
trigger, provoke
spark (isim) = kıvılcım
spark off = harekete geçirmek, set off
sparklingly = pırıltılı bir şekilde, brilliantly, glowingly
sparsely = seyrek bir şekilde, zıt anl.= densely
spatial = uzaya ait / uzaysal / mekanla ilgili (uzaklık,
yön, alan gibi mekana veya içindekilere ait
(özellikler))
speak directly to this important question =
doğrudan bu önemli soruna eğilmek / bu
önemli sorun ile ilgili olmak
special effects = özel efektler
specialisation = uzmanlaşma
specialisation of labour = işgücünün
uzmanlaşması
specialist = uzman
specialize in = (bir konuda) uzmanlaşmak
specialty = uzmanlık alanı, profession
species = (hem tekil hem çoğul) cins, tür
specific = belirli, distinct, particular, zıt anl.= general
specifically = özel olarak, özellikle, especially,
particularly, zıt anl.= generally
specified = belirlenmiş
specify = 1) belirlemek, belirtmek, indicate, pinpoint;
2) koşul olarak öne sürmek, stipulate
specimen = örnek, numune
spectacle = 1) görülecek / görülesi şey; 2) dehşet
verici manzara
spectacular = muhteşem, harika, görkemli,
wonderful, astonishing
ÜDS Sözlüğü - 151
www.bademci.com
spectator = seyirci, izleyici
spectrum = spektrum, tayf (pek çok farklı değeri,
rengi vs. birarada gösteren bir çeşit
gruplandırma, örn. visible spectrum of light =
göz ile görülebilen ışığın kırmızıdanmora
kadar olan tonlarını içeren gruplandırma),
(over a wide spectrum of our lives =
hayatlarımızın çok farklı alanlarında)
speculate = (elde yeterli veri olmadan bir şey
hakkında) fikir yürütmek, spekülasyon yapmak
speculation = spekülasyon (kaynağı belli olmayan ve
/ veya dayanağı güçlü olmayan iddia), (borsa,
ticari değer vs. için) spekülasyon, tahmin
speech defect = konuşma bozukluğu
speech motor centre = motor konuşma merkezi
(beynin, konuşma için gerekli kas ve eklem
hareketlerini koordine eden bölümü), Broca’s
center
speed up = hızlandırmak, çabuklaştırmak,
accelerate, zıt anl.= delay, retard
speedboat = sürat motoru
speedily = hızlı / çabuk bir şekilde, fast, quickly, zıt
anl.= slowly
spell = 1) süre; 2) nöbet; 3) büyü
spend on = (bir şey için) para harcamak
spending = harcama
spending power = alım gücü
sperm = sperm (erkek üreme hücresi)
sperm whale = kaşalot balinası (eskiden özellikle
yağı için avlanan iri, yırtıcı ve genellikle siyah
renkli bir balina türü)
sphere = 1) küre, globe; 2) alan
spherical = (şekil itibarı ile) küresel, küreye benzer,
globular
spice = baharat
spicy = baharatlı
spin (fiil) = 1) dön(dür)mek, turn, rotate; 2) daireler
çizerek dikine düşmek; 3) (yün, pamuk vs.
için) eğirmek, örmek
spin (isim) = dönüş, dönme hareketi
spinal column = belkemiği, omurga, spinal kolon
spinal cord = spinal kord (omurilik)
spinal tap = omurilik sıvısı almak için iğneyle yapılan
girişim, ponksiyon, puncture
spine = 1) omurga; 2) kitap / dergi sırtı
spinning wheel = çıkrık (eskiden yün eğirmekte
kullanılan çark)
spiral = dönerek genişleyen, iç içe daireleri andıran
sarmal şekil
spiral nebula = sarmal yapılı yıldız takımı
spiralled = sarmal şekilli, burgulu
spirit = 1) ruh; 2) anlam; 3) gayret, heves
spirometer = spirometre (nefes ölçer)
spleen = dalak
splendid = harika, muhteşem, beautiful, gorgeous
split (into) = (ikiye, üçe, gruplara vs.) böl(ün)mek /
ayırmak / ayrılmak, break up (into), divide
(into), zıt anl.= join, come / bring together
split = çatla(t)mak, yar(ıl)mak, böl(ün)mek, divide,
break up, come / pull apart, zıt anl.= join
spoil = boz(ul)mak, berbat etmek / olmak, ruin,
impair, zıt anl.= enhance, help
sponge = sünger
spongy = süngerimsi
spontaneity = kendiliğinden oluş
spontaneous = spontane, kendiliğinden olan,
anında yapılan, unplanned, automatic, zıt anl.=
planned, calculated
spontaneously = aynı anda
sporadically = münferit, tek tük, dağınık, düzensiz
spore = spor (alg, mantar ve bazı bitkilerin yaydığı
üreme hücreleri)
spot (fiil) = seçmek, görmek, (yerini) bulmak, detect,
locate
spot (isim) = bölge, nokta, (küçük) yer
spouse = (evlilikte erkek ya da kadın) eş
spray = fışkırtmak, yayarak püskürtmek
spread (fiil) = yay(ıl)mak, yaygınlaşmak, dağılmak,
kaplamak, istila etmek, bürümek, sarmak,
(duvara boya, ekmeğe reçel vs.) sürmek,
disperse, disseminate, circulate, expand, zıt
anl.= shrink
spread (isim) = yay(ıl)ma, yaygınlaşma, expansion,
zıt anl.= reduction
spring from = (bir şey)’den kaynaklanmak, originate,
emerge
spring up = türemek, birdenbiremeydana gelmek,
emerge, zıt anl.= disappear, fade
spring-loaded = yay ile kurulmuş
spur = mahmuzlamak, dürtüklemek, teşvik etmek,
incite, trigger
spy = casus
spying = casusluk
square = 1) kare; 2) (köy, kent vs. için) meydan
square root = karekök
squeeze = ezmek, sıkmak, suyunu çıkarmak,
zorlayarak almak, press, extract, extort
squeeze into = dar bir geçitten içeri girmek,
sıkışarak girmek
152 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
Sri Lanka = Sri Lanka (Hindistan’ın güneyinde yer
alan bir ada ülkesi)
stabilisation = sabitlenme, dengelenme, steadiness,
zıt anl.= variation
stability = sağlamlık, katılık, zıt anl.= instability
stabilize = sabitle(n)mek, dengele(n)mek, otur(t)mak,
settle, balance
stable = tutarlı, istikrarlı, kararlı, sabit, değişmeyen,
devamlı, sağlam, steady, consistent, zıt anl.=
unstable, unsteady, shaky, variable
staff = 1) personel; 2) (devlet kuruluşundaki) kadro
stage = aşama, evre, safha, phase
staged play = sahnelenmiş oyun
staggering = çok şaşırtıcı, neredeyse inanılmaz,
astounding
stagnant = durgun
stain = boyamak, lekelemek
stained = (örn. kumaş ya da ün için) lekelenmiş
staining = boyama, renklendirme, renkli madde
vererek işaretleme
stammer = kekelemek, stutter
stamp out = yok etmek, eradicate
stance = tutum, duruş, attitude, approach
stand to do smt = (bir şey) yapacak olmak /
yapması beklenmek, karşı karşıya olmak /
kalmak, be bound (to), (Owing to the global
crisis, investors now stand to lose heavily. =
Küresel kriz nedeniyle yatırımcılar ağır
kayıplarla karşı karşıyalar / yatırımcıları ağır
kayıplar bekliyor.)
stand = stand, tezgah
stand a chance = şansı olmak
stand accused of = (bir şey) ile suçlanır durumda
olmak, (bir şey)’den sorumlu tutulmak, be
blamed with
stand corrected = yanılmak, (I am sorry; I stand
corrected. = Özür dilerim; yanılmışım.)
stand for = simgelemek, yerine geçmek, signify,
represent
stand in awe of smo = birisine korku ile karışık
hayranlık duymak
stand in the way of = engel olmak, geciktirmek,
zorlaştırmak
stand out = öne çıkmak, göze çarpmak
stand to reason = makul olmak, akla yatmak
stand up to / against = karşısına dikilmek,
korkusuzca karşı çıkmak
Standard Oil Trust = Standard Petrol Tröstü
(ABD’de 1870-1911 yılları arasında faaliyette
kalan kendi zamanının en büyük petrol şirketi)
standardize = standartlaştırmak
standstill = durma noktası
staple = temel (gıda vs.) maddesi
staple food = başlıca / en önemli yiyecek
starboard = sancak tarafı (sağ), zıt anl.= port
stark = gerçekleri (olduğu gibi) yansıtan, sade,
katıksız, absolute, downright, zıt anl.= fuzzy,
indistinct
starkness = ıssızlık, çıplaklık, boşluk
start off = başlamak, başlangıç yapmak, begin, set
off, zıt anl.= finish, end
start out (as) = (. . . olarak) çalışmaya başlamak
start up = (bir işe) başlamak, (iş) kurmak, begin,
found
startling = çok şaşırtıcı, astonishing, amazing, zıt
anl.= ordinary, dull
starvation = şiddetli açlık, açlıktan ölme / öleyazma,
starving
starve = aç bırakmak / kalmak, açlık çek(tir)mek,
açlıktan ölmek
starve to death = açlıktan ölmek
starving = açlık çeken, açlık çekme
state (fiil) = belirtmek, ifade etmek, express
state (isim) = 1) devlet; 2) hal, durum, form
state assets = devlet malları / varlıkları
state hospital = devlet hastanesi, public hospital
state of affairs = işlerin durumu, keyfiyet
state of awareness = bilinçli olma / uyanıklık hali
state of emergency = acil durum
state of war = savaş hali
statement = 1) belge, döküman; 2) demeç, beyanat;
3) ifade, expression
statesman = devlet adamı
stationary = hareketsiz, yerinde duran,
kıpırdamayan
stationery = kırtasiye
statistical = istatistiksel
statistics = istatistik(ler)
statue = heykel
stature = 1) başarı sonucu kazanılmış önem, ün;
2) boy, pos, endam
status = statü, durum, düzey, vaziyet
statute = kanun, yasa, tüzük, kural
stay = kalmak
stay away = geri durmak
steadily = tutarlı / istikrarlı / devamlı bir şekilde,
invariably, regularly, zıt anl.= falteringly,
unsteadily
ÜDS Sözlüğü - 153
www.bademci.com
steady = tutarlı, istikrarlı, sabit, değişmeyen, devamlı,
sağlam, stable, consistent, zıt anl.= unsteady,
shaky, (There has been a steady improvement
in her condition. = Durumunda istikrarlı bir
düzelme var.)
steal a glance at = çabuk ve fark ettirmeden
bakmak
stealthy = kendini fark ettirmeyen, sinsi, sessiz,
secretive, silent
steam = buhar, vapour
steam room = buhar odası
steep = dik, sert
steep jump = yüksek sıçrama, keskin tırmanış, çok
hızlı ve ani yükseliş
steer = (direksiyon, dümen vs. ile) yön vermek
stem = (bitki için) sap, beyin sapı
stem cell = kök hücre
stem cell line = kök hücre dizisi / serisi
stem from = (bir şey)’den gelmek / kaynaklanmak,
originate from
stent = stent (genellikle tıkalı damarları genişletmek
için kullanılan bir tür ince tüp)
step = önlem, tedbir, measure
step out = dışarıya adımını atmak
step up = arttırmak, çoğaltmak, hızlandırmak, speed
up, (The police step up security at airports =
Emniyet güçleri havaalanlarında güvenliği
arttırdı.)
stereotype = klişe / basmakalıp
stewardship = organizasyon
stick to = (bir şey)’e bağlı / sadık kalmak
stickiness = yapışkanlık
sticky (isim) = not vs. yazmak için kullanılan bir yüzü
yapışkanlı kağıt
sticky (sıfat) = yapışkan
stiff = katı, sıkı, hard, rigid, zıt anl.= easy, slack
stiffness = sağlamlık, dayanıklılık, sertlik, firmness,
rigidness
stifle = boğmak, bastırmak, gelişmesini engellemek,
choke, prevent, suppress
stifling = boğucu
still = 1) dingin, durgun, hareketsiz, sessiz, calm,
stable, silent, zıt anl.= active; 2) yine de, hala,
even now, nevertheless
stillborn = ölü doğmuş
still-life = natürmort (basit bir düzenleme içinde
meyve, şişe gibi basit objeleri konu eden
resim)
stimulant = uyarıcı, uyarıcı madde
stimulate = uyarmak, teşvik etmek, excite, inspire,
motivate, spur, zıt anl.= discourage
stimulating = canlandırıcı, uyarıcı, reviving,
invigorating
stimulation = uyarma, teşvik, harekete geçirme,
encouragement
stimulator = uyarıcı, teşvik eden şey, motivator
stimulus = (çoğul: stimuli), stimulus, uyarım, uyaran,
uyarıcı şey
sting = (böcek için) sokmak
stink bomb = koku bombası
stipulate = şart koşmak, condition, specify
stipule = yaprak sapının dibindeki çift yaprakçık
stir up = kışkırtmak, bulandırmak, karıştırmak,
provoke
stock = hisse (senedi), mal
stock exchange = menkul kıymetler borsası (hisse
senetleri ve başkamenkul kıymetlerin alınıp
satıldığı organizasyon)
stock market = borsa, hisse senedi piyasası
stockbroker = borsa simsarı (başka kişi ve
kuruluşlar adına borsada işlem yapan kimse)
stoke = ateşe kömür atmak
stolen = çalıntı, hot
stomach = mide
stomach upset = mide bozukluğu
stonework = taş, taş işi
storage = depolama
storage site = depolama bölgesi
store (away / up) = saklamak, muhafaza etmek,
depolamak
storehouse = ambar, ardiye, depo
storm (fiil) = şiddetle saldırmak, fırtına gibi esmek,
rage
storm (isim) = fırtına
stove = fırın, ocak
stow away = (gemide, uçakta) gizlice yolculuk
etmek
stowaway = kaçak yolcu
straight away = derhal, hemen şimdi, immediately,
right away
straighten = (eğri bir şeyi) düzel(t)mek
straightforward = 1) basit, kolay, simple, zıt anl.=
complicated; 2) apaçık, gizlisi saklısı olmayan,
açık sözlü, candid, zıt anl.= evasive
strain (fiil) = 1) germek, gerginleştirmek, aşırı
gerilme, zorlanma, stress, stretch, zıt anl.=
relax; 2) (kendini) zorlamak, çok gayret etmek,
strive, struggle, zıt anl.= unstrain
154 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
strain (isim) = 1) gerginlik, tension; 2) stres, stress;
3) suş (benzer gruplarla arasında küçük
farklar bulunan, belli bir türe bağlı bir
organizma grubu)
strained = gergin, stressed
strait = boğaz (birbirine yakın iki kara parçası
arasında kalmış deniz geçidi)
straitjacket = deli gömleği
strangely = işin tuhafı, gariptir ki
stranger = yabancı
strap = kemerle bağlamak
stratification = tabakalanma, tabakalar halinde
bulunma
stratosphere = stratosfer (atmosferin ikinci
tabakası)
stratospheric = stratosfer ile ilgili
streaked = düzensiz çizilmiş, kaplanmış
stream = 1) akım, current; 2) dere, çay
strength = güç, dayanıklılık, power, zıt anl.=
weakness
strengthen = güçlendirmek, sağlamlaştırmak,
geliştirmek, reinforce, invigorate, support, zıt
anl.= weaken, undermine
strenuous = yorucu, ağır, zor, tiring, heavy
strep throat = streptokokus bakterisinin boğazda yol
açtığı enfeksiyon, septik (mikrobik) farenjit,
septic sore throat
stress = vurgulamak, altını çizmek, emphasise,
underline
stress fracture = stres kırığı (uzun süre yürüyüş
sonucunda oluşan kırık)
stressful = gerginlik yaratan, stresli, demanding
stressor = stres etkeni (strese sebep olan etken)
stretch (along) = (boyunca) uzanmak
stretch (fiil) = ger(il)mek
stretch (isim) = 1) (zaman) dilimi; 2) bölüm, kısım,
parça
stretch (into) = (boyunca) uza(n)mak, yayılmak
stretch back = eskilere uzanmak
strict = 1) tam, birebir, exact; 2) sert, katı, sıkı,
kurallara tam olarak uyan, tight, rigorous, zıt
anl.= lax, relaxed
strict symmetry = tam bir simetri
strictly = tartışmasızca, tamamen, katı bir şekilde,
exclusively, entirely, (obey the rules strictly =
emirlere harfiyen uymak)
strictly speaking = doğrusunu söylemek gerekirse
stricture = kınama, yerme, criticism, condemnation
strike (fiil) = 1) bulmak, ulaşmak, come upon,
discover; 2) çarpmak, etkilemek, etki
bırakmak, affect, move, hit, knock, (The poor
man was struck by lighting. = Zavallı adamı
yıldırım çarpmış.)
