Bayram ve Somali
30 Ağustos Pazartesi günü Eğitim-bir-sen Denizli Şubesine bayramlaşmak amacıyla gitmiştim. Başkanımız Ahmet SERT ve Feyzullah ÖSELMİŞ hocalarımızla bayramlaştıktan sonra Memur-Sen’deki bayramlaşmaya çıktığımızda diğer sendikalarımızın başkanları ve Memur-Sen Genel Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Sekreteri Halit ORTAKÖY Hocamz bulunmaktaydı. Bayramlaşmanın ardından Halit Hocamız Somali konusunda yapılan çalışmalar hakkında bilgi aldıktan sonra Genel Merkezi temsilen İHH aracılığıyla yardıma gittiği Somali hakkındaki izlenimlerini anlattı.
Somali’de gittikleri Dadaab kampına Kenya üzerinden ulaşabildiklerini ifade ederek başladığı muhabbette duygusal bir ortamda oluştu. Kampa gittiklerine sadece bizim ülkemizden giden yardım kuruluşlarının olduğunu İHH’nin o bölgede çok iyi organize olduğunu birebir kampa girip çocukların gözlerine bakıp başlarını okşayıp yardım vermenin daha etkili olduğunu söyledi. Somali halkının “mümin” ve “mütevekkil” Müslümanlar olduklarını batılı yardım kuruluşlarından yardım almadıklarını beyaz adamdan aç dahi ölseler yardım almadıklarını ifade etti. Beyaz adam o bölgede batılı emperyalist güçleri temsil eden bir tabir olsa gerek.Bu yüzden Türkiye’den gelindiğini duyduklarında hiçbir tereddüt göstermeden kucak açtıklarını ifade etti.Ülkede Arapça’nın en anlaşılması zor lehçelerinden birinin konuşulduğunu fakat medreselerde eğitim almış olan Somalililerin fasih Arapça konuşabildikleri için onlarla anlaşılabildiğini ifade etti.Somali’nin %90’ının Müslüman olduğunu ifade etti.Kampta yadımı yaparken “Ene Müslim Kunte Müslimin Küllin ihvanı müslimin” Ben müslümanım sen Müslümansın tüm Müslümanlar kardeşiz.deyince müthiş bir duygu oluşuyor diye ifade ettiler.
Somali’nin petrol doğalgaz uranyum yatakları açısından zengin olduğunu ve Afrika’nın yollarını kesiştiği bir noktada olduğunu Batılı sömürgeci güçlerin ve ABDnin oradaki insanların ölmesini beklediği ve hiç zahmetsiz oraları ele geçirmenin derdinde olduğunu ifade etti.
Arap ülkelerinin Somali’ye duyarsız kaldıklarını şu an Somali’de sadece Türkiye’nin samimi duygularla bulunduğunu bunun da bizlerin medeniyetimizden inancımızdan imanımızdan gelen “merhamet” duygusundan kaynaklandığın ifade etti.
Gözyaşlarını tutamadıkları bir olayı naklederken duygulu anlar yaşandı.İstanbul’dan gönüllü olarak orada çadır hastanesinde görev yapan 4 doktor bulunduğunu ve oradaki kardeşlerimizi yaşatma mücadelesi verdiklerini ifade etti.
Yapabileceklerimiz konusunda öncelikli olarak açlığın giderilmesi oradaki kardeşlerimizin tarım ve hayvancılık yapabilecekleri büyük çiftlikler oluşturulması su kuyularının açılması hastaneler kurulması gibi projelerin olduğunu ifade ettiler.
Halit Hocamızı dinlerken diğer sendikal örgütler Ne KESK- Ne de KAMU-SEN böyle bir kampanya başlatmadıkları gibi Türkiye’de açlar varken ne gerek var Somali’ye gibi “ufku dar” ve “kardeşlik” duygusundan yoksun bir tavır sergilerken Memur-Sen’in Eğitim-bir-sen’in ve diğer bağlı sendikalarımızın iftar programlarını iptal ederek Somali’ye gönderilmesinin ne kadar yerinde ve insanca ve müslümanca bir tavır olduğunu düşündüm. Ve şu gerçeği bir kez daha anladım ki Bayrak düştüğü yerden kalkacak ve mazlumlar Osmanlı’nın torunlarına bakıyor.