strike (isim) = grev, (go on strike = greve gitmek,
grev yapmak)
strike a good bargain = iyi bir ticaret yapmak, iyi kar
elde etmek
strike up = (müzik çalmaya, sohbete vs.) başlamak,
begin
striking = göze çarpan, dikkat çeken, göz
kamaştıran, astonishing, outstanding, zıt anl.=
ordinary
stringent = sert, sıkı, strict
stringer = geçirgen kaya
stringy = lifli, ipliksi
strip (of) (fiil) = soymak, çıkarmak, sıyırmak
strip (isim) = (kumaş, kağıt vs. için) şerit, (nispeten
dar ve ince) hat / yol vs.
strive = çabalamak, gayret etmek, uğraş vermek,
struggle, endeavour
stroke = felç, inme
strong nuclear force = güçlü nükleer kuvvet
(nötronların ve protonların iç bütünlüğünü
koruyan temel fiziksel kuvvet)
strontium = stronsiyum (havayla temas ettiğinde
sarı renge dönüşen, gümüşi beyaz renkli bir
alkalimetal)
structural = yapısal, temel
structural unemployment = yapısal işsizlik
(genellikle gelişmekte olan ülkelerde, sermaye
yetersizliği nedeniyle ortaya çıkan ve geçici
değil, kalıcı özellik taşıyan işsizlik)4
structure = yapı
structured = biçimlendirilmiş, yapısallaştırılmış,
yapısal, yapılandırılmış
struggle = çabalamak, uğraşmak, mücadele etmek
stubby = kısa ve kalın
stud (fiil) = çıtçıtla iliştirmek, tutturmak
stud (isim) = 1) dikme, saplama, saplanmış çubuk;
2) damızlık erkek hayvan (genellikle at)
study = araştırma, çalışma
stunning = nefis, hayret verici
stunningly = akıl almaz (şekilde, boyutlarda vs.)
stupendous = muazzam, müthiş
sturdy = sağlam, dayanıklı, gürbüz, firm, solid, zıt
anl.= weak
stutterer = kekeme, stammerer
ÜDS Sözlüğü - 155
www.bademci.com
stylistic = üslupsal, üslup ile ilgili
subconscious = bilinçaltı
subdue = (bir korkuyu, isteği vs.) bastırmak,
suppress
subgenual cingulate = girus singuli (beyinde
korteksin bir parçası olup algılama, dikkat
entegrasyonu ve ağrı duyusu gibi bazı
kompleks fonksiyonlardan sorumlu limbik
yapılar)5
subject = 1) denek, kobay; 2) konu, mevzu
subject matter = konu
subject to = (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in
etkilerine açık bırakmak, expose to
subjective = sübjektif, öznel, personal, zıt anl.=
objective
submarine = 1) denizaltı; 2) deniz dibi
submerge = batırmak, daldırmak, su altında
bırakmak
submerged = suya batmış, suya dalmış, su altında,
(This submarine can remain submerged for
eight weeks. = Bu denizaltı sekiz hafta
boyunca su altında kalabilir.)
submersion = suya batma / dalma, sular altında
kalma
submission = 1) arz, sunma, presentation;
2) teslimiyet, boyun eğme, surrender, yielding
submit = 1) arz etmek, sunmak, present; 2) boyun
eğmek, teslim olmak, surrender
sub-Saharan = Sahra altı (Büyük Sahra Çölü’nün
güneyi)
subscribe (to) = abone / üye olmak
subscription = abonelik
subsequent = sonraki, sonra gelen, (zaman ya da
sıra olarak öncekini) takip eden, (Those
explosions must have been subsequent to our
departure, because we did not hear anything.
= O patlamalar bizim ayrılışımızdan sonra
olmuş olmalı, zira biz hiçbir şey duymadık.)
subsequently = sonraları, daha sonra, afterwards, zıt
anl.= previously
subset = alt küme
subside = dinmek, azalmak, diminish, ease off, zıt
anl.= rise
subsidence = göçük, çöküntü
subsidize = sübvansiyon yoluyla desteklemek,
sübvanse etmek, (kısmen) finanse etmek,
(Commonly subsidized fields include
agriculture, housing and regional
development. = Sıklıkla sübvanse edilen iş
alanları arasında tarım, konut inşaatı ve bölge
geliştirme yer alır.)
subsidy = sübvansiyon, mali yardım / destek
subsistence = (kıt kanaat) geçinme, ekmek kapısı,
livelihood, sustenance
subsistence production = temel ihtiyaçlar için
üretim
subsoil = yüzeyin hemen altındaki toprak
subsoil wealth = yeraltı zenginlikleri
substance = 1) madde, material, entity; 2) öz, esas,
asıl anlam, essence
substantial = önemli, bol, epey, (zaman için) uzun,
important, ample, significant, large, zıt anl.=
small
substantially = önemli ölçüde, oldukça çok,
considerably, (The new tax legislation will
substantially change our buying habits. = Yeni
vergi kanunu alışveriş alışkanlıklarımızı önemli
ölçüde değiştirecek.)
substantiate = kanıtlamak, ispat etmek, prove,
confirm, establish, zıt anl.= disprove, deny
substitute (fiil) = yerine koymak, ikame etmek,
exchange, replace
substitute (isim) = (bir şeyin veya kişinin) yerine
geçen, yedek, replacement, reserve, (Only art
can be a substitute for nature. = Sadece
sanat, doğanın yerine geçebilir.)
substrate = enzimin bağlanarak reaksiyona girdiği
madde
substratum = (çoğul: substrata) alt tabaka, temel
subtle = ince, narin, fark edilmesi zor, incelikli,
delicate, insidious
subtlety = incelik, ince ayrıntı, delicacy, detail
subtly = azıcık, belli belirsiz, slightly
subtropics = subtropikal / ılıman bölgeler
suburban = banliyöye ait, banliyöde bulunan
succeed = 1) takip etmek, izlemek, (bir şey ya da
birisi)’nden sonra gelmek, follow, zıt anl.=
precede; 2) başarmak, becermek, accomplish,
manage
successfully = başarılı şekilde, effectively
succession = birbirini izleme, dizi, sequence
successive = peş peşe, art arda, consecutive, zıt
anl.= interrupted
successive generation = gelecek nesil
successively = peş peşe / üst üste / arka arkaya
gelen / olan, consecutively
succinct = kısa ve öz, zıt anl.= thorough,
comprehensive
succumb to = (birisi ya da bir şey)’e yenilmek, teslim
olmak, surrender to, give in, submit to, zıt
anl.= conquer, resist
such as = …gibi, like
156 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
suck away = emip uzaklaştırmak / götürmek
suction cup = vantuz
suddenly = aniden, birdenbire, abruptly, zıt anl.=
step-by-step, progressively
suds = (çoğul kullanılır) köpük
Suez Canal = Süveyş Kanalı (Akdeniz ile Kızıldeniz’i
birbirine bağlayan yapay suyolu)
suffer from = (bir hastalık, problem vs.)’den muzdarip
olmak, sıkıntısını çekmek, (bir şey)’den zarar
görmek
sufferer = bir hastalık çeken ya da başka olumsuz
bir durumdanmuzdarip olan kişi
suffering = ıstırap, acı, dert, çile, cefa, eziyet,
misery, pain
sufficient = yeterli, enough, adequate, zıt anl.=
insufficient, inadequate
sufficiently = yeterince, enough, adequately, zıt anl.=
insufficiently
suggest = 1) ileri / öne sürmek, önermek, advise,
propose, offer; 2) izlenimini bırakmak, hissini
vermek, akla getirmek, indicate, imply
suggestion = öneri, ileri sürülen fikir, advice, proposal
suggestive (of) = (bir düşünceyi) akla getiren (şey),
(His behaviour was suggestive of a cultured
man. = Davranışları, kültürlü bir adam
olduğunu akla getirmekteydi.)
suicide = intihar, (commit suicide = intihar etmek)
suicide attack = intihar saldırısı
suit = uygun gelmek / düşmek, (bir şey ya da
birisi)’ne göre olmak, be appropriate (for), fit in
(to)
suitable = uygun, yerinde, appropriate, proper, zıt
anl.= inappropriate, unsuitable
suitably = uygun bir şekilde, gereği gibi, appropriately
suited to = (bir şey)’e uygun
sullenly = somurtarak, asık yüzle, zıt anl.= cheerfully
sulphur = sülfür (kükürt)
sum = (para vs. için) (toplam) miktar
sum up = özetlemek, summarise
summarise = özetlemek
sunbathing = güneşlenme
sunlit = güneş ışığı alan
sunspot = güneş lekesi (güneşin yüzeyinde bulunan,
koyu renkli düşük sıcaklık alanları)
superb = enfes, fevkalade, mükemmel, first-rate,
excellent, zıt anl.= poor
superbly = enfes / mükemmel bir şekilde,
excellently, zıt anl.= poorly
superconductivity = süperiletkenlik (mutlak sıfıra
yakın sıcaklıklarda bazı maddeler tarafından
sergilenen, neredeysemükemmel iletkenlik
hali)
superdam = büyük baraj
super-efficient = çok verimli
superficial = 1) derin olmayan, yüzeysel, shallow,
external, zıt anl.= deep, profound; 2) sahte,
özensiz, gelişigüzel, false, inattentive, zıt anl.=
genuine
superficially = yüzeysel olarak, lightly, partially, zıt
anl.= profoundly, thoroughly
superfluid = süperakışkan (mutlak sıfıra yakın
sıcaklıklarda, çok yüksek akışkanlık ve çok
düşük direnç ve sürtünme değerleri sergileyen
sıvı)
superfluous = gereksiz, lüzumu olmayan,
unnecessary
superior = üstün nitelikli, kaliteli, üstün, better, highclass,
zıt anl.= inferior, worse
superiority = üstünlük, dominance, supremacy, zıt
anl.= inferiority
supernatural = doğaüstü
supernova = süpernova (patlama halindeki yıldız)
superpower = süpergüç (ekonomik ve askeri
bakımlardan en güçlüler arasında yer alan
ülke)
supersede = (eskisinin) yerini almak, replace, take
over
superstition = batıl inanç, hurafe, zıt anl.= scientific
fact
superstitious = batıl inançlı / inançları olan
supervision = gözetim ve denetim, superintendence,
administration
supplant = yerini almak, yerine geçmek, replace
supplement (fiil) = (etkisini) arttırmak, enrich,
reinforce
supplement (isim) = ek, tamamlayıcı şey, additive,
complement
supplementary = tamamlayıcı, tali, secondary
supplier = tedarikçi, bir malı sağlayan kişi ya da
firma
supplies = erzak, malzeme
supply (fiil) = sağlamak, bulmak, temin etmek,
tedarik etmek, provide (with), render, zıt anl.=
withhold
supply (isim) = arz, stok, rezerv, stock, reserve, zıt
anl.= demand
support (fiil) = desteklemek, arka çıkmak
support (isim) = destek (verme), besleme, katkı
ÜDS Sözlüğü - 157
www.bademci.com
support worker = destek olarak çalışan kimse, yan
faaliyetlerde görev alan kimse
supporter = (bir kişiyi / görüşü vs.) destekleyen
kimse, destekçi, taraftar, admirer
supportive = destekleyici, helpful, encouraging, zıt
anl.= unhelpful
suppose = sanmak, tahmin etmek, varsaymak,
believe, presume, think
supposed = gerçekleştiği / gerçek olduğu varsayılan,
gerçek kabul edilen
suppress = bastırmak, durdurmak, çıkmasını
önlemek, restrain, withhold, zıt anl.=
encourage
suppression = gizli tutma, durdurma
suppressor = bastırıcı, baskılayıcı
supremacy = üstünlük, egemenlik, domination,
superiority
Supreme Court = Temyiz Mahkemesi, Anayasa
Mahkemesi, Yüce Divan
sure = emin, kesin, garantili
surely = elbette, muhakkak, for certain, for sure
surface (fiil) = su yüzüne çıkmak, görünmek, ortaya
çıkmak, emerge, appear, come up, zıt anl.=
submerge, sink, disappear
surface (isim) = yüzey
surface treatment = (boyama, polisaj, asit banyosu
vs. gibi her tür) yüzey işlemi (malzeme
yüzeyine uygulanan işlem)
surge = aniden yükselmek, soar, climb
surge of emotionality = duygusallığın aniden
yükselmesi, duygusallık patlaması
surgeon = cerrah
surgery = ameliyat, cerrahi
surgical = cerrahi
surpass = geçmek, geride bırakmak, aşmak,
exceed, overweigh, zıt anl.= fall behind
surplus = fazlalık, artakalan miktar, herhangi bir şeyin
fazlası, excess, zıt anl.= shortage
surprise = şaşırtmak, hayrete düşürmek
surprising = şaşırtıcı
surprisingly= şaşırtıcı bir şekilde, intriguingly
surround = çevrelemek, çevirmek, kuşatmak,
etrafında yer almak, enclose, border
surrounding = çevresindeki, etrafındaki, encircling
surroundings = çevre, muhit, ortam, environment
surveillance = gözetleme, gözetim
survey (fiil) = inceleme / araştırma yapmak, etüt
etmek, examine, observe
survey (isim) = anket, inceleme, genel bakış, inquiry,
scrutiny, scan, review
survival = sağ kalma, yaşamı sürdürme
survive = ayakta / sağ kalmak, var olmayı / yaşamayı
sürdürebilmek, live on, remain, zıt anl.= perish,
die
survivor = (bir kaza, afet vs. sonrası) sağ kalan,
kurtulan (kişi)
susceptibility (to) = dirençsizlik, kolay hedef olma,
yatkınlık, vulnerability (to)
susceptible (to) = kolaylıkla etkilenen, dirençsiz,
vulnerable (to), nonresistant (to); zıt anl.=
resistant (to)
suspect (fiil) = şüphelenmek, kuşku duymak, have
doubt, zıt anl.= know
suspect (isim) = şüpheli, sanık, zanlı
suspected = (varolduğundan) şüphelenilen
suspend = 1) asmak, asılı durmak, hang, (He was
suspended from the ceiling by his feet and
beaten gravely by metal bars. = Ayaklarından
tavana asılmış vemetal çubuklarla feci şekilde
/ öldüresiye dövülmüştü.); 2) askıya almak,
ertelemek, postpone, zıt anl.= continue
suspended = (bir sıvı içinde) asılı kalmış
suspense = heyecan dolu bekleyiş, süspans
suspension bridge = asma köprü
suspicion = şüphe, kuşku, doubt, distrust, zıt anl.=
trust
suspicious = kuşkulu, şüpheli, doubtful, zıt anl.=
trustworthy
sustain = sürdürmek, belli bir sıklıkla ve ara
vermeden yapmak, devamını sağlamak,
devam ettirmek, keep up, maintain
sustainability = sürdürülebilirlik, maintainability
sustainable = 1) çabuk tükenmeyen, kolay bulunur;
2) sürdürülebilir, maintainable
sustained = sürdürülen; belli bir sıklıkla, ara
vermeden yapılan, maintained, continued,
constant, zıt anl.= temporary
Svante Arrhenius = 1859-1927 yılları arasında
yaşamış olan, fiziksel kimyanın kurucularından
sayılan İsveçli fizikçi ve kimyacı
swab = (boğazdan vs.) muayene için (salgı vs.)
almada kullanılan çubuk ya da tel ucuna sarılı
küçük pamuk topağı
swallow = yut(kun)mak
swamp (fiil) = su altında bırakmak
swamp (isim) = bataklık
Swedish = İsveçli, İsveç’e ait
sweep across = (boyunca) süpürülmek /
sürüklenmek
sweep along = (rüzgar, akıntı vs. sayesinde)
kolayca ilerlemek, akıp gitmek
158 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
sweeping = geniş alanlara yayılmış
swell = şişmek, kabarmak, expand, zıt anl.= contract
swell(ing) = şişme, şişkinlik, kabarma
swiftly = hızla, süratle, çabucak, quickly, speedily
swiftness = çabukluk
Swiss= İsviçre ile ilgili, İsviçre’ye ait
switch (between) = (iki veya daha çok tarzda)
dönüşümlü olarak (çalışmak), (bir şey)’den
başka (bir şey)’e geçmek
switch = şalter, (elektronik devre için) anahtar
switch off = (elektrik, lamba, düğme, gaz vs. için)
kapatmak, turn off, zıt anl.= switch on, turn on
Switzerland = İsviçre
swollen = şiş, şişmiş, distended
swollen joint = şişmiş eklem
swoop down = (bir avın) üzerine çullanmak
sycamore = çınar, Frenk inciri
symbolist = simgeci, sembolist (bireyin duygusal
yaşantısını simgelerle yüklü ve kapalı / dolaylı
bir dille anlatmayı amaçlayan edebiyatçı ya da
ressam)
symptom = semptom, belirti
synapse = sinaps (sinir hücreleri arasında kalan,
hücrelerarası sinirsel iletişimin gerçekleştiği
boşluk)
syndicalism = sendikacılık (özellikle genel grev
yoluyla üretim araçlarını işçi örgütlerine
devretmeye çalışan siyasi hareket)
synergistic = sinerji ile ilgili ya da sinerji oluşturan
synonymous = eş anlamlı, anlamdaş
syntactic = sentaks (bir dildeki kelimelerin cümle
içindeki yerleri / dizilişleri) ile ilgili
synthesis = sentez, birleşim
synthesize = sentezlemek, üretmek, çeşitli unsurları
birleştirerek bütün haline getirmek, blend
Syria = Suriye (tarih boyunca pek çok uygarlığa ev
sahipliği yapmış,Asurlular, Persler, Romalılar
ve Bizanslıların istilasına uğramış, Hz. İsa’nın
konuştuğu dili halen konuşan Malua köyünün
bulunduğu, 5000 yıllık geçmişiyle başkenti
(Şam) dünyanın en uzun ömürlü yerleşim
bölgelerinden olan ve topraklarında dünyanın
ilk alfabelerinden birinin icat edildiği güney
komşumuz)6
syrup = şurup
system operation = sistemin çalıştırılması
www.bademci.com
table salt = sofra tuzu
tabulate = cetvel / tablo haline getirmek
tackle = (bir sorunu) ele almak, çözmeye çalışmak,
deal with, work on, zıt anl.= avoid
tailor = (isteğe / ihtiyaca göre) biçmek,
şekillendirmek, shape, adjust
take = 1) (bakış, yaklaşım vs.) sahibi olmak /
içerisinde olmak, ele almak; 2) (form, şekil vs.)
almak; 3) (zaman) sürmek, last; 4) (bir yere)
götürmek
take (a) photograph = fotoğraf çekmek, photograph
take a downward turn = düşüşe geçmek, aşağı
yönelmek
take a (firm) stand against = (şiddetle / kararlılıkla)
karşı çıkmak, (bir şey)’e karşı (güçlü) bir duruş
sergilemek
take a heavy toll = çok zarar vermek, büyük bir
kayba neden olmak
take a huge step forward = çok büyük ilerleme
kaydetmek
take a look at = bakmak, gözden geçirmek
take a new turn = yeni bir dönemece gelmek, yeni
bir şekle bürünmek
take a trip = yolculuğa çıkmak, travel
take action = harekete geçmek, önlem almak,
intervene
take advantage of = (bir şey)’den faydalanmak /
istifade etmek / yararlanmak, zaafından
yararlanmak, istismar etmek, capitalise,
benefit, make use of, (She took advantage of
her father’s absence to meet her lover. =
Sevgilisiyle buluşmak için babasının
yokluğundan faydalandı.)
take after = 1) (birisine fiziki olarak) benzemek,
resemble; 2) (birisi gibi) davranmak, do as one
does, zıt anl.= differ from
take along = beraberinde götürmek, (bir şeyi ya da
birisini) yanında götürmek
take an interest (in) = ilgilenmek, alakadar olmak
take away = elinden almak, alıp götürmek
take back = 1) (bir sözü, malı vs.) geri almak, retract;
2) anılara götürmek, bring back
take by surprise = gafil avlamak
take car accidents, for instance = örneğin araba
kazalarını ele alalım, örneğin araba kazalarını
bir düşün
take care of = gözetmek, bakmak, attend (to)
take cue = (tiyatro oyunu sırasında vs.) sufle almak,
(ne yapılacağına dair birinden ya da bir
şeyden) işaret almak
take down = 1) sökmek, parçalara ayırmak,
dismantle; 2) gururunu kırmak
take effect = geçerli olmak, yürürlüğe girmek, come
into force, go into effect, zıt anl.= annul, repeal
take effort = çaba gerektirmek
take for granted = doğal karşılamak, olmuş farz
etmek, öyle varsaymak
take hold of = (bir yer)’e yerleşmek, (bir yer)’i eline
geçirmek
take in = 1) kandırmak, fool; 2) almak, kazanmak,
girdi sağlamak, gain
take in excess = aşırı miktarda / fazla almak
take into account = dikkate almak, hesaba katmak,
göz önünde tutmak, allow for, take into
consideration
take into consideration = dikkate almak, göz önünde
bulundurmak, keep in mind, take into account
take it in turn to lead = sırayla liderlik yapmak
take kindly to = (bir şey ya da kişi)’den hoşlanmaya
başlamak
take measures = önlem / tedbir almak, take
precautions
take no time = çok kısa sürmek, hiç vakit almamak
take off = 1) (kıyafet vs. için) çıkarmak, zıt anl.= put
on; 2) (uçak için) havalanmak, zıt anl.= land
take office = (idari) göreve başlamak, makamın
başına geçmek
take on = 1) girişmek, (The surgeon decided to take
on amore radical intervention. = Cerrah, daha
radikal bir girişimde bulunmaya karar verdi.);
2) (işi, sorumluluğu, görevi vs.) üstüne almak,
kabul etmek, undertake, (No other
organization was willing to take on the job. =
Başka hiçbir organizasyon işi üstlenme
konusunda istekli olmadı.); 3) işe almak,
employ; 4) (yük) almak, load, zıt anl.= unload
take one’s time = acele etmemek, (bir şeye) yeterli
vakit ayırmak
take out = (belge, evrak, sigorta poliçesi vs.)
çıkartmak, obtain
T T T T T
160 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
take over = 1) (bir şeyin) yerini almak / yerine
geçmek, replace, supersede; 2) (yönetimi,
nöbeti vs.) devralmak, assume; 3) egemen
olmak, predominate, zıt anl.= abandon, obey
take part in = (bir şey)’e katılmak, (bir şey)’de yer
almak, participate in, join in (to)
take place = olmak, yer almak, meydana gelmek,
occur, happen
take precedence = başta / önce gelmek, öncelikli
olmak, come first, be prior to, zıt anl.= be
secondary to
take pride in = (bir şey)’den gurur duymak
take seriously = ciddiye almak
take shape = şekil almak
take so long = çok uzun sürmek
take smt at its face value = bir şeyin değerini
sorgulamadan, söylendiği gibi kabul etmek
take steps = 1) önlem / tedbir almak; 2) girişimde
bulunmak, (belli bir hedefe yönelik olarak)
adımlar atmak
take the lead = başa geçmek
take things easy = aldırmamak, dert etmemek, (take
it easy = dert etme, boşver, sakin ol)
take time = zaman almak
take to = 1) alışkanlık edinmek, hoşlanmaya
başlamak, düzenli olarak bir işi (hobi, spor vs.)
yapmaya başlamak; 2) kaçmak ve (bir yerde)
saklanmak
take up = 1) ele almak, başlamak, start; 2) (gaz, sıvı)
tutmak, içine almak, absorb; 3) (süre)
doldurmak, kullanmak, (zaman) almak
take up residence = yerleşmek, (bir yerde) ortaya
çıkmak
take up with = 1) (birisi) ile tartışmak üzere bir konu
ortaya atmak; 2) (birisi) ile arkadaş olmak
takeoff = (uçak için), havalanma, kalkış
takeover = devralma
tale = hikaye, masal
talented = kabiliyetli, yetenekli, gifted, skilled
talk therapy = konuşma terapisi
talon = (yırtıcı kuş için) pençe
tamper with = oynamak, kurcalamak, fiddle with,
manipulate
tangible = elle tutulur, somut, real, concrete, zıt anl.=
intangible, conceptual, abstract
tanning = (cilt için) bronzlaşma
Tanzania = Tanzanya (Doğu Afrika’da bir ülke)
tap into = 1) (bir kaynaktan) yararlanmak; 2) (bir
hatta) erişim elde etmek
tapestry = resim dokumalı duvar örtüsü
tar = katran
target (fiil) = hedeflemek, hedef almak, amaçlamak,
aim (at), (The company has targeted adults as
its primary customers. = Şirket, temel müşteri
grubu olarak yetişkinleri hedeflemişti.)
target (isim) = 1) hedef, amaç, goal, aim; 2) kurban,
victim
target group = hedef kitle
tariff = ithalat veya ihracat üzerine konan vergi
task = iş, görev, ödev, job, duty, work
task force = özel görev kuvveti
task of mapping = yer tespit etme işi / görevi
task-specific = göreve / işe özel
taste = tat
taut = gergin
tavern-goer =meyhanemüdavimi
tax = vergi
taxation = vergilendirme
taxiing = uçağın iniş pisti ile terminal arasındaki
bağlantı yolunda gitmesi
taxonomy = sınıflandırma bilimi
tear (fiil) = yırtmak, kuvvetle çekerek parçalamak
tear (isim) = gözyaşı
tear up = yırtarak bölmek / parçalamak
tectonic plates = tektonik plakalar (yerkabuğunu
oluşturan levhalar)
tedious = can sıkıcı, usandırıcı, dull, boring,
tiresome, zıt anl.= interesting, entertaining
teem with = (bir şey) ile dolu olmak, kaynamak,
(Antalya is teeming with tourists at this time of
the year. = Yılın bu vaktindeAntalya turist
kaynıyordur.)
teenager = 13-19 yaşları arasındaki kişi, teen
teen = bkz. teenager
tell off = 1) sayıp ayırmak; 2) yüzüne vurmak,
azarlamak
telltale = veri sağlayan, bilgilendirici
temperament = mizaç, huy, tabiat, yaradılış,
disposition
temperate= ılıman
temperate bacteriophage= ılımlı bakteriyofaj
(bakteri içinde yaşayan ama onun
parçalanmasına neden olmayan parazit virüs)
temperature = sıcaklık
temple = tapınak
ÜDS Sözlüğü - 161
www.bademci.com
temporarily = geçici olarak, for the time being, zıt
anl.= permanently, (In the postoperative
period, the case temporarily lost his vision. =
Operasyon sonrası dönemde vaka, görüşünü
geçici olarak kaybetti.), (A power failure
temporarily darkened the whole town. = Bir
elektrik kesintisi tüm kasabayı geçici olarak
karanlıkta bıraktı.)
temporary = geçici, kesin olmayan, interim,
provisional, transitory, zıt anl.= permanent
tempt (to) = ayartmak, kandırmak, imrendirmek,
cezbetmek, lure (into), charm
tenable = savunulabilir, makul, defendable,
reasonable
tenacious = vazgeçmez, inatçı
tend (to) = eğiliminde olmak, be disposed (to), be
likely (to)
tendency = eğilim, inclination
tenderness = sevecenlik, şefkat, kindness, affection
tendon = tendon (kası kemiğe bağlayan inelastik
doku / bağ)
tense = gergin, stressed, zıt anl.= relaxed
tension = gerilme kuvveti, gerilim, gerginlik, stress,
strain, zıt anl.= calmness, relaxation
tensioning = germe eylemi
tentacle = dokunaç (ahtapot gibi bazı hayvanların
ince uzun kavrama / dokunma organı)
tentative = 1) deneme amaçlı (olarak yapılan),
geçici, kesin / nihai olmayan, temporary,
unconfirmed; 2) (tavır ve davranış için)
temkinli
teratogen = teratojen (normal embriyonal gelişmeyi
bozarak kusurlu doku ya da organ oluşmasına
sebep olan bazı ilaçlar veya X-ışınları gibi
etkenler)
teratogenic = teratojenik (kusurlu organ veya doku
oluşmasına sebep olan)
term (fiil) = (bir şey)’e…demek / adını vermek,
terimlendirmek, call
term (isim) = 1) terim; 2) dönem, devre, eğitim
öğretim yılı
terminal = son, nihai, en sondaki, en uçtaki, last,
final
terminate = son vermek, sona ermek, bit(ir)mek,
come / bring to an end, finish, zıt anl.= start,
begin
termination = bitiş, sona eriş
terrain = 1) arazi, toprak, landscape; 2) bölge,
mıntıka
terrestrial = 1) karasal, karada yaşayan, zıt anl.=
cosmic; 2) dünyaya ait, earthly, terrene, zıt
anl.= cosmic, extraterestrial
terrible = berbat, korkunç, horrible, awful, zıt anl.=
beautiful, nice
terribly = son derece, awfully
territorial = toprak / bölge ile ilgili
territory = toprak, alan, bölge
terrorize = korkutmak, yıldırmak
Tertiary period = yaklaşık 65 ile 1. 8 milyon yıl
öncesi dönem
test for = (bir yeteneği / özelliği ortaya çıkarma amacı
ile) test etmek
test site = deney bölgesi
testify = ifade vermek
testosterone = testosteron (erkeklik hormonu)
tetanus = tetanos (vücuda açık yaralar aracılığı ile
giren bir bakterinin yol açtığı, solunum
durması ve kas spazmları ile belirgin bir
hastalık)
tetrodoxin = tetrodoksin (Japonya’da Fugu denen
balıkta bulunan, felç edici zehir)
texture = 1) desen; 2) sertlik derecesi; 3) yüzey,
bünye, yapı, characteristic
textured = (ürün için) işlenmiş, processed
than ever = hiç olmadığı kadar
Thank goodness! = Şükürler olsun!, Tanrıya şükür
thanks to = sayesinde, owing to, (Thanks to the
nurse’s patient explanations, we now know
what to do in this huge medical centre. =
Hemşirenin sabırlı açıklamaları sayesinde
artık bu devasa tıp merkezinde ne
yapacağımızı biliyoruz.)