Halil AKPINAR
Edebiyat Öretmeni
SEYYİD ÇAVUŞ’UN YOLUNDA ÖZGÜRLÜK İÇİN
Memur-Sen konfederasyonuna bağlı 11 iş kolundaki sendika üyeleri 1 ay gibi kısa bir sürede kamuda kılık kıyafet serbestliği için 10 milyon imza kampanyasını yürüterek 12 milyon 300 bin imza topladı. Bu imza kampanyasının gayesi; darbelerle ve darbeci zihniyetlerle hesaplaşma sürecine girmiş olan ülkemize ve insanımıza dayatılan tek tip zihniyetin bir yansıması olan kamuda tek tip kıyafet dayatmasını sonlandırmaktı ve bu bir milattı.
Yıllardır özellikle kızlarını okutmuyor denilerek hor ve hakir görülen Anadolumuzun inançlı insanlarının imam hatiplerin yaygınlaşması ile kızlarını okullara göndermeye başlamışlardı.Kızlarını imam hatibe gönderiyor diye de yine aynı laikçi kafalar kızlardan imam mı oluyor da imam hatibe gidiyorlar diyerek tepki gösteriyorlardı.Ardından bu kızlar engellere aldırmadan okudular üniversite kapılarına dayandılar.1967 Kasımında başörtüsü sebebi ile üniversite bünyesindeki ilk sancı Hatice Babacan olayıdır.Bu ilk 46 yıldır hiç son olmadı.Bazıları önceden böyle bir sorun yoktu diyor ya hu batılılaşma hareketleri ile baıcı zihniyetler tarafından yapılan tepeden inmeci,jakoben,halka ve değerlerine tepeden bakan zihniyet tesettür şuurunu dinamitledi de ondan.Bu aziz millet adeta kendi özüne sahip çıkarak “on yılda onbeş milyon genç yarattık” diye diye dinsiz,imansız,pozitivist,maddeci,metaryalist bir nesil aşkı ile yanıp tutuşanlara her defasında tokat gibi cevabını verdi.Başörtüsü ile okumak,çalışmak isteyen Müslüman bayanların önüne bu engeller konduğu için siyasi olarak mazlum ve mağdur konuma itilmiş olan inançlı insanların haklarını savunan,dillendiren siyasi hareketler oldu.Milli Görüş hareketi bunlardan biriydi.Samimiyetle bu sıkıntının bitmesini,çözülmesini istediler,dillendirdiler.Fakat “dini siyasete alet etmekle” “Atatürk düşmanlığı” ile “laiklik karşıtlığı” ile yaftalandılar.Halbuki siyaset elbette çözüm yeriydi ve haksızlık varsa bunun önünü açmak için cehd etmek gerekiyordu.Bazı sağ ve sol siyasi hareketler ise başörtüsü meselesini hep oy deposu olarak gördüler ve bunu açıkça istismar ettiler.Çünkü sağ ve solun böyle bir derdi yoktu,samimi değillerdi.Yıllar bunu açıkça gösterecekti ve gösterdi.
1980 darbesinden sonra kılık kıyafet yönetmeliği yayınlayan darbeci zihniyet memurlara bir nevi “hazırol” çekmiş oluyordu.Ve problem hala devam ediyordu.Başörtülü kızlar üniversite kapılarında keyfi yasaklarla karşılaşıyor zulüm devam ediyordu.Özal döneminde konjektür itibariyle bir nebze yumuşayan üniversitelerdeki yasak yine yer yer devam etmişti.28 Şubat 1997’de post modern darbe ile üniversitelerdeki yasakların zirve yaptığı bir dönem başlamış oluyordu.Tüm üniversiteler darbeciler karşısında hizaya geçmiş, bilimi, ilimi bir kenara fırlatmış bu ülkenin öz be öz evlatlarına parya muamelesi yapıp,onların eğitimine mani olmak için rektörler sıraya girmişti.