that is = öyle ki…, bu demek ki…, yani
that very question = tam da o soru
that’s news to me = bu benim için yeni bir haber
that’s not often enough = çoğunlukla bu yetersiz
kalır
that’s really something = bu gerçekten önemli bir
şey
thaw = erimek, çözülmek, zıt anl.= freeze
the absence of hope stands in the way of
recovery = umudunuz yoksa iyileşme gecikir
the logic goes = mantıken, mantığa göre
the other day = geçen gün
the other way round = öbür türlü, tam ters,
opposite, vice versa
the point is made (that) = (bir şey)’e dikkat çekiliyor,
(bir şey)’den söz ediliyor
the point is made in the passage (that) = parçada
belirtilmektedir ki. . . , metinde (şu) fikir ileri
sürülmektedir. . .
the rest = geri kalan, gerisi
162 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
the wild = yabani hayat / çevre
theft = hırsızlık
theistic = tanrıcılığa ait
theme = tema
then = o zaman
theology = teoloji (ilahiyat, din bilimi)
theoretically = teorik / kuramsal olarak, zıt anl.= in
practice
theorize = teori üretmek, kuram ortaya koymak
therapeutic = tedavi amaçlı
therapeutically = tedavi amaçlı olarak, tedavi edici
şekilde
therapy = terapi, tedavi
there is no point (in) = hiçbir mantığı yok, tamamen
amaçsız / gereksiz
there is nothing in the least wrong with him = en
ufak bir rahatsızlığı bile yok
thereby = öylece, öylelikle, by that means, because
of that
thermodynamic = termodinamik ile ilgili
thermodynamics = termodinamik (ısıl enerji ve
hareket arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalı)
thermohaline circulation = okyanusların, yoğunluk
farklarına bağlı olarak küresel boyutta akıntılar
ile sürekli devinim halinde olması
thermoluminescence = bazıminerallerin, ultraviyole
ışınlarına maruz bırakıldıktan sonra
ısıtıldıklarında ışık vermeleri olayı
thesaurus = bir kelimeye yakın veya zıt anlamlı
kelimeleri bulmaya yarayan sözlük benzeri
referans kitabı
these days = bu günlerde, nowadays
tthey take you as you are = sizi olduğunuz gibi
kabul ederler
thiamin = tiamin (B kompleks vitaminlerinden biri)
thicken = kalınlaşmak, (sıvı / sis vs. için)
yoğunlaşmak
thicket = fundalık, çalılık
thigh = uyluk
thimerosal = cerrahide antiseptik olarak kullanılan
bir madde
thin = zayıf, ince, skinny, slim, zıt anl.= fat
think out = (bir şey)’i ayrıntılı ve özenli bir biçimde
ele almak, incelemek
thinker = düşünür
thirst = susama
thorough = tam, baştan aşağı, complete, whole, zıt
anl.= partial
thoroughly = tam olarak, tamamen, baştan aşağı,
completely, wholly, entirely, zıt anl.= partially
thought = düşünce
thoughtful = düşünceli, saygılı
thread = iplik
thread-like = iplik benzeri, ipliğe benzer
threadworm = kıl kurdu
threat = tehdit, warning, menace
threaten = tehdit etmek, gözdağı vermek, warn,
jeopardise, zıt anl.= relieve, protect
threatened species = nesli tükenme tehlikesi altında
olan tür(ler), endangered species
threatening = tehdit edici, menacing
three flight of stairs = üç kat merdiven
three-act = (tiyatro oyunu, gösteri vs. için) üç
perdeden / bölümden oluşan
three-dimensional = üç boyutlu, 3D
threefold = üç yönlü, üç kat / misli
threshold = eşik, giriş, başlangıç, limit, opening,
beginning, limit
thrill = heyecan
thrilling = heyecan verici, ürpertici, hayret verici
thrive = istikrarlı bir şekilde büyümek, gelişmek,
prosper, flourish
thriving = istikrarlı bir şekilde büyüyen / gelişen,
prosperous
throat = (vücut için) boğaz
throat discomfort = boğazda (farenjit vs. nedenle
oluşan) iritasyon / rahatsızlık
through = 1) (bir kişi ya da şey) aracılığı ile / vasıtası
ile / sayesinde, by means of, by, thanks to, via;
2) (bir şeyin / bir yerin) içinden / arasından
throughout = 1) her yerinde, (bir şeyin) tamamında,
around, all over; 2) baştanbaşa, boyunca, bir
uçtan diğerine, end-to-end, all through
throw in = eklemek, add
throw light on / upon = aydınlatmak, açıklığa
kavuşturmak, clarify, explain
throw up = 1) vazgeçmek, bırakmak, ayrılmak, (I
hear you have thrown up your job. = İşini
bıraktığını duydum.); 2) kusmak, vomit
thumb-sucking = (genellikle çocuklarda) parmak
emme
thunder = gürlemek
thunderstorm= şimşekli / yıldırımlı fırtına
thus = böylece, bu yolla, bu nedenle, therefore,
hence
thus far = şimdiye kadar, so far
tick = kene
ÜDS Sözlüğü - 163
www.bademci.com
ticker symbols = borsada işlem gören hisseleri
tanımlayan 5-6 karakterlik kısa kod adlar
tidal = gelgit ile ilgili
tidal pull = gelgit çekimi
tidal range = gelgit olayında suyun yüksekliğindeki
değişim miktarı
tidally driven currents = gelgitle oluşan akıntılar
tide = gelgit,medcezir
tie (to) = bağlamak, ilişkilendirmek, connect (to), link
(with)
tied to = (bir şey)’e bağlı, (bir şey) ile yakından ilişkili,
attached to, zıt anl.= independent from
tiger = kaplan
tighten up = sıkılaştırmak
tile = seramik, fayans, kiremit
till then = o zamana kadar
tilted = yatık, eğimli
timber = kereste, lumber
timber-rich = keresteden yana zengin
time elapsed = geçmiş olan toplam zaman
time-consuming = zaman alıcı
timeline = süre, müddet
timely = uygun zamanda, vakitli, zamanında
tiny = küçücük, minicik, minuscule, zıt anl.=
enormous, huge
tiny body = (meteorlar, asteroidler ve
kuyrukluyıldızlar gibi) küçük gökcisimleri
tip = uç
tip over = devirmek
tireless = bitmez tükenmez, yorulmak bilmez,
energetic, vigorous, zıt anl.= weary, worn out
tissue = doku
tissue damage = doku zedelenmesi
to a certain extent = bir yere / dereceye kadar, to
some extent
to a great extent = büyük miktarda, büyük oranda, to
a large extent
to a large extent = büyük miktarda, büyük oranda, to
a great extent
to a very insignificant extent = çok az / önemsiz bir
oranda
to and fro = bir yandan öbür yana, bir aşağı bir
yukarı, back and forth
to date = bugüne kadar, so far, until now
to my way of thinking = benim düşünce tarzıma
göre
to one’s surprise = (bir kişi için) şaşırtıcı şekilde, (To
my surprise…= Hayret ettim ki… )
to some extent = belli bir dereceye kadar, bir yere
kadar, to a certain extent
to start with = 1) ilk, evvela, ilk önce, to begin with,
firstly; 2) örneğin, for instance
to such an extent that = o kadar ki, o derece ki
to tell the truth = doğruyu söylemek gerekirse, aslına
bakarsanız, in fact
to that effect = bu hususta, bu mealde
to the contrary = tersine, aksine
to the exclusion of = (bir şey)’i hariç tutacak /
dışlayacak kadar
to the fore = öne, ön tarafa
to this day = bugüne dek / bugüne kadar, hala, even
today
to what extent = ne derece, nereye kadar
tobacco = tütün
toddler = yeni yürümeye başlayan çocuk
toe = ayak parmağı
tolerate = 1) hoş görmek, müsamaha etmek, allow;
2) katlanmak, dayanmak, endure, bear
tomb = mezar, türbe
tomb-figures = mezar figürleri
tonnage = tonaj, tonilato (bir gemi vs. ’nin yüksüz
halde toplam ağırlığı)
tool = araç, alet, el aleti, equipment
toothpaste = diş macunu
top = (bir değer)’in üzerine çıkmak, (bir rakibi, değeri
vs.) geçmek, başa geçmek
topic = konu, mevzu, issue
topmost = en üst
topple = düşüp yuvarlanmak
top-secret = çok gizli
top-security = üstün güvenlik / güvenliğe sahip
torment = eziyet etmek, azap çektirmek, işkence
yapmak, plague, torture, zıt anl.= please,
delight
tormented = eziyet edilmiş, azap çekmiş
torrid = ateşli, sensuous, hot, zıt anl.= cold, frigid
torture = işkence
tortured = işkence edilmiş, acı dolu, kederli,
anguished
Tory = İngiltere’deki Muhafazakar Parti’nin 1832
yılından önceki adı
totality = bütün, bütünlük
touchdown = uçağın piste temas etmesi
touch-screen = dokunmatik ekran
touch-sensitive = dokunmaya duyarlı, dokunmatik
touchstone = denek taşı, mihenk taşı, kriter, ölçüt,
benchmark, criterion
164 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
tough = zorlu, sıkı, zahmetli, hard, laborious
tournament = turnuva
township = kasaba (nahiye, bucak, kaza ya da ilçe
gibi küçük yerleşim)
toxic = zehirli, toksik
toxicity = toksisite (zehirlilik)
toxin = toksin (canlılar tarafından üretilen zehirli
madde), venom, poison
trace (fiil) = (ipuçları vs.) izleyerek saptamak /
bulmak, track, trail
trace (isim) = iz, belirti
trace back = geriye / eskiye doğru izini sürmek /
bulmak
trace mineral = eser mineral (insan vücudunun çok
az miktarlarda gereksinim duyduğumineral),
micromineral
trachea = (çoğul: tracheae ya da tracheas) trakea
(nefes / soluk borusu)
track (fiil) = 1) izlemek, iz sürmek, izini takip etmek,
follow, pursue, trail; 2) kaydını tutmak, record,
follow
track (isim) = 1) ray; 2) (koşu veya bisiklet için) yol /
parkur; 3) (tekerlek, palet vs. ’nin bıraktığı
veya yürünerek bırakılan) iz; 4) (tank, dozer
vs. için) palet
track back = geriye doğru iz sürmek, kaynağını
araştırmak
track down = izleyip bulmak / yakalamak, pursue
traction = götürme, çekme
trade = ticaret, commerce
trade-union = işçi sendikası, labour-union
trading = ticaret
tradition = gelenek, adet, custom, convention
traditional = geleneksel, conventional
traditional diet = geleneksel beslenme
traditionally = geleneksel olarak, conventionally
trailblazing = öncü, pioneer
train = eğitim vermek, eğitmek, instruct
train tracks = tren rayları
training = antrenman, idman, eğitim
training ground = eğitim alanı
trait = özellik
trample = ezmek, çiğnemek, ezip geçmek
transaction = işlem, action, deed
transaction statement = (bir tür) hesap ekstresi
transatlantic = Atlas Okyanusu’nun karşı
yakasından gelen / karşı yakasına giden
transcontinental = kıta aşırı, kıtalararası
transcultural = kültürler arası
transform into = (bir şey)’e dönüş(tür)mek,
değiş(tir)mek, change into, convert to / into, zıt
anl.= preserve
transformation = dönüştürme, dönüşüm,
conversion
transformer = transformatör (elektronik bir devrede
voltajı ve akımı değiştirmeye yarayan eleman)
transient = gelip geçici, transitory, zıt anl.=
permanent
transient global amnesia = geçici global amnezi
(genellikle orta yaşlarda gelişen, yakın
zamanda olmuş olayları hatırlayamama ile
belirgin amnezi nöbeti)
transiently = gelip geçici olarak, transitory, zıt anl.=
permanently
transistor = transistör (bir devrede açma-kapama,
yükseltme gibi çeşitli görevlerde kullanılan yarı
iletken bir devre elemanı)
transistor amplifier = transistörlü amplifikatör
(gelen sinyalin gücünü arttırmaya /
yükseltmeye yarayan bir tür elektronik cihaz)
transition = geçiş, değişim, passage
translate = çevirmek, tercüme etmek
translator = çevirmen, tercüman
translocation = yer değiştirme, başka yere nakil
transmissible = geçmesi / bulaşması olası
transmission = iletim, aktarım, yayılma
transmit = (hastalık) bulaştırmak, iletmek, aktarmak,
carry, convey
transparent = saydam
transplant = nakletmek, taşımak ve yeni ortamda
yaşatmaya çalışmak
transplantable = nakledilmeye uygun
transport = (bir yerden) (başka bir yere) götürmek,
taşımak, nakletmek, move
transportation = taşıma, nakliye
transverse = çaprazlama, enine
trap (fiil) = kapana kıstırmak, tuzak kurarak
yakalamak, lock in
trap (isim) = kapan, tuzak
trapped = (bir şeyin içinde) sıkışıp kalmış
traumatic blow = travmatik darbe (ciddi yaralanma /
iç kanama ile sonuçlanan darbe)
travel = seyahat etmek, yolculuk etmek
travelling public = seyahat eden insanlar, halkın
seyahat eden kesimi
traverse = (mesafe) kat etmek, travel
treacherous = tehlikeli, güvenilmez, hain, kalleş,
dangerous, unsafe
ÜDS Sözlüğü - 165
www.bademci.com
treasure = 1) hazine, define; 2) çok değerli / önemli
şey
treasury = hazine, maliye dairesi
treat = 1) davranmak, muamele etmek, behave, act;
2) tedavi etmek, cure
treatment = 1) tedavi, cure, remedy; 2) işleme,
muamele, işlem
treaty = antlaşma, agreement
trek = engebeli arazide yaya olarak gitmek
tremble = titremek, shake
tremendous = muazzam, enormous
tremendously = son derece, çok büyük çapta,
greatly, enormously, zıt anl.= slightly
tremor = titreme, ürperme, sarsıntı, quiver, tremble
trench = çukur, hendek
trend = eğilim, meyil, akım, tendency, current
trend down = düşme eğiliminde olmak, düşüşte
olmak
trial = 1) (mahkemede) duruşma, court action,
litigation; 2) deneme, sınama, çalışma,
experiment, test, (The comparative efficacy of
these therapies was tested on volunteers in a
clinical trial. = Bu tedavilerin karşılaştırmalı
faydaları, bir klinik çalışmada gönüllüler
üzerinde test edildi.)
tribal = kabileye ait
tribal culture = sosyal yapısı kabile düzeninde olan
kültür
tribunal = mahkeme, court
tributary = ırmak ayağı, kol ırmak (ırmağa karışan
akarsu)
trick (into) (fiil) = kandırmak, tuzağa düşürmek,
kandırarak (bir şey yapmaya) yöneltmek
trick (isim) = hile, üçkağıt
tricky = incelikli, ustalık isteyen, (karmaşıklığı /
riskleri sebebiyle) zor
trigger (off) (fiil) = tetiklemek, harekete geçirmek,
başlatmak, ateşlemek, activate, spark,
(Hypertension triggers off many other
diseases. = Hipertansiyon pek çok başka
hastalığı tetikler.), (The smoke triggered off
the fire alarm. = Duman, yangın alarmını
harekete geçirdi.)
trigger (isim) = tetik, bir şeyin tetikleyicisi / nedeni
trimester = üç aylık dönem
Tripos = Cambridge Üniversitesi’nde bitirme
sınavlarına verilen ad
triumph (fiil) = başarı sağlamak, zafer kazanmak,
galip gelmek, succeed, win
triumph (isim) = zafer, yengi, victory
triumphant =muzaffer, galip, victorious
trivial = cüzi, önemsiz, bayağı, sıradan, insignificant,
unimportant, zıt anl.= significant, important,
(There are one or two trivial errors in your
essay. = Kompozisyonunda bir iki önemsiz
hata var.)
troop = askeri birlik
trophy = hatıra, ödül, ganimet
troublesome = 1) rahatsız edici, endişe verici,
annoying, disturbing, zıt anl.= agreeable,
convenient; 2) sorun çıkaran, zahmetli,
burdensome
trough = (trof gibi okunur) (hayvanların su içtiği)
yalak, tekne
truck = kamyon, tır
truly = gerçekten, hakikaten, tam anlamıyla, really
truncated icosahedron = kesik yirmiyüzlü (düzgün
bir yirmiyüzlünün köşelerinin kesilip atılması ile
oluşturulan futbol topu benzeri geometrik
cisim)
trust (fiil) = güvenmek, inanmak, believe, zıt anl.=
distrust
trust (isim) = 1) güven, confidence, reliance, zıt anl.=
distrust; 2) tröst (pazarda tekel yaratma amacı
güden ve pek çok küçük şirketi gayriresmi
olarak kontrol altına alan büyük şirket ya da
şirketler topluluğu), cartel
trust one’s life to = canını (bir kişiye / bir şeye)
emanet etmek
trustworthy = güvenilir
try on = prova etmek, giyip denemek
try out = (birisini / bir şeyi) denemek, test
tuberculosis = tüberküloz, verem (kanlı öksürük ve
halsizlik ile belirgin akciğer enfeksiyonu),
pulmonary phthisis, TB
tuberculosis-causing = vereme sebep olan
tulip = lale
tumour cell = tümör hücresi
tumour marker = tümör markeri / işaretçisi (vücutta
tümör bulunduğunu gösteren, genellikle kan
tahlilinde ortaya çıkanmadde)
tune = melodi, ezgi, nağme
tune into = 1) yakından takip etmek; 2) belli bir
radyo istasyonuna ayarlamak
turbine = türbin (jeneratörlerde elektrik üreten,
dönen birim)
turboprop airliner = pervaneli yolcu uçağı
turbulence = çalkantı, girdap
turgid = şişmiş, şişkin
turmoil = kargaşa, karışıklık, chaos
166 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
turn = olmak, become
turn against = (bir kişi ya da şey)’e cephe almak
turn away = 1) (kapıdan vs.) geri çevirmek;
2) reddetmek, refuse, turn down
turn away from = (birisi)’nden uzaklaşmak,
(birisi)’ne yüz çevirmek
turn back = geri dönmek, geri çevirmek, (The
refugees were turned back at the border. =
Mülteciler sınırda geri çevrildiler.)
turn down = (bir teklifi vs.) geri çevirmek, reddetmek,
refuse, turn away, (He proposed to her, but
she turned him down. = Ona evlenme teklif etti
ama o reddetti.)
turn in = teslim etmek, hand in, deliver
turn into = (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert to / into
turn off = 1) (ışığı, suyu vs.) kapatmak, kesmek, aktif
hali sonlandırmak, deactivate, put off;
2) (yolda) başka tarafa yönelmek
turn on / upon = 1) (ışık vs. için) (bir şey)’e
doğrultmak, üzerine çevirmek, direct onto;
2) (bir şey)’e bağlı olmak, depend on
turn on = 1) (radyo, TV vs. için) açmak, aktif hale
getirmek; 2) (özellikle cinsel açıdan)
heyecanlandırmak, excite, stimulate
turn out = 1) (bir hatası nedeniyle birini) dışarı
çıkarmak, throw out; 2) (ışık vs. için)
kapamak, söndürmek; 3) üretmek, produce;
4) sonuçlanmak
turn out (that) / (to be) = (bir şey olduğu) ortaya
çıkmak, prove to be, (At first he seemed to be
an honest person. But then he turned out to be
a great liar. = Önceleri dürüst birisi gibi
görünüyordu ama sonra büyük bir yalancı
olduğu ortaya çıktı.)
turn over = 1) devirmek, çevirmek, invert;
2) düşünmek, akılda tartmak, think about,
consider
turn to = (birisi)’ne başvurmak, (birisi)’nin yardımını
istemek, invoke, refer to, resort to
turn up = 1) (radyo, müzik vs. için) sesini yükseltmek,
2) (beklenmedik bir şekilde) ortaya çıkmak,
gelmek
turn-of-the-century = yüzyılın değişimine / bitişine
yakın (bir yüzyılın başlangıcının / bitişinin
hemen öncesi ve sonrasını kapsayan dönem),
yüzyıl dönümü
turpentine = terebentin (çam reçinesinin damıtılması
yolu ile elde edilen, özellikle boya sanayinde
inceltici ya da çözücü olarak kullanılan sıvı
madde)
turtle = kaplumbağa
twist = büklüm, burma
two-fifths = beşte iki
twofold = iki misli / kat
two-mode hybrid engine = taşıtlarda kullanılan,
benzin motorunun yanı sıra iki kademeli bir
elektrik motoru ile de çalışan yeni ve deneysel
bir motor sistemi
two-shoe = iki pedallı
two-sided = iki taraflı, iki yönlü
two-storey façade = iki katlı cephe
two-syllable = iki heceli
two-thirds = üçte iki
typewriter = daktilo
typhoid = tifo (genellikle hijyenik olmayan besinler
aracılığı ile bulaşan, bağırsakta yaralar ile
belirgin bir hastalık)
typhoon = hortum, şiddetli kasırga, cyclone
typical = tipik
typically = tipik / karakteristik olarak, genellikle,
characteristically
www.bademci.com
ubiquitous = her yerde var olan, yaygın
UK = Birleşik Krallık, İngiltere, United Kingdom
ulcer = ülser (deri üzerinde, epitel dokuda, veya
sindirim organlarının iç yüzeylerinde gelişerek
altındaki dokuları da etkileyen açık yara)
ulcerated = ülserli, ülser içeren
ulcerative colitis = ülseratif kolit (enfeksiyona bağlı
olarak kolon mukozasında yer yer ülserler
oluşması, irin, kan içeren dışkı vb. belirtileri
olan bir hastalık)
ultimate = 1) en büyük, en yüksek, greatest; 2) esas,
temel, fundamental; 3) son, nihai, final,
eventual, (Someone’s initial successmay be
deceptive; what matters is his ultimate
success. = Bir kişinin başlangıçtaki başarısı
aldatıcı olabilir; asıl önemli olan nihai
başarısıdır.)
ultimately = 1) esasen, asıl olarak, primarily,
fundamentally; 2) son / nihai olarak, finally, zıt
anl.= originally
umbilical cord = 1) göbek bağı; 2) astronot kordonu
UN Conference on the Human Environment =
BirleşmişMilletler bünyesinde 1972 yılından
bu yana düzenlenmekte olan, çevre ve insançevre
ilişkisi odaklı konuların tartışıldığı ve
uluslararası çevre politikalarının belirlendiği
konferans, Stockholm Conference
unable = ehliyetsiz, yeteneksiz, incapable,
incompetent, zıt anl.= capable
unacceptable = kabul edilemez
unaccountable = açıklanamayan, anlatılamaz,
anlaşılmaz, inexplicable, peculiar, zıt anl.=
explicable
unaffected = etkilenmemiş, etkilenmeden kalmış,
intact, zıt anl.= affected
unaided = yardım almadan / almayan
unambiguous = açık, net, ikilem içermeyen, clear, zıt
anl.= ambigous
unanimous = oybirliğiyle
unanticipated = sezinlenemeyen, tahmin edilmeyen,
beklenmeyen, umulmadık, unforeseen,
unpredicted
unanticipated reaction = beklenmeyen tepki
unappreciated = değeri anlaşılmamış, küçümsenmiş,
underrated, zıt anl.= appreciated
unarmed = silahsız, zıt anl.= armed
unavoidable = kaçınılmaz, inevitable, inescapable, zıt
anl.= avoidable, avertable
unaware of = (bir şey)’in farkında olmayan, (bir
şey)’den habersiz, unwitting, zıt anl.= aware of
unawares = hazırlıksız (olarak), gafil (avlanarak),
(The news took the city of London unawares.
= Haberler, Londra kentini hazırlıksız
yakaladı.)
unbearable = dayanılmaz, çekilmez, intolerable, zıt
anl.= bearable, tolerable
unbiased = tarafsız, nesnel, objektif, objective
unbreakable = kırılmaz
uncertainty = belirsizlik, doubtfulness, dubiousness,
zıt anl.= certainty, sure thing
unclear = muğlak, belirsiz, açık olmayan, vague,
uncertain, zıt anl.= clear, well-defined
unconcerned = ilgisiz, umursamaz, indifferent,
inattentive, zıt anl.= concerned, interested
unconditional = koşulsuz, kayıtsız şartsız, zıt anl.=
conditional
unconscious = bilinçsiz, bilinçaltı, bilinçdışı, zıt anl.=
conscious
unconscious state = bilinçsiz hal
unconsciousness = bilinçsizlik, baygınlık, zıt anl.=
consciousness
uncontaminated = kirlenmemiş, (hastalık vs.)
bulaşmamış, unpolluted, uninfected, zıt anl.=
contaminated
uncontrollable = kontrol altına alınamayan
uncover = ortaya / meydana / açığa çıkarmak,
reveal, unveil, zıt anl.= cover
uncut = kesintisiz
undeniably = inkâr edilemez şekilde
under consideration = değerlendirilmekte, karar
gündeminde
under debate = tartışılmakta
under threat = tehdit altında
under trial = deneme altında, denenmekte
under- or overbuilt = (sağlamlık ve / veya kütle için)
eksik / yetersiz veya aşırı yapılı
under-activity = az hareket, yetersiz faaliyet
undercarriage = (uçak için) iniş takımları, landing
gear
U U U U U
168 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
undercover policeman = gizli / sivil polis
underestimate = küçümsemek, değerinin altında
paha biçmek, hafife almak, undervalue, zıt
anl.= overestimate, exaggerate
underfund = yeterince finanse etmemek
undergo = 1) (ameliyat, değişim vs.) geçirmek,
(tamirat, eğitim vs.) görmek, have, go through;
2) (sıkıntı, acı vs.) çekmek, experience;
3) (zorluk, işkence vs.)’ye maruz kalmak, be
subjected to, be exposed to
underhand = el altından, gizli, sinsi, secret, sly
underinvest = gereğinden az / eksik yatırım yapmak
underlie = altında bulunmak / yatmak, asıl nedeni
olmak, temelini oluşturmak
underline = vurgulamak, altını çizmek, stress,
emphasise
underlying = altında yatan, temelindeki
undermine = temelini aşındırmak, yavaş yavaş yok
etmek, zayıflatmak, zorlaştırmak, weaken, zıt
anl.= strengthen, build up, (His friends’
criticism undermines his self-confidence. =
Arkadaşlarının eleştirileri, onun özgüvenini
zayıflatıyor.)