1999’da ise yasağın başka bir boyutuna daha şahit olunacaktı bir milletin oyları ile seçilip,meclise gönderilen ilk başörtülü milletvekili Merve Kavakçı mecliste “dışarı””dışarı” diye bağırarak el çırpan “çağdaş(!)” kadınlar tarafından hor ve hakir görülecek,kürsüye gelen dönemin Başbakanı Ecevit ise “Burası devlete meydan okunacak yer değildir.Bu kadına haddini bildirin!” diyerek bir gecede bu ülkenin evladını vatandaşlıktan çıkartacaktı.
Sistem başörtülü olarak okumak,çalışmak isteyen Müslüman bayanlara “başlarını açması” dayatmasında bulunarak adeta zulümden keyif alıyordu.Aklı başında ve sağduyulu olan hiçbir kimse bu yasağın mantıklı bir izahını yapamıyordu.%99’u Müslüman bir ülkede Kur’an’ın emri diyerek başını örten bir kadını tehlike görüyordu.Başörtüsü bir bez parçası değil,bir kimlikti elbette.Laikliği aldıkları Avrupa’da bile başörtülü kadınlar bir çok alanda çalışabilmekte ve başörtülü öğrenciler Hıristiyan olan ülkelerde rahatlıkla girebilirlerken bu ülkede kökü dışarıda olup bu milletin başına çöreklenmiş olan derin yapı insanımıza adeta kan kusturuyordu.
2002’de başta başörtüsü olmak üzere yaşanan bir çok zulmün intikamını halk sandıkta had bilmezlere haddini bildirerek gösterdi. Bu süreçte bir çok badireler atlatıldı. Başbakan ve bakanların hanımlarının başörtüleri her milli bayramda bir davetiye krizine sebep oluyordu. Koskoca bir medeniyetin mirasçısı olan bu büyük milletin çocuklarına reva görülen buydu.2007’de “tehlikenin farkında mısınız?” diyerek yine başörtüsü üzerinden milletimize savaş açılıyordu. Cumhurbaşkanının Hanımının başörtülü olmasıydı onlar için tehlike olan.O dönemde bayrak asarak başörtüsünün Çankaya’da olmasını kendi akıllarınca protesto ediyorlardı.O al bayrağın üzerindeki hilalin manasından nasipsiz olanlar. Ve milletimiz bu badirelerde hep inanç hürriyetinden yana tavır aldı.
Başörtüsü bir turnusol kağıdı oldu.2007’den itibaren halkın inancı ile barışık olan, ilimi bilimi önceleyen, kılla tüyle uğraşmayı bırakan rektörlerin iş başı yapmaya başlaması ile bu kanunsuz ve anlamsız yasak uygulanmamaya başladı. Öğrenciler için çıkan kılık kıyafet yönetmeliğinde önceden sadece imam-hatiplerdeki Kur’an ve Siyer derslerinde serbest olan başörtüsü tüm imam-hatiplerde serbest hale getirildi. Diğer okullarda da sadece seçmeli Kur’an ve Siyer derslerinde kullanabilecekleri diğer derslerde ise “başı açık” olmaları ifadesi kullanıldı. Bu yönetmeliği de yeterli görmek mümkün değildi elbet.
Şunu arzu etmekteyiz ki Başörtüsü ile okumak isteyen öğrencilerimiz ortaöğretimde de, üniversitede de rahatlıkla okuyabilmeli. Hor ve hakir gören zihniyetlere de bu tavırları yanlarına kalmayacak şekilde yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Memur-Sen’in Kamuda kılık kıyafet serbestliği kampanyasına gelecek olursak yazının başından itibaren seyrini çizdiğimiz bir zulmün artık son evrelerini yaşadığını göstermektedir.12 milyon 300 bin imza 1 ayda toplanan imzalardır. Halkımızın büyük ekseriyetinin bu yasağı anlamsız bulduğu yapılan tüm anketlerde ortaya çıkmıştır. Her defasında iktidarın millet ne derse o olacak “karar milletindir”diyen Muhterem Başbakanımızın bu meseleyi çözmesidir.Geçmişte olduğu gibi kurumlar arasında çatışmanın yerini uyum aldığı görülmektedir.Ordu ve yargı vesayeti referandumdan sonra bir nebze kırılmıştır.Bu süreçte yapılacak olan darbe ürünü yönetmeliğin tamamen kaldırılması,başörtülü olarak çalışmak isteyen bayanların ve erkeklere de kravat dayatmasının son bulmasıdır.