underneath = altına / altında
undernourished = yetersiz beslenmiş, ill-fed,
underfed
undernutrition = yetersiz beslenme
underpaid = (olması gerekenden) düşük ücretli
underperform = daha düşük performans göstermek,
daha az icra etmek, (gereğinden veya
olabileceğinden) az ilerleme kaydetmek
understandable = anlaşılabilir, reasonable, zıt anl.=
unreasonable
understandably = anlaşılır, makul bir şekilde,
conceivably, reasonably, zıt anl.= ambiguously,
unreasonably
understanding = anlayış, anlama, comprehension
undertake = üstlenmek, taahhüt etmek, bir işe
girişmek, get in charge (of), carry out
undertaking = girişim, üstlenme
underwater archaeology = sualtı arkeolojisi
(arkeolojinin, su altında kalan eserleri ve
batıkları, dalışlar yapmak suretiyle inceleyen
alanı)
underweight = zayıf, düşük kilolu, skinny
underworld = (mitolojide) yeraltı dünyası
undeserved = hak edilmemiş, unmerited, zıt anl.=
deserved
undeservedly = hak etmediği şekilde, hak edilmemiş
bir biçimde, zıt anl.= deservedly
undesirable = istenmeyen, tatsız, unwanted, zıt anl.=
desirable
undetectable = fark edilmesi / bulunması mümkün
olmayan, unnoticeable
undetected = gözden kaçmış, farkedilmemiş,
unnoticed
undigested = sindirilmemiş
undoubtedly = şüphesiz / kuşkusuz bir şekilde,
kesinlikle, obviously, unmistakably,
convincingly, zıt anl.= doubtfully, questionably
undue = yakışıksız, uygunsuz, yersiz, aşırı,
unjustified, untimely, excessive
unduly = boş yere, gereksizce, unnecessarily, zıt
anl.= sensibly
unearth = kazarak çıkarmak, dig out, zıt anl.= bury
unease = huzursuzluk, endişe, kaygı, unrest, worry,
zıt anl.= ease
uneasy = kaygılı, tedirgin, restless, uncomfortable, zıt
anl.= at ease
unemotional = duygusuz, detached, aloof, zıt anl.=
emotional
unemployment = işsizlik
unenviable = istenmeyen, uygunsuz, kıskanılacak
türden olmayan, undesirable, zıt anl.=
enviable, desirable
unethical = etik olmayan, ahlaka aykırı, immoral, zıt
anl.= ethical, moral
uneven = eşit olmayan, dengesiz, imbalanced, zıt
anl.= even, uniform
unevenly = eşit olmayan şekilde, dengesizce, zıt
anl.= evenly, uniformly
unexpected = beklenmedik
unexplored = araştırılmamış
unfair = haksız, unjust, zıt anl.= fair, just
unfairly = haksız bir şekilde, adaletsizce, unjustly, zıt
anl.= fairly, justly
unfamiliar = aşina olmayan, yabancı, unknown,
strange, zıt anl.= familiar, known
unfashionable = modaya uymayan, modası geçmiş,
outmoded, zıt anl.= fashionable
unfeasible = yapılamaz, gerçekleştirilemez,
impracticable, zıt anl.= feasible, practicable
unfertilized = (yumurta için) döllenmemiş, (toprak
için) gübrelenmemiş
unfold = açıklamak, açıklığa kavuşturmak, clarify,
reveal, zıt anl.= conceal
unforeseen = beklenmedik, umulmadık, unexpected,
zıt anl.= expected
unfortunate = üzüntü veren, talihsiz, pitiful, zıt anl.=
fortunate
ÜDS Sözlüğü - 169
www.bademci.com
unfortunately = ne yazık ki, maalesef, regrettably, zıt
anl.= fortunately
unfounded = temelsiz, dayanaksız, groundless
ungainly = hantal, kaba, biçimsiz, awkward, clumsy
unharmed = zarar görmemiş, sağlam, intact,
undamaged, zıt anl.= harmed, damaged
unicorn = tekboynuz (başında tek bir boynuz olan at
biçimindeki efsanevi yaratık)
unified = birleştirilmiş, birleşmiş
unified field theory = birleşik alan teorisi (fizikte,
temel parçacıklar arasındaki tüm temel
kuvvetlerin tek bir alan olarak ifadesini
sağlayan bir çeşit alan teorisi)
uniform = 1) her yanı / bölümü aynı, even; 2) tutarlı,
bir örnek, consistent, similar, zıt anl.= different,
variable
uniformity = 1) aynılık; 2) tutarlılık, bir örnek oluş,
consistency, similarity, zıt anl.= diversity
uniformly = aynen, eşit bir şekilde, her yanı aynı
şekilde, equally, evenly, zıt anl.= differently
unify = birleştirmek, bir bütün haline getirmek,
combine, unite, zıt anl.= detach, separate
unimaginable = hayal / tasavvur edilemez, incredible,
unbelievable, zıt anl.= believable
unimpaired = zarar görmemiş
unintended = istemeden gerçekleşen, accidental,
unintentional, zıt anl.= deliberate
unintentionally = istemeden, kazara, accidentally, zıt
anl.= deliberately, on purpose
uninviting = çekici olmayan, itici, unattractive, zıt
anl.= inviting
unique = benzersiz, eşsiz, yegane, tek, (bir kişiye ya
da şeye) özgü, unparalleled
uniquely = benzersiz / eşsiz bir şekilde, solely, zıt
anl.= commonly
uniqueness = benzersizlik, eşsizlik, yeganelik
unit = birim (tek bir bütün olarak algılanabilen bir
kavramlar veya objeler grubu)
unite = birleştirmek, bir araya getirmek, combine,
consolidate, zıt anl.= disunite, sever
universal = evrensel
universe = evren, cosmos
unjustifiable = gerekçesiz, haksız, yersiz,
inexcusable, indefensible
unjustly = haksız bir şekilde, unfairly, zıt anl.= justly
unknown = bilinmeyen, unidentified, zıt anl.= known
unlike = (bir şey)’den farklı olarak, tersine, tam
aksine, as opposed to, zıt anl.= like
unlikely = mümkün olmayan, olanaksız, çok az bir
olasılıkla, improbable, zıt anl.= likely
unlimited = sonsuz, sınırsız
unload = boşaltmak
unmanned = (hava, uzay taşıtları vs. için) insansız,
zıt anl.= manned
unmatchable = emsalsiz, benzersiz, incomparable,
unrivalled, zıt anl.= ordinary
unmet = (ihtiyaç, beklenti, talep vs. için)
karşılanmamış
unmistakably = şüphesiz, şüphe götürmez bir
şekilde, certainly, undoubtedly, zıt anl.=
questionably, doubtfully
unnatural = doğal olmayan
unnecessarily = boş yere, gereksizce, unduly, zıt
anl.= reasonably, sensibly
unobtrusive = dikkat çekmeyen, göze çarpmayan,
alçak gönüllü, unnoticeable, humble, zıt anl.=
obtrusive, noticeable
unorthodox = geleneksel olmayan, alışılmışın
dışında, irregular
unparalleled = eşsiz, emsalsiz, benzeri olmayan,
unmatched, zıt anl.= inferior
unpaved = (yol için) parke taşı / asfalt döşenmemiş
unpleasant = hoş olmayan, tatsız, undesirable, nasty,
zıt anl.= pleasant, delightful
unpopular = rağbet görmeyen, gözden düşmüş
unprecedented = görülmemiş, emsalsiz, exceptional,
zıt anl.= usual
unpredictability = belirsizlik, bilinemezlik, volatility,
zıt anl.= predictability
unpredictable = önceden bilinmez, kestirilemez,
unforeseeable, variable, zıt anl.= predictable,
unchanging
unprescribed = reçetesiz, over-the-counter
unprotected = korunmamış
unravel = çöz(ül)mek, sök(ül)mek, halletmek, solve,
figure out, zıt anl.= code, encode
unreachable = ulaşılamaz, inaccessible, zıt anl.=
reachable
unrealistically = gerçekçi olmayan bir şekilde,
unbelievably, zıt anl.= realistically
unrelenting = amansız, acımasız, merciless, zıt anl.=
compassionate, merciful
unreliability = güvenilir olmama, kaypaklık,
changeability, zıt anl.= reliability, dependability
unreliable = güvenilmez, sağlıksız, uncertain,
dubious, zıt anl.= reliable
unrequited = karşılık görmeyen, karşılıksız
unresponsive = cevapsız, tepkisiz, zıt anl.=
responsive
unrest = huzursuzluk, kargaşa, disturbance,
dissatisfaction, zıt anl.= peace, harmony
170 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
unsafe = emniyetsiz, tehlikeli, dangerous, zıt anl.=
safe
unsanitary = temiz olmayan, sağlıksız, unhygienic,
zıt anl.= sanitary, hygienic
unsatisfactory finding = tatmin edici olmayan /
yetersiz bulgu
unsatisfying = tatmin etmeyen
unsaturated = doymamış
unsaturated fat = doymamış yağ
unseasonable = mevsim normallerinin altında ya da
üzerinde, zamansız, untimely
unsettled = tedirgin, huzursuz, huysuz
unsightly = çirkin, göze hoş gelmeyen
unstable = dengesiz, kararsız, değişken, sabit
olmayan, inconstant, zıt anl.= stable
unsuccessful = başarısız, zıt anl.= successful
unsustainable = sürdürülemez, (aynı şartlarda)
devam edemez
unsympathetic = itici, arkadaş canlısı olmayan,
unfriendly, zıt anl.= sympathetic, friendly
untaxed = vergilendirilmemiş
until fairly recently = oldukça yakın zamana kadar
until well into the nineteenth century =
ondokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar
untold = tarifsiz
unused = kullanılmamış, zıt anl.= used
unusual = alışılmadık, tuhaf, ender, olağandışı,
uncommon, strange, zıt anl.= familiar, normal
unusually = sıra dışı / alışılmadık şekilde,
uncommonly, zıt anl.= commonly
unwanted = istenmeyen
unwary = dikkatsiz, tedbirsiz, zıt anl.= careful,
watchful
unwilling = isteksiz, gönülsüz, reluctant, uneager, zıt
anl.= willing, eager, ready
unwillingly = isteksizce, gönülsüzce, reluctantly, zıt
anl.= willingly, eagerly
unwillingness = isteksizlik, gönülsüzlük, reluctance,
zıt anl.= eagerness, willingness
unwise = akıllıca olmayan, foolish, silly, unintelligent,
zıt anl.= wise, thoughtful
unwisely = akılsızca, foolishly, (He invested unwisely
and lost a fortune. = Akılsızca yatırım yaptı ve
bir servet kaybetti.)
unworkable = işletilemez, yürütülemez
unyielding = sert, mukavim, geçit vermez
up against = karşı karşıya, facing
upbringing = (çocuk için) yetiştir(il)me, büyütme
update = modernleştirmek, güncelleştirmek,
modernise, renew
upgrade = geliştirmek, düzeyini yükseltmek, improve,
advance, zıt anl.= worsen, weaken
uphold = tarafını tutmak, desteklemek, onaylamak,
back up, advocate
upkeep = bakım, muhafaza, idame, maintenance
upper arm = kolun omuzla dirsek arasındaki kısmı
upper class = üst sınıf, yüksek gelir sınıfı
upright = dikey, dik
upset (fiil) = 1) bozmak, altüst etmek, disturb, disrupt;
2) üzmek, sinirlendirmek, bother, afflict
upset (sıfat) = üzgün, üzüntülü, distressed
upsetting = üzücü, üzüntü veren, sinir bozucu,
annoying, hurtful, distressing, zıt anl.=
pleasing
upstream = akıntının tersi yönünde, akıntıya karşı,
zıt anl.= downstream
urban = kentsel, kentle ilgili, şehirlerde oturan, zıt
anl.= rural, (Crime rate is usually higher in
urban areas than in rural areas. = Suç oranı
kentsel bölgelerde, taşrada olduğundan
genellikle daha yüksektir.)
urbane =medeni, civilized
urbanized = kentleşmiş, şehirleşmiş, zıt anl.= rural
urea = üre (protein metabolizması sonucu vücutta
oluşan ve idrar ile dışarı atılan atık madde)
urge (fiil) = (birisini bir şey yapmaya) teşvik etmek,
kışkırtmak, encourage, incite, zıt anl.=
discourage, deter
urge (isim) = şiddetli arzu, tutku, desire, passion, zıt
anl.= dislike, hate
urgency = aciliyet, ivedilik, emergency
urgent = 1) acil, ivedi; 2) zorunlu; 3) ısrarlı, ısrar eden
urgently = acilen, acil olarak, ivedilikle, önemle,
immediately
uric acid = ürik asit (protein metabolizması sonucu
oluşup kanda ve idrarda bulunan bir madde)
urinary = uriner sistem (idrar yolları) ile ilgili
urinary creatinine excretion = idrar yoluyla
kreatininmaddesinin vücuttan atılması
urine = idrar
urine screen = idrar tarama
urticaria = ürtiker (bir tür kaşıntılı deri hastalığı)
US / USA = (the US / USA şeklinde kullanılır)
Amerika Birleşik Devletleri, (the) United States
of America
ÜDS Sözlüğü - 171
www.bademci.com
US Federal Aviation Administration = Birleşik
Devletler Federal Havacılık Dairesi (ABD’de
tüm sivil havacılığı düzenlemek ve denetlemek
ile görevli kuruluş)
US Geological Survey Centre = Birleşik Devletler
Jeolojik Araştırmalar Merkezi (ABD’de,
bölgeleri jeolojik olarak incelemekle ve jeolojik
haritalar çıkarmakla görevli merkez)
use = kullanım
use to the full = sonuna kadar kullanmak
use up = kullanarak azaltmak, bitirmek, tüketmek,
deplete, run through
used to = bir fiilden once geldiği zaman “(eskiden) …
idi (ama artık değil)” anlamı verir, (He used to
write to me frequently; he doesn’t any more. =
Eskiden bana sıkça yazardı; artık yazmıyor.)
useful = yararlı, faydalı, beneficial, helpful, zıt anl.=
useless, harmful
useless = işe yaramaz, worthless
usher in = 1) öncülük etmek; 2) (içeri) getirmek,
bring in
usual = alışılmış, olağan, zıt anl.= unusual
Utah = ABD’de bir eyalet
uterus = uterus (rahim)
utilitarian = faydacıl, fayda / yarar gözetici, useful,
practical, zıt anl.= unpractical
utility = 1) (gaz, elektrik gibi) kamu hizmeti, (The
rent does not include utilities. = Kiraya elektrik,
su, gaz vs. (hizmetlerin bedeli) dahil değildir.);
2) yarar, fayda, kullanışlılık
utilize = yararlanmak, use, make use of
utmost = en büyük, en çok
utter = 1) tamamen, complete; 2) kesin, kesinkes,
mutlak, absolute
utterly = tamamen, hepten, absolutely, totally,
completely, (After the crisis, he tried hard to
save his company from bankruptcy but failed
utterly. = Krizden sonra firmasını kurtarmak
için çok çabaladı ama hepten başarısız oldu.)
www.bademci.com
V V V V V
vacation = tatil
vacationer = tatilci
vaccinate = aşılamak
vaccine = aşı
vacuum = boşluk
vagary = kapris
vague = belirsiz, bulanık, şüpheli, dim, obscure, zıt
anl.= defined
vaguely = tam anlamını vermeyecek şekilde, belli
belirsiz, ambiguously, zıt anl.= clearly, explicitly
valiantly = cesurca
valid = geçerli, sağlam, yasal, credible, solid,
legitimate, zıt anl.= invalid, unacceptable
validity = geçerlilik, meşruluk, legitimacy, zıt anl.=
invalidity
value = değerini / kıymetini bilmek, appreciate
valued = değerli, esteemed, highly-regarded
valve = 1) valf, subap; 2) radyo lambası
valve radio = lambalı radyo
vandalism = vandalizm, çevreye zarar verme (örn.
duvarları boyama, sokak lambalarını kırma
vs.)
vanguard = öncü (birlik / kol)
vaporise = buharlaş(tır)mak, evaporate
vapour = buhar, buğu
variable = değişken, etmen
variation = 1) düzensizlik; 2) varyasyon, farklılaşma,
çeşitleme, diversity
varicella virus = suçiçeği virüsü
varied = değişiklik gösteren, çeşitli
variety = cins, tür, çeşitlilik, değişiklik, farklılık
various = çeşitli, miscellaneous, numerous
vary = çeşitlilik göstermek, farklılık göstermek,
değiş(tir)mek, çeşitlen(dir)mek, change, differ,
alter, zıt anl.= remain, stay
vasoconstriction = kan damarlarındaki daralma, zıt
anl.= vasodilation
vast = çok büyük, çok geniş, engin, huge, immense,
(They are building these roads at vast
expense. = Bu yolları çok büyük harcamalarla
yapıyorlar.)
vast majority = büyük çoğunluk
vast sums (of) = çok büyük miktarlarda (para vs.)
vast tracts of forest = çok geniş ormanlık araziler
vastly = çok, büyük oranda, highly, greatly
vastness = büyüklük, enginlik
vector = 1) vektör (bir miktar ve bir yön içeren bir
ifade, örn. yerçekimi kuvveti); 2) hastalık
taşıyıcı
vegetation = bitkiler, bitki örtüsü
vegetative = 1) büyüme yeteneği olan; 2) bitkisel
vehemently = şiddetli / hiddetli / ateşli bir şekilde,
passionately
vehicular = taşıtlara ilişkin
velcro = cırt cırt, cırt bant (örn. çocuk
ayakkabılarında bağcık yerine kullanılan
kapatma elemanı)
vellus = erişkinlerde gövde, kol ve bacaklar
üzerindeki ince tüy / kıl
velocity = (belli bir yönde) hız
vendor = satıcı, işportacı
Venice = Venedik (İtalya’da, şehrin ana caddelerini
oluşturan su kanalları ile ünlü bir kent)
vent = delik, yarık
ventilate = havalandırmak
ventilation = havalandırma, (In the attic, the only
ventilation was through a small door at the
back. = Tavanarasında tek havalandırma arka
taraftaki küçük bir kapıdan sağlanıyordu.)
ventromedial nucleus = hipotalamusun ortasında
yer alan ve doygunluğa ulaşıldığında yeme
isteğini baskı altına alan sinir hücresi yığını
venture (fiil) = 1) tehlikeye at(ıl)mak, stake,
jeopardize; 2) göze almak, dare, stake
venture (isim) = girişim
verbal = sözlü, oral, zıt anl.= written
verbal communication = sözlü iletişim
verbally = sözlü olarak, orally
verdict = jüri kararı
verification = doğrulama, teyit etme, confirmation,
validation, zıt anl.= invalidation
verify = doğrulamak, gerçeklemek, teyit etmek,
onaylamak, confirm, validate, zıt anl.=
invalidate
versatile = değişme kabiliyeti yüksek, çok yönlü,
adaptable, all-purpose, many-sided
ÜDS Sözlüğü - 173
www.bademci.com
versatility = çok yönlülük / fonksiyonluluk, adaptability
version = 1) versiyon, tür; 2) yorum, (The Prime
Minister’s version of the economic matters
was quite different from that of the Opposition.
= Başbakan’ın ekonomiyle ilgili yorumu ana
muhalefetin yorumundan oldukça farklıydı.)
versus = (bir şey ya da kişi)’ye karşı, in opposition to
vertebra = (çoğul: vertebrae) omur
vertebrate = omurgalı, craniate
vertical = dikey, zıt anl.= horizontal
very first = ilk
vessel = 1) gemi, tekne; 2) damar
vest = yelek
vested = kazanılmış, mutlak, sabit
Vesuvius = Vezüv Yanardağı (İtalya’da, ünlü Pompei
antik kentini lavlar altında bırakarak yok etmiş
olmasıyla tanınan bir volkan)
veterinary medicine = veteriner hekimliği
veterinary surgeon = hayvan cerrahı, operator
veteriner
vex = canını sıkmak, sinirlendirmek, kızdırmak,
irritate, upset, zıt anl.= soothe
viable = (örneğin, ekonomik olarak) yapılabilir /
uygulanabilir, feasible, practicable, zıt anl.=
unachievable
viable level = makul, kabul edilebilir seviye
vibrant = parlak, canlı
vibrate = titre(t)mek, shake, zıt anl.= be still
vibration = titreşim
vibrotactile = titreşim yoluyla çalışan
vice versa = tersi(ne), aksi(ne), öbür türlüsü (de),
tersi (de), the other way round
vicinity = civar
vicious = kötü, çirkin, acımasız, nasty, brutal
vicious circle = kısır döngü, fasit daire
victim = kurban, mağdur
Victorian = İngiltere’de, Kraliçe Viktorya’nın hüküm
sürdüğü 1837 ile 1901 yılları arasında kalan
dönemde yaşamış / döneme ait
view (fiil) = 1) değerlendirmek, consider, regard;
2) dikkatlice incelemek, look at; 3) (film vs.)
izlemek, watch
view (isim) = 1) görüş, fikir, düşünce, inanç, bakış
açısı, opinion, conception; 2) görünüş,
manzara, panorama
view as = olarak görmek, (view as important =
önemli görmek, önemli olduğunu düşünmek)
vigilant = ihtiyatlı, tetikte olan, watchful, zıt anl.=
oblivious
vigorous = 1) terleten, zahmetli; 2) kuvvetli, etkin,
gayretli, enerjik, zealous, energetic, zıt anl.=
impotent, inactive
vigorously = kuvvetlice, gayretli bir şekilde, actively,
energetically
Vikings = Vikingler (İskandinavya’da, özellikle 8. -
11. yy’lar arasında etkin olan, korsan ve tüccar
kavim)
villus = (çoğul: villi) 1) (örn. bağırsak vemide
cidarlarında bulunan) emzik başına benzeyen
minik çıkıntı; 2) (özellikle şeftali gibi
meyvelerin üzerindeki) ince tüy
vindication = temize çıkarma, suçsuzluğunu
kanıtlama
vine = sarmaşık yapılı, (kazığa vs.) tutunarak
büyüyen bitki
vinegar = sirke
vineyard = üzüm bağı
violate = (yasa, kural vs.) çiğnemek, ihlal etmek,
breach, infringe, zıt anl.= obey, observe
violation = (yasa, kural vs. için) ihlal (etme) / aykırı
davranış, breach
violence = şiddet, zorbalık, disturbance, riot
violent = yıkıcı, sert, şiddetli, zorlu, destructive,
strong, zıt anl.= mild, passive
violent motion sickness = şiddetli hareket / sarsıntı
tutması
violently = yıkıcı şekilde, şiddetlice, destructively,
strongly, zıt anl.= mildly, passively
viral = viral (virüslerden kaynaklanan, virüslerle ilgili)
Virginia = Batı ABD’de bir eyalet
virologist = virolog (viroloji alanında çalışan uzman)
virology = viroloji (virüsleri inceleyen tıp ve biyoloji
alanı)
virtual takeover = fiili / gayriresmi devralma
virtually = neredeyse, hemen hemen, nearly, actually
virtue = 1) meziyet, yarar, avantaj, asset, advantage;
2) erdem, fazilet, goodness, zıt anl.= vice,
merit
visa = vize (ülkeye giriş ve ülkede kalma izni)
viscid = yapışkan, sticky
visibility = görünebilirlik, görünürlük, görme olanağı,
detectablity
visible = görünebilir, görülür, açık, belli, apparent,
conspicuous, detectable, zıt anl.= obscured,
concealed, hidden
vision = 1) görme kabiliyeti, eyesight; 2) görüntü,
image; 3) hayal, düş, daydream; 4) öngörü,
foresight
visionary = 1) hayalperest; 2) ileriyi gören kimse
174 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
visual = görsel
visual acuity = görme keskinliği (uzaktaki /
yakındaki cisimleri net görebilme hali)
visual field = görüş alanı
vital = 1) yaşamsal, hayati, yaşam için gerekli; 2) çok
önemli, critical, essential, pivotal, zıt anl.=
insignificant, trivial
vitality = canlılık, hareketlilik, dirilik, liveliness, vigour
vitally important = hayati öneme sahip
vitamin Adeficiency = Avitamini yetersizliği
vitreous = genellikle şekilsiz, camlaşmasını
tamamlamamış (malzeme)
vivid = canlı, etkili, güçlü, intense, colourful, zıt anl.=
weak, dull
vividly = çok canlı / güçlü bir şekilde, lively, clearly, zıt
anl.= vaguely
vocalization = ses ile ifade
vocational = mesleki, mesleğe ilişkin, occupational
voice = dile getirmek, anlatmak, tell, narrate
volatile = buharlaşabilen
volume = hacim
voluntarily = isteyerek, gönüllü olarak, willingly, zıt
anl.= forcibly
voluntary (sıfat) = gönüllü, isteğe bağlı, willing, zıt
anl.= involuntary, obligatory
volunteer (fiil) = gönüllü olmak, offer
volunteer (isim) = gönüllü
vomiting = kusma
voracious = doymak bilmez, aç gözlü
vote (for) (fiil) = (birisine) oy vermek
vote (isim) = oy
voter = seçmen
voyage = deniz yolculuğu
vulnerability = saldırıya açık olma, susceptibility,
weakness
vulnerable to = (bir şeye) karşı savunmasız,
kolaylıkla yaralanabilir, saldırıya / eleştiriye /
riske açık / maruz, susceptible to, exposed to,
at risk of, weak, zıt anl.= protected, secure,
(Elderly people, especially those living alone,
are vulnerable to accidents happening at
home. = Yaşlilar, özellikle yalnız yaşayanlar,
evdemeydana gelen kazalara karşı
savunmasızdırlar.)
www.bademci.com
wage (fiil) = (savaş vs.) açmak, başlatmak,
sürdürmek, carry on, undertake, zıt anl.=
cease, stop
wage (isim) = maaş, salary
wage-earning = 1) sabit bir maaştan ziyade saat
ücreti hesabıyla çalışma; 2) (çalışma karşılığı)
gelir / ücret sağlayan / kazandıran
wait = bekleyiş
waiver = feragat
wakefulness = uyanıklık hali
wallet = cüzdan
walnut = ceviz
Walt Disney Company = Walt Disney Şirketi
(eğlence sektöründe faaliyet gösteren,
özellikle yarattığı çizgi karakterlerle tanınan
büyük bir şirket)
wander away = amaçsız bir şekilde dolaşarak (bir
yerden) uzaklaşmak
wane = azalmak, eksilmek, tükenmek, diminish,
decrease, zıt anl.= increase
war = savaş, battle, zıt anl.= peace
ward = (hapishanede) koğuş, (hastanede) servis /
hastaların kaldığı oda
warfare = (genel kavram olarak) savaş, (nuclear
warfare = nükleer savaş), (diplomatic warfare
= diplomatik savaş)
warfare agent = savaşlarda kullanılan kimyasal vs.
madde
warm up (fiil) = (kasları, motoru vs.) ısıtmak
warm-blooded = sıcakkanlı
warming = ısınma
warm-up (isim) = (kaslar, motor vs. için) ısınma
warn = uyarmak, ikaz etmek, ihtar etmek
warning = uyarı
warning label = uyarı etiketi
warp = değişiklik, saptırma
warp thread = çözgü ipliği (dokuma tezgahında
kumaşın boyuna olan iplik)
warrant = izin vermek, garanti etmek, ruhsat
vermek, permit, approve, guarantee
warring = savaşan
warrior = savaşçı
war-torn = savaşın yakıp yıktığı
wash ashore = sahile vurmak
wastage = zayiat
waste (fiil) = boşa harcamak, israf etmek, (He
wasted his inheritance in casinos. = Kendisine
kalanmirası kumarhanelerde yedi.), (Waste
not, want not. = Boşa harcama, başkasından
dilenmek zorunda kalma.)
waste (isim) = 1) boş arazi, ıssız yer; 2) atık madde,
israf
waste dump = çöp depolama alanı, büyük çöplük
waste material = artık / atık madde
waste product = atık madde, yıkım ürünü
wasteful = savurgan, müsrif
wastefully = müsrifçe, savurganca, extravagantly, zıt
anl.= thriftily
wastefulness = israf, savurganlık
wasting = zayıflama, kuvvetten düşme, (wasting
disease = verem vs. gibi ince / zayıf düşüren
hastalık)
watch out for = (bir tehlikeye) karşı uyanık olmak,
dikkat etmek, look out for
watchfulness = tetiktelik, uyanıklık, alertness
water delivery system = su dağıtım şebekesi
water supply = su rezervi / stoğu
water table = su tabakası seviyesi (yerin altında,
toprağın suya tamamen doyduğu seviye)
water-borne = sudan gelen, su yoluyla taşınan
waterfall = şelale
waterfowl = su kuşu
water-stressed = su sıkıntısı çeken
watery tissue = suyu tutan doku
wattle = (hindi, kertenkele gibi bazı hayvanlarda)
genellikle boyun bölgesinde parlak renkli ve
sarkık deri katmanı
wave = dalga
wave-exposed = dalgalara açık
wavelength = dalga boyu
way of life = yaşam biçimi
way off = çok dışında / uzağında
way-station = ara istasyon
W W W W W
176 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
weak nuclear force = zayıf nükleer kuvvet (bazı
atomaltı parçacıkları bir arada tutan, ancak
kimi zaman yeterli gelmeyerek radyoaktif
bozunmaya yol açması sebebiyle “zayıf” olarak
adlandırılan temel fiziksel kuvvet)
weak pulse = zayıf nabız
weaken = zayıfla(t)mak, hafifle(t)mek,
güçsüzleş(tir)mek, lessen, undermine, zıt anl.=
strengthen, build up
weakness = zaaf, güçsüzlük, vice
wealth = zenginlik, servet, varlık
wealth of information = bilgi hazinesi, bilgi bolluğu
wealthy = varlıklı, zengin, refah içinde, rich, affluent,
zıt anl.= poor
weapon = silah
weapons of mass destruction = kitle imha silahları
wear = yıpranma
wear and tear = aşınma ve yıpranma
wear down = yıpranmak, yıpratmak, erode, wear out,
(The illness wore her down. = Hastalık onu
yıprattı.), (My shoes are badly worn down at
the heels. = Ayakkabılarımın topukları iyice
aşınmış.)
wear on = (süre kapsayan bir dönem vs. için) yavaş
yavaş ilerlemek
wear out = yıpranmak, aşınmak, eskimek, wear
down, deteriorate
wear out over time = zamanla / zaman içinde
eskimek / aşınmak
weary = yorgun, usanmış, bıkkın, bored
weather = hava (durumu)
weathering = hava etkisiyle değişime uğrama
weave = dokumak, örmek
weave together = 1) değişik öğelerden bir bütün
oluşturmak; 2) örerek birleştirmek
weave-like = örgü benzeri
webbed = (bazı hayvanların ayakları için) perdeli
webbed together = (bir tür) perdeyle birbirine bağlı
Weddell seal =Weddell foku (Antarktika çevresinde
yaşayan bir fok türü)
wedding = düğün
wedge = kama, takoz
weed = yabani ot, ayrık otu
weed-killer = herbisit (istenmeyen bitkilerin
yetişmesini önlemek amacı ile kullanılan
tarımsal ilaç), herbicide
weekly = haftalık gazete veya dergi
weigh = 1) hesaplamak (kıyaslamak), consider, (I
weighed the benefits of the plan against its
risks. = Planın yararlarını, riskleri ile
kıyasladım.); 2) (ağırlığını) ölçmek, tartmak,
measure
weigh on = endişelendirmek, endişeye sevk etmek,
cause to worry
weigh up = tartmak, değerlendirmek, aklında ölçüp
biçmek, consider, evaluate, assess
weight loss = zayıflama, kilo kaybı
weight loss scheme = zayıflama planı / programı
weight training = (sporda) ağırlık çalışması
weight-for-height table = ağırlık-boy tablosu
weightlessness = ağırlıksız / yerçekimsiz ortam
weirdness = gariplik, tuhaflık, strangeness
welcoming = dostça, içten
welfare = refah, prosperity, well-being
welfare state = refah ülkesi
well = kuyu
well after = (bir olaydan / bir zamandan) çok sonra
well before = çok önce
well beyond = oldukça ötesinde / üzerinde
Well done! = Aferin, iyi olmuş!
well over = (bir değer)’in oldukça üzerinde, far more
than
well under = epeyce altında
well-annotated = dipnotlarla iyice açıklanmış
well-being = çıkar, yarar, refah, iyilik, saadet
well-buried = (gömülerek) iyice gizlenmiş
well-compiled = iyi derlenmiş
well-constructed = iyi inşa edilmiş, sağlam
well-developed = iyi gelişmiş, büyümüş
well-drawn = iyi çizilmiş, tiplemesi iyi yapılmış
well-established = iyice yerleşmiş, deep-rooted
well-founded = sağlam temele dayalı, substantiated
well-informed = iyi bilgilen(diril)miş
well-maintained = iyi muhafaza edilmiş, iyi bakılmış,
well-kept
well-nourished = iyi beslenmiş, iyi gıda almış, wellfostered,
zıt anl.= ill-nourished
well-off = iyi durumdaki, varlıklı, hali vakti yerinde
well-preserved = (örn. kayanın / buzun içinde) iyi
korunmuş
well-read = çok okumuş
well-regarded = saygı uyandıran, kabul gören, iyi
karşılanan
ÜDS Sözlüğü - 177
www.bademci.com
well-rested = iyi dinlenmiş
West Indies = Batı Hint Adaları (Karayipler
bölgesindeki adalara eskiden verilen ad)
Western = Batılı
Western society = Batı toplumu
Westerner = Batılı
wet = (altını, yatağını vs.) ıslatmak
wetland = karasal iklim bölgeleriyle deniz iklim
bölgeleri veya göller arasında kalan, nemli ve
genellikle bataklık bölge
whaling = balina avcılığı
What a relief!= İçim rahatladı!