Sendika olarak yaptığımız okul ziyaretlerinde kimi başörtülü öğretmenlerimizin başlarında perukla dolaşmak zorunda kalmaları, kiminin tamamen başını açmak zorunda kalmasının başını örten bir bayan için ne kadar rencide edici olduğunu, onları adeta yok saymak, kimliksizleştirmek olduğunu,başlarını örttüklerinde sanki bir suç işlemiş gibi birileri bir şey der mi ,şiklayet eder mi endişesi içersinde durmaları… savunulacak bir şey değildir. İzan ve vicdan sahibi herkes artık şunu bilmelidir ki bu saçma sapan yasak artık 2013 Türkiye’sine yakışmamaktadır.
18 Mart’ta İslam ve Kur’an ve iman aşkı ile kazanılan Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde,250 kiloluk mermiyi “Ya Allah!” diyerek kaldırıp topa süren Seyyid Çavuş’ların bıraktığı mirası yaşatmak için fiili olarak başörtülü memurlar başörtüsü ile,erkek memurların kravatsız ve serbest şekilde iş yerlerine girerek ruh köklerimize sahip çıkmalı ve Medeniyet değerlerimize savaş açanların ellerinde dayanak yaptıkları bu yönetmeliği söküp atmak için iktidar sahipleri artık bir gün bile beklememelidir.Merhum Akif İnan üstadımızın mısrasında olduğu gibi
…
“Yiğitler yol alsa destana doğru
Şehitler gözümde aynen bayraktır
Gel kurut bu cağın kargaşasını
Seninle beklenen simdi şafaktır”
Halil AKPINAR
Eğitim-Bir-Sen Denizli Şubesi
Eğitim ve Sosyal İşler Başk.Yardımcısı
BU YAZI 24 MART 2013 TARİHLİ YENİ AKİT GAZETESİNDE YAYINLANMIŞTIR.
Size bugün yıllar önce Milli Gazete'de yayınlanmış ve bir arkadaşımın ajandasındaki notlar arasından çıkan bir şiiri paylaşmak istiyorum.
Şair İsmail Fatih Ceylan'a ait "Militan" şiiri. Şair İsmail Fatih Ceylan Bey'e twiterdan ulaştık ve iznini aldık .
MİLİTAN
Duvarda kalmış yazılar ayıplıyor bizi
gözlerimin önüne parkeli militanlar gelir
bir yerlerde güneş doğuyor karanlıkta kalsakta
kuşlar cıvıldıyor, sürüyor yine hayat
bir sen değilsin yıkılan
susma artık
susma militan
Sararmış bir eylülde bozuldu tozpembe düşlerimiz
bir sabah terk etti bizi bir şeyler
bir sabah vurdular özgürlük kuşumuzu
o sabah güneş doğmayı unuttu, sürdü geceler
kimimiz yolunu şaşırdı, tutsağı oldu korkunun
kimimiz düşman gibi kaçtı birbirinden
kimimiz kendi elleriyle boğdu düşünceyi
sevgi kuşkuyla yer değiştirdi gözlerimizde
kimimiz dost bulamadı hapishane duvarından gayrı
cellatların acıdığı kadar acımadık birbirimize
düşman kıyamazken, kıydık kendimizi
bir trafik lambasının kırmızı ışığı durdurdu bizi
nice yakışıklı gençler yiğitçe can verdi
nice güzel kızlar yaş döktü gözlerinden
sevdaydık biz yorgun adam, biz bir candık
kısacası militandık
belliydi her halimizden
Parkemi ıslatan yağmurlar aklıma gelir
gecenin karanlıklarında duvara yazdıklarımız
sevginin yakamozları ışırdı yüreğimizde
bir ekmeği bölüşürdük, bir binbir türlü derdi
kollarımız bir kalkar, ağızlarımız bir söylerdi