What for? = Ne için?, Ne amaçla?
what goes on = olup bitenler, ne olup bittiği. . .
What good would that be? = Onun ne faydası
olacak ki?
what is more = dahası. . . , furthermore, moreover
What use does it serve? = Ne işe yarıyor?
what is in the best interests of smo = birisi için en
iyisi / en doğrusu ne ise
whatever = bütünü, hepsi, herhangi, her ne, ne
olursa
what’s more = bkz. what is more
whatsoever = hiçbir surette, at all
wheat = buğday
wheel = tekerlek
wheelchair = tekerlekli sandalye
wheeze = hırlamak, hırıltılı ses çıkarmak
when it comes to = iş (bir şey)’e gelince, (When it
comes to writing compositions, I am hopeless.
= İş kompozisyon yazmaya gelince, ben
umutsuz bir vakayım.)
whereas = oysa, iken, while, inasmuch as
whereby = onunla, onun vasıtasıyla, by means of
which, through which
whether (or not) = olup olmadığını, (yap)’ıp
(yap)’mayacağını, (yap)’sa da (yap)’masa da,
ister … ister …, (I am not sure whether or not
he is guilty. = Onun suçlu olup olmadığından
emin değilim.)
whilst = -iken, while
whirlwind = hortum, tornado
whisper = fısıldamak, fısıltı
whistle = ıslık, düdük
white blood cell = beyaz kan hücresi (akyuvar)
white blood cell count = akyuvar sayımı
whole foods = doğal yiyecekler
whole grain = tam tahıl (kepekli; dış yüzeyleri
alınmamış)
wholeheartedly = içtenlikle, samimi olarak, sincerely
wholesome = sağlıklı, besleyici
whooping cough = boğmaca
widely = 1) büyük ölçüde, açık farkla, uzak ara;
2) genellikle, geniş çapta, yaygın olarak,
commonly, usually
widely available = yaygın olarak ulaşılabilir /
edinilebilir
widen = genişle(t)mek, (arası) açılmak
wide-ranging = çok çeşitli konularla ilgili
widespread = yaygın, extensive, prevalent, zıt anl.=
limited, rare, (There is a widespread belief that
the newspapers had invented the story. =
Gazetelerin, hikayeyi uydurduğu yönünde
yaygın bir inanış var.)
widowed = dul kalmış
wildebeest = GüneyAfrika antilopu
wilderness = (el değmemiş) boş arazi, çöl, kır, vahşi
doğa
wildfire = söndürülmesi güç yangın / ateş
wildflower = kır çiçeği, doğada kendiliğinden yetişen
çiçek
wildlife = yaban hayatı (insan hariç, doğal ortamında
yaşayan tüm canlılar)
willing = istekli, gönüllü, eager, ready, zıt anl.=
reluctant, unwilling
willingness = isteklilik, gönüllülük, enthusiasm,
eagerness, readiness, zıt anl.= reluctance,
unwillingness
windblown = 1) (özellikle ağaçlar için) hakim
rüzgarların estiği yönde büyüyen / şekil alan;
2) rüzgarın sürüklediği, rüzgar tarafından
taşınan
wind-borne = (bitkilerin sporları vs. için) rüzgarla
taşınan
windbreaker = rüzgar kesen
windpipe = soluk borusu
wing = kanat
wing-warping = uçakta manevra esnasında tüm
kanadın hareket etmesi tekniği
wipe out = silip süpürmek, ortadan kaldırmak,
destroy
wire = haberleşmek
wire service = haber servisi (haber ajanslarınca
gazeteler, televizyonlar gibi yayıncı kuruluşlara
sağlanan haber hizmeti), news service
wisdom = bilgelik, irfan, hikmet, bilgece görüş / söz,
wiseness
wise = akıllı, akıllıca, bilge, bilinçli, sensible, knowing,
zıt anl.= foolish
178 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
wish = istemek, arzu etmek, dilemek, want, be willing
witchcraft = büyücülük
with a view to doing smt = bir şey yapmak amacıyla /
niyetiyle, with the intention of doing smt
with delight = sevinçle, memnuniyetle, keyifle, with
joy, with gladness, with pleasure
with ease = kolaylıkla, zorluk çekmeden, easily, zıt
anl.= with difficulty
with great ease = çok büyük bir kolaylıkla
with reference to = (bir şey)’e ilişkin olarak, ile ilgili
olarak, regarding
with regard to = (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili
olarak, with respect to
with respect to = (bir şey)’e gelince / ile ilgili olarak,
with regard to
with the exception of = dışında, haricinde
with the idea of doing smt = bir şey yapmak
amacıyla / niyetiyle
withdraw (from) = 1) geri çek(il)mek, retreat, zıt anl.=
attack, assault; 2) (para) çekmek; 3) (sıvıyı
damardan) geri çekmek
withdrawal = içine kapanma, çekilme, ayrılma,
alienation
withdrawal symptom = yoksunluk belirtisi (belirli
ilaçlar kesilince ortaya çıkan semptom)
withdrawn = çekingen, içine kapanık, unsociable, zıt
anl.= sociable, outgoing
withhold = 1) saklamak, vermemek, detain, hide, zıt
anl.= release, let go; 2) kesmek, discontinue
within = içinde, içerisinde
within and without = içeriden ve dışarıdan
within reach = ulaşılabilir, erişim dahilinde, available,
attainable, zıt anl.= remote, distant
withstand = (bir şey)’e dayanmak, (birisi ya da bir
şey)’e karşı koymak, direnmek, resist
witness (fiil) = tanık / şahit olmak, tanıklık / şahitlik
etmek, observe
witness (isim) = tanık, şahit
wobbly = sallanan, dengesi bozuk
womanizer = zampara
wonder (fiil) = merak etmek, düşünmek, hayret
etmek, question, think
wonder (isim) = 1) merak; 2) hayret, şaşkınlık;
3) mucize, harika
woodland = ağaçlık arazi / alan
woods = (the woods şeklinde kullanılır) koru,
ormanlık alan
work (fiil) = 1) işlemek, çalışmak; 2) işe yaramak, iyi
sonuç vermek
work (isim) = iş, çalışma, eser
work against = (birisi)’ne karşı (koz olarak)
kullanılmak
work at = çalışmak, çabalamak
work for = (birisi) için / (birisi)’nin emrinde çalışmak
work into = (yavaş hareketlerle) yerleştirmek,
oturtmak, uydurmak, (yuvasına) alıştırmak
work miracles / wonders = mucizeler / harikalar
yaratmak
work on = (bir şey)’in üzerinde çalışmak
work one’s way through = (bir şey)’in içinden
kendine yol açarak ilerlemek, zorlukları /
engelleri aşarak ilerlemek
work out = 1) (plan, proje vs.) planlamak, başarmak,
iyi sonuçlandırmak, (bir sorunu) çözmek,
(uğraşarak) ortaya çıkarmak, accomplish,
solve, zıt anl.= fail, miss; 2) (hesaplayarak)
bulmak, calculate
work through = çalışarak bitirmek / içinden çıkmak,
başarı ile üstesinden gelmek, deal with
work to the advantage of = (birisi)’ne avantaj
sağlamak, (birisi)’nin işine yaramak, benefit
work under pressure = baskı altında çalışmak
workable = işlenebilir
workaholic = işkolik
workforce = işgücü
working = işleme tarzı, işleyiş, functioning
workload = iş yükü
workman = işçi
workmanship = işçilik, ustalık
workspace = çalışma alanı
World Trade Organization = Dünya Ticaret Örgütü
(ülkeler arasındaki ticari ilişkilerin ve
düzenlemelerin geliştirildiği ve görüşüldüğü
uluslararası platform)
World War I = 1. Dünya Savaşı
World War II = 2. Dünya Savaşı
worldwide = dünya çapında
worrisome = endişe / kaygı verici
worry about = (bir şey) hakkında endişe / kaygı
duymak
worsen = kötüleş(tir)mek, ağırlaş(tır)mak, aggravate,
deteriorate, zıt anl.= relieve, ease, facilitate,
alleviate
worship = tapınmak, ibadet etmek
worth reading = okumaya değer
worthily = hak ederek, bileğinin hakkıyla
worthwhile = zaman harcamaya / zahmete değer,
beneficial, rewarding, zıt anl.= worthless
worthy of = (bir şey)’e değer / layık, kıymetli,
deserving, valuable, zıt anl.= unworthy of
ÜDS Sözlüğü - 179
www.bademci.com
would rather = tercihen, daha ziyade, (bir şey)’den
ziyade
would-be = gelecekteki, müstakbel
wound = yara, lesion
wounded = yaralı
wrap up = (paket vs.) sarmak
wrapping-rolling method = erken çömlekçilikte,
yuvarlatılmış bir kil şeridinin spiral şeklinde
sarılıp yükseltilerek çömleğin oluşturulduğu ve
dıştan bakıldığında çömleğin üst üste dizili
disklerden oluştuğu izlenimi yaratan yöntem
wreck (fiil) = harap / paramparça etmek, enkaz
haline getirmek, ruin, shatter
wreck (isim) = 1) enkaz, harabe; 2) batık gemi;
3) araba / uçak / tren kazası
wreckage = (bir gemi vs.)’in (bir kaza vs. sonrası)
kalan parçaları, enkaz
wrestler = güreşçi
wrist = (el için) bilek
write off = 1) başarısız / önemsiz görmek;
2) (muhasebede) hesaptan düşmek;
3) gözden çıkarmak
write out = tam olarak yazmak, (resmi bir şey)
yazmak
www.bademci.com
xenon = Zenon gazı, Xe
x-ray = (bir organın vs.) röntgenini çekmek
x-ray = x-ışını (gözle görülemeyen ve yumuşak
dokudan geçebilmesi sebebiyle röntgen filmi
çekiminde kullanılan bir çeşit elektromanyetik
ışınım)
Yanqui = Yanki (genellikleAmerikalılardan alaylı bir
tavırla söz ederken kullanılır), Yankee
Yanqui tastes = Yanki zevkleri
yawn = esnemek
year after year = yıl be yıl, her yıl, yıllarca
yeast = maya (ekmek, alkollü içki, peynir gibi bazı
besinlerin üretiminde yararlanılan tek hücreli
mantar)
yen = yen (Japonya’nın para birimi)
yet = yine de, buna rağmen, however
yet unborn generations = henüz doğmamış nesiller
yield (fiil) = (sonuç, ürün vs.) vermek, (kar, kazanç)
getirmek, produce, (The investigation yielded
some unexpected results. = Araştırma, bazı
beklenmedik sonuçlar ortaya çıkardı.)
yield (isim) = verim, kar, kazanç, sonuç, ürün
yield to = teslim olmak, boyun eğmek, yenik düşmek,
submit, capitulate, succumb, give in
young = yavrular, offspring
Yucatan Peninsula = Yukatan Yarımadası
(GüneydoğuMeksika’da bulunan, Karayip
Denizi ile Meksika Körfezi arasında yer alan
yarımada)
zap with = ani bir darbeyle öldürmek, kill suddenly
zenith = doruk, zirve, peak
zero gravity = sıfır yerçekimi
zinc = çinko (mavimsi açık gri renkte, kırılgan bir
metal)
zone = bölge, mıntıka
XYZ XYZ XYZ XYZ XYZ
181 - ÜDS Sözlüğü
www.bademci.com
Bu sözlüğün hazırlanmasında yararlandığımız kaynaklar:
1. Oxford Advanced Learner's Dictionary, 7th Edit. 2005, Oxford University Press
2. Longman Dictionary of Contemporary English, International Edit. 2004, Longman
3. Collins Cobuild English Dictionary for Advanced Learners, Major New Edit. 2001, Collins
Cobuild
4. Macmillan English Dictionary for Advanced Learners, International Student Edit. 2002,
Macmillan Education
5. Roget's II, The New Thesaurus, 3rd Edit. 1995, Houghton Mifflin Company
6. Webster's Third New International Dictionary (Unabridged), 1993, Könemann
7. The NewWebster's International Encyclopedia, 1st Edit. 1996, Trident Press International
8. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü, 8. Baskı 1988, Türk Dil Kurumu Yayınları
9. Longman Dictionary of Phrasal Verbs, Rosemary Courtney, 3rd Imp. 1991, Longman
10. Büyük İngilizce-Türkçe Genel Sözlük, Nuri Özbalkan, 1. Baskı 1999, Alfa Yayınları
11. Langenscheidt Standard EnglishDictionary, ResuhiAkdikmen, 1. Baskı 1990, İnkılâp Kitabevi
12. Oxford Dictionary of English, 2nd Edit. (revised) 2005, Oxford University Press
13. Collins English Dictionary and Thesaurus, Major New Edit. 1995, Collins Cobuild
14. Merriam-Webster's Medical Desk Dictionary, 1996, Merriam-Webster Inc.
15. Açıklamalı Tıp Terimleri Sözlüğü, Utkan Kocatürk, 10. Baskı 2005
16. Redhouse, İngilizce-Türkçe Sözlük, 16. Baskı 1998, Sev Matbaacılık ve Yayıncılık
Bu sözlüğün hazırlanmasında bilgisine başvurduğumuz uzman kişiler ve internet siteleri:
1 Doç. Dr. Zuhal YAPICI, Çocuk Nöroloğu
2 Dr. Özlem Su, Cildiye Uzmanı
3 www.soitec.com
4 Yrd. Doç. Dr Zahide Onaran, İstanbul.Üniversitesi, İktisat Fakültesi
5 Doç. Dr. Zuhal YAPICI, Çocuk Nöroloğu
6 Dr. Cengiz Tomar, Marmara Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü
7 www.wikipedia.org


Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam389
Toplam Ziyaret3756887
VİDEOLAR
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.088734.2253
Euro37.628037.7788
Takvim