umutlarımız nokta noktaydı gözlerimizde
soluklarımızla ısıtırdık üşüyen ellerimizi
mırıldandığımız marşlar yüreğimizde ateş yakardı
evet saçlıydık, sakallıydık, gözlerimiz yorgundu
ama sessiz ve tertemizdi düşlerimizdeki sevgiler
günün doğuşu bizim olacaktı, şafak bizi bekliyordu
kitapla kavgayı, aşkla davayı bir taşırdık bu yüzden
biz aşktık, biz kavgaydık
biz tüm sömürülere karşıydık
kısacası militandık
belliydi her halimizden
Yoktu bizim üstümüze bir yiğit
bizim gibi seven yoktu yeryüzünde
hiç bir güç durduramayacaktı bizi
ne silahlardan korktuk, ne de darağaçlarından
ne ihanetlerden, ne de kaypak duygulardan
şafak yürüyüşlerinde buluşacaktık her birimiz
güneş sunacaktık karanlıklara, ışık götürecektik
kurşun dolu geceleri aşıp güzel günler görecektik
tüm sazlar bizim marşımızı çalacaktı günü gelince
bize kurşun sıkanlara çiçek verecektik
yüz binlerin söylediği kurtuluş ezgileri
yıkacaktı gökyüzünü
bu amaçla taşıdık bugüne kadar
göğsümüzdeki imanı
bu amaçla kopamadık hüzünden
savaştık biz, devlettik biz, her çilede biz vardık
kısacası militandık
belliydi her halimizden
Duvarda kalmış yazılar ayıplıyor şimdi
gözlerimin önüne parkeli militanlar gelir
bir yerlerde güneş doğuyor karanlıkta kalsakta
kuşlar cıvıldıyor, sürüyor yine hayat
o hüzün sayfalarını artık çevir
bir sen değilsin yıkılan
susma artık
konuş militan!
|| İsmail Fatih Ceylan ||
İSMAİL FATİH CEYLAN'I TANIYALIM .
Yazar. 20 Aralık 1962, Tavşanlı / Kütahya doğumlu. Tavşanlı Endüstri Meslek Lisesini bitirdi. Doğuş Holding (1983), Soyak Holding (1986-91) ve Yörünge dergisinde çalıştı. 1992’den itibaren gazeteci-yazar olarak Millî Gazete’de çalışmalarını sürdürüyor. Millî Gazete’nin dışında yazılarını Yeni Asya (1977), Tercüman (1978), Yeni Devir (1979) gazetelerinde ve Sur (1983), Gökyüzü (1988), Aylık Dergi (1979), Tohum (1979), Cuma (1985), Acun-Türkiye’nin Gücü (1995) dergilerinde yayımladı. 1983 yılında Sessizce Derinden adlı hikâyesiyle Yeni Devir gazetesinin hikâye ödülünü, 1996’da Yapma Çiçekler adlı hikâyesiyle Türk Edebiyat Vakfı ile Gönen Belediyesinin düzenlediği Ömer Seyfettin Hikâye Ödülünü aldı. Türkiye Yazarlar Birliği, İLESAM ve Sanatçılar Derneği üyesidir.
ESERLERİ:
HİKÂYE: Hayırsız Evlat, Son Sabah (1981), Bu Kafayla Düzelemeyiz (1992), Suskunlar (1993), Yapma Çiçekler (1996), İnsan Görmemiş Hayvanlar (1996).
ROMAN: Bir Buket Gül (1993), Sabahsız Geceler (1993), Elveda Mutluluklar (1993), Zamansız Rüzgâr (1993), Kapanmayan Yara (1995), Bir Eylül Sabahı (1996), Kuşlar Yuvadan Uçtu (1996), Sonsuzluk Yolcusu (1996), Beyaz Zambak (2002), Kapanmayan Yara (2002).
FİKİR: Üç Atatürkçü Delikanlı (1996), Ağlıyor musun? (1996).
ÇOCUK KİTABI: Efe Kız, Deprem, Açgözlülük, Çoban Kız, Uyuşuk Köy, Bitişik Komşu, Hayalperest, Kumar (1981), Hayırsız Evlatlar (1991).